KÂKTÜS MEZÂRLIĞI

By kaktuslere

23.9K 7.6K 18.5K

Kim inanırdı ki bu hikâyede büyük balığın küçük balığı yediğine. Gerçek şuydu sayın okur bu hikâyede iki bal... More

"KÂKTÜS MEZÂRLIĞI"
1.BÖLÜM:GÖLGESİNE TAKILAN KADIN
2.BÖLÜM:TAVAN ARASINDAKİ TOZLU KALP
3.BÖLÜM:KÜLÜ SEVEN ATEŞ
4.BÖLÜM:KAKTÜSLERDE ÖLÜR TIPKI ÖLEN SİYAH GİBİ
5.BÖLÜM:KALBİ ATAN ÖLÜ CESET KAPANI
6.BÖLÜM: ÇEKMECEYE DÜŞEN ZEHİRLİ RESİM
7.BÖLÜM:RUH KOVANINI YAKAN KÖRDÜĞÜM
8.BÖLÜM: KUŞ UÇARKEN KANAT NEDEN AĞLAR
KARAKTER TANITIMI
9.BÖLÜM:KALBİM, BİR ISLAK KELEBEK
10.BÖLÜM:ŞAH DAMARA GİREN ZEHİRLİ HANÇER
11.BÖLÜM:KAR VE KAN LEKELİ DÜŞ
12. BÖLÜM: SARDUNYALARI SOLDURAN KAKTÜS ÇİÇEĞİ
13.BÖLÜM:YARANIN ÜZERİNE DÜŞEN YARA
14.BÖLÜM:DİKENLERİN BATTIĞI KIRIK AYNA
16.BÖLÜM:GÖLGESİ GÜNEŞE SANCILI ADAM
17.BÖLÜM:KUYRUĞU LEKELİ DÜŞ
18.BÖLÜM:SOLUĞA BAĞLANAN KIZIL DÜĞÜM
19.BÖLÜM:ZEHİR SARMALI
20.BÖLÜM:SATIR DİBİ ÖLÜM
21.BÖLÜM:KALBİ DELİNEN KADIN VE ONUN GERÇEKLERİ
22.BÖLÜM:GÜNEŞİN ÜZERİNE KAR YAĞDIRAN ADAM
23.BÖLÜM:ACI BÜYÜK AMA ÖZLEM DAHA BÜYÜK
24.BÖLÜM:DİKENE SAPLANAN KURŞUN

15.BÖLÜM: ZİFİR GECE VE KARA ÖFKE

677 269 585
By kaktuslere






15.BÖLÜM: ZİFİR GECE VE KARA ÖFKE

Dolu Kadehi Ters Tut | Tanrının İşi

Mehro | Perfume

Lewis Capaldi | Before You Go



Gülçiçek İnanç'tan🦋🦋

Kendime yeni yeni gelmeye başlamıştım. Gözlerimi açmadan bir hastane odasında olduğumu burnuma çalınan ağır kokudan anlayabiliyordum. Gözlerimi usulca açtığımda tam karşımda oturan adamın bakışlarının kara öfkesi karşıladı beni.

Nefret ediyordum.

Bu adamı sevdiğim için kendimden ölesiye nefret ediyordum. Gözlerinden yükselen acımasızlığı görmeme rağmen ondan vazgeçemiyor olmamdan nefret ediyordum. Dewran'ın bir sınırı yoktu. Sınırsız olması ona karşı olan nefretimi harlıyordu.

Karşımda tüm acımasızlığıyla oturan adamın gözleri benim hastane yatağında yatan güçsüz bedenim üzerinde geziniyordu.

"Gelmediler mi?" diye sordum, sesim korkudan ziyade ağlamaklı çıkmıştı.

Ali'nin öfkesine şahit olmuştum. Dorâ'nın bana olan tüm güvenini yerle bir etmiştim. Özgür'ün gözlerindeki bana olana sevgi silinmişti. Herkesi bu adam yüzünden kaybetmiştim. Ailem olan insanlara yalan söylemenin cezasını çekiyordum.

"Susmasana Dewran!" diye bağırdım. Sesim de bedenim gibi güçsüzdü.

Karalarını dikmiş öylece bakıyordu. O susup bana baktıkça ben daha fazla hırçınlaşıyordum. Elimi öfkeyle kaldırdığımda koluma takılan serum çıkmış, çıkarken de canımı yakmıştı.

Sevdiğim insanlar nasıldı kim bilir? Benim arkamda bıraktığım depremin altında kalmışlardı. Buna ben sebep olmuştum. Onların canını yakan kişi bendim ama onların canı yanmasın diye bu yola çıkmıştım.

Ayaklanıp bana yaklaşan adama yeşillerimi çevirdim, gelmesin istiyordum. "Gelme!"  Dinlemedi, hiç dinlememişti zaten.

Bataklık karası gözleri bomboştu. Bu adamın içinde bulunduğu her yerden kaçmak istiyordum. "Kes sesini Gülçiçek!" diye tısladığında tüm bedenimi bir üşüme sardı. "Şımarık bir çocuk gibi davranma."

İnanmak istemiyordum, bu denli kötü oluşuna inanmak istemiyordum ama öyleydi. Kötüydü.

"Sen nasıl susmamı beklersin? Ailem dediğim insanları öldürdüm ben. Senin yüzünden, senin bitmeyen öfken yüzünden." diyerek bağırdım. Nerde olduğumuzun bir önemi yoktu. "Sen nasıl bir adamsın?"

"Bu gördüğün adamdan çok daha kötü olabilecek bir adamım. Şimdi o sesini kes, daha fazla asabımı bozma benim!" Sesindeki buzlar canımı yaktı. Başımı usulca eğdiğimde kolumun kanadığını gördüm. Kan ince bir çizgi halinde kolumun içinden kayıp aşağı kadar akmış kızıl bir iz bırakmıştı.

Aklıma gelen diğer şeyle kalbim aniden korkuyla çarptı. "O iyi mi?" diyerek parmaklarımı karnımın üzerine bastırdım. Çaresizlik dolu sesim hastane kokan odaya dolarken, bakışlarımı bana üsten bakan adama çevirdim.

Onun varlığını nasıl unuturdum? Ben nasıl bir anneydim böyle?  Dewran'dan daha kötüydüm. Gözlerimin yeşili yaşlarla dolduğu için artık her şeyi bulanık görüyordum. Kalbim korkuyla çarpıyordu.

"Dewran o iyi mi? Lütfen bir şey söyle." Kalbim ağzımda atıyordu. Daha önce böyle bir kaybetme korkusu yaşamamıştım. "Dewran!"

Peş peşe düşen gözyaşlarımın arasına onun tok sesi karıştı. "İyi olup olmaması senin için ne kadar önemli Gülçiçek?" Sözcükleri yutkunmama bile izin vermedi. "Aklına ilk gelen o olmazken bu sahte yaşlar niye?" dediğinde kalbimi sıkan el onu olduğu yerden çekip almıştı. Haklıydı. Allah kahretsin ki çok haklıydı.

Kalbim artık bu cani adamın elleri arasındaydı. Parmakları sıkıyor, o sıktıkça ben kanıyordum. Kanadıkça ölüyordum.

"Dewran-" Gözerim gibi sesim de artık yanıyordu. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildiğimde kara bataklığa benzeyen gözlerini gördüm. Gözlerinde kocaman bir boşluk vardı. "Lütfen," diye yalvardım, iyi olsun istedim, çok istedim.

"İyi!" Dudakları arasında çıkan kelime ile birlikte gözlerimde biriken yaşlar tekrar akmaya başladı. Dudaklarım arasında kaçan ağlamaklı hıçkırığa engel olamadım. Varlığına daha yeni yeni alışmaya başladığım bebeğim beni bırakmamıştı. Bana rağmen, benimle kalmayı seçmişti.

"Teşekkür ederim." diye peş peşe mırıltılar yükseldi ince dudaklarımın arasından. Sesimdeki minnet beni bir an afallatmıştı. Gözleri kara bir okyanus gibi bana döndüğünde beni yutmak istiyordu. Ondan kaçıp odanın bir köşesinde benimle kalmayı seçen bebeğime sarılıp ağlamaya devam edebilirdim.

"Ağlamayı bırakıp kalk artık." dedi, gök gürültüsünün o ürkütücülüğü sinmişti sesine.

Onunla bir yere gitmek istemiyordum. "Seninle bir yere gelmek istemiyorum." diyerek küçük bedenimi ondan geri çekmeye çalıştım. Onunla gidersem yine ona yenileceğimi biliyordum.

"Gülçiçek!" dediğinde sesi boğuk ve korkunçtu. "Siktiğimin sabrı kalmadı, bitti! Beni daha fazla kışkırtmadan kalk o yataktan." Kelimeleri zehirli birer ok gibi bana saplanıp beni nefessiz bıraktı.

Kolumdan tutup birden beni yataktan kaldırmasıyla sert göğsüne çarptım. "Beni kışkırtma dedikçe inadıma damarıma basmaktan vazgeç. Gel diyorsam geleceksin Gülçiçek! Senin bu tavırlarını çekecek adam değilim." Sözleri bittiğinde göğsü öfkeyle kalkıp iniyordu. Bir anda üzerimde bulunan hastane kıyafetinin eteklerinden tutup başımdan çıkardığında ona engel olmak için bir girişimde bulunmadım.

"Kıçını bile kapatmayan bu elbiseleri bana inat olsun diye giyiyorsun." derken yeşil renkte olan çiçekli elbisemi başımdan geçirmişti. İç çamaşırlı bedenime bile isteye bakmıyordu. Teslim olmuştum. Benim isteklerimin bir öneminin olmadığını acı bir şekilde öğrenmiştim. "Bu bez parçasını bir araya getiren eli sikim."

Hastane odasının kapısı çaldığında ikimizin de bakışları aynı anda kırık beyaz kapıya döndü. Umutla yeşeren gözlerim kapıdan giren adamla anında söndü. En az Dewran kadar suratsız olan adamı Kemal girmişti içeriye.

"Ne oldu Kemal?" Sesinde kızıl bir öfke vardı.

Kemal bir kapalı olan kapıya bir de Dewran'a bakıp duruyordu. "Abi kız gitmedi kapıda inatla bekliyor. Yengeyi görmeden de gitmeyeceğini söylüyor. Ne yapalım?" diyen Kemal ile bakışlarım hemen dibimde duran adamın kasılan çehresine döndü.

"Dewran kapıda bekleyen kim?" Kara gözlerinde biten sabrı artık çok net görüyordum. Hınçla akan bir ırmağın içinde ölüme terk edilen bedeni olmama ramak kalmıştı.

"Bırak gelsin." Komut alan Kemal kapıdan çıktı. Ben yine cevapsız bırakılmıştım ama kalbimde yükselen küçücük umut parçasını da görmezden gelemiyordum.

Dewran açık olan pencereye doğru ilerleyip cebinden çıkardığı sigara paketine vurarak bir dal çıkartıp, ucu siyah olan kibrit ile yaktı. Sigara dumanına karşı hassaslaşan miden kokuyu alır almaz içten içe büzüşür gibi oldu. Açık pencereye doğru üflediği gri duman esen rüzgâr nedeniyle sisli bir dağ gibi yüzünün bir kısmını görünmez kılmıştı.

Tekrar açılıp kapanan kapı ile içeri dolan tanıdık ses tüm dikkatimi dağıttı. "Gülçiçek, iyi misin?" diyen Ayladùa ile bakışlarımız kesişti.

Onun burada ne işi vardı? Diğerleri de mi buradaydılar yoksa?

"İyiyim." diyerek kırık parçalarımı saklamak için kendimle yarıştım. "O da iyi." Yüzümde acı bir tebessüm vardı. Elim az da olsa belirginleşen karnımın üzerine gittiğinde Ayladùa'nın mavi irisleri de oraya çevrildi. 

"Senin burada ne işin var?" Soruyu sorar sormaz pişman olmuştum. Aptal, en güvendiğin insanlar bile yanında yokken nasıl bu soruyu sorarsın. "Özür dilerim Ayladùa öyle demek istemedim." deyip başımı mahcupça eğdim. Eskiden ben hiç mahcup olmazdım.

"Özür dilemeyi bırak sen neden ayaklandın?" Mavileri bana şefkatle bakıyordu.

Gözlerim Dewran'a döndü. Bakışları bizde olmasa da bizi dinlediğini biliyordum. "Eve gideceğim."

Ayladùa'nın kızıl renkte olan kaşları çatılmıştı. Sözlerime itiraz etmek istiyor aynı zamanda karışmakta istemiyor gibiydi. "Tamam o zaman seni eve ben bırakırım." dedi.

"Kimse kimseyi bir yere bırakmıyor." Dewran'ın sesi keskin bir bıçak gibi aramıza düştü.

"Sorum size değildi." Ayladùa'nın boyun eğmez bir tarafı vardı. Önüne gelen her kimse ona boyun eğmeyecek kadar acıdığını gözlerinden görebiliyordum bu nedenle yara almaktan korkmuyordu. "Sorumun cevabını muhatap aldığım kişiden almayı beklerim sizden değil." En az Dewran kadar inatçıydı.

"Bu odada sorulan tüm soruların cevap vereni benim. Sende gördün gayet iyi olduğunu, şimdi gidebilirsin." diyen Dewran garip bir şekilde sakindi.

"Gülçiçek sizinle kalmak istemiyor. Bunu göremeyecek kadar kör müsünüz?" Ayladùa'nın yükselen sesiyle elim kolunu kavradı. Başımı olumsuz bir şekilde sallayıp susması gerektiğini anlatmak istedim.

Dewran elindeki sigarayı pencere kenarına bastırıp söndürdükten sonra bize doğru yürümeye başladı. Attığı her adımdan yükselen ses beni tedirgin ediyordu. Yanımda durup kara gözlerini doğrudan Ayladùa'ya dikti.

"Onun ne isteyip istemeyeceğine de ben karar veriyorum. Şimdi olduğu gibi. Burada seni ilgilendiren bir şey yok." dediğinde kemikli çenesi kasılmıştı. Bu sinirine hakim olamaya çalıştı anlarda gösterdiği bir tepkiydi.

"Sen manyaksın!" diye tıslayan Ayladùa kolumu tutup beni çekiştirdi. "Yürü gidiyoruz Gülçiçek. Seni bu adamla bir dakika bile bırakamam."

"Sen istediğin yere gidebilirsin ama o hiçbir yere gelmiyor." dedi tok bir sesle. Dünyam bir günde tepe taklak olmuştu. "Gülçiçek!"

Tek bir kelime ile tüm iplerimi eline almıştı. O nereye isterse beni oraya gitmeye mahkum edilmiştim. O ister ben yapardım. O ister ben boyun eğerdim. O ister ben susardım. Beni kendine esir ederek bir kuklaya dönüştürmüştü. Gözlerim kalbime fazla gelen bu hislerden dolayı yanıyordu.

Neden erkekler hep ister kadınlar yapmak zorunda kalır ki?

Ayladùa'ya baktım beni anlamayacağını düşündüm ama anlamıştı. Kabul etmek benim için bile zorken o beni anlamıştı. Ruhum parça parça bölünürken beni parçalayan bu adamdan vaz geçemiyor oluşumu sessizce duyurmuştum. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve benden geriye kalanları da almasını bekledim.

***

Bilincim varla yok arsında gidip gelirken başımı yasladığım sıcak bedenden yükselen koku bulanık zihnimi berraklaştırdı. Korkuyla başımı kaldırdığımda onun boğuk sesi saçlarımın arsına dökülüp orada kayboldu. "Şşş sakin ol gül kız." Arabada uyuya kalmış olmalıydım.

Yaşananları kaldıracak kadar sağlam bir bünyem yoktu. Yorulmuştum, ona itiraz etmek yerine beni taşımasına izin verdim. Onun kollarının arasında eve girdiğimde gözlerim hüzünle doldu. Beni indirmeden merdivenleri hiç zorlanmadan çıkıp yatak odasına girdi. Beni yavaşça yere bıraktığında bir an dengemi sağlayamayıp düşmemek için onun göğsüne tutundum.

Avucuma ataşe değmiş gibi çektiğimde, "Beni neden buraya getirdin?" diye sordum neredeyse kaybolmak üzere olan sesimle. O kimseyi bu eve getirmezdi, bende dahildim buna.

"Uyumak istiyorum." Sesinde büyük bir bıkkınlık vardı. Gömleğinin düğmelerini açarken yoğun bakışlarıyla bedenimi süzmesi sertçe yutkunmama sebep oldu. Bedenime yayılan ateşi görmezden gelemeyecek kadar tecrübeliydim. Onun basit bir bakışı bile beni kör bir isteğe sürüklüyordu. Bunca olandan sonra benden bunu istemeye hakkı yoktu.

Kasıklarım sızladı. Onu istediğim için kendimden bir kez daha nefret ettim.

"Yoksa sen uyumak istemiyor musun?" Sorusuyla birlikte az da olsa çekik olan karalarını kısmış tehlikeli bir şekilde bana bakıyordu.

"İstemiyorum, senin olduğun hiçbir şeyi istemiyorum." Kahretsin, sesim titremişti.

Günahtan kaçan bir meleği, günahkâr etmek için uğraşan bir şeytandı Dewran. Bedenim kaskatı kesilmişti. O bana yaklaştıkça kalbimin atışlarının sesi bedenimi sarsacak kadar kuvvetlenmişti. Yeşillerim onun kısılan karaları tarafından ablukaya alınmıştı. Sevgim beni köşeye sıkıştırıp, çaresiz bırakmıştı. Adımları tam dibimde durduğunda heyecanla titriyordum.

"Uyumak istemiyor musun diye sordum, Gülçiçek?" Sesinde akan cezbedici tını karşısında dizlerim titredi. Beni tek bir kelimesiyle bu hale getirebilecek kadar güçlüydü. Ona karşı koyamıyor olmam gözlerimi doldurdu. Kendi içimde verdiğim savaşta her seferinde yenilmek artık benim değişmeyen kaderim olmuştu. İçime çektiğim cılız nefes bir yerler takılıp beni soluksuz bıraktı.

Parmakları yeşil çiçekli elbisemin askılıklarına gittiğinde titreyen kirpiklerimi yumup ona izin verdim. İnce askılar omuzlarımdan kayıp elbisemin bedenimi terk etmesine neden oldu. Dewran ona karşı duyduğum sevgiye güveniyor ve beni kelepçeliyordu. Bugün yaşananları aklımdan silebilecek kadar yoğun şeyler hissediyordum. Onun ise bana karşı ne hissettiğini hâlâ bilmiyordum. Geçen bir buçuk sene bunu öğrenmemi sağlayamamıştı.

Ama bir gerçek daha vardı, sevgi de günün birinde biterdi.

Titreyen bedenime yaklaşan başıyla daha çok heyecanlandım. Gerdanıma değen dudakları oraya yakıcı bir öpücük bırakıp bekledi. Bu bekleyiş tüm vücudumda akan kanın seyrini değiştirmişti.

İki elini birden belime sarıp beni kendine sertçe yasladı. Üzerimde kırmızı iç çamaşırı takımımdan başka bir şey yoktu ve onun üst tarafı tamamen çıplaktı. Bedenimin ürkekçe titremeleri giderek artıyor ama ona hayır diyemiyordum. Dewran beni istiyordu, bende onu.

Eli sırtımdan yukarı çıkıp kısa saçlarımı aniden kavradığında çenem yukarı doğru kalkıp onun dudaklarına çarptı. "Dewran..." İsmi dudaklarımın arasından çıkmıştı. Arsız bir kadın olmaktan utanıyordum.

Dursun istiyordum aynı zamanda da hiç durmasın. Bana hissettirdiği yoğun hislerden dolayı mı yoksa zaten ağlamak istediğim için mi ağlıyordum, bilemiyordum. Yaşlar birdenbire  gözlerimden boşalmaya başlamışlardı.

Saçlarımı kavrayan el biraz daha asıldı. Canımı yakmayan bir kavrayıştı. Kapalı olan gözlerimden düşen yaşları gördüğün emindim. Yanaklarıma dokunan el göz yaşlarımı yok etti. "Gözlerini aç Gülçiçek." Sesinde ki bu şefkati çok nadir gösterirdi. Küskünce açılan gözlerim kara bataklıklara çakılı kaldı. "Seni yıkamamı ister misin?"

Sorduğu soru içimde kokup giden kalbimin vuruşlarına beni kör ediyordu. Titrekçe aldığım soluğuma tutunup kaldım. Benden cevap bekliyordu ama ben sadece bataklık karası olan gözlerine bakıyordum. Oldukça sakin bir bekleyiş içindeydi. Alışa gelmemiş bir yanını gösteriyordu.

O bir aslandı ben ise aslanın omzuna konan mavi bir kelebektim.

Onunla olacak her şeyi istiyordum ama korkuyordum. Banyoda onunlayken işler değişebilirdi. Hamile olduğumu öğrendiğimden beri ondan kaçıyordum. Bana karşı ne hissettiğini bilmediğim adamın çocuğuna hamileydim ve onda kaçıyordum. Gülünç gele bilirdi. Eğer bir kitap karakteri olsaydım halime kahkahalar ile gülüyor olurdum. Acı kahkahalar ile.

"Eğer sana karşı hissettiğim bu lanet duygunun adı sevgiyse, ben artık seni sevmek istemiyorum Dewran." dedim çaresiz bir fısıltıyla. Beni yıka diyemedim. Beni sev diyemedim.

"Sen benden başka kimseyi sevemezsin." Hep böyle mi olacaktı? Ben onun her dediğine sevgim yüzünden boyun mu eğecektim? Ona karşı olan sevgim beni her geçen gün güçsüzleştiriyordu.
"Sevmeyeceğim!" diye haykırdım. Onu tüm gücümle itmeye çalıştım ama başarmadım.

Tepkim karşısında çatılan kalın kaşları vahşileşmişti. Onu sevmeyecek olmam onu bu hale getirirken benim ne hissettiğimi hiç mi düşünmüyordu? Birden bileğim kavrayan sert eller beni peşi sıra sürüklemeye başladı. "Dewran ne yapıyorsun?" Sesim korku kokuyordu. "Bıraksana kolumu!"

Beni banyoya götürüyordu, banyonun aralık duran kapısını sertçe ittiğinde kapının duvara çarpma sesi tüm odada yankılandı. Bileğimi sertçe tutan elden kurtulmaya çalışmam imkansız gibiydi. Beni karanlık banyoya soktuğunda garip bir tedirginlik baş gösterdi.

(!!Arkadaşlar buradan sonra +18 sahne bulunmaktadır. Bu sahneleri okumamak sizlere kurgudan hiçbir şey kaybettirmeyecek. Bu nedenle bu kısmı okumaktan rahatsız olacak okurlarım doğrudan Ayladùa'nın anlatımından devam edebilirler. Bu satırlara gelecek hiçbir saçma yorumu kabul etmediğimi belirtmek isterim. Ben uyarı yaptıktan sonra bu tarz yorumlar almak istemiyorum, bilginize!!)

Korkan gözlerim Dewran'ın bataklık karalarına döndü. "Dewran bırak beni!" Sesim boş banyoda bana çarptı. Bırakmadı, bedenimi duşa kabinin içine sokup kendisi de ardımdan girdi. İçeri girmemizle otomatik olarak başımızdan akmaya başlayan suyla çırpınmaya başladım.

"Debelenmeyi bırak Gülçiçek." diyerek iki eliyle kolumu tutup beni ıslanan bedenine yasladı. "Hadi yapabiliyorsan beni sevmekten vaz geç!" diye hırlayarak dudakları dudaklarıma sertçe çarptı. Hareketleri sert ve aceleciydi. Canımı yakmak istiyordu, yakıyordu da.

Ellerimin biri kurtarıp onu durdurmak için tırnaklarımı omuzlarına geçirdim. Bu hareketim onu daha fazla deli etmiş hareketlerine büyük bir hınç katmıştı. Ellerimi bileklerinden sertçe tutarak başımın üzerine getirdi, bedenimi ıslanan kabin duvarına sertçe çarptı. "Ah!" Dudaklarımdan kopan acı yakarış onun beni vahşice öpen dudakları arasında kayboldu.

Nefes almam için geri çekildiği o küçük anda, "Bana bunu neden yapıyorsun Dewran? Söylesene neden?" Ona teslim olacağımı bile bile bunu bana yapıyordu. Ona karşı iradesiz oluşumu kullanmaktan çekinmiyordu. "Bırak lütfen, şimdi olmaz. Böyleyken olmaz."

Sert solukları yüzüme çarparken, "Bana sürekli şu siktiğim soruyu sormaktan vaz geç!" diyerek açıkta kalan gerdanımı ısırdı. "Yok bende bu sorunu cevabı!" Başımızdan akan su onun beni öpen dudakları arasında akarak bedenimin geri kalanını ıslatıyordu. Ona karşılık veremeyecek kadar doluydu zihnim. Boynumu emerken çıkardığı sesler üzerimizde akan ılık suyun buharı arasına karışıyordu.

Ona karşılık vermeyen halimi fark edip geri çekildi, aldığı soluk ile şişen göğsü ıslanan sutyen yüzünden belirginleşen meme uçlarıma sürtünüyordu. Vücudumdaki her yerim uyarılmıştı ve sızlıyordu. "Bunları son kez söyleyeceğim," diyen bataklık karaları daha çok koyulaşmıştı sanki. "Seni istiyorum. Bu istemek sadece bedeninle sınırlı olan bir şey değil. Gülüşünü, kokunu, öfkeni, korkunu, sevgini ve sayamayacağım bir dolu şeyi  istiyorum. Anlıyor musun beni?" dediğinde alnını alnıma sertçe bastırdı. "Şimdi bana karşılık ver." diyerek gözlerimin içine baktı. "Lütfen."

Kalbimin Dewran'ın sözleriyle tepe taklak olmuştu. Nefesim kesildi. Onunda nefesini kesmek istedim. Kollarım tutan elleri arasından kurtarmak için asıldım. "Bırak!" Sesim  titremişti.

Serbest kalan kollarımı boynuna sarıp onu bu kez ben sertçe öpen ben olmuştum. Ani tepkim karşısında afallamıştı ama bu pekte uzun bir afallama değildi. Tekrar baskın tarafın o olması birkaç saniyesini aldı. Üst dudağıma dişlerini geçirip beni vahşice öpmeye devam ederken bende ona karşılık veriyordum. Kalbim sadece bedenimi istemediğini bilerek öpüyordu.

Boynumdan kayan eli ıslak sutyenim üzerinden göğsümü oldukça sert kavradığında ikimizde aynı anda inlemiştik. Ufak göğsümü sertçe sıkıp gitgide hoyratlaşan öpüşlerine devam etti. "Onları çıplak hissetmek istiyorum." Nefes nefeseydik. "Ufak uçlarına dişlerimi geçirmek istiyorum." dediğinde o ufak uçlarımı parmaklarının arasına alıp sıkmıştı.

Kopçamı açan parmakları sırtımdan aşağı doğru kayıp kalçamı sertçe kavradı. Bollaşan sutyenimi hırsla tenimden koparıp banyonun ıslak zeminine attı. Islak sutyen yere düşerken tok bir ses bırakmıştı arkasından. Sağ elini çıplak göğüslerime sürterek kalçama getirdi. İki eliyle kalçamı sıkıp beni aniden kucağına almasıyla küçük bir çığlık attım. Düşmekten korkmuştum. Bacaklarımı onun beline sıkı sıkı sarıp onu tekrar öpmeye devam ettim. Bedenim tamamen onun bedenine yapışmış üzerinizden akan suyun aramızdan geçmesine bile izin vermiyordu.

Sertliğini ıslanan iç çamaşırımın üzerinde hissediyordum. En son birleşmemizin üzerinden iki ay geçmişti ve bu ister istemez beni heyecanlandırıyordu. Kendini bana bastırdığında dudakları arasında bir ıslık gibi çıkan küfür beni daha çok tahrik etmişti.

"Siktir!"

Onun arzulu büyüsüne kapılmıştım çoktan. Alt dudağımı sertçe emen adamanın edepsiz lafları beni daha çok harlıyordu. Kalçalarında ki eli artık bacakları kavrıyordu. Bir elim onun kumral saçları arasına girmişken diğer elimle düşmemek için omzuna tutunuyordum. Kendini bir kez daha bana bastırdığında, kumral saçlarını çektim "Ah!" Duşa kabinde yankılanan erkeksi ses bacaklarımı titretti.

"Burada istiyorum, inleyişlerinin banyo duvarına çarparken seni hissetmek istiyorum." Son sözcüğü dudağıma kapanmasıyla üzerimize akan su atında kayboldu. Beni tutan kollarını geri çekip ayaklarımın üzerinde durmamı sağladı. Ne olduğunu anlayamadan yanağım banyo fayansının soğuğu ile buluştu. Sırtım ona dönüktü, kasıklarımda her geçen saniye toplanan ateş artık canımı yakıyordu. Dudakları belimin tam ortasındaki mavi kelebek dövmesi üzerindeydi. Ufak ufal öpüyordu.

Elleri karnımın üzerine gelip o küçük şişliği okşadı. Ensemi zar zor kapatan ıslak saçlarımın arasına burnunu sokup sesli bir soluk çekti. Onu takip eden dudaklar boynumu öpüyor, ısırıyor, kendinden izler bırakıyordu. Düşünemiyordum, düşünmeme izin vermiyordu hemen arkamda duran adam. Yoğun bir şekilde bana yasladığı bedeni hissediyordum.

"Seni biraz eğip içini doldura bilirim." Utanıyordum. Evet bundan daha açık konuştuğu zamanlarda olmuştu ama beni saran arzunun yanın sıra kanımda fokurdayan utancı da hissediyordum. "Bunu yaparım Gülçiçek!"

Yapardı. "Dewran, lütfen..." Ne için yalvardığımı bile bilmiyordum.

Güler gibi bir ses çıkartıp, çıplak göğüslerimi kavrayıp sertçe sıktı. Soluksuz kaldım. Göğüslerimde oyalanan sert ellerden biri bel oyuğumdan aşağı kayıp üzerimde tek parça kalan çamaşırın iplerine dokundu.

Mahremiyetimin sınırında olan el nefeslerimin sıklaşmasına neden oldu. Küçük bir hareketle orayı aralayıp bana dokunabilirdi.

Bekledi, izin istiyordu. Ne kadar sert bir adam olursa olsun rızam dışında hiçbir birlikteliğimiz olmamıştı. "Dokunmak istiyorum." dedi iç çamaşırımı aralayarak. Dudakları kulağımın atlına sert bir öpücük bırakmış, kesil kesik solukları vuruyordu. Tedirgindim ama neden tedirgin olduğumu bilmiyordum. Kemikli parmağı iç çamaşırımın içine kayıp o noktaya sürtündü. "Dewran!" diye inledim.

"Hı," Homurtuları daha çok kıvrılmama neden oluyordu.

Utançla yanan bedenime karşı onun daha çok dokunmasını istiyordum. O da bunu anlamış gibi eli tamamen iç çamaşırımdan içeri girip kadınlığımı hoyratça kavradı. Gözlerim hazdan ve utançtan kapandı. Başımı geriye attığımda, başım sert çenesine çarpmıştı. Parmaklarının kadınlığımın üzerindeki her hareketi beni soluksuz bırakıyordu. Boynumu öpen dudaklar, göğsümü sıkan el, kadınlığımda hareket eden parmaklar aklımı başımdan alıyor ve beni soluksuz bırakıyordu.

Bir an duran parmakların geri çekileceği sanmamla gevşeyen vücudum, kadınlığıma giren parmaklarla beni kaskatı kesti. Dudaklarımdan kaçan inilti bana çok yabancı gelmişti. Arkaya düşen başımı aldığım zevkten dolayı taşıyamaz olmuştum.  "Şşş, sakin ol ve kasma kendini."

Parmakları bile isteye içimde bu denli yavaş hareket ediyordu. "Of, çok güzelsin." Onu tanıyordum, ona gitmediğim iki ayın öcünü alıyordu benden. Gözlerimin artık bir şey görmüyordu. Her şey karanlıktı, zifir bir gece gibiydi. Rahatlamaya ihtiyacım vardı, Dewran'ın içimde hareket eden parmakları her seferinde aldığım bu zevkin sonunu getirmeden geri çekiliyordu.

"Dewran!" Bacaklarım yoğun zevk yüzünden artık beni taşımıyordu.

"Son mu istiyorsun?" Hayvan herif benimle oynuyordu. Kabaran erkekliğini kalçalarıma bastırıp içimdeki parmaklarını hızlandırdı. Omzunda olan kafamı biraz daha bastırıp iniltilerimi özgür bıraktım. Git gide artan ritmi beni bir uçurumdan aşağı bırakıyordu. Hareketleri biraz daha sertleşmişti. Göğsüm, onu sıkan büyük el arasında kaybolup acıyla zonkladı.

Arkamdaki bedenden yükselen kesik kesik inlemeler onun da ne boyutta haz aldığını gösteriyordu. İki elimi duşa kabinin duvarlarına yaslamış bu karanlık arzuyla baş etmeye çalışıyordum. Aramızda yükselen şehvet onun parmak uçlarından bana akıyordu. İçimi yaran parmakları daha çok hızlanmıştı. Şehvetten dolan gözlerim artık çaresizce sona ulaşmayı bekliyordu. "Birleşmek yok Gülçiçek, iki ay benden kaçmanın cezası da olsun ikimize..." Baş parmağı tepemi yatırıp, girip çıkmalarına devam etti.

Gözlerim aldığım hazdan dolayı tamamen kapanmıştı. Bir elimi onun ensesine atıp saçlarını çekiştirdim.

"Gel," Kulağıma çarpan sesle bedenimi büyük bir sarsıntı sardı. Bedenimi ayakta tutan onun beni saran kollarıydı. Parmakları kadınlığımın içinden çıkmasına rağmen hâlâ kadınlığımın üzerindeydi. Nefes alışverişlerim rahatlamama rağmen çok hızlıydı. Parmaklarını içimden çıkardığında, kalan boşlukla bir kez daha sarsılmıştım. Aldığım haz başımı döndürmüştü. Usulca beni kendine çevirdi, sertçe dudaklarımı öpmeye başladı.

Bataklık karaları benim sarmaşık yeşillerime dolandı. Sırtımı tamamen duşa kabinin soğuk duvarlarına yasladığında ufak bedenim onun bedeni tarafından ablukaya alındı. Bataklık karalarını üzerimden ayırmadan  "Güzel Amal." diye mırıldandı, nefes nefeseydik.

Gözlerim kapatıp başımı boynuna gizledim. Soluklarımız hala düzensizdi. İçimde kanat çırpan mavi kelebek o kelimenin ne demek olduğunu öğrenmek istiyordu. Bana her gece sarılırken bu kelimeyi mırıldanıyor olmalıydı. İlk kez bu kadar anlaşılır duymuştum.

"Amal ne demek Dewran?"

Beni saklandığım yerden çıkartıp, sarmaşık yeşillerimin saplandığı bataklıklara bakmamı sağladı. "Umut," deyip dudaklarıma dudaklarını süttü. "benim güzel umudum." 

🌵

Ayladùa' İz'den

Gerçek, bir ateş gibi yakabileceği her yeri yakmıştı. Gülçiçek'in gerçeğinin yaktığı enkazdan külle karşılaşmak istemiyordum. Yangın ya tamamen sönmüş olacaktı ya da daha büyük bir yangınla karşılık verecekti. 

Gülçiçek'in o adamla gitmesine engel olamazdım, zaten bir kez gözlerine bakan biri bunu kolaylıkla anlayabilirdi. Elimdeki anahtarla kapıyı açıp karanlık hole adımımı attığımda ev çok sessizdi. Birkaç saniye gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Dermanı biten ayaklarımı yürümeye zorladığımda oldukça temkinliydim. Odamın kapısının önüne geldiğimde  gözlerimi Dorâ'nın kapısı kapalı odasına çevirdim.

Gidemezdim.

Salonda yükselen ses bir anda olduğum yerde irkilmeme sebep oldu. "Buraya gel Ayladùa!"

Sesindeki kara öfke evin duvarlarına çarpıp kulaklarımda çınladı. Bu sesin sahibini tanımıyordum.

Kapı kolunda olan elimi usulca geri çekip beni neyi beklediğini bilmediğim salona doğru yürümeye başladım. Salon kapısının önüne geldiğimde ağır sigara kokusu tüm salona sarmalamıştı. Açık perdeden giren loş ışık odayı tam anlamıyla aydınlatmıyor olsa da onu görebiliyordum.

Üzerinde her zaman giydiği bol bir eşofman ve oldukça bol duran bir kazak vardı. Çok dağınık duruyordu ve bu dağınıklığın giydikleriyle bir alakası yoktu. Soba yanmıyordu ama buna rağmen evin iç sıcaktı. Attığım her adım ahşap zemin tarafından odanın içindeki sessizliğe ses oluyordu. Adımlarım Dorâ'nın oturduğu çift kişilik koltuk önünde durdu. Gözleri, bacakları arasında birleştirdiği ellerindeydi. Başı mağlup edilmişçesine eğikti.

Bir kasırganın merkezindeydim ve bekliyordum.

"Neden çağırdın beni?" diye sordum sakince.

Başını kaldırıp ayakta dikilen bana baktığında uzun kara kirpiklerinin gölgesi yüzüne bir yara gibi düşmüştü. Dudağının kenarında kuruyan yara izini gördüğümde kaşlarım istemsizce çatıldı. Dewran denen adam ile birbirlerine girdiklerinde olmuştu mutlaka. Dağınık siyah saçlarından bir kısmı alnına düşmüş o geniş alanı kapatmıştı. Neden konuşmadan sadece bakıyordu? 

"Dorâ-" Konuşmamı keskince kesti.

"Ne demeye o itin arabasına biniyorsun?" diye hırladı. Evet hırlamıştı. Sesi oldukça yüksek çıkmıştı. Kapkara bir öfke ile bana bakarken benden bir cevap bekliyordu. "Sen beni delirtmek mi istiyorsun? Aferin, delirdim!"

"Ben Gülçiçek-" Öfkesi konuşmama izin vermiyordu. Gülçiçek için bindim o arabaya, bana güvenip sırrını veren bir kadına sırtımı dönemezdim. Onu nasıl bırakırdım?

"Gülçiçek deme bana!" Sesi oldukça sertti! "Onun ismini duymak istemiyorum."

"Sen ne dediğini bilmeyen bir manyaksın." dedim hırsla. "Hepiniz kafayı yemişsiniz. Sen, Ali hatta Özgür bile. Öfkeden önünüzü görememeyi bir nebze de olsa anlarım ama siz önünüzü değil sevdiklerinizi göremiyorsunuz." Kara zehirdendi sözlerim. O konuşmak değil kavga etmek istiyordu. Beni anlamayacak, dinlemeyecekti ama ben konuşmaktan geri durmayacaktım.

Hâlâ ayakta dikilip öfkeyle bakan adama meydan okuyordum. Birden ayaklanıp bileğimi kavradığında kaskatı kesildim. Bileğimi tutan eli canımı yakıyordu. Bileğimi, beni tutan sert elden kurtarmak için çekiştirdim ama o çok güçlüydü. Bırakmıyordu.

"Karşıma geçip Gülçiçek'i mi savunacaksın?" diye sorduğunda sesi bir deprem gibi evi sarstı.

Onun için bu bir savunma olarak görünüyorsa, evet savunacaktım. "Evet savunacağım çünkü o yanlış hiçbir şey yapmadı." dedim, kafamı biraz dikerek.

Kasılan çenesi yüzünden yutkunmak zorunda kalmıştım. İçe çöken yanakları öfkeli bakışlarını daha çok ortaya çıkarmıştı. Göz bebekleri titriyor ve beni öldürmek istiyor gibi bakıyordu. Bileğimde olan eliyle beni aniden kendine çekip göğsüne çarpmama sebep oldu. Nefesinin hırıltısı yanağımı yalayıp yanımdan geçiyordu.

"Gözlerimin içine baba baka Dewran şerefsizini sevdiğini söyledi! Bu da yetmezmiş gibi o pezevenkten hamile! Sen de karşıma geçmiş yanlış hiçbir şey olmadığını mı geveliyorsun?" diye hırladığında ondan uzaklaşmak istedim. Bu davranışları beni korkutuyordu. "Doğru bir şey yok ulan!"

Onun gözleri alev alev yanarken benim gözlerim buzdan sarkıtlar örüyordu aramıza. Sesim onun öfkesinden dolayı kaçıp saklanmıştı sanki. Dudaklarımı aralayamıyor, aralasam bile dağılan zihnimi bir şey söylemek için toparlayamıyordum.

"Doğru bir şey yok amına koyayım!"

Tutuşu canımı yakıyordu. "Bırak!" diyerek beni tutan adamdan kurtulamaya çalıştık. Bırakmıyordu, debelenmelerim üzerine bileğimi biraz daha sıkı kavradığında ağzımdan kaçan acı inleyişe mani olamadım "Ah!" Eli ateşe değmiş gibi birden bileğimi serbest bıraktı.

Ondan bir adım geriye kaçtım ve mezara benzeyen gözlerine baktım. "Sana ne anlatsam da anlamayacaksın değil mi?" diye mırıldandığımda, ağrıyan bileğimi ovalıyordum. "Birinin sebeplerini bilmeden seçimlerini yargılamak alçakça." deyip gözlerimi yumdum, Dorâ'ya bakmak istemiyordum. Zifire dönmüş o mezarlardan kaçıyordum. "Üstelik o senin arkadaşın." Sizin için sizden vaz geçen arkadaşınız.

"Evet benim arkadaşım, bu nedenle bu mesele seni ilgilendirmez." dedi, ateşiyle beni de yakarken.

İncinmem gerekmiyordu.

"Arkadaşın," Tam olarak ne hissetmeliydim?  Kırılmamıştım, bu hissettiğim kırılmaktan daha büyük bir şeydi. Kirpiklerimi sertçe birbirine bastırıp başımı hafifçe sağa sola salladım. Ona bakarsam eğer yeni tanıştığım bu acımasızlık yüzünden ağlayabilirdim. Ben Gülçiçek'in arkadaşı değildim, doğruydu.

Ben kimsenin hiç kimsesiydim.

Bunun bana tekrar hatırlatılmış olması her ne kadar itiraf etmek istemesem de canımı yakmıştı. "Haklısın o sesin arkadaşın benim değil." diye mırıldanıp sertçe yutkundum. "Arkadaşın bir hastane odasında ağlamaktan kızarmış gözlerine rağmen bana gülümsemeye çalışarak sizin gelip gelmediğinizi sordu. Korkmuş görünüyordu, korkusunun kaynağı Dewran mı yoksa sizi kaybetmek mi bilemiyorum ama ben onu anlıyorum." Gözlerimi zorlukla aralayıp kararan buzdan gözlere baktım. "Ben arkadaşınızı size rağmen, o adama rağmen anlıyorum Dorâ." Sesim titremişti.

Gözlerim sesim kadar üzgün bakıyor olmalıydı. "Bakma bana şöyle." dedi, sesindeki o sert tınıyı biraz yumuşatarak. Kışı yaşatıp sonrada çıkardığı kıyamette ölmemi istemiyor gibi davranıyordu. "Ona öfkeliyim," deyip dişlerini birbirine bastırdı. "ona çok öfkeliyim. Anlamaya çalış beni, anlamaya çalış ne olursun. Bakma kırkın kırgın."

Kırgın bakmıyordum, bakmıyordum değil mi? Ona kırılacak kadar alışmıştım ve bununla yüzleşmek kalbimi sızlatıyordu. "Gülçiçek'e öfkeli olmanı anlarım ama sen onu anlamaya çalışmıyorsun. Sen onu anlamayı çalışmayı bile denemiyorsun, Dorâ" dedim, sesimin titrememesi için kendimi çok fazla sıktım. "Sen onu anlamaya uğraşmazken ben seni nasıl anlayabilirim?"

Dorâ bir çıkmaz sokaktı ve duvarları arasında sıkışıp kalmıştı. Çıkmaz sokağı çıkmaz yapan duvarlarını yıkmalıydı. Duvarlar yıkılırsa, çıkmaz olan da yok olurdu.

"Nasıl yapacağımı bilmiyorum tamam mı? Gülçiçek'in şu an o şerefsizle olduğunu düşünmek bile öfkemin kabarmasına sebep olurken bunu nasıl yapabilirim?" diyerek öfkeyle sırtını bana dönüp saçlarını çekiştirdi. "Gülçiçek beni arkadaşım değil kardeşimdi. O it kim bilir ne zamandır kardeşimin peşindeydi." diye tısladı. "Ben nasıl göremedim?"

Dorâ kendini suçluyordu. Öfkesinin çoğu kendineydi, kardeşi olarak gördüğü Gülçiçek'i koruyamamış olmak onu öfkelendiriyordu. Bu yüzden kendini suçlayamazdı. Bu olayda kimse suçlu değildi, Gülçiçek o adamı seviyordu her ne kadar sevilmeye layık olmasa da.

Buna karar veren kişi de ben olamam. Kimin kimi sevmesine karışmazdım.

Aramızdaki kısa mesafeyi kapatıp, ürkekçe omzuna dondum. Dokunuşum onu titretmişti. "Dorâ, olanlar senin suçun değil." Sesimde ona karşı yükselen bu merhametin ne olduğunu şimdi düşünmeyecektim. "Gülçiçek o adamı gerçekten seviyor." dediğimde aniden bana döndü.

"Bunu bilemezsin Ayladùa." dedi kaşlarını çatarak. Bana bakıyordu inanmak istiyordu ama bildikleri bana inanmasının önünü büyük bir kaya parçasıyla kapatıyordu. Rengi öfkeden açılmış erkeksi dudakları titriyordu. Düşüncelerimiz tepe taklak olmuştu.

"Bilemem doğru," deyip omuzlarımı silktim. "ama hissedebilirim." Dorâ'yı avutuyordum ama bu gerçeklerle gerçekleştirilen bir avuntuydu.

Kopan bir fırtına sonrası çıkan gökkuşağına benzeyen gözlerine tebessüm ederek baktığımda, bakışlarımız o gökkuşağını birlikte istediğimiz renge boyadı. Ona söylediğim yalanlara bile inanırken ona karşı söylediğim gerçeğe nasıl inanmazdı?

"Ayladùa."

"Dorâ," dedim sakince. "Bana inanıyor musun?" Bana inanır mısın, der gibi çıkmıştı sesim.

"Bu yaptığınla nasıl başa çıkarım." dedi başını bana doğru eğerek. "Tüm inanışlarım sende geçerken nasıl inanmam ki sana? Ama söz konusu Gülçiçek, söz konusu kardeş bildiğim biri."

"Tek başına başa çıkmana gerek yok." dedim titrekçe. "Ben buradayım birlikte başa çıkarız. Gülçiçek'in kardeşin gibi olduğunu söyleyen sendin, bunu kendim için değil onun için istiyorum. Bana inanmanı senin için istiyorum, Dorâ. Gülçiçek onu bıraktığını sanıyor, onu bir başına bırakma olur mu?" dedim buruk bir sesle.

Çenemi tutup kaldırdığında, tenime dokunan parmaklar çok sıcaktı. Tenim bana dokunduğu yerler uyuşmaya başlamıştı. Dokunduğu yerde yükselen yangın tüm bedenimi sarıp kalbimde durdu. "Ayladùa." diye fısıldadığında, sesindeki buzlar tenimdeki aleve karışıp aynı anda bizi titretti. Bana dokunmasından neden rahatsız olmuyordum? Bir gece önce bundan rahatsız olduğumu bağıran zihnimi, şimdi görmezden geliyordum. "Tamam," dedi, buzdan lacivertlerin içindeki ufalan kara öfkeye rağmen. "onu bir başına bırakmayacağım."

"Bu iyi." diyerek tebessüm ettim. Gözlerime ulaşan bir tebessümdü. Kendisiyle olan kavgasına rağmen bana inanmayı seçmişti.

"Onu affettim demedim Ayladùa." dedi dudağımda asılı kalan gülümsemeye bakarak. Hemen affetmesini beklemiyordum zaten bu bile çok büyük bir ilerleme gibi duruyordu.

Kara öfke o kadar azalmıştı ki bir an kendisini buzdan lacivertlerin açtığı o uçurumdan aşağı attığını düşündüm. Onu yok etmemi beklemeden kendisi kaçmıştı. Uçurumdan düştüğünü hayal ettim. Dorâ'nın kara öfkesi zifir bir gecede kendini görünmez bir uçurumun dibinde buldu. Bu beni sevindirdi, çok sevindirdi.

"Biliyorum." dedim, sesim düzdü.

"O zaman niye böyle gülüyorsun?" diye sorduğunda çenemdeki parmakları dudak kenarımdaki kıvrıma dokundu. O çukuru belli belirsiz okşayıp gözlerimin içine baktı.

"Bilmem." diyerek, başımı sağa  sola salladım. Kısıla gözleri verdiğim cevaptan pekte memnun olmuş gibi durmuyordu ama gerçekten tam olarak neden tebessüm ettiğimi bilmiyordum. "Sanırım onu affetmeyeceğini de söylemedin."

"Bu bir cevap değil." dedi, kelimelerinin üzerinde görünmez bir vurgu vardı. Yüzümdeki parmaklar tamamen çekilmişti. Parmalarının yokluğu yüzüme inen bir kırbaç gibi hissettirdi.

"Bu tam olarak bir cevap Dorâ." dedim.

"Benimle oynuyorsun ve bende buna izin veriyorum. İzin vermemem gerektiğini biliyorum ama buna engel olamıyorum. İsmimi bile söyleyerek bana istediğin her şeyi yaptırabilecek kadar güçlüsün." Dorâ'nın itirafı yüzümdeki gülümsemenin donup kalmasına neden oldu.

Sertçe yutkundum. Kuruyan dudaklarımı onun bana batan bakışları altında dilimle ıslattım. "Kulağa hiçte adil gelmiyor." diye mırıldandım.

Bir çığ düşmüştü ve kurtulmaya çalıştıkça daha fazla batıyorduk. Kara gömülen bedenlerimiz birbirlerine kör düğüm olmuştu. Biz bu düğümü çözük altında kaldığımız kardan kurtulmaya çalıştıkça daha fazla düğümleniyorduk.

"Konu sensen hiçbir şeyin adil olmasına gerek yok." Yüzündeki kararlı karartı beni sarstı. Beni bu kadar severken Dorâ'nın sevgisini acıtıyordum. Kara bir hüzün sardı odanın tamamını. Beni kim sevdiyse, hepsinin bir yerleri acıdı.

"Dorâ, beni bu kadar sevme." Salak! Sen ona beni sevme derken sen bir başkasını sevmekten vaz geçebiliyor musun? Sürekli bunu söyleyerek incitmeyi bırak.

Başını sağ omzuna yatırıp bu kez o bana tebessüm ederek baktı. "Senin tarafından öldürüleceğimi bilsem de seni sevmekten vazgeçmem. Sen benim on dokuz yıl boyunca sabırla beklediğim kaderimsin." Çaresizce düştüm bu inden çıkamayacaktım çünkü buranın çıkışı hiçbir zaman inşa edilmemişti. "Olacaksa, ölümüm kaderimin ellerinde olsun."

"Dorâ," dediğimde sesim çatlamıştı. Onu bir gün öldürüp öldürmeyeceğim sorusunun cevabı birkaç gün önceye kadar oldukça netken şimdi karanlık zihnimde o cevabı bulamıyordum.

Birden bakışlarımız birbirine kilitlendi. Karnıma saplanan kurşunları görmezden gelemiyordum, bu andan kurtulmalı ya da kaçmalıydım. Ondan kaçamazdım ama o kaçabilirdi.

Gözlerini benden çekip, "O adamdan uzak duracaksın!" dediğinde ilk başta kimden bahsettiğini anlamadım.

"Ne?"

"O orospu çocuğundan uzak duracaksın. Değil bayılmak biri bile ölse o arabaya bir kez daha binmeyeceksin!" dedi sertçe. Yok olan öfkesi bir anda tekrar gün yüzüne çıkmıştı.

"Ne?" Şaşkındım, beni Dewran gibi bir adamdan mı kıskanıyordu yani? Aramızda o kadar sorun varken bunu mesela haline getirmesine inanamıyordum.

"Sürekli şu soktuğumun kelimesini söyleyip durma!" diye bağırdı. Gerçekten hem küfretmiş hem de bağırmıştı. Gözlerimi şaşkınlıkla açıp onun birden öfkeyle dolup taşan gözlerine diktim.

"Sen de bana küfredip bağırma o zaman!" diye bağırdım, beni başka türlü duyacak gibi değildi.

"Ben sana küfretmedim tamam mı, söylediğin kelimeye küfrettim?" Bunları söylerken de bağırıyordu. Dorâ kıskanç bir adamdı ve bu kadarını görmek bile bana yetmişti.

"Ruh hastasısın sen!"

"Ruh hastasıyım." dedi.

"Manyaksın!"

"He manyağım." Öfkeyle söylediğim her şeyi iki katı öfkeyle kabul edip bağırarak tekrarlıyordu.

"Sen ne dediğini bilmiyordun Dewran-" Sözümü sertçe kesti.

"Söyleme lan onun ismini!" diye bağırdığında korkuyla açılan gözlerimle ona inanamayarak bakıyordum. Kıskançlık onu deliye döndürmüştü ama neden Dewran'ı kıskandığını anlayamıyordum?

"Dengesizce bağırıp beni korkutmayı bırak." dedim sert bir sesle.

Gözlerini yumup bekledi. Parmakları arasına aldığı siyah saçlarına asılıp duruyordu. O çektikçe acısını kendi saç diplerimde hissediyordum. Başını geriye atığı için ortaya çıkan âdem elması yutkunmasıyla birlikte sertçe aşağı inip tekrar yukarı çıktı. Gözlerim gerilen bedeni üzerinde mekik dokuyordu.

"Sana çok öfkeliyim." dedi, bağırmıyordu ama sesi birkaç dakika öncesindeki kadar yumuşakta değildi.

"Bana neden öfkeli olduğunu anlamıyorum." diye mırıldandım bakışlarımı çekmeden.

"Kıskanıyorum çünkü!" dedi, her zaman açık olduğundan biraz daha fazla açık olmuştu.

Dewran'ın arabasına binmem onun kıskanmasını gerektirecek kadar önemli bir mesele değildi. Birden başını düzeltip doğrudan bana baktı, aramızda yarım adımlık bir mesafe vardı. "Kıskanmanı gerektirecek bir şey yapmadım ben." dedim.

Şeytanın inine sinmiş şeytandan daha kötü bir adam gibi güldü. "Kıskanmamı gerektirecek bir şey yapmadın mı?" Sesi oldukça gür çıkmıştı. Uçurumun dibine çakıldığını sandığım kara öfke hiçbir yere gitmemişti, tam karşımdaydı. Bir anda beni kollarının arasına çekip bedenine yasladı. Bu ikinci kez oluyordu. "Yapmadın öyle mi?" Gözlerim dehşetle açılmıştı.

"Dorâ!" Soluk alamıyordum.

"Ben, dudağına değen elini kıskanıyorum lan! Tarağın değdiği kızıl saçlarının her bir telini kıskanıyorum. Gülerken dudağının kenarında oluşan ufacık çukuru kıskanıyorum. Ulan ben sesi senden kıskanıyorum, sen kalkmış bana bir şey yapmadığını söylüyorsun. Seni kıskanmam için senin öylece durman bile bana yetiyor." Bana bakan buzdan lacivertler hurdaya dönmüştü.

Aynı anda sertçe yutkunduk. Onun gözleri bendeyken, benim gözlerim hırsla inip kalkan göğsündeydi. Karanfilli elma kokusunun yoğunluğu mu başımı döndürüyordu yoksa Dorâ'nın sözleri mi bilemiyordum.

"Anladın mı?" diye sorduğunda, buzdan lacivertlerden kaçıyordum. Bakmayacaktım.

Zaman kızıl ırmak gibi aramızda geçip giderken birden kendimi o ırmağa itilmiş hissettim. Irmak beni kurtarmak için kabul etmiş olmalıydı ama ben kurtulmak istemiyordum. Artık kızıl ırmak beni öldürebilirdi. Ölebilirdim.

"Anladın mı diye sordum, Kunâla?"

Bazen bazı şeyler yoktur ama bu sorunun bir cevabı var. "Evet," diyerek mırıldandım.

"Güzel," diye mırıldandığında sesinde memnun olmuş bir tını vardı. "şimdi uyumaya gidebilirsin. Saat çok geç oldu." dedi, beni saran kolları artık beni sarmıyordu.

Başımı sallanmakla yetindim. Onun yanında kaldıkça değiştiğimi görebiliyordum. Sadece yanından gitmek istedim. Yanından geçip iki adım atmıştım ki birden kendimi sırt üstü yerde buldum. Ben yerdeydim Dorâ ise tam üzerimdeydi. Bana bakmıyor başı perdesi açık pencereye dönüktü. "Ne yapıyorsun?"

"Şşş, sessiz ol." Sesindeki temkinli tınıdan bir şeylerin doğru gitmediğini anladım. "Bahçe kapısı açıldı, davetsiz misafirlerimiz var."

Kalbim korkuyla çarpmaya başladı. "Kim, kim gelir?" Sesim kontrollü çıkmıştı.

Yüzünü bana çevirip, "Bilmiyorum ama sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim." deyip gözlerimin içine baktı. Tüm bedeni ne kadar üzerimde olsa da bana temas etmiyordu. "Şimdi sana dediklerimi yapacaksın. Ben çık dediğim anda sürünerek odama gideceksin. Yatağın duvar kenarına yakın kısma geçip beklemeye başlayacaksın. Tamam mı?" deyip benden cevap bekledi.

"Ama-" İtiraz etmek için araladığım dudaklarım anında kapatıldı.

"Tamam mı dedim?" diye fısıldayarak bağırmasıyla silahların patlaması bir oldu. "Siktiğimin orospu çocukları!" Kendini bana siper edip, "Korkma, sakın korkma. Ben buradayım. Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim, bana inanıyorsun değil mi?"

"Korkmuyorum." Korkuyordum ama onun bunu bilmesine gerek yoktu.

"Aferin, benim gibi bir adamdan korkmazken iki kurşundan korkacak değilsin." Dorâ'nın sesi, silah sesleri ve boş kovanların ahşap zemine düşme seslerine karışmıştı.

Kalbim beni saran bedeni delip geçecek kadar hızlı artıyordu. Her silah patlayışı belirli aralıklarla sıkılıyor ve duruyordu. Korku endişe ve daha birçok sayamadığım hissi aynı anda yaşıyor olmak zihnimi allak bullak etmişti. Dorâ telefonla oldukça kısık bir sesle konuşuyor ama kelimeler benim için anlam kazanamıyordu. "Koray, pezevenkler bildiğin evi taramak için ara ara ateş ediyorlar." dediğinde ev gerçekten taranmaya başlamıştı.
Ağzımdan kaçan çığlığa engel olamamamın sonucu olarak daha çok ateş edilmeye başlandı. Çığlığım yerimizi belli etmişti. "Siktir! Polisi ara Koray, polisi ara." diye bağıran Dorâ telefonu gelişi güzel bir yere fırlatmış olmalıydı. "Sakin ol!"

Olamıyordum, en son böyle bir an yaşadığımda hayatta en değer verdiğim insanı kaybetmiştim. Ellerim gibi tüm bedenimde anın verdiği adrenalinden dolayı titriyordu. Genzimden yükselen korkunun kokusunu alabiliyordum. Kalbime peş peşe inen yumruklar canımı acıtıyorlardı.

Elleri yanaklarımı kavradı ve üzerimize aralıksız yağan kurşunları bir an yok saymam için beni sarstı. "Hey, şimdi dediğimde üzerinden çekileceğim ve sen doğrudan odama gideceksin."

Onun sözleri beni girdiğim transtan çekip almıştı. "Sen? Sen gelmeyecek misin?" Damarlarımda ki kanın çekildiğini hissettim.

"Önce sen, Kunâla!" Sesi itiraz kabul etmiyordu. Alt dudağımın da tüm bedenim gibi titriyordu.

Korktuğum şey ölmek değildi, kaybetmekti.

"Sende gel benimle." diye fısıldadım. Bana olan bakışları temkinliydi çünkü beni ikna etmek istiyordu.

"Geleceğim," dedi sesine saklanan kara öfkeyi sakinleştirmeye çalışırken. "ama önce senin gitmem lazım. Hem bunu tartışmak için uygun bir zamanda değiliz." O gizlediği kara öfkeye rağmen hala çok temkinliydi.

Ölmesin kimse artık, ölmesin istiyordum. "Dorâ ölme," dedim onun doğrudan bana bakan buzdan lacivertlerine bakarak. Gözlerim nasıl bakıyordu; korkmuş, ürkek, boş bilmiyordum.

"Ölmeyeceğim."

"Ölme," diye fısıldadım, boğazıma takılanları yok sayarak. "sakın ölme Dorâ."

"Ölmeyeceğim, hadi." Beni inandırmak istiyordu. İnadım.

Dorâ'dan gelen karanfilli elma kokusu beni rahatlatıyordu, çok güzel kokuyordu. Bu kokuya ölüm kokusunun bulaşmasını istemiyordum. Karanfilli elma kokan bir adam asla ölüm kokmamalıydı.

Silah sesleri durmuştu. "Şimdi." diyerek kendini yan tarafa atan adamla bende onun bana anlattığı gibi dizlerimin üzerinde doğrulmadan karanlık hole kadar sürünerek ilerledim. Sürünmemden dolayı dizlerimin her tahta zemine değdiğinde canımın yanmasına mani olamamıştım. Dorâ'nın söylediği gibi odasına girip yatağın duvar kısmına geçtim ve yere çömeldim.

"Ne olur ölme." diye mırıldanırken dizlerimi kendime çekmiş ileri geri sallanıyordum. Bu davranışı akıl sağlığımı kaybetmek üzere yatırıldığım hastane odasında da sık sık yapardım. Sürekli ileri geri hareket edip o tanıdığım cümle dökülüyordu dudaklarım arasında. Karanfilli elma kokan adam da ölecekti. Tüm güzel kokan adamlar ölüyordu. Tüm güzel kokan adamları öldürüyorlardı.

Yine delirmeye mi başladın küçük salak?

"Hayır delirmedim!" diye fısıldadım uzun süredir benimle konuşmayan diğer kızla. Susmalıydı o, gelmemeliydi. Gel Dorâ, ölmeden gel. Sen ölme.

Yatak odasının kapısı birden açıldığında çelik kapının kırılma sesini de işitmiştim. Kapı sertçe duvara çarpıp tüm evi sarsmıştı. Olduğum yerden kalmama izin vermeyen o tanıdık ses oldukça katıydı. "Sakın kalkma!"

Duyduğum sesin beni rahatlatması gerekirken neden daha çok titriyordum. Oda karanlıktı ama karanlığa alışan gözlerim Dorâ'nın elinde tuttuğu silahı seçebilmişti. Arabada gördüğüm silah şimdi onun elleri arasındaydı. Sırtını duvara yaslamış ve içeri girenlerin aralarında geçen konuşmayı dinliyordu.

Holden yükselen kalın ses, "Sen şu tarafa bak ben de şu odaya bakacağım." dediğinde ses bizim olduğumuz odaya çok yakın bir yerden geliyordu. Zaten aralık olan kapı büyük bir yavaşlıkla açıldığında iri bir karartı içeri girdi. İri iri olmuş gözlerimle o karartıya baktığımda beni fark etmişti. Bana doğru attığı adım evin içinde yankılanan tek silah sesiyle son buldu.

Dorâ o karartıyı vurmuştu.

Vurulan beden yere düşerken gürültülü bir ses çıkardı. Holden yükselen adım sesleri buraya geldiklerini gösteriyordu. "Abi ses şu odadan geldi." diyen bir diğer ses ve ona karışan bir dolu ses vardı evin içinde. 

Bedeni yere düşen adamı görmüyordum ama Dorâ'nın üzerimde olan yoğun bakışlarını görüyordum. Odanın kapısı itildiğinde, Dorâ işaret parmağını dudağının üzerine getirip susmamı işaret etti. İki avucumu anında ağzıma kapatıp bekledim. İçeri giren beden yine bir karartıdan ibaretti. Zifir bir karartı vardı her yerde.

"Abi Musa vurulmuş," diyen ses gözlerini odada gezdirdiğinde köşeye büzüşmüş beni gördü. "sen mi vurdun lan kahpe-" Dorâ son sözcüğü söylemesine izin vermemiş o karartıyı da vurmuştu.

Evde ikinci kez yankılanan silah sesine bu kez polis sirenleri karışmıştı. Polis araçlarının o bilindik ışıkları mahalleyi sarmış odanın ortasına düşmüştü. Belki de o ışıklar şu an yerde yatan iki ölü bedenin üzerine düşüyordu.

Üşüyordum, karda yalın ayak yürüyen bir kızdım. Ayaklarım bastığım karlar yüzünden yanıyordu. Korkum ise yanan ayaklarımı görmezden gelip daha çok kendime sarılmama sebep oluyordu. Kara basa basa koşmaya çalışıyordum ama hiçbir zaman istediğim hıza ulaşamıyordum çünkü kar beni kendisine doğru batırıyordu.

Bana yaklaşan bedenin varlığını çığlık atarak engellemeye çalıştım. "Gelme!" Soluk mavilerim yenilginin yorgunluğuyla tökezlemişti. Hızlanan soluklarım, beni soluksuz bırakıyordu.

O adam öldürmüştü.

Dora iki adam öldürmüştü. Evet onları göremiyordum ama hemen yatağın arakasında yerde yatan iki ceset vardı.

Dorâ gerçekten kimdi?

"Kunâla geldim." diyen sesi duyduğumda bacaklarımı kendime daha çok çektim. Şoktaydım, şokta olduğumu bilecek kadar çok yaşamıştım bu durumu. "Ölmeden geldim."

"Geldin," diye mırıldandım, ağlamıyordum ama sesim boğuk ve çatlak çıkmıştı. "Ölmeden geldin ama iki adam öldürdün. Sen iki adam öldürdün." Sesim öylesine çaresiz çıkmıştı ki.

"Evet öldürdüm." sesindeki tını beni üşütmüştü. Öldürdüm derken bile sesi titrememişti. "O gözlerini görmeme izin ver." diye fısıldadı. Fısıltısı kasırgaları yutacak bir kara delik kadar güçlü çıkmıştı.

"Gözlerimi görmeni istemiyorum, tek kalmak istiyorum." O ölmemişti ama öldürmüştü.

"Tek kalmana izin vermeyeceğimi biliyorsun. Hadi o güzel gözlerini görmeme izin ver. Bunu zorla yapmak istemiyorum, hadi." Sesinde kendiyle savaştığı anlaşılıyordu.

Başımı dizlerimin önüne çömelen adama doğru kaldırdım. "Sen adam öldürdün." Diye mırıldandığımda, buzdan lacivertlerdeki kara öfke bir sis bulutuna dönüşmüştü. Sisi de bulutu da çok büyüktü, çok.

"Sana göründüğü kadar iyi biri olmadığımı söylemiştim, Kunâla."

🌵🌵🌵

*Bölüm nasıldı bakalım?

Sizi seviyorummmmmm(:
Instagram: yamayapmakguzeldir / kaktuslere

Continue Reading

You'll Also Like

Kayıp Parça By Rabikce

General Fiction

54.2K 4.4K 11
Balım. Kalabalık bir ailenin en küçük üyesiydi. Babasının göz bebeği, abilerinin prensesi. Ancak annesinin hataları yüzünden hayatı bir anda değişti...
124K 20.1K 43
TÖRE & ADALET SERİSİ 2. KİTAP♟️👠🎓
3.1M 157K 66
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
397K 21.2K 46
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...