Mektup 3

41 4 2
                                    

Kadir'ime Mektup

25 Nisan

Gidecek yerin olmasaydı, öteki hayat farzı misal olmasaydı, gidebilir miydin Kadir? Bana kalırsa her terk edenin gidecek bir meskeni var. Ama toprağın altı, ama başka bir hayat, ama başka birinin kolları; var işte. Hangisi canımı daha çok yakardı diye düşünüyorum da cevabı bulamıyorum. Anladım ki ayrılık olduktan sonra cismi, biçimi, zamanı ve yöntemi hiç fark etmiyormuş. Kapı her türlü hep aynı gürültüyle kapandıktan sonra bir önemi kalmıyor ki. O kapı kapandı ve ben ardında kaldım Kadir. Bunu kabullenmek öyle zor ki; okuma ve yazmayı öğrenmeye yeni başlamış bir çocuk şaşkınlığı var üzerimde. Hocanın tarak diye iddia ettiği harfin 'E' olduğunu öğrenmişim de bir hayal kırıklığı basmış ruhumu, ne diyeceğim ben şimdi bu harfe diye kafam karışmış sanki. Yeni bir şey öğrenmişim de tanımaya başlamışım hayatı, algılayamıyorum bir türlü. Bu acıya alışmanın nişanesi olarak kırmızı kurdele iliştirmişler yakama. "Aferin kızım, ne güçlüsün," demişler; yıldızlı pekiyiler almışım Kadir. Harfleri birbirine yaklaştırıp uzaklaştırır gibi öğreniyorum yokluğunu ama bir otoban geçiyor 'ben' ve 'iyiyim' kelimelerinin arasından. "Ne ayıp," dersin duysan. Ama duyamazsın. İçimde bir sesin kaldı, çirkin bir imitasyonun. Geri kalan ne çabuk silindi Kadir, korkutuyor. Kokun neydi unuttum, tenin ne kadar sıcaktı unuttum. Ölüm çok ani Kadir, hiçbir şeyi telafi edemeden bir bakmışsın gözlerin musalla taşında takılı kalmış. Bütün facia da bu zaten. Dolapta patlamış bir reçel kavanozu gibi öylece kalakalıyorsun. Artık toplaman mümkün değil,  diyorsun ki dolabı temizleyelim bari. Reçel çöpü boyluyor, ziyan oluyor. İnsanın ziyan olmasına benzer bir biçimi var dökülmüş reçelin; yapış yapış, bütün pisliği üzerine çeken cinsten.

Bugün evlilik yıl dönümümüz; bu sefer ben unutmadım. Sen unuttun. Nefes alıyor olsaydın, on  yılı tamamlamış olacaktık beraber. Bir pasta alırdık, çocuklar eğlensin diye mum yakardık üzerine. Geç olmadan Aslı'ya emanet ederdik yine çocukları, sevişirdik; yalnız ve bölünmez olmanın heyecanıyla. Her şey ihtimal dahilinde kaldı ve çürüdü gitti işte, yaktım masanın lambasını, kolumda saatin, oturdum hiç okuyamayacak bir adama mektuplar yazıyorum. Dokuzuncu evlilik yıl dönümümüzde dünyanın en şanslı kadını olduğumu düşünüyordum, kocam beni çok seviyordu, iki tane çocuğum vardı ve aşamayacağımız hiçbir sorunumuz yoktu; onuncusu geldi çattı, elime pimi çekilmiş bir bomba bıraktı. İçim katran karası, elimdeki kalemine baktığımda akan mürekkeplerin arasına karışan gözyaşlarım, kabaran bir defter yaprağı... Delirdiğimi sanıyorum. Sarılıyorum düğün albümümüze. Senin elin benim çıplak sırtımda, gelin buketini yüzüme yaklaştırmışım, bakışların benim üzerimde, bir gelinlik olmaktan çok uzak beyaz bir elbiseyle gülmüşüm, gülmüşüz. Aslı ve Mustafa nikah şahidimiz. Nikah şekeri yaptırmamıştık: onun yerine TEMA'ya bağışlamıştık da, "Bak, ufak çaplı bir ormanımız var artık," demiştin. Baban anca almıştı emeklilik ikramiyesini, boğaza nazır bir mekanda ailen, annem, Aslı, Mustafa, Zeynep, Ali, Arif ve Mehmet'le beraber yemek yemiştik düğün sonrasında. Bu kadardı işte. Tantanasız, olaysız, nikah ve yemek... Hayat ne garip Kadir, anılarımızın dublajını yapmak bana kaldı.

Annenlerdeydim geçen. Büyük papara yedik babanla. Çocukları sabahtan alıp eve geçmişti annen, ben de işten çıkınca direkt onlara gittim. Gece bir alarm yansımış, nöbetçiyi aramış arkadaşlar, saçma bir ağız dalaşına girilmiş, konu direktöre kadar gitti. Tabi ben de payımı aldım. Sinirlerim bozuktu. Bir de üstüne trafiğe takıldım, otoparka girerken de arabanın sağ kapısını çizdirdim. Her şeyin üst üste yığılıp bir çığ gibi büyüdüğü bir gündü anlayacağın. Annen bir sofra kurmuştu ki her an kapıdan sen geleceksin sandım. Pazı dolması, hingel, tarhana çorbası, pancar salatası vardı. Bir de reyhan şerbeti ikram etti yanına. Hepsi senin ölesiye sevdiğin, kusana kadar yediğin yemeklerdi Kadir. En fazla mantıya kadar dayanabildim. Eğdim başımı tabağıma, çatalla kıymaları deşiyordum. Mantının yanındaki yoğurdun rengi değişmişti artık içe bulanmaktan. Ağlamaya başladım, tabağın içine içine. Burnum da akmaya başlayınca zorla aldığım lokmalarıma karışmaya başladı artık. Annen fark etti. Çocukları masadan kaldırdı doyunca. Birbiri ardı sıra çıktılar odadan. Annen dayadı ellerini masaya, üzerimize doğru eğildi, babanın da başı eğikti benim de. Sinirli bir fısıltıyla soludu, "Bir daha çocukların yanında ağlarsanız ikinizi de parçalarım artık," dedi, "Cenaze evine çevirdiniz evimi. Ne oluyor canım size? Kendinize gelin artık." Kendimize gelemedikse de toparlandık. Çocuklarla ağlamıyor değildim. Aslı, ağlamanın, yas tutmanın normal olduğunu bilmeliler dedi. Ama sanırım biz abartıyorduk. Nereden bileyim Kadir ben, ölümün abartısı mı olur?

Biz, SimdiWo Geschichten leben. Entdecke jetzt