3. Bölüm - M

30 4 3
                                    

Sevda'yla aramızda kontrolsüz, kısa bir bakışma peyda oldu. İkimiz de bu gerçeğin bilincindeydik; ancak ilk defa sesli bir şekilde kulaklarımızda vuku bulan bu cümleleri şaşkınlıkla karşılıyorduk. SİZ... AŞIK... DEĞİLSİNİZ... İnsan esasen aşina olduğu şeye de şaşırıyormuş; tamam. Gerçekliğin her daim dumura uğratan bir büyüsü var kuşkusuz. Evet, biliyorum. O gerçek... Orada, her zaman. Bu soğuk hakikatin varlığıyla bir ilişki yürütüyorduk biz. İkimiz de yaşadığımız bağlılığın hamurunda aşk olmadığı konusunda hem fikirdik, daha düne kadar kendime cesurca itiraf ettiğim bir doğruydu bu; ama yine de, bunu duymak, özellikle Sinan'dan duymak, ki Sinan yalan söylemeyi bilmez, iç gıcıklayan, rahatsız eden, kaşındıran bir hadiseye dönüşmüştü. Son üç senedir Sevda'nın yüzüne bakarken bu kadar zorlandığım bir an daha hatırlamıyordum. Yoktu... O cümlelerden sonra bir şey kırıldı; sesini duydum içimde. Sinan'ın cümlelerinin arasında yankılandı sanki, tüm bu şangırtı. Yaklaşan bir cisimciğin ayak sesleri... Biz evde yokuz mu desem?

Sevda'nın benim için ne kadar zahmetsiz ve âsân olduğunu ilk tanıştığımız günden beri biliyordum aslında. Meşrebime uygundu böylesi. Teknoloji departmanı olarak gittiğimiz piknikte sigara içmek için biraz uzaklaşıp da alanı geçtiğimde, yan tarafta bulunan başka bir yeşillik alanda gerçekleşen düğünde gördüm ilk Sevda'yı. Benim sigaramın yanan ateşine bakıp gece kelebeği misâli çakmak istemeye gelmişti. Tişörtünün üstünden sarkan pantolon askısı gibi aparatın uçlarına iki kamerasını birden bağlamış; niyeyse kadın bir kovboy gibi görünmüştü o an gözüme. Silah niyetine asılı iki tane kamera, her birisinin üzerinde takılı duran flaşlar... Onca ağırlığı bu kadar zayıf birinin nasıl bu denli kolayca taşıdığını merak etmiştim o an. Düğün misafirleri ufak ufak teşrif ederken Sevda da dinlenmeye, peşinden de beni görünce sigara içmeye karar vermişti. Sonradan anlattığına göre... Böyle başlamıştı; ufak bir etkilenme, cinsel kıvılcımlar, düşüncelerimizin uyuşmasıyla alevlenen bir birliktelik... Yürüdü; çünkü yürütmesi çok kolaydı. Bir kimseye çok fazla kıymet vermeyince ona katlanması nispeten daha kolaydır. Bir hatası, vahşi sözü, yalanı veya taklide dayalı tavrı iç acıtmaz. Tüm bu çirkinlikler fosforlu bir tepside önünüze koyulsa dahi tahammül edilir. İlişki zaten, kimse sormaz ama bana sorarsanız, az ya da çok bir katlanma, sürükleme ve sürüklenme hâlidir. Sevda için de anlamım bundan ibaretti. Garip ama çaresizce sevilmek duygusunu aradığımı bilmiyordum tâ ki bu muhabbete kadar. Son ihtimalmiş gibi sevmek, sevilmek ve bir hârda sönmek istiyordum. Ne oldu bilmiyorum, ben bu kafama sıçayım ama rahat battı; bir insana tutulmak ve tutulduğum yerden uyanmak istiyordum artık.

Uyandım.

Sevda üstünü değiştirmek için odama doğru ilerlediğinde ben de peşinden gittim. Projenin devreye alımı vardı ve akşam nöbetçiydim. Dizüstü bilgisayarımı alıp birkaç e-postayı kontrol etmem gerekiyordu. Sevda çekmeceden paketi açılmamış bir külotlu çorap çıkardı. Bacağından çorabını geçirirken konuşmaya başladı. Zaten Sevda cesaret etmeseydi ben muhtemelen bu konuyu sümen altı ederdim.

"Beni büyük olan her şey korkutuyor biliyor musun? Büyük evler, büyük işler, büyük paralar, büyük insanlar, büyük bağlılıklar... Daha da sayabilirim de abartmayayım... Fikir üretenlerden dahî olsa büyük insanlardan korkuyorum mesela; çünkü hep, büyük olabilmek için neleri feda ettiklerini düşünürken buluyorum kendimi. Sırf büyük olabilmek için. Düşüncelerinde bile bir zâlimlik arıyorum. İtici geliyor. Anlatabiliyor muyum, bilmiyorum," çorabını uyluğunda durdurmuş, bana bakıyordu. Sonra ara vermeden, diğer tarafını giymeye başladı. Ben de konunun nereye bağlanacağını gözlerimle ve kulaklarımla takip etmeye çalıştım.

"Sanırım," çalışma masama ilerleyip bilgisayarı açtım, ekranı açık bıraktım. Okunması gereken herhangi bir e-posta yoktu, bekleyen acil bir iş yoktu. Lanet olsun ki kaçacak yerim de yoktu. Uzaklaşan ayak seslerini duyduğumda, bir şeylerden ırağa düşmem, kopmam gerektiğinde, soluklanmam icap ettiğinde içim sıkılır benim, ruhum daralır. Sıkışmıştım.

Biz, SimdiWhere stories live. Discover now