Jeon

By saintkookmin

206K 24K 35.4K

Jimin'in son zamanlardaki tek derdi yeni taşındıkları kasabada kendisine bir arkadaş bulmaktır. Seme!jk jeon... More

2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm

1. Bölüm

17.6K 1.1K 963
By saintkookmin


Ağustos 1998
Cleveland, Amerika


Jimin geçip gittiği bozuk yollardaki dükkanları tek tek inceliyor, aynı zamanda hayatında ilk defa gördüğü insanlar hakkında bazı çıkarımlarda bulunuyordu. Şu sıralar tek eğlencesi buydu. Annesine bu kasabaya geldiklerinden beri birçok kez büyükannesinin evindeki televizyonu yaptırmayı önermişti fakat iki kadın da bu konu hakkında yeşil ışık yakmamışlardı ona. Bu yetmezmiş gibi bir de kasetçalarına karışıyorlardı. Çok 'gürültülü' olduğu için büyükannesi onu odasına almıştı ve geri vermiyordu. 

Dolayısıyla kendi eğlencesini kendisi yaratmak zorunda kalmıştı.

Önüne gelen bir taşa bir tekme savurup gökyüzüne baktı. "Burası nasıl bir yer böyle ya..? Havası bile insanın ruhunu daraltıyor."

"Baksana bi' buraya küçük oğlan!"

Jimin ilk başta üzerine alınmadı. Fakat manavın içindeki hafiften tombul olan adamın kendisine gel anlamında el salladığını gördüğünde yanına gitmişti.

"Beni mi çağırdınız?" diye sordu şaşkınca.

Adam eline kocaman bir karpuzu tutuştururken "Seni çağırdım tabi." dedi azarlarcasına. Fakat hemen sonrasında sıcak bir gülümseme hakim olmuştu dudaklarına. "Şu karpuzu az ötedeki kasaba götürür müsün? Benim çırak yine ortalarda yok, ee ben de dükkanı bırakıp gidemem. Hadi götür bakalım, ha?" Bir nektariyi Jimin'e uzattı. "Bunu da al, senin olsun."

"İstemem." diye reddetti Jimin.

Normalde gayet sakin, saygılı ve uslu bir gençti. Gülümsemesi yüzünden eksik olmaz, kimseyi üzecek bir şey ne yapar ne söylerdi ancak son zamanlardaki ruh hali ve yaşadıkları onu bambaşka birine dönüştürüyordu zaman zaman.

"Götürmeyecek misin?"

"Götüreceğim ama nektari istemiyorum, teşekkürler."

"Eh iyi, sen bilirsin. Aman düşürmeyesin sakın."

Jimin az önce çok kaba davrandığını düşündüğünden gülümsemeye çalıştı. Ne kadar başarılı olduğunu bilmiyordu ama en azından denemişti.

Elindeki karpuzu düşürmemeye dikkat ederek yürürken aynı zamanda etrafına bakıyordu. Daha öncesinde evlerinin yakınındaki bakkaldan öteye gitmemişti, bu yüzden biraz korkuyor ve eve dönüş yolunu hatırlamaya çalışıyordu. Gerçi burası oldukça küçük bir kasabaydı, emindi ki kaybolduğunda birine büyükannesinin ismini söylese hemen ona yolu tarif ederdi.

Kasap dükkanını gördüğünde gülümsedi. Bu sefer gerçekten gülümsemişti çünkü kollarındaki karpuz gitgide ağırlaşıyordu sanki.

"Bunu manav gönderdi."

Kasap, Jimin'e birkaç saniyeliğine tuhaf tuhaf baktıktan sonra çırağına karpuzu almasını söyledi.

"Sen yeni misin buralarda?"

"Evet biz yeni taşın- Ah!"

Jimin, karpuzu cam tezgahın üzerinden çırağa uzatacakken az kalsın düşürecekti. Şanslıydı ki yanındaki müşteri hızla atılıp karpuzu yere düşmeden yakalamıştı.

"B-Ben özür dilerim. Elimden kaydı bir anda."

Kasap gülerek "Önemli değil." diye karşılık verdi.

Jimin yaşadığı küçük çaplı korku yüzünden nefessiz kalırken yanındaki adam karpuzu çırağa uzattı. İyi olup olmadığını kontrol etmek için Jimin'e baktıktan hemen sonra da yeniden önüne dönmüştü.

Jimin müşterinin gözlerini fark ettiğinde az önce yaptığı aptallığı unutup heyecanla gülümsedi.

"Merhaba." dedi, cıvıl cıvıl çıkan sesiyle. Yüzündeki gülümseme ve bu canlı ses gerçek Jimin'e aitti, bu kasabaya taşınmadan önceki Jimin'e. "Karpuzu kurtardığınız için teşekkür ederim."

Adam yüzüne bile bakmadan sadece kafasını sallamıştı.

Jimin yine de pes etmeyip iyice ona sokuldu. "Beni yanlış anlamayın sakın ama... Nerelisiniz acaba?"

Adam, Jimin'e bakıp onu baştan aşağı süzdükten sonra yeniden önüne döndü. O sırada kasap istediklerini paketlemişti.

"Al bakalım Jeon."

Parayı ödeyip dükkandan çıktığında Jimin "Ne kadar da kaba biri." diye mırıldandı.

"Konuşmaz pek o. Sana özel değil yani ufaklık."

Jimin cam tezgaha ellerini yasladı. "Ben ufaklık değilim, yakında on sekiz olacağım." Aklına gelen fikirle sevimli görünmeye çalıştı. "Peki siz biliyor musunuz neden konuşmadığını? Ben sadece nereli olduğunu öğrenmek istemiştim, belki o da Korelidir diye."

"Sen Koreli misin?"

"Evet. Yani babam Koreli, annem ise Amerikalı."

Kasap dövdüğü eti bırakıp Jimin'e baktı. "Emily'nin oğlu musun sen?"

Jimin heyecanla kafasını salladı. "Evet evet, Emily'nin oğluyum ben. Buraya yeni taşındık."

"Babanın iflas edip kaçtığı doğru demek... Yoksa o da burada mı?"

Jimin ellerini tezgahtan çekip bir adım geriledi. Yüzündeki gülümsemeden eser yoktu şimdi.

"Hayır burada değil." Gözleri gözyaşlarıyla dolarken ağlamamasını tembihliyordu kendine içinden. "İyi günler."

Günlerdir kendisini tutuyordu. Annesine bir şey belli etmemek, onu üzmemek için sürekli bu konu hakkında düşünmeyi ertelemeye çalışıyordu. Fakat özellikle geceleyin, kendisiyle baş başa kaldığı zamanlarda, yastığı sırılsıklam olana kadar ağlıyordu. Sadece şu son birkaç gündür yastığı kuru bir şekilde uyumuştu zavallı ama şimdi yine yatağına girip yorganını kafasına kadar çekerek ağlamak istiyordu.

Tüm bu düşünceleri az önce kasaptan çıkan adamın marketten çıktığını görmesiyle uçup gitti kafasından. Nedensizce iyi birer arkadaş olacaklarını düşünüyordu. Çünkü bu kasabada gördüğü en genç insanlardan biriydi o, ayrıca Asyalı olduğu açıkça belliydi. Özellikle bu yüzden Jimin'in dikkatini çekmişti.

Koşar adımlarla peşine takılıp onu takip etmeye başladı. Kendinde konuşma cesaretini bulduğunda yanına yaklaşarak yeniden "Merhaba." demişti.

Adam ürkerek durup kendisine baktığında kıkırdamadan edemedi Jimin. Yine hiçbir şey söylemeden yürümeye devam ettiğinde ise suratını asarak peşine takılmıştı.

"Neden konuşmuyorsunuz? Yemem ki sizi?"

"Tanışalım mı? Sadece arkadaş olmaya çalışıyorum beni yanlış anlamayın sakın."

"Beni duyuyorsunuz değil mi?"

"Verdin mi karpuzu küçük oğlan!"

Jimin durup manavcıya ters ters baktı. "Verdim. Ayrıca bana bir daha küçük oğlan demezseniz memnun olurum. Benim adım Jimin."

Bir cevap vermesini beklemeden yeniden peşine takıldı az önceki adamın. Koştuğu için nefessiz kalmıştı.

"Amma da hızlı yürüyormuşsun..." Nefes alış verişlerini düzene soktuktan sonra devam etti: "Hala benimle konuşmamakta ısrarcı mısınız? Halbuki bütün kasaba oldukça sıcakkanlı insanlarla dolu, siz niye böylesiniz?"

"Herkes sıcakkanlı diye ben de öyle olmak zorunda mıyım? Deli misin sen, ne istiyorsun benden?"

Jimin sinirli sözlerine üzülmek yerine konuşmasına sevinip gülümsediğinde adam kafasını olumsuz manada sallayarak yoluna devam etti.

"Ben sadece tanışmak istemiştim. Buraya yeni taşındık ve bu yüzden hiç arkadaşım yok. Belki sizinle arkadaş olabiliriz. Mesela nerelisiniz?" Bir cevap alamadığında devam etti: "Ben Koreliyim, yani babam Koreli annem ise buralı. En son geçen yaz gitmiştim Kore'ye ama sanırım bu yaz gidemeyeceğim. Ah bak! Burası da yaşadığım ev. Büyükannemin evi."

Adam sesli bir nefes verdiğinde Jimin "Sadece tanışmak istemiştim, gerçekten de çok kaba birisiniz." dedi, hayal kırıklığıyla.

Genç adam tam bir cevap verecekken Emily, Jimin'e seslenmişti.

"Jimin! Nereye gidiyorsun tatlım? Hadi gel yemek hazır, turtan da hazır!"

"Geliyorum anne!"

Son bir kez daha uzaklaşıp giden adama baktı. Yine bütün ruh hali değişmişti.

Eve girdiğinde büyükannesi yanına sokulup onu çimdikledi. "Neden o herifin yanındaydın? Ne baş belası  çocuksun sen ya, gidip arkadaş diye kendine o değişiği mi buldun?"

"Büyükanne niye çimdikliyorsun ya!" Acıyla bağırıp yaşlı kadından olabildiğince uzaklaştı.

Annesi ne kadar sakin ve ılımlı bir kadınsa büyükannesi de o kadar gürültülü ve kaba bir kadındı.

Jimin onunla iki hafta önce, buraya ilk geldiklerinde, tanışmıştı ve şimdiden söyleyebilirdi ki büyükannesi ağzı kafasından büyük olan insanlardandı.

Bahçedeki masaya otururken "Bir daha bana dokunma." diye bağırdı yeniden.

Tam o sırada annesi elinde tencereyle bahçeye girmiş ve duydukları yüzünden oğluna ters bir bakış atmıştı.

"Ben senin iyiliğin için söylüyorum. O heriften uzak dur. Kimdir, nedir belli değil."

Jimin tam bir şey söyleyecekken annesi araya girdi. "Kimden bahsediyorsunuz siz?"

"Yok mu şu kasabanın çıkışına yakın mavi renkli ev, orada oturan adamdan bahsediyorum. Sevgili oğlun az önce onun yanındaydı."

"Ee ne olmuş?" Jimin'e döndü. "Demek kendine bir arkadaş buldun bebeğim. Çok sevindim."

Yaşlı kadın küçüklerine yüzündeki itici ifadeyle baktı.

"Siz ikiniz de salaksınız. Hem salak hem de safsınız, ben de olsam kaçar giderdim-"

"Anne."

Emily annesini susması için uyardı. Artık o kadar da canını yakmıyordu kocası ve şu anki durumu hakkında atıp tutması ama Jimin'in yanında bunların hakkında konuşmasını katiyen istemiyordu.

Jimin'in kendisini üzmemek için iyiymiş gibi davrandığını tahmin edebiliyordu çünkü. Oğlunun bütün huyları kendisine benzediği için memnundu.

"Senin gözünde herkes kötü, herkes salak zaten. Ama sana bir şey söyleyeyim mi büyükanne asıl kötü olan sensin, kalbin çürümüş senin."

"Jimin lütfen."

"Seni terbiyesiz!"

Jimin, büyükannesinin sandalyeden kalkacağını anladığı anda hızla yerinden kalkıp eve koştu.

"Hep sen şımarttın bunu böyle değil mi benim aptal kızım."

Jimin söylediklerini yüzünü buruşturarak tekrarladıktan sonra annesinin soğumaya bıraktığı turtayı mutfaktan alıp üzerini temiz bir bezle örttü.

Olabildiğince sessiz bir şekilde evden çıktıktan sonra hızlı adımlarla oradan uzaklaşmıştı.

Şimdi o adamla daha çok tanışmak istiyordu. Büyükannesinin inadına onunla arkadaş olmak ve bunu ona göstermek istiyordu.

Söylediği abuk subuk şeyler ise umurunda değildi. Büyükannesine göre zaten herkes kötü niyeli, sinsi, potansiyel sapık ve katildi.

Kasabanın çıkışına yaklaştığında o mavi evi görmüştü. Yakınlarda tek tük ev vardı, oldukça ıssız bir yerdi. Ama denize yakın olması güzeldi. Muhtemelen önünde hiçbir engel olmadığından deniz güzelce görünüyordu evinden.

Jimin eve yaklaştığında onu bir kediye küçük bir kabla süt verirken görmüştü. Bahçesi de oldukça güzeldi, çiçekleri seviyor olmalıydı.

"Hayvanları seven bir insan nasıl kötü olabilir ki?" diye kendi kendine mırıldandı.

O içeri girdiğinde gülümseyerek eve açılan demir kapıyı açmış, yandaki kediye "Merhaba tatlı şey." dedikten sonra evin kapısına doğru yürümüştü.

Derin bir nefes alıp verdi ve kapıyı çaldı. Birkaç saniye sonrasında tanıdık olduğu ses "Kim o?" diye sormuştu.

"Ben Jimin. Hani kasapta karşılaşmıştı-"

"Ne istiyorsun? Git buradan."

"Açana kadar gitmeyeceğim ki."

Genç adam çaresizce kapıyı açtı. "Ne var?"

Jimin elindeki turtayı ona uzatıp güzelce gülümsedi. Saniyeler sonrasında ise kapı yüzüne çarpılmıştı.

"Ne kaba birisin sen ya!" Kapıyı tekmelerken bağırıyordu. "Niye böyle davranıyorsun bana? Sadece arkadaş olmaya çalışıyorum."

"Ben arkadaş olmak istemiyorum. Hala daha anlamadın mı bunu?"

"Ben anladım anlayacağımı."

"Ne anladın Tanrı aşkına?"

"Sen biraz yabanisin ama eminim aslında çok samimi birisin, sadece ilk adımı atmıyorsun. Bunu yüzünden anlayabiliyorum."

"Hadi ya? Bak ben gerçekten seninle arkadaş olmak falan istemiyorum tamam mı? Hadi git buradan, bir daha da gelme."

Jimin "Ya ama zaten mahallede sayılı genç var." diye sitem etti. "Kiminle arkadaş olacağım ben?"

"İnan zerre umurumda değil. Ayrıca ben senin akranın değilim. Arkadaş olamayız."

"Ne olmuş yani aramızda birkaç yaş varsa? Neden arkadaş olamayalım ki?"

"Bak, sana kapıyı açmayacağım. Akşam olmadan önce gitsen iyi olur."

Jimin suratını asıp birkaç dakika olduğu yerde düşündü. Akşam olmak üzereydi ve karanlık çöktüğünde eve gitmek onun için oldukça korkunç bir fikirdi.

"Ben elmalı turtayı çok severim." dedi, kırgın çıkan sesiyle. "Beraber yeriz diye getirmiştim ama kapıyı açmayacaksın, anladım."

Turtayı kapının önüne bıraktı.

"Yine de turtayı bırakıyorum buraya. Lütfen al."

Jimin evden çıkıp yandaki ağaçlardan birinin arkasına saklandı. Turtayı alıp almayacağını merak ediyordu. Kendi kendine mırıldandı:

"Ben buradayken alırsan peşini bırakmayacağım."

Saniyeler sonrasında kapının açıldığını gördü. Etrafını kolaçan ettikten sonra yerdeki turtayı almış, koklayıp tebessüm etmişti Jeon.

Jimin hemen saklandığı yerden çıkıp yola koştu ve ona el salladı.

"Annem yaptı, tadına bakmadım ama eminim yine çok güzel olmuştur Jeon!"

Jeon her zamanki boş ifadesiyle ona baktıktan sonra kapıyı çarparak içeri girdi. Turtayı da almıştı.

"Ev-vet! Aldın işte, gördüm gördüm."

Jimin şu an çok mutluydu. Bu yüzden son hareketini pek fazla umursamadı ve eve doğru koşmaya başladı. Annesinin mükemmel turtası, bu sefer yiyememiş olsa da, yine onu mutlu etmeyi başarmıştı.

~~~

Selaaam

Çok uzun zamandır aklımda olan bir hikayeyle karşınızdayım efenim. Bu hikayenin kafamda belirmesi o kadar tuhaf bir şekilde olmuştu ki hala daha hatırladıkça gülüyorum södolwso Ayrıca ilk başta düşündüğüm şeklinden de oldukça farklı oldu ama ben bu haliyle daha çok sevdim sanırım.

Böyle uzun süredir kafamın içinde benimle birlikte inatla yaşayan kurguları sizinle tek tek paylaşmak istiyorum ve bu hikayeyle başladım bakalım

Bu arada hikaye doksanlı yıllarda geçiyor

Umarım hikayeyi ve bölümü seversinizzz

Sizi seviyorum

Kaçtım 💘

Continue Reading

You'll Also Like

46K 2.3K 14
"kurtarıcısına aşık kız... klişe hikaye." "komşu kızına platonik aşık çocuk mu söylüyor bunu?" ya da asi'nin şebnem'in kızı olarak doğup büyüdüğü ve...
85.8K 3.5K 30
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...
170K 17.7K 31
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
55.2K 7.5K 41
The Babysitter kitabının, 2. Kitabıdır. Felix evine bebek bakıcısı olarak girdiği ünlü iş adamına aşık olur. Ama hisleri karşılık bulduğunda, sonunda...