4. Bölüm - M

21 2 0
                                    

Murat'ların evinde şahit olduğum sahneler beni çocukluğumun geçtiği evdeki anılarla, hafızamı perçinlemeye itti. Gidilen yollar uzun... Nasıl bir çocuktum, bizim evde babam sofranın neresindeydi, çatal hangi elindeydi düşündüm. Roller nasıldı mesela bizim evde, ablam nasıl bir genç kızlık yaşadı, babam nasıl bir aşıktı, annem nasıl bir iş kadınıydı ve ben o duvarların arasında neler öğrendim? Düşündüm.

Masanın sandalyelerinde daha fazla iki büklüm oturmayalım diye Verda koltuklara geçmemizi teklif etti. Koltuğun dibine yanaştırılmış sehpadan, dökülürse bilmem kaç taksitle alınmış koltuklar hebâ olur korkusuyla tabağı çay bardağının götüne dayayıp da içtik çaylarımızı. Herkes çay yudumlarının arasında ülkenin her geçen gün yok olan orta kesiminin ezber cümleleriyle aynı muhabbetleri tekrar tekrar kuruyordu. Ben hâlâ kendi çocukluğumun salon salamanjesinde duvar kemerine yaslanmış bir halde radyodan çıkan seslere eşlik ederken annemin tırnaklarının değdiği tepsinin pirinçlerle yankılanan şarkısını dinliyordum. Annem pirinci taşlarından ayıklıyordu. Ben seni düşüncelerimden ayıklayamıyorum ama anne... Melankolik bir kadındı annem. Babam hep meşgul ve yoğun bir cerrah olduğu için parasal anlamda sıkıntımız hiç olmadı lakin babam teknik olarak damatlıkla annemin yanında durduğu duvara çivilenmiş o çerçeveli fotoğraf haricinde evde hiç yoktu.

Bayramlarda hep işi çıkar, beraber heyecanlandığımız tatillerde daha bir iki gün geçmeden bir hastası mutlaka fenalaşır bizi sap gibi bırakıp geri döner, bulduğu en ufak boşlukta odasına kapanır saatlerce kandan, gövdeden, organdan ve Latinceden ibaret kitaplarını okur, yemek masasında en fazla derslerimizi sorar ve anneme 'eline sağlık' der, kalkardı. Sandalye eski parkelerin üzerinde daha da ağırlaşır; kulaklarımızın canına okurdu. Babam bizim evin rahatsız edici bir misafiriydi; envanter sayımında adı geçen fakat kimsenin nerede olduğunu bile bilmediği o demirbaştı. Annem sabırlı bir kadındı fakat ben değildim. Bir yaz tatilinde nihayet artık burnuma kadar dolup taştığım bir vakit, bir ay boyunca babamın peşinde it gibi dolanmak pahasına onu takip ettim. Annemi aldattığından şüpheleniyordum.  Çocuk aklımla evdeki huzursuzluğun, ağır havanın tek kaynağının bu olabileceğini düşünüyordum. Şüphelerim doğru çıkmadı. Çıksa daha az üzülürdüm belki, davranışlarının mantıklı bir tarafı olurdu ve ben babamın aslında bir ölüden farklı olarak hayatının bir heyecanı, tutkusu olduğunu düşünebilirdim. Belki... Olmadı.

Babam annemi seviyordu öte yandan, sevmese, dedemden sırf annemi alabilmek uğruna eşek sudan gelinceye dayak yemezdi, hem de üç kere. Babam bunu anlattığında, çok nadir de olsa anlatırdı böyle hikayeler, annemin gözleri mazinin gölgesinde bir yıldız gibi parlardı. Sanıyorum yıllar önce gördüğü ihtimamı aradan yıllar, mesafeler geçmiş olsa dâhi babamdan bekliyordu. Babam annemi seviyordu evet, fakat maalesef ki mesleğine aşıktı. Annem öğretmen bir kadın olarak hep babamın mesleğinin gölgesinde, hep babama alan açarak, hep babamı özleyerek hep babamı bekleyerek geçirdi. Anneme çok kızdığım o ergenlik dönemlerinde kadıncağızı bir de sıkıntıdan ben kahrettim. Ablamsa tüm bu olanların aksine bir ilişkiye dair arzu edip etmediği ne varsa bütün denklemi annemle babama bakarak kurdu. Bir keresinde bana "Babam gibi bir adamla asla evlenmeyeceğim," demişti. Haksızdı diyemem fakat neden böyle dediğini bu yaşımda bile tam anlamıyla anladığımı söyleyemem. Ablam kendinden fazlasıyla emindi ve inanılmazdır, bir o kadar da karakteri sağlam bir kadındır. Hep hayretle karşılamışımdır, bu kadar duygusal ve ona müteakip bütün hareketleri duygusal tabanlı bir anneden doğma bir kadının annesini taklit etmeden kendini var edebilme ve tanımlayabilme azmine sahip olmasını. Ablam annesini yırttı büyüme çemberinden ama tuhaftır, ben babama bu kadar uyuz olmama rağmen ondan bağımsız bir karakter inşa edemedim otuzuma kadar. Karakterimin hamurunun yoğrulması için otuzuma dayanmam, Tezer'den ayrılmam, ikinci üniversiteye başlamam, annemin kansere yakalanması gerekmişti. Babam ne kadar işkolikse, kendiyle meşgul olmaya ne kadar bayılıyorsa ve etrafındaki insanların beklentilerinden ve ihtiyaçlarından ne kadar bihaberse ben de o kadardım. Otuzumda ilişkilerinin bu akıl almaz tabiatında hep çürükler var olduğunu düşündüğüm ailemin hep baba tarafını suçlarken annemin aslında ne kadar pasif-agresif hareket ettiğini ve mucizeleri nasıl her seferinde kapalı kapılar ardında beklediğini fark ettim. Çünkü babam, her akşam yemek sofrasında formaliteden, sırf öyle icap ettiği için ve yapmış olmak için yapsa da günümüzün nasıl geçtiğini ve nasıl olduğumuzu mutlak suretle sorardı. Annemse gözlerini dikkat çekebilmek umuduyla babamın gözlerine sabitler ve 'her şey iyi' mesajını verirken ses tınısının altında yatan mesajı babamın kendiliğinden anlamasını beklerdi. Aslında bir tiyatro sahnesini yaşatırdı babama. Tabi ki, annemin beklentileri gerçekte hiç karşılık bulmadı, babam söylenen bütün cümleleri mecazlarını halatlarından keserek aldı kattı hayatına. Hep merak etmişimdir. Annem neden bir kez olsun yemek kaşığını tüm hıncını alırcasına masaya indirip sofrayı yerle bir etmedi? Etseydi ya, bir kez olsun yapsaydı!

Biz, SimdiWhere stories live. Discover now