"...Aslı cenazene zar zor yetişti. Ben babanla beraber ağlıyordum o sıra. Birimiz dursa birimiz devam ediyordu. Zaten iki yaralı insan karşı karşıya gelince birbirinin yarasını kanatır Kadir, fırsat vermez ki kabuk bağlasın. Ben ona bakıyordum seni görüyordum, ağlıyordum; o bana bakınca seni görüyordu, ağlıyordu. Bir anlığına unutuyorduk belki ikimiz de, hayatın uzattığı elma şekeriydi bu. Ama sonra birbirimize bakınca elma şekeri düşüp kırılıyordu elimizden, daha tadına bakamadan. O bakışlarda can yakan bir şey akıyor iki insan arasında, birbirimize yeniden hatırlatıyorduk acımızı, bu can yakıcı sızıyı. Yine ağlıyorduk; bir fasit dairenin içinde öylece sürükleniyorduk. Ama annen hiç ağlamadı. Annenle, babanla acıklı bir film izlemek dışında beraber ağlayacağımız bir ortam hiç tahayyül etmemiştim, rüyamda görsem kabus der geçerdim. Kâbus, toprağınmış meğer." Biz, Şimdi Tezer inşaat mühendisi kocasını Afganistan'da bir saldırıda kaybedince, iki çocuğuyla beraber yalnız kalır. Devam ettirmesi gereken bir kariyeri, bakması gereken iki çocuğu ve iletişimde kaldığı üç beş arkadaşıyla hayatını sürdürmeye çalışırken psikolojik olarak kendimi topladım dediği bir vakit, lisedeki ilk aşkıyla, önce en yakın arkadaşlarından birinin düğününde sonrasında bir AVMde karşılaşır. Menderes lisedeki Menderes mi, yoksa olgunlaşıp artık farklı bir adam mı oldu bilemez fakat bu sık tesadüfler hayatıyla ilgili kararlarda Tezer'i iki arada bir derede bırakır. Peki ya Menderes?