KÂKTÜS MEZÂRLIĞI

Por kaktuslere

23.9K 7.6K 18.5K

Kim inanırdı ki bu hikâyede büyük balığın küçük balığı yediğine. Gerçek şuydu sayın okur bu hikâyede iki bal... Más

"KÂKTÜS MEZÂRLIĞI"
1.BÖLÜM:GÖLGESİNE TAKILAN KADIN
2.BÖLÜM:TAVAN ARASINDAKİ TOZLU KALP
3.BÖLÜM:KÜLÜ SEVEN ATEŞ
4.BÖLÜM:KAKTÜSLERDE ÖLÜR TIPKI ÖLEN SİYAH GİBİ
5.BÖLÜM:KALBİ ATAN ÖLÜ CESET KAPANI
6.BÖLÜM: ÇEKMECEYE DÜŞEN ZEHİRLİ RESİM
7.BÖLÜM:RUH KOVANINI YAKAN KÖRDÜĞÜM
8.BÖLÜM: KUŞ UÇARKEN KANAT NEDEN AĞLAR
KARAKTER TANITIMI
9.BÖLÜM:KALBİM, BİR ISLAK KELEBEK
10.BÖLÜM:ŞAH DAMARA GİREN ZEHİRLİ HANÇER
11.BÖLÜM:KAR VE KAN LEKELİ DÜŞ
12. BÖLÜM: SARDUNYALARI SOLDURAN KAKTÜS ÇİÇEĞİ
13.BÖLÜM:YARANIN ÜZERİNE DÜŞEN YARA
14.BÖLÜM:DİKENLERİN BATTIĞI KIRIK AYNA
15.BÖLÜM: ZİFİR GECE VE KARA ÖFKE
16.BÖLÜM:GÖLGESİ GÜNEŞE SANCILI ADAM
17.BÖLÜM:KUYRUĞU LEKELİ DÜŞ
18.BÖLÜM:SOLUĞA BAĞLANAN KIZIL DÜĞÜM
20.BÖLÜM:SATIR DİBİ ÖLÜM
21.BÖLÜM:KALBİ DELİNEN KADIN VE ONUN GERÇEKLERİ
22.BÖLÜM:GÜNEŞİN ÜZERİNE KAR YAĞDIRAN ADAM
23.BÖLÜM:ACI BÜYÜK AMA ÖZLEM DAHA BÜYÜK
24.BÖLÜM:DİKENE SAPLANAN KURŞUN

19.BÖLÜM:ZEHİR SARMALI

546 209 604
Por kaktuslere







19.BÖLÜM:ZEHİR SARMALI

Özlem Taner | Yolumuz Uğradı

Mabel Matiz | Toy




İncinmiştim.

İncinen ruhum, korkularımı kırık cam parçaları gibi ayağımın altına serdi. Kırık camlar ayağımı kanlar içinde bırakmasına rağmen geri dönmeyecektim. Kırık camların kalbime saplanacağını bilsem de geri dönemezdim. Dorâ Serdengeçti sustukça zihnim benimle biraz daha savaşıyordu.

Savaşına yenik düşsem de kaybeden ikimiz olacaktık.

Dorâ Serdengeçti başlattığın bu şey bir savaşsa eğer ikimiz de kaybettik.

Saatlerdir çalışıyordum, artık gözlerim bilgisayar ekranına bakmaktan yanıyordu. Başımı kaldırdığımda Mert ve Mihrima benden farksız olmadığını görmüştüm. Uyuşan parmak uçlarımı ağrıyan şakaklarıma bastırıp küçük küçük baskılar uygulayarak ovalamaya başladım. Saç köklerimi sızlatan bir ağrı saplanmış ne yapsam geçmeyecek gibiydi.

"Başın mı ağrıyor?" diye soran Mihrima gözlüklerinin üzerinden bana ilgiyle baktı.

Başımı belli belirsiz sallayarak, "Evet." diye mırıldandım. Dudaklarımla birlikte ağzımın içi de kurumuştu.

Mihrima, "Saatlerdir çalışıyoruz bence normal." dediğinde sesindeki yorgunluk hissedilebilir biçimdeydi.

"Ha ben de onu diyorum sütlü çikolatam. Yazdık yazacağımızı bence bugünlük bu kadar yeterli." diyen Mert Mihrima'ya yalvaran gözlerle bakıyordu. "Hem mekana anca gideriz. Sahneyi hazırlayacağım hem misafirlerim var bu gece biliyorsun."

Bakışlarımı Mert'in üzerinden çekip Mihrima'nın güzel yüzüne döndüğümde gözlerinin kısıldığını gördüm. Neden Mert'e böyle şüpheyle baktığını anlayamamakla birlikte sandalyenin yumuşak sırtına yaslayıp onları izlemeye devam ettim. Mihrima, gözlerinde biriken soru işaretlerini dudaklarından dökmesi pek uzun sürmedi.

"Sen bugün fazla isteklisin hayrola Mert?" diye soran Mihrima sorusuyla eş zamanlı başını salladı.

Mert anlamamış gibi bakışlarını bana çevirip tekrar Mihrima'ya dikti. "Yoo, onu da nereden çıkardın sütlü çikolataya bulanmış kara biberim? Benimki iş ahlakı ve misafirperverlik, başka bir şey yok. Kurma aklında, kurma." diyerek saçma sapan el hareketleri yapmaya başladı.

Mihrima omuzlarını silkerek, "Ben bilmiyorum orasını da sen anlatacaksın." dedi.

Birkaç saniye duraksayan Mert gerçekten bir şey anlamamış gibi boş boş bakınıyordu. "Şöyle bakıp durmasana Mihrima. Bu bakışlar karşısında çığlık çığlığa kaçacağım az kaldı." diyerek oturduğu yerden ayaklanarak pencere kenarına doğru yürümeye başladı. "Akşam şu kızıl ırka harika bir bekarlığa veda yapacağım ondan bu isteğim. Ayrıca sen beni mi kıskanıyorsun?" diyerek muzipçe sırıttı.

Mihrima ile aramızda geçen kısa bir bakışma yaşandı.

"Ne diye kıskanacağım ben seni. Başka işim yoktu ya." diyerek gözlerini yumarak başını eğdi. Kıskanmak değildi bu gerçekten kıskanmıyordu sadece Mert'i iyi tanıyordu. "Bende çok yoruldum, bugün yeterince çalıştık ama senle son kez gidip şu çaycıyla bir konuşalım. Sonra haber güme gitmesin." Oturduğu yerden kalkan Mihrima benim varlığımı yeni hatırlamış gibi küçük elini hafifçe alnına vurdu. "Başın için ağrı kesici getirmemi ister misin, Ayladùa?"

Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatıp nemlendirdim. "Aslında iyi olur." diyerek onu onayladım. "Teşekkür ederim." diye mırıldandım.

"Rica ederim," diyerek bana tebessüm ederek Mert'e dikti bakışlarını. "Mert hadi gidip çabucak gelelim de geç kalmayalım." diyerek sesindeki imaları Mert'e batırarak arkasını dönüp yürümeye başladı.

"Kız sütlü çikolatam sen bugün baya gerginsin. Neden bu kadar gerginsin?" diye çemkiren Mert hızla Mihrima'nın peşine takılıp gözden kayboldu.

Şakaklarımda duran parmaklarımı masanın üzerine indirip tırnaklarımla oynamaya başladım. Zihnim, birkaç saat önceye gidip geliyor beni çaresiz bir yangının içine itiyordu. Yangından çıkmak istedikçe daha çok o köz bataklığına batarken buluyordum kendimi. Yandıkça iyileşiyordum.

Dorâ bana çok yabancıydı, onu bildiklerimle değil bilmediklerimle kafamı darmaduman ederken buluyordum her an ve bu her seferinde çok ansız oluyordu. Bu dağılış mürekkebin kağıdın üzerinde dağılıp harfleri anlamsızlaştırarak son bulduran bir karmaşıklığa sahipti.

Bana bakışları beni incitiyordu, Dorâ bunu biliyordu. Bazen bilmek işe yaramıyordu işte.

Sızlayan başımla gözlerimi yumup gözlerimin önüne düşen buzdan lacivertleri yok etmek istedim ama gitmiyorlardı, hep otasalardı. Ağlamaklı bir tutturuşla benden gitmemek için ölümüne direniyordu. Buzdan lacivertler yaralıydı, yarasının gölgesine kadar ulaşan bir yaraydı.

Çamura batmıştım, çektiğim her kürek bir adamdan kaçmamı sağlarken bir diğer adama götürüyor ve gittiğim adamda batıyordum. İntikamım benden intikamını almaya başlamıştı. Bunu görmek istemesem de gerçek gözlerimin önündeydi.

Telefonuma düşen bildirim sesi kulağıma acıklı bir melodi gibi düştü. Parmaklarımın arasına aldığım telefonun ekranına düşen mesaja baktım.

Gönderen | Deniz Korkutan
Mesaj: Dua benimle konuşman gereken önemli şeyi azıcık çıtlatsana ha (:

Okuduğum mesaj ile çaresizce gözlerimi boş odada gezdirdim. Deniz'le yüz yüze konuşmalıydım. Yarın evleniyordum ama bunu henüz Deniz'e söyleyememiş olmak beni garip bir şekilde geriyordu.

Gönderen | Ayladùa İz
Mesaj: Telefonda konuşabileceğimiz bir konu olmadığını söyledim Deniz. Yüz yüze konuşmamız gerekiyor. Israr etme.

Gönderen | Deniz Korkutan
Mesaj: Ama Dua ben çatlarım. Vatandaşa haberi de bu kadar geciktiriyorsan vay halimize. :( :(

Gönderen | Ayladùa İz
Mesaj: Bir saate çatlayacağını sanmıyorum Deniz.

Gönderen | Deniz Korkutan
Mesaj: Sen hâlâ bana kızgın mısın? Bak valla Gökalp ile her şey çok çabuk gelişti ben de anlamdım nasıl sevgili olduğumuzu. Yoksa senden bir şey saklar mıyım, saklamam. Hele onunla dün gece ateşli bir öpüşme yaşadığımı hiç saklamam. (;

Biri bir şey saklıyorsa o sen değilsin.

Gönderen | Ayladùa İz
Mesaj: Kiminle ne halt yediğini yazma şuraya belki ben okumak istemiyorum. Ayrıca kızgın değilim, ortada kızgın olmam için bir neden de yok. Sen mutluysan ben de mutluyum.

Gönderen | Deniz Korkutan
Mesaj: O zaman öpüşmenin devamının ne derece ateşli olduğunu anlatmıyorum🙊🙊 Sende mutlu ol, hep. O zaman bir saat sonra attığın adresteyim geç kalayım deme seni gebertir pirinalara yem ederim. Kızıl saçlarını tek tek yolarım. 💋💋

Gönderen | Ayladùa İz
Mesaj: Kalmam, hoşça kal.
Son mesajı attıktan sonra telefonumu kapatarak cebime tıktım. Başımın ağrısı arttıkça kirpiklerimin üzerine düşen yükü yoğun bir şekilde hissetmeye başladım. Göz kapaklarımın kapanmaması için gösterdiğim direnç her geçen saniye bir öncekinin üzerine yuvarlanarak büyüyordu ve direnmek istemiyordum.

Derin ama kesik bir iç çekip oturduğum yerden usulca kalktım. İç içe geçmiş kirpiklerimin ucundaki alevler bedenimi tutuşturmaya başlamıştı. Üzerimdeki siyah kot ikinci bir deri gibi bacaklarımı sarmış ince olan bacaklarımı olduğundan daha ince göstermişti. Yüzümü yıkarsam kendime gelebilirim umuduyla usulca adımlayıp koridora çıktım. Adliyenin bu katı yine çok sessizdi. Yoğun sigara kokusunun sindiği kat midemi bulandırmıştı. Bu anlamsızdı, sigara içen biri olarak bu koku beni hiçbir zaman rahatsız etmezdi.

Adımlarımı titrekçe attığımda tavanda yanan lamba çaresizce titremişti ya da ben öyle algılamıştım. Birkaç bakışın bana düştüğünü hissetmeme rağmen başımı kaldırıp o yüzlere bakamayacak kadar yorgundum. Adımlarımı hızlandırıp kadınlar tuvaletine girdiğimde kendimi doğrudan boş olan bir kabine atıp içimde olanları çıkarmaya başladım. Boş olan midem her öğürmemde biraz daha kasılıyordu.

Boş midemin kasılmaları durakladığında doğrulup derin bir nefes aldım. Sol elimi kabin duvarının soğuk yüzeyine bastırıp kendime birkaç saniye verdim. Aldığım soluklar gırtlağımdan geçmiyordu. Sancılı bekleyişim sadece bedenime değil ruhuma da sıçramış, ruhumu da ağrıtıyordu.

Tuvaletin kapısı sertçe açılıp duvara çarptı, peşi sıra bir kadının sesi yankılandı duvarlar arasında. "Allah kahretsin!" diyen öfkeli ses kulaklarıma dolduğunda bu sesin tanıdık tınısını sancılı zihnime süzülüp orayı eşeledi.

Kimindi bu tanıdık ses?

"Sakin ol Eda." diye oldukça ince bir ses kulaklarıma doldu. "Öfkeyle kalkan zararla oturur biliyorsun."

Eda denilen kadın öyle bir öfkeyle konuşmuştu ki daha önce bir kadının bu denli öfkeli sesine şahit olmamıştım. "Ne sakin olması Mine! Nasıl benim sakin olabileceğimi düşünürsün." dediğinde bir şeyin yere fırlatılma sesini işittim. Muhtemelen Eda denen kadın çantasını yere atmıştı. "Evleniyor, Mine evleniyor! Yıllardır yüzüme bakmayan adam daha yanında iki kez gördüğüm kadınla evleniyor. Sakinleşemiyorum, Dorâ evlenirken ben sakin kalamıyorum!"

Duyduğum şeyle birbirine geçmiş kirpiklerimi ağır ağır açıp kapattım. Sesi tanıdık gelen bu kadının sesinde akan öfkeli çaresizliğin kokusunu alabiliyordum.

"Eda lütfen sakinleşmeye çalış." diyen kadın içe kaçan bir sesle mırıldanmıştı. "Biliyorum çok zor ama denemek zorundasın. Saçma bir hareket yapma lütfen."

Tam şu an ne düşünmeliydim bilmiyordum. Kapının hemen ardında benimle evlenecek bir adamın evlilik haberiyle öfkelenen bir kadın duruyordu. Sinirlenmeli, öfkelenmeli ya da başka bir duygu hissetmeli miydim?

Bilmiyordum!

Görünmez bir ip üstünde yürüdüğümüz yetmezmiş gibi her geçen gün ip üzerinde yürüyen insan sayısı artıyordu. İpin kopması değildi önemli olan o ipin üzerinde yürüyen insanlarla çarpışıyordum artık. Kiminle çarpışmayacağımı bilmeden bu görünmez ipin üzerinde daha ne kadar yürüyecektim gerçekten bilmiyordum.

"Denemeyeceğim, bir kez olsun istediğimi alacağım. O kızıl şırfıntı geldiği yere geri gidecek!" diyen kadının hakaret dolu sözleri ayakta dikilen bedenime çarpıp tüm kemiklerimi kırmıştı. Duvara bastırdığım avucumun içi sızlıyordu. Sızlayan yerin şimdiden kızardığına emindim. Bana edilen hakareti sineye çekip susmalı olay çıkarmadan durabilecek miydim?

Utanmazca söylenen yakıştırma beni hiç tanımayan bir kadının ağzından nasıl bu denli kolay çıkabilirdi? Ruhuma saplanan dikenler yüzünden artık ölümle baş başaydım. Dışarı çıkacak kadar kendimi güçlü hissetmiyordum ama burada durup utanmaz bir kadının bana hakaret etmesine de izin veremezdim.

"Eda yapma lütfen, bak böyle anlık sinirle hareket edersen eğer sonuçları senin için daha kötü olacak." diyerek arkadaşını yatıştırmaya çalıştı. "Hem biliyorsun ki kız hamile olabilir."

Gözlerim duyduklarım karşısında şokla açıldı. Benden mi bahsediyorlar? Beni hamile olabileceğimi nasıl düşünürlerdi?

"Hamileyse hamile! O kızıl orospunun hiç beklemeden bacaklarını ayırıp hamile kalmasıyla ilgilenmiyorum ben, Mine!" diyen kadınla kendimi kabinin dışına attım.

İki kadının bakışları anıda beni bulduğunda, minyon tipli sarışın kadının gözlerinde can bulan korkuyu apaçık görebiliyordum. Sarışın kadın Mine olmalıydı çünkü Eda denilen ve bana hakaret eden kadını hatırlıyordum. Dorâ ile gittiğimiz barda tanıştığım kadının kahverengi harelerinde zehirli bir öfke kol geziyordu. Korkusuzca bakan harelere korkusuzca bakıyordum.

Karşımda benden az da olsa uzun olan bir kadın vardı. Siyah iri dalgalı saçları omzundan dökülmüştü ve oldukça seksi gözüküyordu. Büyük kahverengi gözleri olan bu kadın hafife alınamayacak kadar güzeldi. Kadının üzerinde esmer bacaklarını ortaya çıkaran siyah bir mini etek ve onun üzerinde borda bir gömlek vardı. Gömleğin üstten açık iki düğmesi iri göğüslerinin belirli bir kısmını gözler önüne seriyordu. Kadının her bir noktasında dişilik akıyordu.

"Sizler tanımadığınız insanların ardından konuşup onlara hakaret mi edersiniz?" diye sordum sesime sinen baskın his tam olarak neydi bilemiyorum ama sesim bana oldukça yabancıydı. Gözlerimi kısa bir an çaprazımda duran sarışına değdirdiğimde dudaklarını kemirdiğini gördüm. Bakışlarımı tekrar karşımda duran esmer kadına çevirdiğimde hâlâ bir cevap bekliyordum.

"Ş-şey sen bizi yanlış anladın-" diyen sarışının sözünü sertçe kestim.

"Bana şırfıntı ve orospu denildiğini duyduğuma eminim." diyerek mavilerimden harlanan ateşle karşımdaki kadının iri kahverengi gözlerine baktım. "Sizler böyle kadınlar mısınız?" diyerek iğrenir bir bakış fırlattım. Bu bir soru değildi aslında, oldukça açık bir küçümsemeydi. "Tanımadığınız insanlara önyargılarınız tarafından giydirdiğiniz sıfatlar kadar karakter yoksunu musunuz?"

Küstahça bir bakışa, küstahça bir küçümsemeyle karşılık vermiştim.

"Doğru duymuşsun." diyen kadın omuzlarını dikleştirerek geri adım atmayacağını ayan beyan ilan etti. "Hatta bacaklarını ayırdığın kısmı duymayı atlamışsın."

"Eda!" dedi adının Mine olduğunu tahmin ettiğim sarışın kız. Eda'yı uyarması bir işe yaramayacaktı çünkü bu kadının gözlerinin içinde kıskançlık ve öfke lavları akıyordu.

Başımı hafif eğerek gözlerimi kısarak alayla tebessüm ettim. Yüzümde beliren tebessümle bir an şaşkınca dağılan gözleri belirginleşti ama bu çok kısa bir an sürmüştü. Ne yapacağımı tahmin etmeye çalışıyor olmalıydı. Bir kadın başka bir kadının karşısına geçerek ona bu denli alçakça sözler edebiliyordu. İnsanlar birbirlerine karşı bu denli alçaklaşmıştı.

Ayaklarımın altındaki kana bulanmış kırık camları görmezden gelerek Eda denilen kadının yanından geçip lavabolara doğru ilerledim. Sırtıma batan aşağılayıcı bakışları umursamadan musluğu açarak ağzıma su alıp birkaç kez tükürdüm.

"Kabulleniyor musun yani?" diye sordu yansıması aynaya düşüyordu ama ben düşen yansımaya bakmak yerine musluktan akan ve lavaboyu dolduran suyu izliyordum.

"Neyi?" diye sordum sakinliğim beni ürkütüyordu.

"Söylediğim her şeyi. Dorâ seninle neden evleniyor bilmiyorum, onu nasıl kandırdın bilmiyorum ama sen tan olarak söylediğim gibi bir kadınsın." dedi sesindeki öfkeyi düz bir hale sokarak. "Fazlası olabilirsin ama eksiği değilsin."

"Eda dedim sana!" Minyon sarışının sözleri ikimiz için önem arz etmiyordu, o da biliyordu.

Ellerimi lavabonun iki yanına koyarak dizginlemeye çalıştığım öfkemi gerilere ittirmeye çalışıyordum. Titreyen alt dudağımı dişlerimin arasına hapsedip başımı kaldırarak aynaya düşen kadının güzel yüzüne baktım. Evet yüzü her ne kadar güzelse kalbi bir o kadar çirkindi.

"Bu öfkenin sebebi benim yaptığımı senin yapamamış olman mı?" diye sordum hiç acımadan. Bu kadının Dorâ'yı seven kalbinin kırılmasıyla ilgilenmeyecektim. Bu denli kötü kalpler kırılmayı hak ediyorlardı. Tam olarak ne yaptığımı bilmiyordum ama öfkemin önüne düşürdüğüm kepengi parçalayıp bir kadını dövmemek için tek çarem dilimi serbest bırakmaktı.

"Ne?" Tuvaletin duvarlarına çarpan sesle ellerimi dayadığım lavabodan çekip bedenimi Eda denilen kadına doğru döndürdüm. Uzun bordo renkte ojeli tırnaklarını yumruk yapmış söylediğim şeyi zihninde anlaşılır kılmaya çalışıyor olmalıydı.

"Benimle evleneceğini bildiğin hâlde karşıma geçip bana hakaret edebilecek kadar aşağılık bir kadın olduğunu söylüyorum. Bu davranışını tek bir sebebi olabilir o da aşağılık kompleksi." dedim sesim bile titrememişti. Karşımda duran kadının rengi atan yüzüne rağmen sözlerime devam ettim. Durmayacaktım, durmak için bir nedenim yoktu ama konuşmak için birçok nedenim vardı. "Sen bana hakaret ettiğini düşünürken en büyük hakareti kendi kendine ediyorsun. O kadar çirkin bir kalbin var ki bunu bir kez gören insan senin yanında durmak istemiyor olmalı. Senin kalbin çirkin anlıyor musun? Çirkin beş para etmez bir kalp taşıyorsun!" diyerek dümdüz baktım rengi kaçan suratına.

Sesimde damlayan zehir sarmalı düştü aramıza.

"Sen kimsin de bu sözleri bana söyleyebiliyorsun?" Böyleydi işte insanlar başkalarına ağız dolusu hakaret ederler ama kendilerine sıra gelince hep iki yüzlü davranırlardı. Bana doğru attığı adımın önüne geçen minyon sarışın Eda denen kadını tutmak için çabalıyor ve bunu yaparken oldukça zorlanıyordu.

"Eda lütfen dur artık! " diyen ince ses yalvarır gibi çıkmıştı, kolunda tuttuğu kadını çekiştirerek tuvaletten çıkarmaya çalışıyordu. "Lütfen gidelim bu işin daha fazla büyümesini istemiyorum, lütfen." diyerek bana çaresizce baktı.

"Bırak Mine!" diye bağıran kadınla sarışı korkuyla irkildi. Arkadaşının bile onu düşünen tarafını göremeyecek kadar kör ve bencildi bu kadın.

"Karşıma geçmiş sırf becerildiği için bana kafa tutuyor, geberteceğim." diye haykırdığında arkamda kalan kapını açılma sesini duydum ama dönüp bakamayacak kadar öfke bürünmüştü gözlerimi. Ahlaksız kelimeler söyleyen dilini koparacaktım.

Damarlarımda akan kanın şiddeti kulaklarımı uğuldatıyordu. "Sen ne yapıyorsun peki?" diye sordum öfkeli bir sesle. Damarlarımda akan kanın kaynama sesleri uğulduyordu. Ayaklarımın beni taşımayacağını düşünmüyordum artık. Tırnaklarım avuç içime bastırdım, "Bu saldırgan, kaba, çirkin yanının nedeni sana istediğini vermemiş olması mı?" diye sordum hiddetle.

"Nerden biliyorsun istediğimi vermediğini?" diyerek sordu birden, arkadaşının kolları arasından kurtularak bana yaklaştı. Sesindeki zehrin bana işlemesine izin vermeyecektim. Gerçi nasıl olacaktı bilmiyordum ama buna izin vermeyecektim. Bana yaklaşıp aramızdaki ufak mesafeyi kapatarak sadece benim duyabileceğim bir sesle konuştu. "Senin gibi bir fahişe-" Sözünü devam etmesine izin vermemiştim.

Yüzüne inen avucumun içi cayır cayır yanıyordu. Evet karşımdaki kadına tokat atmıştım. Attığım tokat sesi ile aynı anda yankılanan bir diğer ses tam arkamdan yükseldi. Şiddet bir çözüm değildi bunu bilmeme rağmen karşımdaki kadın bu düşüncemi ezmeme neden olmuştu.

"Ayladùa!" diyen keskin ses Dorâ'ya aitti.

"Asıl ben sesi gebertirim anlıyor musun?" diyerek kadının uzun siyah saçlarını elime doladım ve oldukça sert bir şekilde çekiştirdim. Gözüm kimseyi görmüyor, kulağım hiçbir sözü işitmiyordu. Kadının saçlarına asılıp büyük bir öfkeyle ikinci tokattı atarak boş bir çuval gibi yere fırlatmıştım. Her şey o kadar çabuk gerçekleşmişti karşımda acıyla inleyen kadının çığlığı beni kendime getiren son şey olmuştu. Eda denilen kadının benden böyle bir şey beklemediği alenen ortadaydı, gerçeği söylemek gerekirse ben de kendimden böyle bir davranışı beklemiyordum.

Şiddetten nefret ederdim ama şu an tam olarak bir şiddetin içinde olmadığım yetmezmiş gibi şiddeti uygulayan tarafın ben olmam beni berbat hissettiriyordu.

Yere çakılan bedenin bana dönen hareleri yaşlarla dolmuştu. "Dorâ," diyen kadının sesi titriyordu ama ben bu kadına acımayacaktım. "Ne olduğunu anlamadım birden bana hakaret edip saldırmaya başladı." dediğinde yerde duran kadının katıksız kötülüğü bir kez daha yüzüme çarptı.

Çakıldığım yer ayaklarımın altından kayıyordu. Bu kadının çirkin zehirli dili karşısında öne atılıp onu parçalayacakken belime dolanan güçlü sıcak parmaklar buna izin vermedi. "Şşş, sakin ol." diye fısıldadı.

"Yalan söylüyor!" diye bağırdım, kendimi belimi saran kollardan kurtarmaya çalışıyordum. "Çek kollarını üzerimden Dorâ!" Öfkem gözümü köreltmişti.

"Dorâ?" diyen kadının çatlayan sesini işittiğimde beni tutan kollar arasında daha fazla debelendim. "Bana tokat atıp beni bu hale sokan kadını mı koruyorsun?"

"Burada yalan söyleyen biri varsa o da sensin!" diye bağırdım, dudaklarım mı yoksa tüm bedenim mi titriyordu ayırt edemiyordum. "Ben yalan söylemiyorum!"

Yere çömelen sarışın arkadaşına destek vermek için uğraşırken onun gözleri hâlâ ben ve Dorâ üzerinde gezinip duruyordu. Dorâ belimdeki kollarını sıklaştırıp beni çekiştirdikçe ona direniyor daha fazla hırçınlaşıyordum.

"Bu halim ne o zaman?" diye histerik bir kahkaha atan kadın ellerini iki yana açarak yerdeki dağılmış halini gözlerimize soktu. "Yanağımı görüyor musun kollarını arasında tuttuğun şırfıntı-"

Dorâ ona inanacak mıydı? Gözlerimin içine baka baka yalan söyleyen bu kadına inanacak mıydı?

"Eda," diyerek sözlerini kesti karanlık bir sesle. Beni daha fazla burada tutmak istemiyordu. Garip bir şekilde arkamda bedenimi saran adamın öfkeli hırıltısı enseme çarpıp bedenimi daha fazla titretiyordu. "...ileri gidiyorsun, gitme! Kalbini kırarım."

"Dorâ, yanında duran kadın şiddet yanlısı ve sen onu mu savunuyorsun?" diye sordu yüzüne yerleşen büyük hayal kırıklığıyla. Beni sürükleyerek kapıya doğru çekiştirdiğinde ben hâlâ Dorâ'ya direniyordum. Beni neden bırakmıyordu bu adam? Bırakmalıydı ve ben bu kadını parçalamalıydım.

"Kimin yanında duracağımın hesabını sana verecek değilim Eda!" dediğinde çırpınışlarım duruldu ama öfkem hâlâ kaynayan bir volkan gibi damarlarımda kol geziyordu.

Koridora çıktığımızda meraklı bakışlar üzerimize düşmüştü. Dorâ meraklı bakışları yok sayarak bedenimi kollarından ayırıp beni çıkışa doğru ilerletti. Bileğimi saran parmakları canımı acıtacak kadar sertti. "Bırak kolumu." diyerek sert tutuşundan kurtulmak için bileğimi kendime doğru çekiştirdim. "Canım acıyor." dediğimde beni duymamış gibi davranmaya devam etti.

"Rahat dur." dedi her kelimesi dişlerine çarpıp sönmüş is gibi aramıza döküldü. Sesi beni üşütecek kadar kuru bir ayaza gebeydi. "İnsanlar bize bakıyor, hırçınlık yapmadan sadece iki dakika yürü."

"Bakarlarsa baksınlar!" diye bağırdım, insanları umursamadığımı anlamalıydı. Bu insanlar değil miydi benim hamile olduğum dedikodusunu çıkaran. Sesim koridorda yankılanmıştı ve bize bakan bakışlar artık kendi aralarında bir şeyler fısıldıyordu. "Bırak ben be!"

"Sana rahat dur diyorum!" diyerek bağırdığında üzerimizde gezinen bakışlar Dorâ'nın sesiyle geri çekildiler. Onun ilk kez bana karşı doğrulan öfkesiyle ne yapacağımı bilemedim. Acıyan koluma sapladığı parmaklarını biraz gevşetip beni adliyeden çıkardı.

Dışarıda yağmur yağmıyordu ama gök kara bulutlar ile çevrilmiş ağıtlar yakıyordu. Her an düşebilecek göz yaşları biriktiriyordu heybesinden.

Ağlamayacaktım! Hem ne demeye ağlayacaktım ki?

Gözlerimin çukuruna batan bu saçma şeyi hemen yok etmek zorundaydım. Arabanın önüne geldiğimizde Dorâ kapıyı açıp bileğimi kelepçe olarak gördüğüm parmaklarından ayırdı. Binmemi beklemeden arabanın ön tarafına dolanıp sürücü koltuğuna geçti, ben de onun bana dönen yoğun bakışları altında arabaya binip kapıyı oldukça sert bir şekilde çekerek kapattım.

Birkaç dakika aracın içinde büyüyen sessizliği ikimizde bozmadık. Dorâ arabanın motorunu çalıştırdı. İlerleyen aracın içinde gözlerimi ileriye diktim. Beni esir alan öfkem bir kadını dövebilecek kadar ileri gitmişti.

Dorâ arabanın direksiyonuna sertçe vurup gözlerini bana dikti. "Onu döverken aklında ne geçiriyordun?" Sesinde beni üşüten kar tanelerinin soğuk ürpertisi geziniyordu. "Kadının saçlarını kavradın o da yetmedi tokat atarak yere fırlattın. Yanağında çıkan beş parmağın izinden ise hiç bahsetmiyorum. Bu ne demek oluyor?"

"Hiçbir şey," diyerek omuzlarımın üstünden umursamazca baktım. "Ne o çok mu üzüldün?"

Buzdan lacivertlerin içinde yanan çıralara şahit oluyordum. Çıralar gözlerinde sarkan sivri uçlu buz sarkıtlarını eritmek yerine onları daha can alır bir şekle sokuyordu. Direksiyonu sıkıca kavrayan parmaklarının boğumları beyazlaşmıştı. Öfkesi öfkemden büyüktü.

"Saçma sapan konuşup kalan son sabrımı da sikip atma." diye homurdandığında kafasını beni onaylamaz şekilde iki yana salladı. "Ne diye üzüleceğim? Ben sana ne soruyorum sen ne anlıyorsun."

Onun küfürlü sözcüğüyle kaşlarımı çatıp bacaklarımı sinirle birbirine bastırdım. "Küfür etmesene." dedim. Üzülmesi ya da üzülmemesi ile hiç ilgilenmiyordum.

Sözlerimi yok saymıştı. "Neden dövdün Eda'yı?" diye sorduğunda kadını isminden bile nefret ettiğimi düşündüm. Onun o kadının isminin döküldüğü renksiz dudakları dikmek istiyordum. Ona doğrudan söyleyecektim. Benim başıma bu kadını saran şey onunla evleniyor olmamdı.

"Bana hakaret etti." diyerek omuzlarımı usulca kaldırıp indirdim. Dudaklarımı birbirine bastırarak dilimi ısırdım. "Ben o hakaretleri hak edecek hiçbir şey yapmadım." Sabrettim ama sabrım yetersizdi.

"Tam olarak ne söyledi?" diye sorduğunda sesindeki ölümcül sancı arabanın tavanına çarptı.

"Ne söylediği neden bu kadar önemli? Önemli olan söyledikleri değil bana hakaret etmiş olması. Ayrıca bir kısmını sen de duydun." diye homurdanıp gözümün önüne düşen saçlarımı hırsla geriye ittim.

"Ne söyledi?" diye dişlerinin arasından sorduğunda sesindeki ısrar sırtıma batıp canımı yaktı.

Dinmeye yüz tutmuş öfkem aklıma gelen hakaretlerle tekrar can buldu. Sinirle gözlerimi kaldırıp onun gözlerine bakarak, "Onun kullandığı iğrenç kelimeleri ağzıma almayacağım. Beni zorlayıp durma çok öğrenmek istiyorsan gidip ona sorabilirsin." dedim nefes nefese. Çatılan kaşları alnında yine o ince çizikleri ortaya sermişti. "O sana istediğin her şeyi vermeye dünden razı." dedim.

Gözlerini bana indirerek, "O ne demek şimdi?"

"Ne anlamak istiyorsan o." diyerek kollarımı birbirine bağlayıp akan yolu izledim. Profilime düşen keskin bakışlara bakmayacaktım, istediği kadar bakabilirdi.

"Şöyle davranmayı kes, Ayladùa!" diye mırıldandı huzursuzca. Dorâ cevap istiyor ben vermemek için direniyordum. Ne olduğunu anlayamadığım kısa bir sürede, arabayı sağa kırıp dar bir ara sokağa giren Dorâ'ya dönen bakışlarım onun kasılmış çenesine çarptı. Arabayı durdurur durdurmaz emniyet kemerini çıkarıp sertçe bıraktı, kemerin çarpma araca dağıldı. Beni kolumdan tutarak kendine doğru çekti. "Şimdi bana bu söylediklerinin ne anlam geldiğini açıklayacaksın."

Yüzüme yakın olan yüzü nefes almamı zorlaştırıyordu. Bu kadar yakın olmak doğru değildi. Aklımın sınırlarını zorluyordu. Kolumu kendime doğru çektim ama bırakmadı. Ona bir şeyler mi söylememi istiyordu? Tamam o zaman. Başımı kaldırıp bir girdap gibi beni içine alan gözlere baktım.

"O kadın bana ağza alınmayacak derecede ağır hakaretler etti bunu sırf seninle evleniyorum diye yaptı." diyerek gözlerinin en kuytu köşesine diktim soluk mavilerimi. "Birde," diyerek duraksadım ve yutkundum.

"Birde?" diye sabırsızca mırıldandı. Devam etmemi isteyen huysuz bir tona boyanmıştı sesi.

"Senden hamile kaldığım düşünüyor." diyerek sözümü bitirdiğimde kaşlarının derinden çatıldığını gördüm. Bunu neden düşündüklerini anlamaya çalışır gibi gözleri düz olan karnıma düştü. Yoğun bakışları baktığı yeri karıncalandırıyordu. Buna hemen son vermeliydi. Arabanın turuncu farları dar sokağı aydınlatırken arabanın içi oldukça karanlıktı. Sokağa dağılan turuncu ışık duvar var olan gölgelerin dans etmesini sağlıyordu.

"Bunu düşünmesi için hiçbir sebep yok ortada." diye mırıldandığında benimle değil de kendiyle konuşuyor gibiydi. "Böyle bir şeyi nasıl düşünebilir?"

Derin bir nefes alıp ondan az da olsa uzaklaştım. "Seninle olacak evliliğimi kendince buna bağlamış olmalı. Bilmiyorum ve bunları daha fazla düşünmek de istemiyorum, Dorâ." diye mırıldandım alt dudağımı dişlerimin arasına yuvarlarken.

Buzdan mavileri kara bir kuğu gibi beni sarıyor, kara nefesi yüzümü okşuyordu.

Parmak uçları saç diplerimde geziniyor, parmaklarında akan hisler tam o noktadan başlayarak tüm vücuduma yayılıyordu. Bunu yapmayı kesmeliydi. Sürekli bana dokunup aklımla kalbimi birbirine düşman ediyordu. Kalbim aklıma alevli bir hançer saplayıp duruyordu her seferinde.

"Ağzında gevelediğin ve bana söylemediğin şu diğer şey neydi?" diye sorduğunda gözlerimi gözlerinden çekerek beyaz gömleğin açıkta bıraktığı esmer tene diktim. Çok az tüylerinin gözüktüğü yerden gözlerimi ayırmadan hemen önce mırıldandım. "Eda bana ne verecekmiş?"

"Şu kadının ismini söylemeyi bırakır mısın?" diye soluyarak gözlerimi sertçe yumup bu saçma hissiyatını geçmesini bekledim. "Beni yalancılıkla suçlayan bir kadının ismini daha fazla duymak istemiyorum. O kadının ismini duydukça daha fazla sinirleniyorum."

"Sorumu cevaplamayacak mısın, Ayladùa?" dedi sabırsızlığını belli eden soluğu yüzümü yalayıp parmaklarının gezindiği saçlarımın arasına karıştı. Israrcıydı, söylediklerimle değil alacağı cevaba kitlenmişti.

"Hayır." diyerek bakışlarımı boynuna çıkarttım. Bile isteye yüzüne bakmıyordum.

"O zaman sen bana sor." diyerek sıcak parmaklarını çeneme getirip orayı usulca okşadıktan sonra başımı kaldırdı. Çenemde kol gezen sıcak parmaklar soğuk tenimi yakıyordu.

Mavilerim mavilerinin içine devrildi.

Mavilerim artık mavilerinin içindeydi.

"Anlamdım?" diyerek kuruyan dudaklarım gayri ihtiyari ıslattım. Dudaklarıma düşen bir çift hare beni yakmaya başladı. Usul usul yüzümde gezinen bakışlar durulmadan bunu tekrarlıyordu.

"Sor Ayladùa," diyerek beni emniyet kemerinin izin verdiği kadar kendine doğru çekti. "...hadi daha fazla uzatma."

O kadının ima ettiği şeyler gerçek olabilir miydi?

Kalbim nedense artık normal seyrinde atmaz olmuştu. Bu çaresiz çırpınışı iki kaburgamın arasında bu demli yoğun hissetmek beni tuzla buz ediyordu. Bunları hissetmeye hakkım yoktu. Benim iyi şeyler hissetmeye hakkım yoktu.

"O kadın ve sen daha önce birlikte miydiniz?" Oldukça kısık sesimle söylediklerim Dorâ'nın saçlarımın arasında dolana parmaklarını durdurmuştu. Şakırdayan yağmurun hırçın sesi düştü kulaklarımıza.

"Birlikte mi?" diyen seste duran ama aynı zamanda hareket eden bir taraf vardı.

Gözlerimi hâlâ saklıyordum. "Evet, o kadın sözlü tartışmamız esnasında bana böyle şeyler ima etti." Dorâ tam olarak ne ima ettiğini bilmemeliydi. Bunu doğrudan yüzüne söyleyecek kadar arsızlaşmamıştım.

"Böyle bir şey asla olmadı." dedi düz bir sesle. Gözlerinde kendi yansımamı gördüğüme yemin edebilirdim. Buzdan lacivertlerin içine devrilen kadın bendim. "O sana ne söyledi bilmiyorum ama benim onunla bir geçmişim yok!" dedi. "Olamaz da!"

Yutkunmak istedim ama gözlerime bu denli yoğun bakarken bunu yapamıyordum. Zaman neden bu kadar yavaş ilerliyordu anlayamıyordum?

Zaman çocukken peşinde koştuğum gökkuşağını yakalayabilmem için yavaşlamazken neden şimdi yavaşlıyordu?

Üzerinde yürüdüğüm bulutlar yol oluyorlardı. Sesimi bulmam çok zor oldu. "O kadınla bir geçmişin olup olmamasıyla ilgilenmiyorum." diyerek mırıldandım. Enseme dokunan sıcak parmakları düşüncelerimi dağıtıyordu. Diğer kadın gerçekten ilgilenmiyor musun diye sorup dağılan beni daha fazla dağıtıyordu.

"İlgilenmiyorsun ama soruyorsun." dediğinde sesi ve yakınlığı başımı döndürüyordu. Burnuma dolan kokusu damarlarımda akan kanı sızlatıyordu. Sessiz kaldım. Sesinde bana çarpan ima kalbimin sakladığı kavurgalarımı çatlatıp duruyordu.

"Sormam için beni zorlayan sendin." dedim kısık bir sesle. Sesimde yırtılan parçalar Dora tarafından çoktan fark edilmişti. Her şeyi onun üzerine yıkıp köşeme büzüşmeyi tercih ettim. "Kiminle yatıp kalktığınla gerçekten ilgilenmiyorum, Dorâ."

Kalbimin üzerine bırakılmış tonlarca ağırlık altında sancılı bir türkü tutturduğunu hissettim. Sözcüklerim ağzımı terk ederken acımamasına rağmen kulaklarıma değen sesim kalbimi sızlatmıştı. Dünyada var olan tüm canlıların hayatlarına ben son vermiş gibi hissettim.

"Dilin yine saçma sapan konuşmaya başladı." dediğinde sesinde saf bir kara zehir damlıyordu. Parmaklarını ince enseme bastırıp aramızdaki mesafeyi birden yok etti. Kalbim ağzımda atıyordu. Kalın renksiz dudaklarını ölümcül bir yavaşlıkla yanağıma sürterek kulağımın hemen altında duraksadı. "Ben kimseyi istemiyorum." dedi Dorâ, yakıcı nefesi kulağımın altındaki ufak boşluğu yalıyordu ve ben titriyordum. "Bir tek sen, bir tek seni istiyorum."

Sabah benden kaçan adam yine aklımı karıştırıyordu. Gözlerimi yavaşça yumdum ve üzerime devrilen kelimelerin altında son nefesimi vermek için bekledim.

Bekledim, bir nefes daha aldım.

Bekledim, bir nefes daha verdim.

Bekledim, beklemekle olmuyordu.

Kalbim kaburgalarımın altında inledi.

"İstediğini sana nasıl vereceğimi bilmiyorum." dediğimde sözcüklerin dökülmesi karşısında mantığım bana kafa atmak için kapı ağzında bekliyordu.

Ensemdeki parmaklar artık boynumu kibarca kavrıyordular. Boynumu kavrayan sert uzun parmaklar canımı acıtmadan uzak bir baskı uyguladığında kapalı gözlerim istemsizce açıldı. Gözlerimin açılmasıyla elmacık kemiklerine sürtünen kirpiklerim aramızdaki hiçliği kuvvetlice suratıma bir kırbaç gibi çarptı.

Ufak bir baskıyla başımı kaldırdığında çenem tıraş olmuş yanağına sürtündü. Renksiz dudaklarını kulak dibimdeki ayva tüylerimin üzerine bastırdıktan hemen sonra burnundan sert bir nefesin o noktaya çarptı. Kalbim kaburgamı yırtıyordu. Kuruyan dudaklarımı birbirine bastırırken hiçbir şey yapamıyor sadece bana dokunmasına izin veriyordum. Gözlerim omuzlarının üzerinden karanlık dar sokağın kirli duvarlarına saplanmıştı ama orayı görmüyordum.

Gözlerimin önüne düşen perde çok zehirliydi. Boynumda varlığını koruyan parmakları usulca çekildiğine unuttuğum nefesi almam yarım kaldı. Dorâ işaret parmağının üst dudağım ve burnum arasında varlığını sürdüren sus çizgime dokundurdu.

"Seni öpmek istiyorum." dediğinde vücuduma aniden batan dikenler karşısında kalakaldım. "İstediğimi bana nasıl vereceğini anlayana kadar seni öpmek istiyorum. Bunu anlamanı sağlayabilirim." diye mırıldandı buzdan bir sesle.

"Ben," diye mırıldandığımda sesimde titrek siyah karlar düşüyordu. Yakındık, yakın olmaktan ziyade bu benim için çok fazlaydı. Titreyerek ellerimi Dorâ'nın sert göğsüne indirdim ve usulca ittim. İtmem bir işe yaramamıştı. Kalın alt dudağında çıkan yarım soluklar yanağımı okşamaya devam ediyordu. "Yapamam, lütfen." diye yalvardım. "Bu tür şeyler çok fazla." Sesim titriyordu. Sus çizgim üzerinde duran işaret parmağını ateş gibi yanan üst dudağıma sürterek alt dudağımın üzerinde durdurdu. "Benden bunları isteme, lütfen. Lütfen!"

Yüzünü geri çektiğinde burunlarımız birbirine sürtündü. Onun gözleri kapalı olduğu için buzdan lacivertlerin ne halde olduğunu göremiyordum. Aramızda bağıran bu şey de neyin nesiydi. Hızlanan soluklarım onun göğsünün üzerinde güçsüzce duran ellerime çarpıyordu.

"Aramızda çığlık çığlığa bağıran bu şeyi görebiliyor musun?" dedi, zehir sarmalı soru çoktan kalbimin inine girmişti. "Bu aşktan da öte bir şey. Benim istediğim bunu anlaman, bunu anlarsan zaten bana istediğimden fazlasını vermiş olacaksın." Gözlerini açtığında beni karşılayan buzdan lacivertler çok, çok yaralıydı. "Amacım sadece dudaklarını dudaklarıma hapsetmek değil, kalbini kalbime mühürlemek."

Kalbimi saran yaralar, kalbinden düşmüştü.

Dorâ bana bakarken damarlarında dolaşan kanın buz tuttuğunu hissetim. Bir insanın damarları içinde akan sıcak kanı buz tutabilir miydi? Evet tutabilirdi. Tutmuştu işte.

Dudağımın üzerinde varlığını koruyan parmağı biraz daha baskı uyguladığında, yutkundum. Burnuma dolan sigara ve karanfilli elma kokusu boğazımı yakıyordu. "Sadece bunu anlamam yetmeyecek." dediğimde sesim oldukça güçsüz çıkmıştı. "Bunu anladığımda benden daha fazlasını isteyeceksin. Seninle uyumamı, seni öpmemi ve en son seninle sevişmemi..." dediğimde dudaklarımda dökülen kelimeler yanıyordu.

Sorun çıplak olmak değildi sorun güvendi.

Kalbim onun kalbine mühürlenirse bunları yapabilirdim ama kalbim çürük bir kilitle başkasına tutsaktı ve ben o kilidi kıramazdım.

Ama Dorâ kıracaktı.

Her kelimem dudağıma baskı yapan sıcak parmağa çarpıp aramıza öyle düştü.

"Bunu anladığında zaten diğerlerini sen de yapmak isteyeceksin." dediğinde sıcak nefesi çenemi yaladı. "Bana bir şeyler hissetmeye başladığını görebiliyorum, biraz daha bekleyeceğim."

Kalbim dehşete kapıldı, söylediklerimi inkar etmeyecekti çünkü o da tam olarak işlerin böyle ilerleyeceğini biliyordu. Elimde pimi çekilmiş bir bomba tutuyordum, bombanın patlayacağını bilmeme rağmen onu avuçlarımın içinde sıkıca tutmaya devam ediyor ve pimi çekilmiş bombayı benden almaya çalışan herkesten koşarak uzaklaşıyordum. Bu yaptığım akıllıca değildi ama yapıyordum.

Tek bir an, üzerime devriliyordu.

Bu an üzerime devriliyordu.

Uzun kirpiklerinin sardığı mavilerini görmemek için gözlerimi kapattım, soluklandım. Göğsünde duran avuçlarımı bastırıp onu kendimden uzaklaştırmak için büyük bir güç sergiledim. Bana kendini göstermekten çekinmeyecek ve beni görmekten vaz geçmeyecekti.

Sabahına bana sırtını dönen adam akşamına beni göğsüne yatırarak uyutacaktı.
"Dorâ, lütfen bırak." dedim, avuçlarım titriyordu.

"Ayladùa..." diye mırıldandı.

"Bırak, lütfen." Sesim son nefesini vermek üzere olan bir kadının son isteği gibi buruk ve yarım çıktı ama biliyordum ki bu beni gömmelerine mani olmayacaktı.

Şeytana âşık olmuş iyilik meleğinin göz yaşları gömüldüğüm mezarı suluyordu.

Bana bakan bu gözler beni bırakmıyordu.

Dorâ beni bırakmıştı. Dudaklarımın üzerinde ve boynumda hüküm süren parmaklar usulca geri çekildi. İsteksiz bir çekilmeydi. Yakın olan yüzlerimizi birbirinden kopartıp benden uzaklaştı. Sırtını arabanın koltuğuna sertçe yasladığında buzdan lacivertlerinde yanan ateş karanlık dar sokağa sıçradı. "Bırak demen hoşuma gitmiyor." demeden hemen önce büyük avucuyla direksiyonu kavradı. "Seni bırakmam gerektiğini zaten biliyorum. Bunu bilmem bunu yapacağım anlamına gelmiyor, şimdilik bu kadar uzak durabiliyorum. Ama gelecek yarınlar bu kadar bile uzak durmayacağım. O zaman dudaklarında dökülen lütfen kelimesi umurumda olmayacak. Sana göstermediğim bencil bir adam var." dedi inip kalkan göğsü giydiği gömleğe sığmıyordu. "Dorâ'yı durdurabilirsin ama Cesúr durmaz, Kunâla."

Yanıyordum aynı zaman da üşüyordum da, duran ve bekleyen Dorâ'ydı ama Cesú durmayacaktı.

Çocukluğum kara bir batağa saplandı. Oraya gittikçe mutlu olmam gerekirken bugüne dönecek olmak acımı acıtıyordu. Bir tutam canı olan Ayladùa, gelme burada seni bekleyen büyük ve sancılı bir kederden ilerisi yok. Gelme küçük kızım, kalbini ikiye ayırıyorlar.

Ve bu acının ilacı da yok.

***

Araba Mert'in sahne alacağını düşündüğüm barın önünde durduğunda, bakışlarım tüm yol boyu konuşmayan adamın yüzüne çıktı ve Dorâ gözlerini arabanın ön camına dikmiş barın önünde içeri girmek için dizilen insanları izliyordu. Mekan sıradan barlardan daha farklı bir atmosfere sahipti, dış duvarında var olan renkli tuğlalar ise bunun en büyük kanıtıydı. Canlı müzik ve içkinin getirisi bu kalabalık olmalıydı.

İkimiz sessizce oturmaya devam ediyorduk. Neden onu bekliyordum, çarpmayan kalbimi alıp bu arabadan inmeliydim. Ön cama çarpan yağmur taneleri kırık elmas parçaları gibi renksiz bir şekilde acı acı düşüp dağılıyordu. Onu yere bırakan gök yüzünü affetmeyecekti, gözlerim mekanın isminin yer aldığı tabelaya çıktığında gördüğüm isimle kaşlarım anında çatıldı.

Mavi Kelebek.

Kim bir bara bu ismi vermek isterdi ki?

Gözlerimi o garip isimden ayırıp elimi arabanın kapısına uzatıp açtım. Anında içeri dolan soğuk hava bedenimi titretti. Onun beklemeden kendimi dışarı atıp kapıyı sertçe kapattım. Yanaklarıma düşen yağmur taneleri yanıyordu. Mavi Kelebek isimli mekanın kapısına vardığımda Dorâ'nın keskin bakışlarımı sırtımın ortasında hissedebiliyordum. Kapının önünde dikilen korumayla konuşan güzel kadın benim varlığımı fark ettiğinde yüzünde mahcup bir gülümseme peyda oldu.

"Hoş geldiniz efendim." diyen korumaya zoraki bir tebessüm ettikten sonra benim için açtığı kapıdan tam girecekken belimi kavrayan parmaklarla attığım adım ileri gitmemi engelledi.

"Hoş bulduk." diyerek benimle birlikte açık kapıdan geçerek kalabalığın için karıştı. Belimde duran parmaklar beni kendine doğru çekip insanlara çarpmamı engelledi. İnsanlarla temas etmeyi sevmeyen ben her an bu adamla dip dibeydim. Ondan uzaklaşmak için girişimin bana dönen sert bakışlarla son buldu. Onunla böyle bir ortamda tartışmak istemiyordum. Gücüm kalmamıştı. Ayrıca insanların bana çarpmasını da istemiyordum.

Büyük bir mekan olmanın yanı sıra buram buram lüks kokuyordu. İçeride dizili olan tüm sandalye ve masalar neredeyse dolmuş gözüküyordu. Bakışlarımı içkilerin dizildiği rafa çevirdiğimde bu gece içimde yükselen sarhoş olma isteğiyle sertçe yutkundum. Barın önünde dizilmiş yüksek sandalyelerin sadece ikisi boştu. O boş sandalyelerden birine oturup boğazımı yakıp zihnimi dağıtacak güçlü bir şeyler içmek istiyordum.

"Bu gece içmek yok." dedi hemen yan tarafımda yükselen tok bir ses.

"Nedenmiş?" diye sorduğumda kaşlarım çoktan çatılmıştı. Başımı onun benden uzun olan boyuna doğru kaldırdığımda bakışlarının mekanın içinde dolandığını gördüm. Gözlerin kısıp baktığı noktaya tam bakacaktım ki buna izin vermeden beni peşinden sürükleyerek tanıdığım yüzlerin oturduğu masanın önüne getirdi. Özgür'ün oldukça yorgun bakışları dans eden insanların üzerinde geziniyordu. Giray ise oldukça dikkatli bit şekilde yudumladığı içkisiyle Özgür'e bakıyor, o dışarıdan bakıldığında oldukça düşünceli gözüküyordu. Mihrima ve Türki ise birbirleriyle bir şeyler konuşup gülüşüyorlardı.

"Hoş geldin kızıl çalı süpürgesi diyeceğim ama diyemiyorum. Sor bir neden diyemiyorum ya da sorma." diyen Ali yine her zaman ki gibiydi. "Şu surata bak hele. Anasının memesini kardeşine kaptırmış kıskanç bebeler gibi büzmüşün dudaklarını. Sana bakan gözlerim kanıyor, ay çekil önümden." diyerek ellerini gözlerinin önüne siper edip araladığı parmakları arasında bana bakmaya başladı.

Mert, "Ali kankam ne diyorsa haklıdır Seni yerin ayrı üstün kızıl ırkcım ama bizim aramızda sizin hiçbir zaman anlayamayacağımız bir bağ var."

"Eyvallah Mert kardeş sen de olmasan anlayanım yok." diyerek bakışlarını masada oturan arkadaşları üzerinde gezdirdikten sonra tekrar Mert'te son buldu. "Siz ne zaman çalmaya başlayacaksınız? İçim kıpırdıyor." diye sordu.

Mert bakışlarını kolundaki gümüş saate indirdikten sonra, "Yirmi dakikaya çıkacağız ama bizim ikinci vokalist ortalıkta yok." diyerek mırıldandı. Bu durumdan hoşnut olmayan bir sesti.

İçeride çalan gürültülü müzik sayesinde sahnenin önündeki boş alanda dans eden bedenlere gözüm takıldı. İnsanlar birbirlerine bu kadar yakın bir şekilde nasıl dans edebiliyorlardı aklım almıyordu. Kızların kıvrak hareketleri ve erkelerin onları yönlendirmelerine daha fazla bakamayacağımı düşünerek tam bakışlarımı önüme çekmişti ki boynuma sarılan ince kollarla afalladım.

"Siz ne zaman geldiniz?" diye sordu Alagül. Bana sarıla kızın sarılışına karşılık verip, "Birkaç dakika oluyor." diye mırıldandım. Kollarını boynumdan çekip geri çekildiğinde yüzüme büyük bir tebessümle baktı. Üzerine giydiği kıyafetler hiç Alagül'ü yansıtmıyordu. Ultra mini kan kırmızı elbisesi onun düzgün vücuduna yapışmış ve kalın bacaklarını olduğundan daha uzun göstermişti.
Ali, "Tövbe estağfurullah bu ne hal şişman anime?" diye sordu. "Kız sen kendini Gigi Hadid mi sandın? Bu elbiseyi giymenin başka açıklaması olmaz çünkü. Allah'ım kör oluyorum galiba bu gece."

"Gigi Hadid ne alaka be?" diye çemkiren Alagül Ali'ye çattığı siyah kaşlarıyla bakıyordu. Zümrüt yeşili gözleri yanımızdan geçip rahatça oturan sevgilisine kısa bir süre değmiş ama bu çok uzun sürmemişti. Muhtemelen araları hâlâ bozuktu. Koray ayakta dikilen sevgilisine bakıp arkasına büyük bir rahatlıkla yaslandı.

"Victoria Secret mankenlerinin bile vücuduna güvenip giyemeyeceği bu elbiseyi giyinip bu mekana gelmen alakasıyla şişmen anime." diyerek Alagül'ü ilk ağlatma girişiminde bulundu. "İnsan bir düşünür ben bunu taşıyabilecek miyim ben. Ama nerde sen şu herifle kavga edince beynini kullanmayı da bırakıyorsun."

"Ali seninle hiç uğraşamayacağım. Bu gece Mert'i dinleyip gönlümce eğleneceğim." diyerek kocaman gülümsedi. Alagül sadece kıyafetlerini değil vereceği tepkileri de değiştirmişti. "İstediğim gibi dans edeceğim kimsede bana karışamayacak." diyerek sesindeki kinayeli tınıyı yerine ulaştırdı.

Koray, "Edersin tabii, edersin." diye ağzının içinde homurdanarak ayaktaki sevgilisini gergince baştan aşağı süzdü.

"Kız sen kafanı gelirken bir yere mi çarptın. Senin şimdiye çoktan gözlerinin dolması gerekiyordu." diyen Ali oturduğu yerden telaşla kalkıp Alagül'ün dibinde bitti. "Dur bakayım şurada bir göz yaşı var mı?"

"Çek o pis ellerini gözümden." Alagül avucunu Ali'nin yüzüne koyup onu ittirmeye çalıştı. "Gözümü çıkardın be sirkten kaçmış timsah yavrusu."

"Nerden bildin kız şişman anime, tuvalette sular kesikti ben de yıkamadan çıkmıştım." dediğinde bir an ne kadar ciddi olduğunu kavrayamadım. "Ayrıca sirkte timsahın ne işi var, hayvanat bahçesidir o bilgisiz, kültürsüz, eğitimsiz, vasıfsız şey seni."

"Ali!" diye cırlayan Alagül ondan kaçan adamın peşine düştü. Onların birbirleri ile didişmesini ufak bir tebessümle izlerken bulanan midem tebessümümü yarım bıraktı. Gözlerimi mekanın içinde gezdirdim, gözüme takılan koridorun başlangıcını gördüğümde istem dışı o yöne doğru bir adım attım.

Kolumu kavrayan sert parmakların sahibi, "Nereye?" diye sordu sertçe.

Allah aşkına bu adam beni rahat bırakabilir miydi artık.

"Tuvalete gideceğim." diyerek kolumu kendime doğru çekmeye çalıştım ama bırakmadı. "Bırakır mısın?"

"Tek mi gideceksin?" diye sorduğunda sesinde hoşnutsuz bir tını kol geziyordu. Parmakları hâlâ bedenimde hükmünü sürüyordu.

"Evet." Ağzımın içinde homurdanarak kolumu parmaklarının arasından kurtardım. "Tuvalete biriyle gidecek yaşı çoktan geçtim farkındaysan."

Gözlerini kısarak uzun kirpiklerinin sarmaladığı aralıktan bana oldukça renksiz bakmaya başladı. Hiçbir şey anlamıyordum. Bakışları nedense çok farklı bakıyordu. Belki de bu gibi yerleri sevmediğindendi.

"Bana laf yetiştireceğine çabuk git gel." dediğinde gözlerini gözlerimden çekerek mekandaki kalabalığın üzerinde gezdirdi. "Şu her yeri delik renkli zibidi birazdan çıkar sahneye. Nede olsa onun sahnesini kaçırmak istemezsin."

"Sana laf yetiştirmiyorum."

"Dedi bana laf yetiştiren huysuz tavuk."

"Bana şöyle seslenme diye kaç kez söyleyeceğim." diye homurdandım.

"Bıdı bıdı konuşup duracağına gitsene sen."

Gözlerimi devirdiğimde bakışları yüzümdeydi. "Devirme şu gözlerini, huysuz bir tavukla uğraştığın yetmezmiş gibi şaşı bir tavukla da uğraşamam."

"Uğraşma, uğraş diyen mi var." diyerek cevap vermesine izin vermedim.

Arkamı döndüğümde sırtıma düşen kıvılcımları yok sayarak ilerledim. Dans eden bedenlere çarpmamak için gösterdiğim çaba nihayet beni loş kırmızı ışığın dağıldığı koridorun girişine getirmişti. Kırmızı rengin duvarlara düşen izleri asılı olan birkaç fotoğrafın gölgelerini koridorun ortasına düşürmüş, orada kara bir çukurun açılmasına neden olmuştu.

Koridorun fayansları şeffaf bir yapıdaydı ve yürüdükçe kırılmak üzere olan bir buz üstünde ilerliyormuşum gibi hissediyordum. Kalın botumun topuğunun her yerle buluşması sessiz koridorda yankılanıyor ve içeride çalan müziğin zar zor duyulan sesine kavuşuyordu.

Bakışlarımı sızlayan ayak bileğime kısa bir an çevirip önüme döndüğümde yabancı bir bedene son anda çarpmadan kendimi durdurabilmiştim. Bakışlarımı yabancı bedenin suratına çıkarmadan geçmek için yan tarafa bir adım atmıştım ki o da benimle birlikte ilerledi. Refleks olarak bu kez sol tarafıma attığım adım yeniden yabancı bir beden tarafından tekrarlanarak önüne etten bir duvar ördü.

Çatılan kaşlarıma mâni olamayarak sert bakışlarımı benden uzun olduğuna emin olduğum adamın suratına diktim ve geriye doğru bir adım attım.

Gözlerine değen mavilerim, zehir yeşili sarmallarla iç içe geçmişti. O yeşiller tıpkı benim soluk mavilerim gibi kısılmış büyük bir ilgiyle beni inceliyordu. İçe çökmüş kemiği belirgin yanaklarına düşen loş kırmızı ışığa baktım. Başında beresi olması kumral saçlarını gizlemeye yetmemişti. Yirmilerinin sonunda duran bu adamın üzerinde deri bir ceket ve açıl renk bir kot pantolon vardı.

Zihnime düşen suratın varlığı içimde hiçbir his uyandırmadığı gibi neden burada dikildiğimi de anlamıyordum. Kendimi toparlayıp, "İzin verirseniz geçeceğim." dedim oldukça resmi bir sesle.

"Asıl sen yerinde durabilirsen ben geçeceğim." dediğinde sesinde yükselen düzlük ile kaşlarım biraz daha çatıldı.

"Geçin." diyerek resmiyetimi sürdürdüm. Sesimde buzul kütlelerini denize kırılarak düşmesi kadar sert bir tını hakimdi. Aramızdaki bir adımlık mesafeye rağmen çok yakındık.

"Bu kez duracaksın yani?" dedi, alay ve kinayenin olduğu karışık bir ses doldu aramızdaki boşluğa. Sesindeki alay yüzünü ilmek ilmek işlemeye başladığında dudakları alayla yuları kıvrıldı. İçinde vuku bulan bu olay onun için ne ifade ediyordu bilmiyorum ama ben oldukça rahatsız olmuştum.

"Amacın ne senin?" diye sertçe sordum.

Dudaklarındaki kıvrım artık oldukça büyük duruyordu. "Resmiyeti ortadan kaldırdık ha?" diyerek yoğun yeşillerine bulanan zehir sarmallarını bana dikti. "İyi o zaman tanışalım." Bakışlarımı önümdeki yabancıdan çekerek bana uzattığı ele çevirdim. Oldukça beyaz gözüken elinin üzerindeki yeşil damarlar bir deri yokmuş gibi alenen ortadaydı ve damarlarını saran bir yılan dövmesi vardı. Parmaklarına taktığı yüzüklerden birinde gözlerine benzeyen bir sarmal vardı ve zehir sarmal duman grisi bir renge sahipti. "Savaş ben." diyerek derin bir nefes çekti. "Savaş Mergen."

Savaş Mergen...

Sesinde yıkılan tını kaktüs dikenlerime battı.

Ben bu adamı tanıyordum!

🌵🌵🌵

SINIR | Vote 62, Yorum 360

*Bölüm nasıldı bakalım?

*Savaş Mergen?

Sizi seviyorummmmmm (:

Instagram: yamayapmakguzeldir / kaktuslere

Seguir leyendo

También te gustarán

arkadaşımın abisi Por N

Ficción General

117K 2.2K 44
En yakın arkadaşımın abisi mi? Beni gerçekten seviyor muydu? Peki ben ona karşı birşeyler hissediyor muydum? Uyarı: küfürlü ve +18 sahneler vardır.
6.8M 453K 81
Efsun Zorlu; atandığı Urfa'da mecburi hizmetini yapan tıp fakültesinden yeni mezun, çiçeği burnunda bir hekimdir. Daha mesleğinin ilk günlerinde, hen...
2M 135K 30
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
299K 18.9K 48
Ölen bir lider ve koltuğuna geçen varisi... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #6 - bl #5- eşcinsel