YILAN YÜREK

Od ahzende

26.3K 2.2K 5.1K

WATTYS 2021 FANTASTİK KAZANANI .•▪︎°☆°▪︎•. Marseha, ateşle yıkanm... Viac

1 - Saklanan Gerçekler
2 - Yedi Kız Kardeş
3 - Sarayda Saklambaç
4 - Bilekteki Yara İzi
5 - İkna Çabaları
6 - Üçüncü Gün
7 - Terk Edilen Ev
8 - Orada Olmayan Adam
9 - Aptal Herif
10 - İstenmeyen Değişiklikler
11 - Kalbe Gömülenler
12 - İki İksir Şişesi
13 - Dans Eden Parmaklar
14 - Yıldızlar
15 - Resim Sanatı
16 - Acıyan Bakışlar
17 - Cadının Evi
18 - Kurtarıcı
19 - Elma ile Armut
20 - Yeni Bir Şey
21 - Aslanın Öfkesi
22 - Yıllar Evvel
24 - Evdeki Düşman
25 - Tung ve Sara
26 - Açılan El
27 - Ayrılış
28 - Fil Yumruğu
29 - Karanlıkta İlerlemek
30 - Avcı Hatun
31 - Tek Başına
32 - Serbevne
33 - Kezir
34 - Düşülen Gerçeklik
35 - Her Şeyi Bilen Adam
36 - Boş Nedenler
37 - Kızıl Bir Gece
38 - Rüyadaki Mezar
39 - Çözümlemeler
40 - Tarih Dersi
41 - Tavşan ve Çakal
42 - Dağın Ardı
43 - Ölüm Nerede Bekliyor?
44 - Kim Olduğunu Bilmeyen Kadın
45 - Bir Son Bazen Sadece Bir Sondur
Teşekkürler
DUYURU
DUYURU

23 - Yılanın Hikayesi

287 43 104
Od ahzende

AHZEM

Çetük Şehri

Akşam

Ahzem özenle hazırladığı sofraya bir göz attı. Saye'nin yardımıyla bahçeden topladığı bol yeşilliğe eşlik eden kendi kurutulmuş etleri vardı. Mutfağın altını üstüne getirip bulduğu reçelleri de sofraya koymuş, bunun yanında karşılaştığı unla kuzinede ekmek yapmıştı.

Süt konusunda hiç emin olamadılar. En azından Zeir ve kendisinin bu konuda tereddütleri vardı. Keçilerden sağılmış sütün ne kadarı keçi ne kadarı da bir zamanlar olduğu kişiye aitti bilemedikleri için hiçbir şekilde hayvanlardan yararlanmamaya karar vermişlerdi. Ama Saye ilaçları hazırlarken sütü çoktan kullandığını söyleyince, Zeir önce kızıp bağıracak gibi olmuş daha sonra da bu eyleminden aniden vazgeçip sessizliğe sığınmıştı.

Ahzem'in de tereddütü vardı ama hamuru yoğurmak için süt kullanmak istiyordu. Fazla düşünmek istemiyordu. Empati yapmak hiç istemiyordu. O yüzden elinde olan imkanları değerlendirmeye karar verdi ve sütü una boca etti. Nedense bunu yaparken yaptığı şeyden utanır gibi gözlerini yummuştu.

Birkaç gündür bu evde kalmış, yaralarını iyileştirmek ve güçlerini toplamak için kendilerine vakit tanımışlardı.

Omzu beklediğinden de hızlıca iyileşmekteydi. Cadının yaptığı ilaçlar iyileşmesine ve güçlenmesine yardımcı olmuş haricinde hızını da arttırmıştı. Ve Ahzem bu durumdan çok memnundu çünkü yapması gereken işleri vardı. Adam ikinci gün Sayezen'in tüm itirazlarını duymazdan gelerek herkesin çamaşırlarını yıkamış, o korkunç gecenin tüm kalıntılarını yok etmeye var gücüyle çalışmıştı. Yemek yapan, sofrayı kurup kaldıran oydu. Bu durumdan da gocunmuyordu. Bir asker olarak iş yapmayı sevmek zorunda bırakılmıştı ve uzun yılların getirisiyle vücudu belli bir tempoya alışmıştı. Boş duramıyordu, dursa da zihni çalışıyor bu sefer de küçük eziyeti başlıyordu.

Saye evde geçirdikleri ilk gecenin ardından elinde cadının defteriyle Ahzem'in itirazlarını görmezden gelerek (Birbirlerine yaptıkları itirazların haddi hesabı yoktu, bu yüzden birbirlerini görmezden ya da duymazdan gelmeleri çok da can sıkmıyordu. Rutine bağlamıştı bazı şeyler.) mağaraya tek başına inmişti ve tüm akşamı orada geçirmişti. Ahzem bu durumu düşünmek istemiyordu şimdilik. En azından Saye bir çözümle ortaya çıkana kadar mağara toprağın altında gömülü kalmaya devam edebilirdi.

Zeir'in ise elleri kendine edindiği işle doluydu. Sayezen'in üstünde durmamasının ya da Ahzem'in görmezden gelmesinin aksine Zeir bazı gerçekleri kabul etmekte zorluk çekiyordu. Ateşin mizacını boş verip hayvanlarla ilgilenmiş, onları otlatmış, sağmış, yemlemiş, kısacası tüm bakımlarını yapıp ihtiyaçlarını karşılamıştı. Ahzem hiç ses etmemişti bu duruma. Yapacağı herhangi bir şakanın Zeir'i utandırıp yaptığı işten vazgeçmesine sebep olabileceğini düşünmüştü. Zavallı adam hayvanlarla bir cevap beklermiş gibi konuşuyor, hapsoldukları bedende onlara ışık olmaya çalışıyordu. Ama o ışık çoktan söndürülmüştü.

Ahzem ölü cadıyı uykunun tutmadığı ilk gece ahırın arka tarafında, bulabildiği yumuşak toprağa tek başına gömmüştü. Aslında pek de tek sayılmazdı. Saye'nin Büke dediği, onları buraya, kabusun ortasına çeken kedi de yanıbaşında beklemişti. Ahzem, kedinin onu anladığının farkındaydı ama konuşmanın hiçbir yararı olmayacağını düşünmüş, cesedi kazdığı boş mezara taşırken yanında yürüyen yumuşak adımları sadece dinlemişti. Üzerini örttüğü toprağa bakmış önceki gün gömdüğü diğer beden aklına gelmişti. Yüreğinin sıkışması kaçınılmazdı ve bu hatıralar aklından silinecek miydi bilmiyordu. Diğer mezarların varlığı yerini korurken bu mezarın hiçbir anlamı yoktu.

Ahzem sinirle toprağa tükürmüş, Büke ise gerilerek diktiği bedenini gevşetip toprağın üzerine işemişti. İntikam sayılır mıydı bu? Seni parçalara ayırmalıydım. Kadın, o ölene kadar zihninde yaşayacaktı sanki. Tuhaf bir şekilde başarılı olmuş, ömrünü uzatmayı başarmıştı. Buna izin veremezdi Ahzem.

"Sofra harika gözüküyor," dedi bir ses. Ahzem düşüncelerinden sıyrılıp salonda açık tuttukları dış kapıya baktı. Zeir üstü başı toz içinde masaya iştahlı bakışlar atıyordu. "Ellerimi yıkayıp geliyorum." Adam tam odadan çıkmak için harekete geçmişti ki Ahzem seslendi.

"Saye'yi çağırdı mı?"

"Evet evet, geliyor o da." Zeir'in sesi arkasında yankılandı.

Ahzem sofranın başına oturup arkadaşlarının kendisine katılmasını bekliyordu şimdi. Cadı savurduğu eteğiyle salona hızlıca bir giriş yapmış, yüzünden okunan gergin ifadeden Ahzem kadının bir şeyler bulduğunu anlamıştı. Kan kokuyordu. Saye bir baş selamıyla Ahzem'i geçiştirdikten sonra Zeir'in peşinden yollanmıştı. Ateşin sabırla bekliyordu.

Herkes iştahsız bir halde çorbalarını kaşıklarken Ahzem konuşmak için mükemmel bir anın hiçbir zaman gelmeyeceğini fark etmişti aniden. Hiçbir zaman o an olmayacaktı ta ki konuşana kadar. O yüzden ağzını açmaya ne kadar korksa da Saye'ye döndü.

"Annemden bahsediyordum sana hatırlarsan," dedi. Zeir'in hızla kalkan başını, büzdüğü dudaklarını görebiliyordu sanki. İşin ilginci Saye de heyecanlanmıştı. Kadın merak ediyordu.

"Evet?" diye kafasını salladı.

"Karaçalanları biliyorsun, insan isyancılar." Soru gereksizdi ama hatırlatmak için başka bir yol düşünemedi. Bu ismi zikretmek göğsündeki kıpırtının artmasına sebep olmuştu. Vicdansız zihni hiç susmuyordu şimdi. Yutkunup kendini kontrol altına almaya çalıştı. İstemsizce parmakları bileğindeki üç çizginin üstüne gidiyordu. Susmalıydı belki.

"Herkes tanıyor o orospu çocuklarını," diye bir küfür koydu Zeir hiç çekinmeden. Saye'nin yanında terbiyeyi bu kadar rahat bırakıyor oluşu takdire şayandı.

Kadın tekrar kafasını sallamıştı. Bakışlarının nasıl da dövmesine doğru gittiğini gördü Ahzem. O bakışları yakalamak istemedi.

"Üç yıl süren uzun isyanın ardından yedi yıl evvel dokuz kişi yakalandı. Bu sadece gurubun çok küçük bir parçasıydı. Bunu biliyorlardı, yani İtah'takiler," diye düzeltti Ahzem. "Ben o zamanlar Balavar'da binbaşıydım. Haberleri ulaklarla alıyorduk bu da büyük bir gecikmeye sebep oluyordu." Konudan saptığını düşünen ateşin, Saye'nin hafif çatılmış kaşlarıyla karşılaşınca kendisini toparladı. "Dokuz kişinin infazı ilk düşünülen olmuştu ama bu durumun geride kalan isyancılar üzerinde nasıl bir etki bırakacağını bilemedikleri için risk almak istemediler. Bunun için Hanım sürgünün daha iyi bir fikir olduğuna karar verdi. Mahkemeden de bu şekilde karar çıkmasını sağladı."

"Annemin müthiş fikirleri," diye mırıldandı Zeir. Saye hemen onu susturdu.

"Lütfen devam et Ahzem," dedi gözlerinde parlayan gülümsemeyle. Ateşini teşvik etmek için elinden geleni yapıyordu.

"Sürgün yerinin neresi olacağı tartışmalıydı. Marseha'da bulunmaları imkansızdı. Orman perilerin, dağlar ise kurtların mekanıydı. Bu yüzden Sahipsiz Topraklar'da karar kılındı. Oraya gidenlerin varlığı biliniyordu ama geri dönen kimse yoktu. İşte bu da ikinci sorunu doğurmuştu."

"Ormandan ve dağlardan dokuz kişiyi nasıl geçireceklerdi?" diye fısıldadı Saye.

"Sekiz," diye düzeltti Ahzem. "Elebaşları Koca Karaçalan bu sürgünden yararlanamayacaktı. Adam celladını beklemeye mahkum edilmişti. Sonuç olarak adları çıkmış olan insan ırkından bahsediyoruz. Her ne kadar diplomatik bir bağlantımız olmasa da diğer ırkların onları kolayca karşılayacağını düşünmedikleri için bir elçi ile göndermeye karar vermişler."

"Dikkatini bir konuya çekerim Saye," dedi Zeir, ağzına attığı sulu şeftaliyi şapırdatırken. "Cadı bir yol gösterici ya da koruyucu falan olmayacaktı. Buradaki amaç tamamen göstermelikti. Sınırdan sonra bu isyancıların başlarına gelebilecek olan kimsenin umurunda falan değildi. Bu yüzden cadı arayışına girdiler. Gönüllü olmalıydı çünkü zorla gönderilmesi demek bu mahkumlarla beraber cezalandırılması demekti." Zeir, cadının gözlerinin içine dik dik bakıyordu şimdi. "Bil bakalım bu görev için kim gönüllü oldu?"

Saye gözlerini kaçırıp birkaç saniye masanın ortasındaki tabağı izledi. Daha sonra bir şeylerin farkına varmış olmanın heyecanıyla başını dikleştirip çaprazında oturan Ahzem'e baktı.

"Tanyu," dedi haklılıkla. "Annen olduğunu bilmiyordum." Saye'nin sesi düştü.

"Annem ve parçası olduğu loncadan üç cadı yola çıkmaya gönüllü oldu." Ahzem'in sesi yorgun çıkıyordu şimdi. Yedi yıl evvel söylemesi gereken şeylerden kaçmaktan yorulmuştu.

"Sen biliyor muydun?"

"Hayır, yani kararını duyurana kadar hiçbir şeyden haberim yoktu. Bana mektup gönderip onunla yol üzerinde buluşmamı söyledi. Togan'ın yakınlarında onları yakalayabildim. Otuz kadar silahlı askerin eşlik ettiği büyük bir kervan gibi hareket ediyorlardı. En son annemi o zaman gördüm." Ahzem başını dik tutabilmek için ellerini çenesinin altında birleştirdi. "Dediğim gibi pek yakın sayılmazdık ama annemdi sonuçta," dedi.

"Ölmüş gibi konuşma," diye uyardı Saye bu sefer. Yüzündeki beklentiyle hikayenin burada bitmediğini bildiği belliydi.

Zeir kımıldadı bu sefer. "Bu konu nereye varacak böyle? Kadın Sahipsiz Topraklar'da işte, biz de oraya gidiyoruz. Hem de hep birlikte." Gülümseyince gamzeleri çukurlaştı. Ama aynı zamanda gülümsemiyordu da. Ahzem'e manalı bir bakış atıp susmasını buyurdu. Belki de yalvarıyordu, aradaki farkı anlamadı adam.

"Daha sonra mahkumlar ile cadılar ormana girerken askerleri geride bırakmak zorunda kaldılar." Ahzem bir çırpıda konuşmuştu. Parmaklarıyla masayı dövüyordu. Asıl yapmak istediği evi ateşler içinde bırakıp İtah'a geri dönmekti. Serbevne'yi çok özlemişti. Kadının kokusu burnunda tüterken, bir an gözleri titredi.

Serbevne.

"Babamdan mektup aldım. Annemin kaybolduğunu, annemin doğanının saraya döndüğünü bildiriyordu, kuştan öğrendiklerine göre ormana girer girmez Karaçalanlar cadıları öldürüp kaçmışlardı. Cadıların hayvanlarından ayrılmadıklarını çok iyi biliyorum. Sekiz yıl boyunca o kuş tepemizde salınmıştı. Kuşlardan nefret ederim," diye soludu Ahzem.

Zeir yanda kıkır kıkır gülüyordu. "Canını onlara borçluyken bu nefret biraz fazla değil mi?" diye mırıldandı bıyık altından. Saye'nin çatılan kaşlarının kavisi giderek artıyordu.

"Sen de bu yüzden Karaçalan karargahını bastın." Saye hikayenin devamını getirdi. Bu kadar basit olmuş muydu bilmiyordu. Hatıralarını gözden geçirirken sesli bir şekilde düşünmeye karar verdi.

"Babam mektubunda beni acilen eve yani saraya çağırıyordu. Baba olarak değil de Vekil olarak yapıyordu bu çağrıyı. Ben de asker olarak buna uymalıydım. Yıldırım hızıyla döndüm. Gelir gelmez Kaytun elime bir kağıt sıkıştırdı. Karaçalanın burada yani Tibristan'ın dağlarında görüldüğüne dair istihbarattı. Benden istenen belliydi."

"Ben o olayın İtah'ta olduğunu sanıyordum." Saye yüzünü buruşturdu.

"Ve bunun için bir nedenin de vardı." Zeir geri durmuyordu. "Tamam, bitti hikaye. Ahzem bu alçakların mekanını bastı, hepsinin kafasını kesti ve kolunda gördüğün o aptal dövmeyi kazandı." Adamın sesi gerginlikle yükselmişti şimdi. "Sabahtan beri tezeğin içinde yüzüyorum, yer altında bir canavar yatıyor, en yakın arkadaşım benden devamlı bir şeyler saklıyor... Ahzem lütfen kapa çeneni artık, bu gece rahat bir uyku çekmek istiyorum." Zeir, içkisinden kocaman bir yudum alıp derin bir iç çekişle masadan kalktı aniden. Ahzem giden arkadaşının sırtına bakıp konuşmasını sürdürdü.

"Tam olarak öyle olmadı," diye fısıldadı. Gözleri Zeir'in üzerindeydi çünkü Saye'ye bakacak gücü yoktu.

"SUS!" diye kükredi Zeir. "Aptal herif yedi yıldır kimseye bir bok anlatmıyorsun, şimdi mi çenen düştü!" Zeir hızla geri dönüp Ahzem'in üzerine doğru yürürken tahtaya vuran ayakkabılarının sesi sessizliği arıyordu ama Zeir'in gürültüsü buna engeldi. Adam oturmayıp masanın kenarında dikildi. Elleri terden ıslanmış olan gömleğinin üzerindeydi. Kendine hakim olmaya çalışıyordu.

"Neler oluyor?" dedi Saye sesinin yüksek çıkmasını amaçlayarak. "Ahzem, bana bak neler oluyor? Kendini çok kötü hissediyorsun." Kafasını tam karşısına çevirdi. "Ve bu deli de yine delirdi." Kolunu Zeir'e doğru sallıyordu kadın. Bir anda masanın üzerinde duran Ahzem'in elini yakaladı. "Ahzem iyi değilsin." Sesinde iğrenç bir acıma vardı. Tek bir zerresini hak etmiyordu adam.

Ahzem'in dikkatini çekmeyi başarmıştı Saye. Ama adam hızla elini kurtardı. Bir insanın ateşe dokunması gibiydi sanki. En azından Ahzem böyle bir şey olabileceğine dair fikir yürüttü. Kadının büyüsünü istemiyordu, en azından kendisi hakkındaki yalanları öğrenmeden evvel.

"Saye yedi yıl önce-"

"Neden," diye bağırdı bu sefer Zeir. Önündeki sandalyeyi tekmeleyip kendisine yol açtı. Salonun ucundaki darmadağınık kitaplığa doğru hızlı hızlı yürümeye başladı. Adam yerinde duramıyor gibiydi. "Tanışalı daha bir ay bile olmadı Ahzem ve sen bu kadına güvenmiyorsun. Sen kapalı bir kutuyken bu açılma isteği neden? Ne yarar sağlayacak? Bilse ne fark edecek?" Sesi düştü Zeir'in. Yalvarıyordu sanki. Ağlayacak gibiydi.

"Ona güvenmek istiyorum ve bunu sağlamanın en hızlı yolu da bu. En derin sırrımı bilmesi ile beni köşeye sıkıştıracak. Onunla ne yapmak istediğine kendisi karar versin. Artık umurumda değil." Ahzem bakışlarını Saye'den tarafa çevirebildi sonunda. "Bu görevi başarılı bir şekilde tamamlamamız için birbirimize güvenmemiz şart. Sahipsiz Topraklar'a giden yol, uzun bir yol." Ahzem sözlerini bitirip tekrar Zeir'e döndü. Onay beklemiyordu ama küçük bir umutla arkadaşının belki de anlayabileceğini düşünmüştü.

"Kesinlikle delirdin. Bu tam bir saçmalık! Eğer bunu öğrenirse, sana saygı falan duymaz. En yakın karakola doğru basıp gider, biz de ıssızın ortasında bir canavarla baş başa kalırız. Perilerle de sen güreşirsin çünkü ben çoktan siktiğimin İtah'ına dönüş yolunda olacağım." Zeir tekrar masaya doğru yürümeye başladı. Koca bedeni için dar sayılabilecek olan salonda öfkeyle volta atıyordu. Anlayış, Zeir için gereksiz bir beklentiydi. Ona önce oturup düşünmesi için vakit ayırmalıydı ama öyle bir vakit burada bulunmuyordu.

Saye'ye döndü Ahzem, kadının suratı şokla gerilmişti. Yaslandığı sandalyenin üzerinde sağ tarafına attığı örgüsüyle oynuyordu. Yeşil mavi gözleri Ahzem'in açık kırmızı gözleriyle buluştuğunda ikisi de konuşmak için çok fazla zorlanıyordu.

"Bunu yapmak zorunda değilsin."

"Güven karşılıklıdır Saye. Sana anlatacağım şeylerden sonra bana karşı bakış açın tamamen değişecek ve adım gibi eminim ki bu durum iyi yönde olmayacak. Ama bu sırrı öğrenirsen aramızdaki ilişkinin güçleneceğine inanıyorum. Çünkü kalmaya devam edersen sen de bana güveniyorsun demektir. Ben ne olursa olsun Sahipsiz Topraklar'a gideceğim, bana katılıp katılmamak sana kalmış." Zeir'e döndü. "Otur," diye emretti.

Ateşi yükselmiş olana adam tereddüt ediyordu. Yerdeki sandalyeyi kaldırırken dilinin ucuna gelen şeyleri fısıldıyordu ama Ahzem adamın ne dediğini anlamadı. Zeir sessizce eski yerine geçmişti şimdi. Kucağındaki ellerine bakarken yenilmiş görünüyordu. Ahzem'in söyleyeceği şeyleri duymak istemediği belliydi. Olayı daha önce hiç de Ahzem'in ağzından dinlememişti. Hep kaçmıştı.

Ahzem karşı duvara kilitlendi.

"Karaçalanlara bu ismin takılmasının sebebi kullandıkları kılıcın renginin siyah olmasıydı. Tam olarak sayısı bilinmemekle beraber, tüm ülkeye dağılmış bin üç yüz- bin dört yüz arası kişinin bu dağlardan çıkan siyah demiri kullandıklarını biliyorduk. O yüzden gelen istihbarat ilginç değildi. Cadılardan kurtulduktan sonra ülkeye geri dönmüşler ve en iyi bildikleri dağlara çıkmışlardı. Kaytun bana bu göreve tek başıma çıkmam gerektiğini söyledi. Kimsenin haberi olmadan kaçan sekiz kişinin icabına bakmalıydım. Kadın bunu yapabileceğimi biliyordu." Ahzem gülümsedi. "Bana çoktan Yılan ismini takmışlardı. Sessizdim, kimse geldiğimi görmüyordu. Düşmanlarım için karanlık bir perdenin arkasında gizliydim. En iyisiydim. Hem daha önce de insan öldürmüştüm. Bu hiçbir şey için ilk olmayacaktı. Yani en azından ben öyle düşünüyordum." Derin bir nefes aldı. Sesinin titremesini istemiyordu. Yeterince acınası görünüyordu zaten. "Kimsenin bilmesini istemiyordu Kaytun. Dışarı bir bilgi sızmasını istemiyordu. O yüzden ikimiz kafa kafaya verip bir plan yaptık. Ben bir tüccar kılığında buranın kuzeyindeki Neft şehrine gidecektim. Şehir zaten hevesli ama başarısız birçok tüccarla doluyken bu şekilde bir yabancı olarak göze batmayacaktım, kimse benden şüphelenmeyecekti. Kuzeydeki dağlar hep birbirine benziyordu ama elimde gitmem gereken yeri gösteren açık bir harita vardı. Hiç uzatmadım bu yolculuğu. Silahlarımı kuşanarak Neft'ten ayrılıp daha da kuzeye gittim. Elimle koymuş gibi mağarayı buldum, girişinde iki tane insan, bellerinde de siyah kılıçlar vardı. Başka bir yer olamazdı." Ahzem gücünü toparlamak için masanın üzerindeki yumruklarını sıkarken yerinde rahatsızca kıpırdandı.

"Şüphelenmeliydim Saye, istihbaratın bu kadar açık olmasından şüphelenmeliydim. Her şeyin bu kadar beceriksizce olmasından şüphelenmeliydim. Kapıdaki iki askerin dışında başka hiçbir koruma yoktu çünkü. Yattıkları yatakta, içki içtikleri masaların başında, söyledikleri türkülerin ardında geldiğimi görmediler. Yarım saat içinde otuz iki masum insanın kanına bulanmıştım."

Ve böylece sözlerini bitirdi Yılan, ateş gibi yanan yüreğiyle. Yaptıklarını dile getirince, taşlaşmış kalbi daha da ağırlaşmıştı sanki.

Kimseden çıt çıkmıyordu şimdi.

"Anlamıyorum," diye fısıldadı boşluğa Saye, başı öne düşmüştü. "Masum mu dedin?"

"Evet, orada öldürdüklerimin Karaçalanlarla bir ilgisi yoktu. Hepsi dağın çalışanıydı."

Saye'nin ağzı hayretle açılırken nefesi aniden kesildi. "Nasıl? Nerden öğrendin? Anlamıyorum."

Bir zamanlar kendisinin sorduğu soruları Saye'nin ağzından duyuyordu şimdi ateşin. Açıklama yapmalıydı. Öğrendiklerinden sonra bunu hak ediyordu.

"Eve geri döndüğümde beni Kaytun karşıladı. Büyük bir hata yaptığımızı anlattı. Ben Neft'i ardımda bırakırken tüm ülkeye dağlardaki tünellerde çıkan yangının otuz iki cana kıydığı haberi yayılmıştı. Önce anlamadım. Kaytun anlattı. İstihbaratın yanlış olduğunu, öldürdüğüm insanların masum olduğunu anlattı. Siyah demir o dağdan çıkan demirdi zaten. Aptaldım, düşünemedim. Öfke doluydum, göremedim. Fazla hızlı hareket ettiğimizden yakındı Kaytun."

"Nasıl, bu nasıl olur? Sen Yılan Yürek'sin. Nasıl bu ismi aldın?" Saye'nin eli aniden karnına giderken başını eğmiş Ahzem'den ısrarla bir cevap bekliyordu. Zeir sözü aldı bu sefer. Cansız sesiyle kafasını kaldırmadan konuşuyordu.

"Kaytun bu hezimeti kabul etmedi. İkinci bir planı daha vardı. Karaçalanların elebaşı elimizdeydi. Hanımla beraber ikisi, Karaçalanla derin bir sohbetin geçtiği bir anlaşmaya vardılar. Eğer kayıplara karışan sekiz kişinin Ahzem tarafından öldürüldüğü iddiasına karşı çıkmayıp bunu kabul ederse adam bağışlanıp serbest bırakılacaktı. Bu şekilde de ipten kurtulacaktı. İşledikleri cinayetler ve yaptıkları birkaç yağma göz ardı edilecek, Karaçalan avı kısa bir süreliğine durdurulacaktı. Adam bu teklifi kabul etti, sözde İtah'da Ahzem tarafından yakalanıp öldürülen Karaçalanlara dair hiçbir itirazda bulunmadı ve ortalardan kayboldu. Yedi yıldır da örgüt tüm sessizliğini koruyor zaten bildiğin gibi."

"Ahzem, senin adını haykırdılar meydanlarda. Yılan Yürek diye. Kimi ismine küfretti, kimi çocuğuna senin adını verdi. Bunu nasıl kabul ettin aşağılık herif?" Sandalyesinden aniden kalktı kadın. Önündeki bir adımı kat edip Ahzem'in dibinde bitti. Göz gözeydiler. İkisinin de göz çukuru yaşla birikmişti. Kadının öfkeyle kalkan elini fark etti ama durdurmadı Ahzem. Hak ediyordu. Daha beterini hak ediyordu. Ölmeliydi.

Saye'nin tokadı yüzünde patlarken bu yüzden geri çekilmedi.

"Otuz iki masum can. Dile kolay, otuz iki kişi bir hatayla ölmedi Ahzem. Onlar senin elinde can verdiler. Ve sen hiç sesini çıkarmadın, ne öncesinde ne sonrasında. Dalga geçer gibi bir de seni bir tümenbaşı yaptılar. Senin olmayan bir başarıyı kabullendin. Yılan Yürek'miş. Adını nasıl da hak ediyorsun." Kadının yüzündeki tiksinti dayanılmazdı ama Ahzem kafasını çevirmedi. Kadın, yüzüne tükürmeliydi. Onu yumruklamalı, sihriyle kafasını patlatmalıydı. "Seni öldürmeliyim," diye fısıldadı Saye.

Ahzem'in aklı kuşağındaki hançerindeydi.

"O zaman sıraya girmen gerek," dedi Zeir oturduğu yerden. Yemeğine geri dönmüştü. "Kaşığını kaldırıp Ahzem'i gösterdi. "Madem tüm sırlar dökülüyor şunu da söyleyeyim, bu herif kendisini öldürdü zaten. Oldu o iş yani. Beş dakika falan kalbi atmadı." Kaseyi sabırsızca kafasına dikti Zeir. Ahzem bu olaydan bahsetmenin gereğini anlamamıştı şimdi.

"Sus."

"Kapa çeneni salak herif. Bu kadın seni vicdansız bir köpek olarak görüyor şu anda. Bunu değiştirmemiz lazım. Sen güven istiyorsun ama bunu sağlamak için çok tuhaf bir yola başvurdun Ahzem." Zeir kafasını Saye'ye çevirdi. "Hayır, hiçbir haltı kabul etmedi. Yani bir asker olarak kabul etmesi gereken şeyler haricinde hiçbir şeyi kabul etmedi. Bu adam kendisini öldürdü Saye. Yüreğine ağır gelen, taşıyamadığı sırrıyla beraber ölmek için kendisini öldürdü." Birkaç saniye geçmesi gerekti Saye'nin duyduklarını hazmedebilmesi için.

"Ama sustu!" Saye elini başına götürdü. Kadın ayakta duramayan haliyle tekrar sandalyesine döndü. Söyleyebileceği tek bir şeyi söylemişti. Zeir, intihar bahanesiyle kadının Ahzem'e acıyacağını düşünerek hata etmişti. Kadın öyle biri değildi.

"Susmak zorundaydı çünkü. Eğer konuşsaydı, eğer dağda ölenlerin aslında nasıl öldüğünü anlatsaydı, eğer Karaçalanların elebaşlarıyla beraber ülkede serbestçe dolaştıklarını söyleseydi ne olurdu biliyor musun?" Kadının suratına nefretle bakıyordu Zeir. Bu nefreti kadına değil içinde bulunduğu korkunç düzene karşıydı. "Kaos olurdu, anarşi olurdu, savaş olurdu. Böylelikle de Kaytun'a istediğini vermiş olurdun."

"Kaytun mu?" Ahzem, Zeir'in son sözlerine takıldı.

"Kaytun ya. Bütün gizli kapıların önünde Kaytun dikiliyor Ahzem. Her neyse bu muhabbet bana bu akşam için yeterli. Devrilip uyuyacağım, yarın çok işim var. Bu arada Saye." Omuzları bedeninin üzerine yığılmış kadına baktı. "Umarım yarın sabah burada olursun cadı," dedi gülümseyerek. "Ve eğer Ahzem'in kılına dokunacak olursan seni kendi ellerimle öldürürüm." Adamın silueti karanlıkta kayboldu.

Bu tuhaf tehdidin gerisinde bıraktığı soğuklukla Ahzem ve Saye yalnız kaldılar.

"Saye."

"Sus konuşma."

Bir süre ikisi de birbirine bakmadan orada giderek cılızlaşan lambanın altında oturdular. Ahzem ne söylemesi gerektiğini artık bilmiyordu. Kadının bunu herkese duyurmasını diledi. Şimdi köy köy dolaşıp Ahzem'in yaptığı her şeyi ilan etmesini diledi. İçinden kadına yardım edeceğine dair yeminler ediyordu.

"Nasıl öldürdün kendini?" diye sordu fütursuzca.

Ahzem dövmesinin yer aldığı kolunu sıyırıp, çok zor seçilen üç çizgiyi gösterdi. Saye masanın üzerinde ona uzanmış olan bileğe nefretle baktı. Hiçbir şey demedi. Kadının, izleri seçip seçemediğini de anlamadı Ahzem. Sadece Saye'yi izliyor, gözlerinin kendi gözlerine değmesi için sessizce yalvarıyordu.

Cadı dönüp bakmadı. Kendini geri çekip sandalyesinin sırtına yaslanmaya devam etti. Onu sessizce izleyen Ahzem kadının ağladığını fark etti o an. Saye gözyaşlarını saklamadan ölen otuz iki can için yas tutuyordu. Bedeni sarsılmaya, ağzından ufak iniltiler çıkmaya başladı. Masayı sıkıca itip önünü açmaya çalıştı. Derin derin aldığı nefeslerin arasında sanki boğuluyor gibiydi.

Ahzem hiçbir şey yapmadı. Kadının mahvoluşunu öylece izledi.

🌹

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

114K 14.2K 32
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
11.4K 1.4K 16
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
3.7M 304K 83
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
73K 5.3K 37
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...