Mektup 1

101 6 0
                                    

Kadir'ime Mektup

07 Mart

Sana dedim değil mi? Gitme dedim. Paramız da vardı; pulumuz da. Ne geldiyse başımıza, her şeyin hakkını vererek yaşama sevdan yüzünden geldi; çok çalışıp bu sebepten az uyuman, hobilerin, arkadaşlarının dertlerine çözüm bulma çaban, meslek ahlakın... Hayatında bir kez bencil bir adam olmanı bekledim senden. İstifaya zorlandıysan dedim, boş ver bir kez, hayatında ilk defa dinlen. Ben sana bakarım dedim. Bakmaz mıydım Kadir? Allah aşkına bakardım ya! Kaldı ki bakmak nasıl bir cümleyse... Beraber yaptık bunca zaman her şeyi. Bu üstüme üstüme yığılan, çullanan evi, çocuklarla sığamayınca askerden önce aldığın ama bizim satıp da büyüğüne geçtiğimiz arabayı, parmağımızdaki yüzükleri... Hatırlıyor musun? Çeyiz alışverişine çıkmıştık da; sizinkilerin eli sıkışıktı o zaman, paramızı birleştirip almıştık yüzükleri. Seninki gümüştü, o an senin için önemli değildi ama dinen demiştin, doğru değil zaten bana gümüş alalım. Nişan elbisesine gücümüz yetmemişti, bizim akrabalar yüzüğüme bakıp da ala ala bu tenekeyi mi aldınız diyince ne kadar zoruma gitmişse eve gidince odam bir türlü ısınmıyor diye oturup saatlerce ağlamıştım, sümüğüm akmıştı yastığıma. Annem anlamaz gözlerle bakmıştı yüzüme. Ne oldu bu kıza şimdi evlenme arefesinde diye söylenmişti kendi kendine.

Naaşını getirdiklerinde elime verdiler yüzüğünü, küçücük bir poşetin içinde, kırık camıyla canhıraş çalışmaya devam eden, babana babalar gününde aldığın ama onun kullanmaya kıyamayıp da sana emanet ettiği saatinle beraber. Onu bile sığdıramamışlar toprağına. Ne kadar zoruma gitti bir bilsen. Ne kadar gücüme gitti... Masanın üstünde müzelik gibi duruyor şimdi yüzüğün, saatin, kalemlerin... Çalışma odan olduğu gibi. Zaten hiçbir şeyi değiştirmedim, değiştiremedim evde. İçim almadı. Daha kıyafetlerine bile dokunamadım ki ben. Hiçbir şeyine dokunamadım Kadir. Ki sen dokunmaktan en çok zevk aldığım kara parçasısın yeryüzünde. Giderken son bir kez sarılmıştım ya sana havalimanında, sakallarını okşamıştım kaşınan avuç içlerimle, şimdi silinir de bu sızı diye ellerimi hiçbir yere süremiyorum sana dair. Sanki hepsi teker teker seni benden söküp alacakmış gibi geliyor. Afganistan'dan kargoyla gönderdiler bazı eşyalarını, birkaç cetvel ne işe yaradıklarını bile bilmediğim, benim sen giderken ağlayarak yerleştirip buraya ulaştığında yine ağlayarak çıkartttığım kıyafetlerin, gizlice valizin bir köşesine sıkıştırdığın bilekliğim hepsi taşıyamadığım bir yük oluverdi. Yükün böylesini ömrümce hiç bilmemiştim de bu şekilde öğrenmek de çok zoruma gitti.

Sen toprakla uğraşmayı çok severdin; seversin diyemiyorum da artık nasıl zor, bu duyguyu nasıl diyeyim?

Ölüm izni diye bir şey vardı Kadir, ben ne zaman sistemden izin girsem, yanımda olsan, "Umarım kullanmak zorunda kalmayız," derdin. Bir hafta izin verdiler. İki hafta da ben senelik izin girdim. Normalde sorun çıkarırlar arka arkaya girilen izinlere ama bana karşı yüzleri pek yoktu. İşkolik olmamın faydasını senin cenazende gördüm. Şirketten bir miktar para yatırıldı hesabıma, bütün işlemlerle gönderdikleri görevli ilgilendi; zaten benim bütün olan biteni anlayacak kadar aklî melekelerim yerinde değildi.

Cenazende akıl sağlığım yerindeydi ama, inanabiliyor musun? Delirmedim de bayılmadım da; yalnızca fimlerde oluyormuş bu. Keşke bayılsaydım, o an ömrümden geçip giden o şuursuz birkaç saat için asla üzülmezdim biliyor musun? İçim en azından o anlarda yanmamış olurdu birazcık; ufak çaplı bir orman yangını gibi bir şey bu, bütün tabiatımı yıktın sen benim! Bir ara topraklar üzerine serpiliyordu sanırım, bir ağaç buldum da dibine çöktüm. Toprak attılar uzun saplı çirkin kepçelerle, bir yorgan gibi örttüler üzerine, beni çok yaklaştırmadılar zaten sana, saçma bir etten duvar vardı. Dostlar bayılıyorum sandı; yok dedim iyiyim; ama bacaklarımda hiç derman yoktu Kadir. Telefonum çaldı o sıra, arayan Oğuzhan'dı hani bahsetmiştim ya sana, şu, işe yeni başlayan çalışkan çocuklardan, "Tezer Hanım," dedi, "VIP SMS gönderimleriyle alakalı bir alarm yansıdı ama nöbetçiye ulaşamadım pool numarasından. Nasıl yapayım?" Arayandan emin olmak için telefonu kulağımdan çekip yüzüme yaklaştırıp tekrar baktım. Gerçekten telefonu açıp açamadığımdan, bunu yapabilecek, en azından o an için, gücüm olup olmadığından, hâlâ bir parça yaşama hevesim kalmış olmasından tiksinerek emin olmaya çalıştım. Biraz daha direnirsem kusacaktım. Mustafa yanımda dikiliyordu ne olur ne olmaz diye. Zaten o kadar yoruldu ki... Onu da çok yordum. "Oğuzhan," dedim, "Kadir öldü. Ben cenazedeyim. Sana haber vermediler mi?" Öyle bir sessizlik oldu ki, ben telefon kapandı sandım, Mustafa'nın bir bakışı vardı bana, gözlerinde ilk defa böyle bir hüzün, acıma gördüm kaç senelik arkadaşımızın. Başınız sağolsun dedi ama çok tedirgindi çocuk, sesi titredi, nasıl olmasın, ölüm kimi tedirgin etmez ki?

Biz, SimdiWhere stories live. Discover now