Venüs'ün Afrazesi (Tamamlandı)

By anonim_eller

9.4K 2.4K 11.2K

Aklını fütursuzca istila eden düşünceler onu çıldırmanın eşiğine getirmişti. Kalbi, her geçen gün bastırmaya... More

Tanıtım
1.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10.BÖLÜM
ALINTI (11.BÖLÜM)
11.BÖLÜM
ALINTI (12.BÖLÜM)
12.BÖLÜM
ALINTI (13.BÖLÜM)
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
ALINTI (17.BÖLÜM)
17.BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.BÖLÜM
29.BÖLÜM
30.BÖLÜM (FİNAL)
SON SÖZ
ÖZEL BÖLÜM

2.BÖLÜM

481 129 505
By anonim_eller

      Yeni bölümle hepinizi kucaklıyorum. Gerçi hepiniz desem de henüz bir kitlemiz oluşmadı.😂

      Umarım bu bölümü zevkle okursunuz. Hepinize kocaman sevgiler. ♡ Oy ve yorumlarınızı esirgemezseniz çok mutlu olurum.

~~~
      Günümüz

      Gözlerime vuran ışık ve yatağımda zıplayan kızım uyanma vaktimin geldiğini gösteriyordu. Sonuçta her anne gibi kızımın kalktığı saat benim de kalkma saatimi belirliyordu. Ama dünün verdiği yorgunluğu hala üstümden atamamıştım. Neyse ki bugün izinliydim. Güneş ile birlikte uzun zamandır doya doya vakit geçirememiştik. Artık vakti gelmişti.

     “Anne! Hadi bak vakit geçiyor. Tik-tak, tik-tak!”

     Güneş’in dedikleriyle yüzümde geniş bir gülümseme yer edindi. Kızımın en sevdiği şeylerden biri de babasının repliklerini taklit ediyor olmasıydı. Babasıyla ilgili anlattığım her şeyi zihninin en değerli köşesine sakladığına emindim. Güneş Tarık’ı taklit ettiğinde gerçekten de onu yanımda hissediyordum.

     "Oh be! Bir an hiç gülmeyeceksin sandım anne.” demesiyle gözlerimi şaşkınlıkla araladım ve büyük bir kahkaha attım. Sonra hafif doğrularak kızımın belinden tutarak yatağa yatırdım.

     “Babası kılıklı seni! Şimdi sana gününü gösterelim bakalım.”

     Söylediklerimle birlikte Güneş’i gıdıklamaya başlamış ve gülerek konuşmaya devam etmiştim.

     “Evet komutanım babasına aşık bir bücür hedefimizde. Şimdi onu sihirli parmaklarımla etkisiz hale getiriyorum.”

     “Anne ya! Tamam, tamam dur lütfen!”

     İkimiz de nefes nefese kalmıştık. Kendimi kızımın yanına attım ve ikimiz de bir süre nefeslerimizi düzenlemeye çalıştık. Ardından kızımın sesiyle ona döndüm.

     “Anne bugün işe gidecek misin?”

     Sorusunu gülerek yanıtladım. “Hayır annecim. Bugünü anne kız günü ilan ediyorum. Ve tahminlerime göre çok eğleneceğiz.”.

     Kızım bu duyduklarıyla hızla ayağa kalktı ve çığlık atarak yatakta zıplamaya başladı.

     “Yaşasın anne kız günü! Pamuk şekeri de yeriz değil mi anne?”

     Onu onaylar biçimde kafamı sallayınca hemen bana doğru eğildi ve yanağıma kocaman bir öpücük bıraktı.

     “Ama dışarı çıkabilmemiz için önce enerji toplamalıyız. Yani bu ne demek oluyor?”

     “Eller yıkanacak ve kahvaltı hazırlanacak!” dediği gibi hemen banyoya koşan kızımın ardından mutlulukla bakıyordum. Gözlerim duvardaki resimle kesiştiğinde ağzımdan ufak bir mırıldanma döküldü.

     “Günaydın sevgilim.”

     “Anne ellerimi yıkamama yardım eder misin?”

     Kızımın bağırışıyla hızla ayaklanmış ve onun yanına gitmiştim. Boyu henüz musluğa ulaşmıyordu. O yüzden ufak basamağı lavabonun altına koydum ve onu üstüne çıkartarak ellerini yıkamasına yardım ettim. İşini halleden kızım banyodan çıktıktan sonra ben de elime yüzüme su vurarak banyodan çıktım.

     “Evet, ben hazırım Güneş Hanım. Kahvaltı menüsünü sizin kararınıza bırakıyorum.”

     Kızım oyunuma gülümseyerek karşılık verdi.

     “Güzel bir omlet kulağa hoş geliyor Ayla Hanım.”

     Küçük kızıma şaşkın gözlerle bakarken yaşına göre ne kadar olgun olduğu tekrar gözümün önüne serildi. Buzdolabından gerekli malzemeleri çıkarıyordum. O esnada odayı Güneş’in açtığı televizyonun sesi doldurdu. Bir haber kanalı açıktı. Haberde olası Covid-19 pandemisinden bahsediliyordu. Neyse ki şu anda ülkemizde bir vaka yoktu.

     Yaklaşık yarım saat sonra masayı kurmuştum. Güneş ise bana çaktırmamaya çalışarak masaya koyduğum şeylerden ağzına atıp duruyordu. Resmen babasının bir kopyasıydı. Tarık da sürekli hazır olmayan masadan bir şeyler alıp ağzına tıkıştırırdı. Masa hazır olduktan sonra oturarak kızımla güzel bir kahvaltı yapmıştık. Üzerimize birer mavi kot pantolon ve desenli beyaz tişört alırken saçlarımızı da at kuyruğu yapmıştık.

     Öyle şatafatlı şeyleri giymeyi pek sevmiyordum. En sevdiğim ikili anlaşılacağı üzere tişört ve pantolondu. Ne yapabilirdim ki? Bu kıyafetler çok rahattı ve açıkçası rahatıma düşkündüm. Gerçi ben ne kadar böyle desem de hayatımın çoğu evresinde annemin başıma zorla tuttuğu stilistler giydirirdi beni. Neymiş, giyinmeyi bilmiyormuşum. Rahatsız bir sürü kıyafet giyiyordum sürekli. Özellikle o topuklu ayakkabılar birer işkenceydi. Neyse ki bu durumdan üniversitede kurtulmuştum.

     Hazırlandıktan sonra Güneş'le birlikte dışarı çıkmış ve sahile gitmiştik. İzmir’in sahili ayrı bir güzeldi. Keşke hayatımı hep burada geçirmiş olsaydım. Ama ne yazık ki çocukluğum o sıkıcı ve boğucu binalar arasında İstanbul’da geçmişti. Elbette İstanbul’un güzelliği ayrıydı. Sadece bu güzelliği annemle babamın baskıları köreltiyordu. Bundandı benim İzmir’e olan sevgim. Belki sevdiğim adamı bana getirdiği için de seviyor olabilirdim. Aman! Sonuçta İzmir’i seviyordum. Galiba Tarık geveze olduğum konusunda haklıydı.

     Güneş elimden çekiştirip “Anne pamuk şekeri, lütfen!” diye ısrar ediyordu.

     Onu onayladıktan sonra birer pamuk şekeri almıştık. Köşede bir banka oturup elimizdekileri yemeye başladık. Gözüm kızımın komik görüntüsüne kaymıştı. Ağzının her tarafına yapışmış pamuk şekeri orada kalmakla yetinmemiş burnuna kadar çıkmıştı. Bu haline gülümserken aklıma ilk kez pamuk şekeri yediğim gün geldi.

     17 Temmuz 2011

     Yatağımda uzanırken tavana bakıyor ve bu boş günümü nasıl değerlendirebileceğimi düşünüyordum. Ders mi çalışsaydım? Ay, hayır! Zaten bu 1 hafta ödevi yetiştirme uğruna canım çıkmıştı. İki gün önce teslim etmiştim. Tarık her gün başımdan aşağıya durmuş ve başarıyla(!) motivasyon koçluğunu tamamladığını söylemişti. Ödevim sınıftaki en yüksek notu almıştı. Açıkçası buna sevinmiştim. Hala bugün ne yapacağımı düşünürken telefonum çaldı. Tarık arıyordu. Tükürükle beni boğmaya çalıştığı o akşam her ne kadar numaramı verme taraftarı olmasam da en sonunda vermiştim. Telefonu açtığımda aşina olduğum o neşeli ses kulaklarıma doldu.

     “Günaydın huysuzcum.”

     Ah! Hadi ama bütün hafta hep bu şekilde hitap etmişti bana. Gerçekten huysuz muydum? Değildim. Belki birazcık. Tamam, huysuzdum. Bu kabullenmişlikle derin bir nefes aldım ve alaycı sesimle yanıt verdim.

     “Sana da günaydın canım. Ne kadar da kibarsın bu sabah(!)”

     “Ah! Bildiğim şeyleri söylemekten ne zaman vazgeçeceksin? Elbette kibarım. Bu arada iltifatın için de teşekkürler.”

     “Düzgün konuşmaya başlayacak mısın? Aksi takdirde ‘dıt dıt’ sesiyle baş başa kalabilirsin.”

     “Tamam sakin ol! ‘Bugün ne yapıyorsun?’ diyecektim.”

     “Bilmiyorum. Sen aramadan önce ne yapacağımı düşünüyordum.”

     “Ödevinin başarısını kutlayabiliriz. Gerçi bu ödevin başarısı tamamıyla benim eserim. Ah! Şu an ettiğin iltifatları işitebiliyorum. Teşekkürler, teşekkürler...”

     Kendi kendine konuşan Tarık her zaman ki gibi kendini övüyordu. Allah’ım, ne olur egosunu al ve biraz zeka olarak geri ver! Çünkü o kulunun bu kafayla yaşabilmesi bir mucize.

     “Gerçekten yaşaman bir mucize.”

     “Ayla, bak şımarıyorum. Harika oluşumdan ötürü değil mi?”

     “Hayır Tarıkçığım, yetersiz zeka seviyenden ötürü.”

     “Hatırlatırım bu zeka hukuk bölümündeki en parlak isim.”

     Ben galiba bu egoyla baş edemeyecektim.

     “Allah evleneceğin kadının yardımcısı olsun. Umarım bu egonla baş edebilir. Her neyse! Artık konuşmamızı bir sonuca bağlayalım.”

     “Bence sahilden başlayalım. Buluştuktan sonra spontane devam ederiz.”

     “Tamam anlaştık. Saat bir gibi orada olurum.”

     “Tamam görüşürüz.”

     “Görüşürüz.”

     Heyecanla telefonumu kenara bırakıp dolabımın önüne geçtim. 1+1 evde oturuyordum ve bu ev bana fazlasıyla yetiyordu. Anneme kalsa bir köşk de burada alırdı. Dolabımdan her zaman yaptığım gibi rastgele bir tişört ve pantolon çıkartmıştım. Giyindikten sonra saçlarımın doğal görüntüsü hoşuma gittiğinden ufak el hareketleriyle düzeltmekten başka bir şey yapmamıştım.

     Ufak sırt çantamı da alarak hızlıca evden çıkmıştım. Anlam veremediğim bir heyecan vardı üzerimde. Galiba Tarık’ın tek gerçek arkadaşım olmasından kaynaklanıyordu bu durum. Elbette aile çevresinde ve üniversitede birçok arkadaş(!) edinmiştim. Ama çoğunluğu ailemin varlıklı insanlar olmasından ötürü yakınlaşıyorlardı. Hiçbiri benim yanımda kendi olmuyordu. Bambaşka insanlara dönüşüyorlardı. Tarık ise öyle değildi. O tamamen doğaldı. Nasılsa öyleydi ve asla yapmacık bir davranışı yoktu.

     Ben bunları düşünürken Tarık ile buluşmak için anlaştığımız yere varmıştım. Telefonumdan saate baktığımda 12.52’yi gösteriyordu. Demek ki erken gelmiştim. Zararı yoktu. Önümdeki harika deniz manzarasını izlerken zaman hızlı geçiyordu.

     Tamı tamına yarım saattir bekliyordum. Saat 13.25’ti. Ama bilin bakalım ne eksik. Tarık! Normalde kızlar geç kalır ve erkekler beklemez miydi? Gözüm etrafta Tarık’ı ararken sonunda onu bulmuştum. Rahat bir şekilde elini kolunu sallayarak bu tarafa ilerliyordu. Henüz beni fark etmemişti. Sonunda gözlerimiz kesiştiğinde Tarık bana şaşkın bir şekilde bakmıştı. Öfkeli gözlerimden korkmuş olmalı ki adımlarını yavaşlatmıştı. Korkmalıydı zaten. Birini beklemeyi sorun etmezdim. Ama eğer bu bekleme süresi yarım saati bulduysa bir sıkıntı meydana geliyordu.

     Tarık yanıma geldiğinde şaşkın bir şekilde konuşmaya başladı.

     “Sen niye erken geldin?”

     “Birde buluşacağız dedik ve saate bakarsan eğer saatin 13.30’a yaklaştığını görebilirsin.”

     “Tamam ama normalde ben kız arkadaşlarımla buluştuğumda hep geç kalırlardı. Ben de hepsinin ortalamasını hesaplayarak gecikme payıyla geldim. Hatta benim hesabıma göre senin gelmene daha on dakika vardı.”

     “Beni diğer kızlarla karıştırman bu hayatta yapabileceğin en büyük hata olabilir.”

     “Galiba beni örnek alıyorsun egoistlik konusunda.”

     Bunu söylerken harika bir şeyi bana bulaştırmış gibi gururla gülümsüyordu. Ben de ona gülerek cevap verdim.

     “Ne yapabilirim ki? Sonuçta üzüm üzüme baka baka kararıyor.”

     Kafasını olumsuz anlamda sallarken beni yanıtladı.

     “Atalarımız bu sözü söylerken ne yazık ki beni tanımıyorlardı. Eğer tanısalardı sözün aslı şöyle olurdu: ‘Üzüm Tarık’a bakarak aydınlanır’.”

     Allah’ım! Bu adam atalarımız üzerinden bile ego kasıyor. Bu egoistliğin kaçıncı seviyesiydi acaba? Galiba ultra bir düzeydi bu. Aslında egoistlik kavramı da az geliyordu bence. Burada TDK’den destek bekliyordum. Acilen yeni bir sıfat türetmeliydik. Yoksa egoistlik kavramına haksızlık edebiliriz. Bıkkınlıkla konuşmaya devam ettim.

     “Ee? Burada daha ne kadar dikileceğiz?”

     “Gerisini hiç düşünmedim. Dediğim gibi spontane ilerleyelim. Sahilde biraz yürüyelim illaki bir şey buluruz.”

     Kolunu omzuma atan Tarık’a gülümseyerek baktım. Her şeye rağmen seviyordum onu. Belki bazen egoistliği aşırı kaçıyordu ama bu benim için çok da sorun teşkil etmiyordu. Bu sahte dünyadaki tek gerçeklik o olabilirdi.

     Sahilde uzun süre ilerlemiş ve hiçbir şey bulamamıştık. Tam ne yapacağımızı düşünürken Tarık heyecanla bağırdı.

     “Bak! Pamuk şekeri satan bir amca. İlk etkinliğimiz pamuk şekeri yemek olabilir.”

     Tarık sanki bir uzaylıdan bahsetmiş gibi donuk bakışlar sergiliyordum. Ben hiç pamuk şekeri yememiştim ki. Tadı hakkında da bir fikrim yoktu.

     “Tarık ben hiç pamuk şekeri yemedim.”

     Bu dediğimle mavi gözleri felaket haberi vermişim gibi bana döndü.

     “Nasıl yemezsin ya! Bugüne kadar nasıl yaşadın sen?”

     Daha sonra cümlesine alayla devam etti.

     “Allah bilir hamburger falan da yememişsindir.”

     “Yemedim. Daha doğrusu annem küçükken hiç yememe izin vermedi. Büyüdüğümde de eksikliğini hissetmedim.”

     Gözleri iki kat büyürken kolumu tuttu ve beni pamuk şekeri satan amcaya doğru sürükledi.

     “Rotamız belirlendi. Önce pamuk şekeri yiyeceğiz sonra da hamburgerciye gideceğiz.”

     “O şeyler sağlıksız değil mi?”

     “Korkma bir defa yemenle akşama yoğun bakıma düşmezsin. Hem bunları dediğine pişman olacaksın. Hatta seni bu lezzetlerle tanıştırdığım için bana teşekkür edeceksin.”

     Sadece gülümsemekle yetinmiştim. Pamuk şekerleri aldığımızda Tarık ilk benim yememi bekliyordu. Ağzıma ufak bir parça aldığımda tadı hoşuma gitmişti. Başparmağımı kaldırarak Tarık’a beğendiğimi ifade ediyordum. Bu hareketimin memnuniyetiyle o da yemeye başlamıştı. Pamuk şekerimi yemeyi bitirdiğimde Tarık’a baktım. Ağzı kulaklarına varmış bir biçimde gülümsüyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken o kahkaha atmaya başlamıştı.

     “Niye gülüyorsun? Ortada komik bir şey varsa söyle de gülelim.”

     Tarık konuşmak yerine cebinden telefonunu çıkarttı ve ön kamerasını açtı. Sonrasında ekranı bana çevirdiğinde ellerimi yüzüme götürdüm. Pamuk şekeri yerken resmen kendimden geçmişim. Pamuk şekeri ağzımın etrafında top sakal gibi gözükürken gözlerim burnuma çıkmıştı. Burnuma kadar çıkan pamuk şekeri saçlarıma da uğramayı es geçmemişti. Telefondaki görüntümü şaşkınlıkla inceledikçe ne kadar komik gözüktüğümü fark ediyordum. Tarık’a hak verirken ben de onunla birlikte güldüm.

     “Hadi kalk da peçete falan bulalım. Yüzünü temizleyelim yoksa karizmam çizilebilir.”

     Artık bu egoistliğine alışmıştım. Sırıtıp yanından geçerken birlikte ıslak mendil almıştık. Ama sorun şuydu ki aldığımız ıslak mendil bebeklere özeldi. Neden normal ıslak mendil almadığımızı sorduğumda ise Tarık gülerek:

     “Çünkü sen koca bir bebeksin.” diye cevap vermişti bana.

     Tekrar bir banka otururken Tarık bir ıslak mendil çıkararak yüzümü temizlemeye çalıştı. Bütün ıslak mendil paketini bitirdiğinde bıkkınlıkla ıslak mendili kenardaki çöpe atmış ve bana dönmüştü.

     “Koskoca paket yüzünü temizleyemedi. İtiraf et ders çalışmaktan hiç yüzünü yıkamıyorsun değil mi?”

     “Saçmalama! Senin beceriksizliğin benim suçum değil.”

     “Hadi kalk. Seni anca çeşme paklar.”

     Dediğiyle birlikte ayaklanmış ve peşinden ilerlemiştim.

     Çeşmeye vardığımızda eğilip çeşmeyi açtım. Su çok soğuktu. O yüzden ufak hareketlerle yüzümü temizlemeye çalıştım. Ama resmen yapış yapış olmuştum.

     “Ayla ne yapıyorsun orada? Galiba ömrünün sonuna kadar orada kalmayı planlıyorsun.”

     Ona cevap vermezken hala yüzümle cebelleşiyordum.

     “Yok yine benim yetenekli ellerimin devreye girmesi gerekiyor. Yoksa gençliğim burada heba olacak.”

     Dedikleriyle kafamı kaldırıp ona bakacakken birden ensemden tutup kafamı çeşmenin altına bastırdı. Bir yandan ensemi çeşmenin altında sabit tutarken diğer yandan da eliyle yüzümü resmen çitiliyordu! Ben ise kollarımla onu durdurmaya çalışırken aynı zamanda boğulmamak için büyük bir çaba sarf ediyordum. Beni bıraktığında nefes nefese kafamı kaldırmıştım. O ise ukalaca gülüyordu.

     “Ah! Ben ve yeteneklerim yine harika bir iş çıkardık. Bak pırıl pırıl oldun. Artık yüz yıl da suratını yıkamazsan bir şey olmaz. Harika bir iş çıkarttığımı söyledim değil mi?”

     Suratımla birlikte saçlarım da sırılsıklam olmuştu. Bu yetmezmiş gibi dedikleri daha çok kızmama sebep oldu. Sırtımdaki ufak çantamdan yavaşça su şişemi çıkarırken Tarık yapacağım hamleyi bekliyordu. Yavaş yavaş kapağını açtığım su şişemi ani bir hareketle onu ıslatmak için öne doğru uzattığımda o çoktan koşmaya başladı.

     “Gel buraya bay yetenek! Seni sırılsıklam edeceğim!”

     Bir yanda bağırırken diğer yandan da koşuyordum. Tarık’ın peşinden koşarken bir anda kendimi çocukların ortasında bulmuştum. Nefeslenmek için durmuşken Tarık karşımda sırıtıyordu.

     “Niye gülüyorsun sen ya? Seni ıslatınca da böyle gülebilecek misin?”

     Tarık beni takmamış ve çocuklara dönmüştü.

     “Askerler hedef ortadaki huysuz ablanız. Üç deyince. Bir!”

     Tarık sayarken etrafıma bakındım.

     “İki!”

     Oha! Tüm çocukların elinde dolu su balonları vardı. Çocuklar bu oyundan hoşlanmış gibi gülüyorlardı.

     “Üç!”

     Hepsinin gözleri bendeyken Tarık’ın ağzından çıkan sayıyla hepsi bana balon fırlatmaya başlamıştı. Of! Bir de etrafımda yuvarlak oluşturmuşlardı. Bir taraftan vurulunca otomatik olarak diğer tarafa dönüyordum. Ama bu sefer de diğer taraf bana vuruyordu. Nasıl kurtulacaktım?

     Aklıma gelen hain planla ellerimi yüzümden çekmiştim. O esnada bir balon omzuma vurarak patlamıştı. Ama ben yüzümü vurmuş gibi ellerimi suratıma götürerek yere çömeldim.

     “Ah! Çok acıyor. Hiç mi acımanız yok? Ah! Yüzüm!”

     Böyle bağırmaya devam ederken inanmış olacaklar ki durdular. Sonra yanıma yaklaşan Tarık’ın sesini duydum.

     “Ayla iyi misin? Bak özür dilerim. Böyle olacağını bilmiyordum. İyi misin güzelim?”

     Bu dedikleriyle yanıma çömelmişti. Yüzümü görmemesinin rahatlığıyla sinsi bir şekilde gülümsedim. Sen görürsün Tarık Bey!

     “Ayla hadi aç yüzünü bakayım.”

     Bu dediğiyle daha çok yaklaşmıştı bana.

     “Demek bana hainlik yaparsın ha!” diye bağırırken aynı esnada bütün şişemi başından aşağı dökmüştüm. Her ne kadar benim gibi ıslanmış olmasa da sonuçta biraz da olsa intikamımı almıştım. Yüzümdeki zafer gülümsemesi genişlerken etrafımızdaki çocuklar kahkahalara boğuluyordu. Ben de çocuklara eşlik edip kahkaha atıyordum.

     Tarık ise az önceki şaşkınlığını atmış ve bizimle gülmeye başlamıştı. Karnımız ağrıyana kadar gülmüştük. En sonunda kahkahalarımız ufak gülüşlere dönüşürken Tarık ayağa kalkıp elini uzattı. Elini tutarak ayağa kalkmıştım.

     “Sen benden daha çok ıslandın. Hadi bir an önce evine gidelim de üstünü değiş yoksa üşüteceksin.”

     Dediklerine hak verirken benim evime doğru yürümeye başladık. Hava hafif kararırken evime varmıştık.

     “Artık hamburger başka bir güne kaldı Bayan Huysuz.”

     “Heyecanla bekleyeceğim Bay Ego.”

     “Haydi eve gir üşütme. Sonra görüşürüz.”

     “Görüşürüz.” derken apartman kapısına doğru yürümüş bir yandan ona el sallıyordum. Tam arkasını dönmüş giderken ona bir teşekkürü borç bilmiştim.

     “Tarık!” diye bağırmamla bana dönmüştü. Koşarak yanına gittim ve ona sarıldım.

     “Bugün için çok teşekkür ederim. İyi ki seninle tanışmışız.”

     “Ah! Biliyorum çok ha-“ diye konuşacakken elimi ağzına koydum.

     “Bari bu sefer ego kasma.” diyerek güldüm.

     “Tamam. Ha, bu arada gerçekten de iyi ki tanışmışız. Her ne kadar harika bir tanışmamız olmasa da...”

     Vedalaştıktan sonra eve girmiştim. Kapıya yaslanmış ve gözlerimi kapatarak deli gibi sırıtıyordum. İlk defa kendimi tamamıyla açığa vurmuş, içimden geldiği şekilde davranmıştım. İlk defa kendimi bu kadar özgür hissetmiş ve ilk defa kalbimin mutlulukla çarpışına şahit olmuştum. Odama girip duş aldım. Yatağıma uzanırken içimden tekrar şükrettim. İyi ki Allah’ım, iyi ki onu karşıma çıkardın!

     Günümüz

     Hatırladığım şeyler beni o günkü gibi güldürmüştü. Güneş’e de anlattığım için o da benimle birlikte gülüyordu.

     “Anne, babam çok komik bir adammış!”

     “Evet annecim. Baban çok komik bir adam.”

     Bu dediklerimi Tarık duysa herhalde ‘Sonunda harika ötesi özelliklerimi kabullendin.’ Diye bir saat ego dolup taşan o konuşmasını yapardı. Ama şu an bunu yapsa eskisi gibi onu susturmaya çalışmaz aksine susmaması için çabalardım. Bu konuşmalarını bile özlemiştim. Gözlerime çöken hüznü kızıma göstermemek için hemen toparlandım. Yüzünü temizleyerek banktan kalkmış ve kızımla dolu dolu güzel bir gün geçirmiştik.

     Akşama kadar sahilde parktan parka koşarken yorulmuş, eve doğru yönelmiştik. Gözüm kızımın gülen yüzünde gezinirken Tarık’a bir an önce kavuşmamızı diledim. Benim hayat arkadaşıma, kızımın da babasına ihtiyacı vardı. Elbette bir gün gelecekti. Ve o gün hiçbir şeyi sorgulamadan ona sımsıkı sarılacaktım. Gökyüzüne bakarken mırıldandım.

     “Lütfen bir an önce gel Bay Ego.”
~~~
      Bir bölümün daha sonuna geldik. Umarım beğenmişsinizdir. Nice bölümlerde görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın!

      Unutanlar için de ufak bir uyarı: oy ve yorum için pamuk eller önce yıldız butonuna ardından da klavyeye gidebilir. 😂

Continue Reading

You'll Also Like

3.1M 12.4K 2
'Umudun gece ise, ay'a tutun.' ∞ (15/08/2018; Başlama tarihi.)
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

699K 52K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
3.1M 156K 66
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
25.3M 902K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...