Mektup 2

42 4 0
                                    

Kadir'ime Mektup

30 Mart

Bugün tam artık elim gitmiş de eşyalarını toplarken Mustafa geldi. Kapıdan yüzüne bakmadan buyur ettim; hiç bozulmadı bana. Dolabın iki kapağını da açmış, yere bütün eşyalarını dökmüş, her biri için yaşadıklarımızı, nerede aldığımızı aklıma getirip beynimin duvarlarına hatıra olsun diye çiziyordum. Benim de çetelem buydu. Başka türlü nasıl yaşanır henüz bulamamıştım. Oduncu gömleklerini, siyah tişörtlerini, hepsi birbirinden koyu olan kot pantolonlarını, tümü birbirinin aynı spor ayakkabılarını, kışın bari giyme şu sporları diye zorla aldırttığım deri botunu sitedeki güvenlik görevlilerine vermek için ayırdım. Hiç giyilmemiş gibi tertemiz ve yeniydi hepsi. Eskimiş kıyafetlerini, iç çamaşırlarını, çoraplarını bir çöp poşetine koyup kaldırdım çöp konteynırının yanına koymak için. Kilosu hep sabit bir adam olarak teyzenin sen üniversiteye giderken ördüğü, kolları giyilmekten ve yıkanmaktan yıpranmış haki hırkayı, babana aldığın siyah deri kordonlu Seiko marka saati, yıkamayı unuttuğun, valizinden çıkan bir tişörtü ayırdım sadece. Ardında bıraktığın kadının, geride kalma hakkıdır diyerek. İnşaat mühendisliği okurken aldığın notlar, buna bölüm kitapların da dahil, İstanbul Teknik Üniversitesi kütüphanesine bağışlanmak üzere koliledim. Sevdiğin şairlerin ciltli kitaplarını, psikoloji kitaplarını, tekrar tekrar okuduğun romanları, benim hiç okumadıklarımı kitaplıkta bırakarak Zeynep'e okul kütüphanesine eklemesi için kargolamak üzere ayırdım; koliyi kapatmadan önce üstüne kalemliğindeki bütün kalemleri de ekledim. Ne kadar çok açılmamış kalemin vardı Kadir; sen müsrif bir adam da değildin üstelik ama kaleme zaafın varmış belli ki 9 yıl boyunca hiç fark etmemişim. Son dakika Lamy kalemini kullanırım diye kenara koydum. Üç beş derken yine bir dünya şeyi kendime aldım. Ben ki seni toprakla paylaşmış bir kadın olarak, çöpünü bile verirken içim eskiyordu.

Mustafa geldi demiştim; içeriye buyur ettikten sonra ben yatak odasına geçince o da peşimden geldi. Kıyafetlerini düzenleyip ayırırken de içeriye davet ederken de tek kelime etmedim. Bir bacağını altına alarak oturdu yatağın üstünde. Beni izledi dolap kapaklarını, çekmeceleri açıp kapatırken. En son kolileri kapatıp bant yapıştırırken evde çıkan o gıcık sese geldi Murat; ilgisini çekmişti sanırım. İnsanlarla vedalaşmanın, evlerle vedalaşmanın hep bir bant sesiyle başladığını öğrenmişti bu küçücük yaşında. Ankara'dan İstanbul'a taşınırken de çok ufaktı ama bant sesi o zaman da dikkatini çekmişti. Akif, Esra'nın aldığı yeni yapboza başlayıp onu da çağırınca yanağımdan öptü teselli edercesine sonra da gitti. O kadar zoruma gitti ki... Güçlü olma görevini üzerine almıştı.

Kolilere uzandım, unutmayayım ya da son anda vazgeçmeyeyim diye kapının yanına koyacaktım. Mustafa ellerime dokunup durdurdu beni, "Bırak," dedi, "ben taşırım." Ardından ben salona geçtim. Elinde iki kupa kahveyle geldi yanıma, ne kadar da misafirperverim görüyorsun. Birini önüme bıraktı. "Kadir'in şirketinden seni aradılar mı? Mutlaka aramış olmalılar," dedi. Aradılar sanırım Kadir. Ama kim kimdir, nedir ne değildir, isim şehir oynayamayacak kadar bile algılarımın kapandığı, her arayanı taziyesini alıp dinlemeden telefonu kapattığım zamanlardı, "Bilmiyorum ki," dedim. "Bak eğer uğraşamayacak gibiysen ben avukatın olayım, gidelim noterde bana bir vekalet ver, detaylı, senin yerine ben uğraşayım Tezer. Bu şekilde ölümü bekler gibi yaşama gözünü seveyim," kahveyi elinden orta sehpaya bıraktı. Haklıydı. Sen gitmiştin, ben bitmiştim ama hayat bitmemişti. Kaldı ki böylesini ben de istemezdim. "Vekaletlik ne gibi bir işimiz olabilir ki şu an? Ne bileyim kimlik falan yenilemek gibiyse hallederim onları ben, her şeye sen koşuyorsun. İşin gücün var, yorulma daha fazla," kahve içiyordum. Karaköy'de bir kahveciden almıştın sanırım, nasıl da güzel kokuyordu. Bayattı aslında ama yine de lezzetliydi. Gözlerime baktı şaşkınca. Bir şeyleri kaçırıyordum sanırım. "Yorulmuyorum ben. Yorulmam... Tezer... Bu yabancı şirket... Kadir'i Afganistan'a bir inşaat mühendisi olarak götürürken dünyanın sigortasını yapmıştır. Ölüm sigortası olabilir, ferdi kaza sigortası olabilir... Her şey olabilir. Onlarla bir iletişime geçeyim. Genelde yüklü bir ödeme yaparlar böyle bir durumda," ellerini birleştirdi, kollarını dizine yasladı. "Kadir öldü diye bana para verecekler... Ben de kabul edeceğim... Kadir öldü diye... Sen benimle dalga mı geçiyorsun Mustafa!" sinirlenmiştim. Bunu direkt şirketten duymuş olsaydım, prosedür derdim, bunları konuşmaları gerekiyor benimle derdim ama Mustafa'nın bunları detaylı bir şekilde düşünmüş olması sinirime dokunmuştu. "Bak," dedi. "Ben bir avukatım. Bu tarz süreçler nasıl ilerliyor biliyorum. Taliban'ın göbeğinde bir proje yapıyorsan çalışanlarına her türlü riski anlatırsın. Kadir de biliyordu. Şirketler bu tarz taahhütleri boşuna vermezler. Maaşının yüksek olması yetmez bu riski almak için. Anlıyorum bana sinirleniyorsun ama bu Kadir'in vasiyeti... Yani senin rahat yaşaman... Sizin için gitti Tezer. Bırak emeklerinin peşinde koşayım bari." Biz zaten rahattık diyemedim. İçi buruk, kurtlu bir tamam dedim. Son kez sarıldı, kolileri alıp çıktı evden. Camdan bakarken arabasına yerleştirdiğini gördüm kolileri, evin önündeki park alanında. Bizim için kalman gitmenden daha evlâ değil miydi Kadir?

Biz, SimdiWhere stories live. Discover now