7|Do you want me to stop?

4.1K 396 231
                                    

"Farklı bir hikayede bekliyordum."

Kore'nin bölünmüş 4 sürü bölgesi vardı: Gyeonggi, Gangwon, Gyeongbuk ve Jeonbuk... Bu bölgeler eskilerden beri sayılı aileler tarafından yönetilirken zamanla Kore'nin başbakanına bağlanmıştı ancak herhangi bir oy kullanma durumunda çoğunluk devlet hakkında oy birliği sağlarsa bunu kabul etmek zorunluydu. Yani başbakan bu bölgelerin devlet temsilcisi denilebilirdi. Bölgelerdeki düzen ise tamamen Alfa-omega birleşimi, soyun devam etmesi ve herhangi bir bölgenin üstünlük sağlamayıp kalabalık olmaması adına ilerliyordu. Çok eski zamanlarda belki statü ya da üstünlük olarak kabul edilse de artık gelişen ve değişen dünyaya uyum sağlayıp sınıf ayrımlarından kurtulmuştuk sadece bu geleneği sembolik olarak devam ettiriyorlardı. Kimse kimsenin sürüsüne giremez ya da ayrım yapabilir gibi olay yoktu bu sadece imzalı bir prosedürdü.

Gyeonngi ise... Babamın sözcüsü olduğu bölgeydi maalesef ve benim de ondan sonra sözcü olacağım bölge. Maalesef diyordum çünkü devlet işlerine bulaşmak istemiyordum üstüne üstlük annemin kurdu sırf onun sıkıcı işleri yüzünde depresyona girmişken beni çocuk halimle kokteyl kokteyl dolaştırmasını unutmuyordum. Annem onun yüzünden kurdunu kaybetmişti ve acı içinde kıvranarak ölmüştü. Şimdi ona baktığımda asla affedemezdim ve devlet için yaptığı işleri devralamazdım, benlik değildi. Beni  de muhtemelen buraya artık zamanımın daraldığını söylemek için çağırmıştı ama bambaşka bir şeyle karşılaşmıştım.

Yanımdan geçip giden, uzun boylu ve saçlarında yer yer beyazlar olan yaşça büyük yapılı, üzerinde oldukça pahalı duran takımlı bir delta, bana kısa bir bakış atmış hatta dudaklarına minik bir gülümseme kondurmuş ardından da aşağıda bekleyen arabasına binip uzaklaşmıştı. Ben de kendimi ondan alamayarak gidene kadar arkasından bakakalmıştım. Yüz yılda birdi bu, ilk kez bir delta görmüş, kokusuna şahit olmuş ve kurdumun baskın kokusu karşısında şaşırmasına neden olmuştu.

Han-wi koşturarak merdivenlerde çıkıp takımının önünü iliklerken babamın önünde saygıyla eğilerek "Bay Min, üzgünüm bir anda indi." dedi ve bana kısa bakışlar attı. Ona umursamadan doğrudan babama döndüm. Üzerinde özel dikim bir takım vardı, saçları ve sakalları da eve gelen özel berberi tarafından tıraşlanmış olmalıydı, her zamanki gibi şaşmazdı bu zaten. Beni asla şaşırtmıyordu.

Babam elini bıkkın bir anlayışla kaldırıp sağ kolunu susturduğunda bana döndü ve baştan aşağıya süzdü. Gözleri yapılmamış kravatımla gömleğimin açık olan iki düğmesinden gezinmişti. Eh, bu da şaşmazdı, baktığında mutlaka bir kusur bulurdu gerçi bu kusur değil de umursamazlığımın simgesiydi bence ama yine de onun için baş kaldırıştı diyebiliriz.

Bakışlarına karşılık sol ayağımın üzerine baskılamış elim belimde onu izlerken dayanamayarak konuştum "Beğendiniz mi Bay Min, olmuş mu gönderdiğiniz takım?"

"İçeri geç Yoongi, burada konuşmak istemiyorum."

Yine bir emir... Ondan ve emirlerinden nefret ediyordum ama buraya kadar gelmiştim, huysuzluk yapmanın sırası değildi çünkü gerçekten o deltayı gördükten sonra merak ediyordum bana söyleyeceği şeyi. Tam olarak bu yüzden derince soluklanıp ellerimi cebim attığım gibi aralık evin kapısından içeri girdim, evin ağır kokusu karşıladı beni. Çok baskındı, hala hatırladığım gibi kasvetliydi, içerisinden en ağır kahverengi tonları bulunan mobilyalar her taraftaydı. Tam bir devlet dairesi gibi sıkıcı ve anlamsızdı benim gözümde.

Başımı iki yana salladım onaylamazca ve hatırladığım çalışma odasına doğru ilerleyip soluk kahverengi deri koltuklarına oturduğum gibi bacak bacak üzerine attım. Ağır hareketlerle sanki hiç acelesi yokmuş gibi masasının başına geçti ve çekmecesini açtı, taba rengi bir kağıt dosya çıkartarak önüme attığında içinde birkaç fotoğraf masaya yayılmıştı. Onlardan birini elime alıp baktım. Korunmadaki omegaların lojmanına girerken fotoğrafımdı.

Counterclockwise | YoonminWhere stories live. Discover now