KELEBEK

By drunkonblood

11.9M 385K 53.8K

Mitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da is... More

KELEBEK
1.Bölüm - Yağmur
2.Bölüm - İnek Tanrıçası
3.Bölüm - İstenmeyen
4.Bölüm - Shift+Delete
5.Bölüm - Uçak
6.Bölüm - Tercihler
7.Bölüm - Sistem Geri Yükleme
8.Bölüm - Bukalemun
9.Bölüm - Morpheus
10.Bölüm - İnfluenza
11.Bölüm - Makaron
12. Bölüm - 108 Numara
13.Bölüm - İnterfaz Evresi
14.Bölüm - Güncelleme
15.Bölüm - Profaz Evresi
16.Bölüm - Kabulleniş
17.Bölüm - Einstein-Rosen Köprüsü
18.Bölüm - Canavarlar
19.Bölüm - Metafaz Evresi
20.Bölüm - Anafaz Evresi
21.Bölüm - Telofaz Evresi
22.Bölüm - Soğuk Duş Etkisi
23.Bölüm - DNA Mutasyonu
24.Bölüm - Cep Evren
25.Bölüm - Persephone
26.Bölüm - Sona Kalan
27.Bölüm - Venüs
28.Bölüm - Senkron Tutturma Yeteneği
29.Bölüm - Argiphontes
30.Bölüm - Cinnet Algoritması
31.Bölüm - Juno
32.Bölüm - Protein Yıkımı
33.Bölüm - Vulturus
34.Bölüm - Guest Hesabı
35.Bölüm - Minerva
36.Bölüm - Negatif Yük Dağılımı
37.Bölüm - Stymphalian Kuşları
38.Bölüm - Pisagor Teoremi
39.Bölüm - Nar Taneleri
40.Bölüm - Yastık İnkübasyonu
41.Bölüm - Pluton
42.Bölüm - 'Fe' Oksitlenmesi
43.Bölüm - Holometabol
44.Bölüm - Drakaina
45.Bölüm - Tulpar
46.Bölüm - Pavola
47.Bölüm - Eddie
48.Bölüm - Lux
49.Bölüm - Zihin Kontrolü
50.Bölüm - Kelt
51.Bölüm - Generatio İnferiorum
52.Bölüm - Gollum
53.Bölüm - Radix
54.Bölüm - Cerebrum
55.Bölüm - İnsan Ormanı
56.Bölüm - Ön Hazırlık
57.Bölüm - Dindymon
58.Bölüm - Petal
59.Bölüm - Harpia Kulesi
61.Bölüm - Ara Ürün
62.Bölüm -2015
63.Bölüm - Habitat
64.Bölüm - Ametist
65.Bölüm - Finem
66.Bölüm - Serotonin
67.Bölüm - Báthory
68.Bölüm - Caravaggio
69.Bölüm - Lo!
70.Bölüm - Svizzera
71.Bölüm - Primo
72.Bölüm - Teumessian
73.Bölüm - Cauda
74.Bölüm - Pinna
75.Bölüm - Lamiosa
Kelebek Kitap Oluyor!
76.Bölüm - Fibonacci
77.Bölüm - Athene noctua
78.Bölüm - Lagos
79.Bölüm - Spero
Duyuru
Kesit - 1
Kesit - 2
Kesit - 03
Kitapla İlgili Önemli Duyuru!
Kapağımız Belli Oldu!
İstanbul Tüyap Kitap Fuarı ve Birkaç Küçük Not
-YILBAŞI ÖZEL-
*İkinci Kitap Hakkında*
KELEBEK II - DÖNÜŞÜM
*İkinci Kitap ve İzmir Kitap Fuarı ile İlgili*
Dönüşüm'den Bir Kesit ve Duyuru!
-Dönüşüm-
* Küçük Bir Sürpriz *
Dönüşüm Raflarda!
* Üçüncü Kitap ve Bir Sürpriz *
*Üçüncü kitap ve İzmir Kitap Fuarı ile ilgili*
*KOZA*
Koza Çok Yakında Raflarda!
Koza Çekilişi ve İmza Günü Duyurusu!
Kelebek - *ÖZEL BÖLÜM*

60.Bölüm - Tenebris

94.1K 3.6K 244
By drunkonblood

“Neler oluyor?” Adriana veya Fred’in benden daha fazla bir şey bildiklerine emin değildim fakat yine de bakışlarım açıklama beklercesine ikisinin arasında gidip geldi.

“Ben eve dönüyordum, birinin bana seslendiğini duydum. Ben ilerledikçe o ses ona daha da yaklaşmamı istedi. Sonra birden bire senin gibi buraya düştüm.” dedi Adriana omuz silkerek.

“Ben de odama çıkmıştım, kitaplarımı alacaktım. Bir karaltı gördüğümde ona bakmama fırsat vermeden kayboldu. Ardından enseme aldığım darbeyle bayılmışım. Uyandığımda buradaydım.” Fred’in kaçırılması Adriana ve benim kaçırılmamdan daha zor olmuştu anlaşılan.

“Bizi kaçıran şeyi gördünüz mü?” Sorumla birlikte ikisinin de yüzlerine gölge düştü.

“Çok büyük ve siyah… Ayrıca bunu o yaptı,” Adriana kolunu uzattığında kolunun iç kısmında kalan üç çizik gördüm. Yara henüz tazeydi. Etrafındaki kanlar kurumaya başlamıştı.

“Bunu da,” Fred tişörtünün yakasını omzuna kadar çekerken yüzünde hissettiği acıyı belli eden bir ifade oluştu. Omzunda derin ısırık izleri vardı. Onlar yaralarını giydikleri tişörtlerle kapatırken yutkundum. Başıma gelebileceklerden, hepimizin başına gelebileceklerden korkuyordum. Ancak oturabileceğimiz, ayağa kalkamayacağımız derinlikte bir kafesin içindeydik. Parmaklıklardan içeriye sıcaklık ve ışık vuruyordu. Hatta ışık o kadar parlaktı ki, Fred ve Adriana sırtlarını parmaklığa dönerek oturmuşlardı. Muhtemelen birazdan ben de onların yanına geçerdim.

“Size neden bunları yaptı?” diye sordum, aslında verecekleri cevaptan korkuyordum.

Adriana başını eğdi. “Hiçbir şey yapmadık.” Korktuğum cevap tam olarak da buydu.

“Ben gelirken yanımda Hector vardı. Yani o bizim burada olduğumuzu bildiğine göre, kesin bizi çıkarmak için bir yol bulacaktır.” Ona güveniyordum ama güvenmediğim şey bizi burada tutan yaratıktı. Hector buraya gelmek için bir yol bulana kadar sağ kalıp kalmayacağımız merak konusuydu.

“O zaman-“ Fred’in hevesle başladığı cümlesi Adriana’nın sertçe susturması nedeniyle yarım kaldı. “Yaratık, geliyor.” dedi fısıltıdan yüksek olmayan bir sesle. Korkuyla nefesimi tutmuştum. Yaratığın benim için geldiğine şüphe yoktu. Adriana ve Fred sırtlarını dayadıkları parmaklıktan ses çıkarmamaya özen göstererek uzaklaşırken ben içimdeki korku ve şaşkınlık karışımı duygu yüzünden yerimden kıpırdayamadım. Eğer yaratığın keskin duyuları varsa kalp atışımı duyacağına emindim. Bu sessizlikte gürültülü sayılabilecek şekilde yutkundum ve yaratık görüş alanıma girdiğinde onu hızlıca incelemeye koyuldum. Nereden geldiğini bilmediğim sarı ışık yaratığın kuzguni siyah tüylerine vuruyor, tüylerinin parlaklığıyla yaratık neredeyse ışığı yansıtıyordu. Görebildiğim tek şey sırtıydı ve yüzünü görmek istediğimden emin değildim. Muhtemelen bir ayı boyutundaydı, fakat daha önce hiç ayı görmediğim için -Hector hariç- bu kıstası kesin olarak yapamazdım. Dikkatle yaratığın hareketlerini izledim. Tırnaklarıyla duvarı ilk kez dokunuyormuş gibi keşfederken parmaklıklara geldiğinde çıkan tıkırtıları işitip durdu. Karşımızdaki çekmeceye benzer kafesi kendine çekip baygın duran iki bedeni içine bırakırken endişeyle bakışlarım getirdiği kişilerin yüzlerine kaydı. Getirilenler sandığımın aksine bizim takımımızdan değil, karşı takımdandı. Yaratık çekmece-kafesi ileri iterek kafeste bilinçsizce yatan Isaac ve Nyx’in kızı, adını hatırlamak için birkaç saniyelik bir beyin taramasına ihtiyaç duymuştum, Kamaria’ya baktım. Dikkatimi dağıtan şey ışığın gittikçe azalması olmuştu. Bunun tek bir mantıklı açıklamasının olduğunu bildiğimden gözlerimi kapattım ve bizim parmaklıklarımızın önüne geçmiş yaratığı bu kadar yakından görmeyi reddettim. Yaratık pas gibi kokan nefesini dışarı verdikçe sanki rüzgar esiyormuş gibi hissediyordum. Göğsünden sanki yıllardır sigara kullanıyormuş gibi hırıltılar geliyordu. Kısa süre sonra merakıma yenik düşüp gözlerimi araladım. Yüzünü parmaklıklara olması gerekenden çok daha yakın tutan yaratığın an itibariyle görülebilen tek yeri korkunç sivri dişleriydi. İyi beslendiğini veya dişlerini fırçaladığını sanmıyordum fakat dişlerinin bembeyaz olması büyük bir ironiydi. Parlak siyah tüylerinden ayırt edilebilecek mat siyah renkte kocaman bir burnu vardı ve gözleri yoktu. Şimdi neden duvardaki kafesi bulmakta zorluk çektiğini anlayabiliyordum.

“Senden gelen korkunun kokusunu alabiliyorum.” Yaratık bunu söylerken ben onun hareket eden keskin dişlerinden gözlerimi ayıramamıştım.

“Bildiğim kadarıyla, yüksek duyusu olan canlılar korku durumunda salgılanan adrenalinin kokusunu alabiliyor. Tabi yanlış biliyor da olabilirim, pek emin değilim aslında. Yani bir yerde okumuştum ama-“ Adriana’nın bir eliyle ağzımı kapatması, titrek sesimle kurduğum cümleleri sona erdirmeme sebep oldu. Konuşarak rahatlamaya ve korkumu yenmeye çalışsam da, ne yazık ki konuşmanın hiç yardımı olmadığını fark etmiştim.

“Sen nesin?” Fred’in yaptığı gibi soru sormamın çok daha mantıklı bir hareket olduğunu şimdi fark etmem üzücüydü.

“Neden bizi kaçırdın?” İlk soruya cevap vermeyince belki buna cevap verir umuduyla sorumu sordum. Fakat sorularımızı yanıtlamak gibi bir niyetinin olmadığı açıktı.

“Ne istediğini söylersen sana yardımcı olabiliriz.” Anlaşılan, Adriana uzlaşımcı bir yol izleyecekti.

“Bana yardım etmek ister misiniz?” Yaratığa olumlu cevap vermek adına başımızı sallamış, fakat göremediğini fark ettiğimizde hepimiz sesli bir şekilde kabul ettiğimizi dile getirmiştik.

“O zaman her iki grubun tüm üyelerini birlikte kaçıralım ve hepinizi öldürmesi için Tenebris’e götürelim.” Sesinde bunu mizahi bulduğunu belli eden bir ton vardı. Eğer şakaysa bile bu komik değildi ve hiçbirimiz gülmemiştik.

*

“Bundan bir sefer önce siz yine kafesteyken sizi oraya kapatan bizdik ve bu gerçekten eğlenceliydi.” Yüzünde tatmin olmuş bir gülümsemeyle konuşan Isaac’e ciddi ifademle baktım. Şu bulunduğumuz koşullarda bunu hatırlatmasının manası neydi?

“Sizi tuzağa düşürmek de fazlasıyla kolay olmuştu. Aslında bana sorarsan en eğlenceli kısım o kafeste sürünmenizi izlemekti.” dedi yüzünde bir gülümsemeyle. Gözlerimi devirdim ve nefesimi bıkkınlıkla dışarı verdim.

“Isaac, beni sinirlendirmeye çalışmana gerek yok. Güçlerim işe yaramıyor. Denedim.” Amacının bu olduğunu tahmin ediyordum.

“Bunu daha önce söylemeliydin.” Haklı çıkmıştım, beni sinir etme çabası güçlerimi kullanmam içindi. “Gerçi, emeğim boşa gitmiş sayılmaz. Sonuçta sen sinirlenince ben seviniyorum.” Ona dil çıkarmayı gözden geçirdim ama hiç tepki vermemenin de güzel bir cevap olacağını düşünerek istifimi bozmadım.

“Bir anlığına, klişenin doruğuna varıp sinirlenince çok güzel olduğunu söyleyecek sandım.” Adriana’nın sesindeki alay belirgindi. Isaac’in, başta ben olmak üzere, bizi sinir etme amacına ulaşamadığı anlamına geliyordu bu.

“Buradan nasıl çıkacağız?” Kamaria bizler gibi boş işlerle ilgilenmektense, daha çok canlarımızı kurtarmanın derdindeydi.

“Buraya neden getirildiğimizi bile bilmiyoruz.” Fred’in de şimdi konuşmaya dahil olmasıyla önceliğinin bu olduğunu anlamıştım. Evdekilerin bizi kurtarmak için bir yol bulup geleceklerine emindim. Yani, burada bulunduğum birkaç saat içinde hiçbirinin gelmemiş olması içimdeki güveni her saniye biraz azaltsa da, sanırım emindim.

“Işık mı azalıyor yoksa ben mi yanlış görüyorum?” Adriana’nın sorusuyla oturduğum karanlık köşeden sürünerek aydınlığa çıktım. Yanlış görmüyordu, az önce gözlerimi alan ışık şimdi her saniyede daha da sönüyordu. Işık, parlaklığı azaldıkça katlanılır hale gelmişti ama etrafın gittikçe kararmasından hoşlanmamıştım. Tedirginlikle az önce oturduğum karanlık köşeye sığındım. Bulunduğum yere vuran zayıf ışık da gittikçe azaldı ve etraf tamamen siyaha büründü. Ses çıkarmadan oturmayı sürdürdüm. Aniden bulunduğumuz yerin boş duvarlarında yankılanan acı bir kadın çığlığıyla yerimden sıçramıştım. Neler oluyordu? Ne kadar istemiyor olsam da güvenli sığınağımı terk edip dizlerimin üstünde sürünerek tahminen Fred ve Adriana’nın durduğu karşılıklı girintilerin ortasına ilerledim.

“Sen nesin?” Karanlığın içinde bir yaratığın gizlendiği çok açıktı, bu nedenle sorumun mantıklı olduğunu düşünüyordum. “Sana diyorum, kendini tanıt.” Boyutlarını henüz göremediğim bir yaratığa kafa tutmanın ne kadar akıllıca bir davranış olduğu sorgulanabilirdi.

“Kapa çeneni.” Yaratığın yakında olduğunu hissedebiliyordum fakat sesi çok uzaktan geliyordu.

“Niye? Cevaplar istiyorum.” Bizi burada öylece tutmaları merak duygumun içimi kemirmesine neden oluyordu.

“Ukalasın.” Yaratığın hakkımda verdiği yanlış yargının ardından Kamaria olduğunu tahmin ettiğim kadın yeniden çığlık attı. Bizim içinde bulunduğumuz çekmece-kafesin ileri çekilmesiyle dizlerimin üstünde olmasaydım muhtemelen dengemi toplayamaz ve düşerdim. Kocaman bir pençe beni içerden alıp çekmeceyi kapattığında, yine yaratığın ne olduğunu görememiştim. Sanki karanlık tarafından yutulmuşum gibiydi. Bunun yanımıza gelen ilk yaratık olduğunu sanmıyordum, bu seferkinin hareketleri çok daha bilinçliydi. Her şey o kadar ani oluyordu ki, tepki bile veremiyordum. Yaratık beni bir yöne doğru taşırken hiç ses çıkarmadım veya çırpınmadım. Çünkü artık deneyimli bir esir sayılırdım. Bunların boşa olduğunu biliyordum. Her kaçırıldığımda koşup kurtulmaya çalışmak, hele ki yakalanma ihtimalim daha yüksekken, fuzuliydi. Bu nedenle uslu bir kız oldum ve sesimi çıkarmadan yaratığın beni nereye götüreceğini beklemeye başladım. Şimdiye gözlerim karanlığa alışmalıydı fakat bu karanlık çok daha farklıydı. Koyuydu, o kadar koyuydu ki hiçbir şeyi, gerçek manada hiçbir şeyi görmek mümkün değildi. Dünyadaki her şeyi, beni bile, yutmuş gibi hissediyordum. Nefes almam bile mucizeydi sanki. Mermer, düz bir zemine yatırıldığımı hissettim. Hala hiçbir şey göremiyordum. Bir şeyin çatırtıyla aşağı çekildiğini duydum fakat ne olduğuna dair bir tahminim bile yoktu. Yaratığın etrafımda olduğunu biliyordum ama tam olarak nerede olduğunu bilemiyordum. Bu tüyler ürperticiydi. Her an bana saldırabileceğini hissediyordum. Beni yatırıldığım yere bağlayan bir şey olmadığı için, kaçmayı düşündüm. Karanlıkta ona toslamam, yolun yarısında yakalanmam en olası iki ihtimaldi ama yine de şansımı denemeye karar verdim. Omuzlarımı temkinli bir hareketle mermer zeminden biraz kaldırdığımda boynuma değen keskin uçlu beş küçük bıçağı hissetmemle yerime geri döndüm. Bu tür bir sürprizle karşılaşacağımı zaten tahmin etmiştim. Sessizlik içinde yattım ve yaratığın saldırmasını bekledim. Beynimde bunu bu kadar basitçe ifade etsem de, korkudan avuçlarım terlemişti ve bacaklarım titriyordu. Başıma gelecek şeyler, en iyi senaryoda bile korkunç olacaktı, bundan şüphe duymuyordum.

“Demek cevaplar istiyordun,” dedi yaratık olması gerekenden biraz daha fazla titreşimlere sahip sesiyle. Çenemden boynuma doğru ilerlediğini hissettiğim tırnaklar tüm tüylerimi diken diken ederken, midemin hissettiğim korkunun yoğunluğuyla delindiğini sandım. Boynumda istediği konumu aldığında pençesiyle boynumu kavradı. Tırnakları hafifçe tenime batarken konuşmaya devam etti.

“Verdiğim her cevabın bir bedeli olur. Madem istiyorsun, o zaman başlayalım.”  Aslına bakarsak, bu koşullar altında cevap istediğimden o kadar da emin değildim. Fakat itiraz etmeye gücüm yoktu.

“Bir soru sor.” Bunun doğruluk mu cesaret mi gibi bir sonu olmayacağını bilsem de, boynumdaki pençeyi düşünmemeye çalışarak sorumu sordum.

“Sen nesin?” Basit ama en merak ettiğim sorudan başlamıştım.

“Tenebris.” Kısa cevabının ardından tek hamleyle beni yüzüstü çevirip kolumu ters bir şekilde sırtıma değdirdi. Kolumun yerinden çıkacağını sanmıştım. Hissettiğim acının yalnızca başlangıç olduğunu düşünmek üzücüydü. Sanırım Isaac’in bana uzun süre önce haber verdiği ölümüm, bu şekilde olacaktı.

“Soru sor.” Ses yaratığın az önce bulunduğu yerin tam karşısından gelmişti. Nerede olduğunu göremiyor olmam ona olan korkumun binlerce kat artmasına sebep oluyordu. Yeni bir sorunun, yeni bir ceza olduğunu bildiğimden soru sormamayı tercih ettim.

“Soru sor!” Bu sefer karnıma attığı yumrukla çok daha ikna edici olduğunu itiraf etmeliydim. Onu daha fazla kızdırmamak adına hızlıca sorulacak bir soru düşündüm.

“Bizi neden kaçırdın?” Derin bir nefes aldığını duydum. Çeşitli takırtılar ve çıtırtılar geliyordu.

“Sizi kaçırdım, çünkü hepinizden nefret ediyorum.” Cevabının bununla sınırlı olacağını sanmıyordum. “Siz, Olimposluların çocukları, kendinizi her ırktan üstün sayıyorsunuz. Kendinizi gerçek bir Tanrı’nın yerine koyuyor, onlara kafa tutuyorsunuz. Bu kabul edilemez bir saygısızlık.” Sakince cümlelerini tamamlarken, beni yeniden sırtüstü çevirdi ve boynuma sıcak bir demir bastırdı. Ağırlığını bacaklarımda hissettim. Refleks olarak hareket edemeyeyim diye üstüme çıkmış olmalıydı. Demir parçasını boynumdan çekerken derimden gelen erime sesini duyduğuma yemin edebilirdim. Hissettiğim acı o kadar keskindi ki, tarif edecek kelime bulamıyordum. Sanki boynumun o kısmını yakarak eritmişler gibi hissetmiştim. Yanık derime hava değdikçe daha da canımı acıttığını, yaratığın oraya doğru nefesini üflemesiyle anladım. Üstümdeki ağırlığı gittikçe artarken, zor nefes alır hale gelmiştim. Hedefinin her birimizi öldürmek olduğunu söylediği için, artık kaçmak gibi bir girişimde bile bulunmuyordum. Ölme fikrini kabullenmiştim. Başımıza gelen bunca olay yaşamımızın kıymetini hatırlatmalıydı ama ben zaten öleceğimi biliyordum. Yakında öleceğim bana söylenmişti ve şu anda fark ettiğim bir şey vardı ki, ben artık bunun ne zaman ve nasıl olacağını eskisi kadar dert etmiyordum. Düşüncelerim gittikçe ağırlaştı ve kopuklaşmaya başladı. Bilincim kapanırken, uyanık kalmak için ekstra bir çaba sarf etme gereği görmedim.

*

Gözlerim kapalı olmasına rağmen beni rahatsız etmeyi başaran parlak ışık nedeniyle gözlerimi kırpıştırarak açtım. Başımın tam üstünde duran beyaz lamba, muhtemelen şuan hissettiğim baş ağrısının sebebiydi. Neler olduğunu anlamlandırabilmek için etrafıma bakmaya çalıştım. Üstümde asılı duran lamba sadece benim konumumu aydınlatıyor, bulunduğum yerin geri kalanını yine karanlıkta bırakıyordu. Bakışlarımı ampulden ayırıp karanlığı gözlerimle taradım. Başımı çevirmemle boynumun parçalanıyormuş gibi acımasını görmezden gelmeye çalışmıştım. Yine hiçbir şey göremiyordum.

Yaratığın, adının Tenebris oluğunu söylemişti, karanlıkta bir yerde saklandığına emindim. Nitekim birkaç saniye sonra titrek sesiyle konuşmaya başladı.

“Sana bir arkadaş getirdim.” Tekerlek sesleri duyduğumda otomatik olarak başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Sedye diyebileceğim yataksız, tekerlekli bir masada uzanan Isaac’i yanıma getirdiğinde biraz da olsa rahatlamadığımı söylersem yalan olurdu. Çünkü yaratığın Fred ya da Adriana’yı getirdiğini düşünmüştüm. Isaac’in boynunda yumruğumun büyüklüğünde bir damga izi vardı. Birkaç saniye düşündüğümde benim boynumda da aynı izin olduğunu anlamam zor olmadı. Elim istemsizce boynuma gitmişti. İze değdiğim anda parmaklarımda hissettiğim keskin acıyla elimi boynumdan çektim. Parmaklarımın boynuma dokunan kısmının derisi soyulmuştu. Gözlerim şaşkınlık ve korkuyla irileşti. Parmak uçlarımdaki sızıyı görmezden gelmeye karar verdim ve elimi karnımın üzerinde dinlenmeye bıraktım.

“Eşleşen dövmeleri olan çiftler gibiyiz.” Eğer gülebilecek gücü kendimde hissetsem muhtemelen Isaac’in söylediğine gülerdim. Belli belirsiz bir gülümseme hariç tepki verememiştim. Isaac’e dönüp baktığımda onun enerjisinin epey azalmış olduğunu fark ettim. Ben bilinçsizken yaratık onunla kaliteli zaman geçirmiş olmalıydı.

“İyi misin?” dedi Isaac sessizce. “Mükemmel. Sen?” diye yanıtladım sesim eğlenceden yoksun olmasına rağmen. “Hiç bu kadar iyi olmamıştım.” Onun da sesinde neşeden eser yoktu.

“Diğerleri nasıl?” Soruyu Isaac’e sormama karşın, cevabımı yaratıktan aldım.

“Hayattalar,” Bir karaltı, beni neredeyse kör eden ışığın parlaklığını önüme geçerek azalttı. “Şimdilik.” diye ekledi yaratık. Kendinden emin oluşu hoşuma gitmemişti. Bizi buraya bağlamamıştı bile ama kaçmak için ya da onu yenmek için bir hamlede bulunamıyorduk. Çünkü karanlıktı ve onun yüzünü bile göremiyorduk. Bilmediğimiz bir şeyle nasıl savaşabilirdik ki? Onu yenebilmemizin bir yolu var mıydı? Ben bunları düşünürken Isaac’in acı dolu çığlığıyla göremesem de başım onun bulunduğu konuma çevrildi.

“Bundan sonra sorduğun her soru için ona zarar vereceğim.” Yaratık bizim arkadaş falan olmadığımızı anlamamıştı sanırım. Yine de, yaratığın Isaac’e zarar vermesini istemezdim.

“Merak etme Isaac, soru sormayacağım. Çünkü sana kendim işkence etmeyi tercih ederim.” Evet, abarttığımı kabul ediyordum ve soru sormayacak olmamın tek nedeni bu değildi. Birinin benim yüzümden zarar görmesini istemezdim. Ayrıca, henüz hiçbir şeye işkence etmediğim için bunu nasıl yapacağım hakkında bir fikrim de yoktu.

“Ben de senin ölmene izin vermeyeceğim. Çünkü seni ben öldüreceğim.” Isaac’in boş tehditlerine kulak asmadım. Bu yaratık burada ikimizi de öldürürdü ve kimse kemiklerimizi bile bulamazdı. Kendi düşüncemle irkildim.

“Konuşmayı kesin.” Yaratığın uyarısını dinlemeye karar verdim ve çenemi kapalı tuttum.

“Konuşmayı kesin, çünkü artık benim konuşma zamanım.” Pençesini boynuma yerleştirdi ve tırnaklarıyla damganın bulunduğu yeri kanırtmaya başladı. Dişlerimi sıktım ve hissettiğim acıyı belli etmemek için direnmeye çalıştım. Dişlerimi kıracağımı düşündüğüm bir anda yaratık konuşmaya başladı.

“Sizin ırkınız, şimdiye kadar yaratılanların arasında en kötüsü. Ne insansınız, ne de Tanrı. Kendinizi yaratıklardan üstün görüyorsunuz, Tanrılarla bir tutuyorsunuz. Hepinizin ukala suratlarını parçalayacağım.” Pençesini yüzüme koyduğunda ne yaptığımı bilmeden bileğini yakalamaya çalıştım. Yaratığa dokunur dokunmaz elim yanmıştı. Elimi çekmek yerine yanmasına aldırmadan pençesini yüzümden çekmeye uğraştım. Onu itmeme şaşırmış olacak, bir gümbürtü duyuldu ve pençeleri üstümden çekildi. Onu düşürmüş müydüm? Boğazından hırsını belli eden hırıltılar yükseldi. Ben elimi havada sallayarak soğutmaya, yanma hissini yok etmeye çalışıyordum. Canımın acımadığını söylesem yalan olurdu. Boynumdan saçımın diplerine doğru sıcak bir sıvının aktığını hissettiğimde rahatsızlıkla, “Boynumda ne var?” diye sordum Isaac’e dönerek.

“Kan.” Uzanıp tişörtünün ucuyla boynumdaki kanı temizlerken konuşmaya devam etti. “Onu daha fazla kızdırma ve yapacağını yaptıktan sonra defolup gitsin.”

“Athena’nın kızı o, hiçbir şey yapmadan durabilir mi? Tabi ki başarısız kahramanlık girişimlerinde bulunacaktır. Şimdiye kadar kaçmaya çalışmamasına şaşkınım aslına bakarsan.” Benim Athena’nın kızı olduğumu biliyordu. Diğer yaratıklar bizim varlığımızdan haberdardı ama daha önce tek tek hepimizi bilen bir yaratıkla karşılaşmamıştık.

“Demek ki sandığından daha zekiyim.” Isaac onun uyarısını dinlememiş olmamdan ötürü kaşlarını çatarak bana baktı.

“Sandığımdan daha zeki olsan, hala böyle ukalaca konuşuyor olmazdın.” Duraksadıktan sonra devam etti.

“En çok da, Hades’in oğluna gülüyorum. Bir anda yeraltına inip bize hükmedebileceğini mi düşünüyor? Biz yalnızca Hades’in emirlerini dinleriz.” Alay edercesine güldü. Gülüşünün ürkütücü olduğunu itiraf etmeliydim.

“Gerçekçi olduğum için üzgünüm ama onu dinlemek zorundasın. Size sözünü geçirebilmek için epey ikna edici olacağına eminim.” Leonard’ın bunu yapabileceğine inanıyordum. Aynı şekilde İnci’nin de öyle. İkisi de güçlüydüler ve istediklerinde korkutucu olabiliyorlardı.

“Benim de aynı derecede ikna edici olabileceğimi en iyi senin bilmen gerekir.” Onu göremesem de yüzünde bir gülümseme olduğuna kalıbımı basabilirdim. “Zaten, Leonard ve İnci ile tanışmak için sabırsızlanıyorum.” Hepimizi gayet iyi tanıyor olduğunu ikinci kez kanıtlarken sessiz kalmayı tercih ettim.

Uzun süren sessizliği yaratık bozdu. “Siz iyiden iyiye sıkıcı oldunuz. En iyisi gidip yeni birilerini getireyim.” Hemen itiraz ettim.

“Dur! Burada kal.” Bir bahane düşünmeye çalıştım. “Bak, daha dövülecek çok yerim var.” Gerçekten, eğer bir ikna edicilik yarışması olsa birincisi muhtemelen ben olurdum. Isaac’in bakışlarından bu bahanemi ayakta alkışladığını görebiliyordum. Ona özür dilercesine bir bakış attıktan sonra başımı yeniden karanlığa çevirdim ve yaratığın gelmesini bekledim.

“Hayır, seni dövmek artık heyecan vermiyor.” Yaratık beni dövmekten sıkılmış mıydı yani? Bir erkek arkadaşımın olmama nedeni artık çok daha belirgindi. İşkenceden hoşlanan bir yaratık, beni dövmekten sıkılıyordu. Hatta belki Isaac’in de beni kandırma sebebi bu sıkıcılığım olabilirdi. Ona dönüp içimdeki soruları cevaplaması için Isaac’e baktım.

“Ne?” dedi sertçe. “Cidden çok mu sıkıcıyım ben? Canavar bile beni dövmekten sıkıldı.” Daha Isaac cevap veremeden yaratığın sesi duyuldu.

“Ben hala buradayım. Ayrıca canavar değilim, bir ismim var.” Alınmış mıydı? Sesinden öyle hissediliyordu. “Neyse, gidip Fred ile biraz uğraşayım. Onunla tanışmak için de uzun zamandır bekliyordum.” Bu cümlesinden Fred ile olduğu gibi benimle tanışmak için de uzun zamandır bekliyor olduğu anlamını çıkarmalı mıydım? Fred’in ondan kaçabileceğini düşünüyordum. Sonuçta hızlı koşuyordu. Fakat nereye kaçabileceği de ayrı bir merak konusuydu. Zaten ben de yaratığa karşı güçlerimi sonuna kadar kullanamamıştım. İçimdeki endişe gittikçe artarken sakin kalabilmek için parmaklarımı uzanıyor olduğum mermer zeminde belirli bir ritimle tıklattım. Yaratığın gitmesiyle odadaki karanlık azaldı ve yalnızca üstüme vuran ışık tüm odaya dağıldı. Hemen etrafıma bakındım. Topraktan yapılmış bir odadaydık. Beyaz lambanın elektriğini nereden bulduğunu merak etmiyor değildim. Gerçi inşaat işlerinden hiç anlamazdım.

“Sıkıcılık soruna cevap vermek gerekirse, hep çeşitli salaklıklar yaptığın için eğlenceli sayılabilirsin.” Isaac’in sesini duymamla başımı ona çevirdim. Bu kadar geç cevap verdiği göz önüne alınırsa, beni kırmadan soruma cevap verebilmek için epey düşünmek zorunda kalmıştı.

“Bana salak dediğini görmezden geliyorum. Eğlenceli olduğum konusunda hemfikiriz.” dedim ona göz kırparak. “Zaten seninle sıkılacağım kadar uzun zaman geçirmedik. Eğer ayrılmamış olsak kesin sıkılırdım tabi.” İlla bana kötü davranmak zorundaydı sanki. Ona ters ters baktım ve cevap vermedim.  Burada öylece yatmamızın bir mantığını göremiyordum. Yaratık bize her türlü zarar verecekti. Isaac’e başımla kalkmasını işaret ettikten sonra doğruldum ve ayaklarımın üstüne basıp dengemi toplamaya çalıştım. Biraz başımın döndüğünü söyleyebilirdim.

“Nereye gideceğiz?” Ben dengemi toplamaya çalışadurayım, Isaac çoktan yanıma gelmişti bile. “Diğerlerini bulmamız gerek.” dedikten sonra odanın kapı olmayan çıkışına ilerleyip dışarı çıktım. Isaac’in beni takip ettiğini duyamasam da hissedebiliyordum. Sol tarafa doğru yöneldim ve hızla ilerlemeye başladım. Odadan çıkarken yaratığın bu taraftan gittiğine emindim. Eğer onun gittiği yerden gidersek o Fred’i almadan onu durdurabilirdik. Şimdi önceliğim buydu. Hiç bitmeyecek gibi gelen koridorda etrafta kimsenin ya da hiçbir şeyin olmadığına emin olmaya çalışarak ilerlemeyi sürdürdüm. Bütün koridoru aydınlatan şeyler meşalelerdi ve ilerledikçe ışığın azaldığını hissediyordum.

“Ona yaklaşmış olabiliriz.” Durdum ve Isaac’e döndüm. Cevaben hiçbir şey söylemedi, yalnızca beni arkasında tutmaya özen göstererek önden ilerlemeye başladı. Temkinli bir şekilde onu takip ettim. Işık artık gözle görülür derecede azalmıştı. Yaratığa yaklaştığımızı biliyordum. Karanlık iyice bastırmadan etrafımı inceledim ve ona saldırabilecek bir şey aradım. Meşalelerin altında asılı duran uzun tahta çubuk iş görebilirdi.

“Uslu durmayacağınızı biliyordum.” Yaratığın sesi duyulduğunda etraf yine koyu siyaha büründü. Çıkan karmaşa seslerinden yaratığın Isaac’i aldığını anlayınca duvardaki tahta çubuğa ilerledim ve tüm gücümü toplayıp tahtayı duvardan sökmeye çalıştım. Az önce hiçbir etkisi olmayan güçlerim şimdi işe yaramıştı ve tahtayı hiç efor sarf etmeden güçlerim yardımıyla duvardan sökmüştüm. Buna şaşırmayı sonraya bıraktım. Arkamı dönüp hızla karanlığı tarayarak yaratığın konumunu tespit etmeye koyuldum. Pençesini saplamaya hazır bir şekilde havaya kaldırdığında ona doğru koştum ve kafası olduğunu tahmin ettiğim yerlere ardı ardına vurmaya başladım. Yaklaşık 12.vuruşumda muhtemelen yaratığın elinden kurtulan Isaac kolumdan yakalayıp beni geldiğimiz yöne doğru koşturdu.

“Güçlerim daha önce çalışmadı ama neden şimdi çalıştı?” dedim kafa karışıklığı içinde. Bir yandan koşmaya devam ediyorduk.

“Çünkü o zaman ondan korkuyordun. Korkunun üstüne gittiğinde de, onu yendin. Sana yaptıkları için ona sinirlendin ve bu sinirini kullandın.” Söyledikleri mantıklıydı.

“Düşmanım olduğunu düşünürsek, bunu sana söylememeliydim.” Gerçekten de, bana benzer bir durumda kullanabileceğim bir tavsiye vermişti. Tenebris’in etkisiyle sönen meşaleler yeniden yanmaya başlayıp yolumuz aydınlanırken Isaac durunca ben de durdum ve bakışlarımı etrafımdan çekip önüme yönlendirdim. Karşımızda hiçbir şey söylemeden duran Hades’i görünce sevinsem mi, üzülsem mi bilememiştim.

Multimedia'da crayonolen'in bize Facebook sayfamızdan ulaştırdığı harika kapak çalışması var! <3

Profilimizdeki linkten Facebook sayfamıza, oradan da Facebook'taki grubumuza ulaşabilirsiniz. Hikaye ile ilgili paylaşımlarda bulunmak ve diğer okuyucularla hikaye hakkında görüşlerinizi paylaşmak için gruba katılmanızı tavsiye ederiz. :) 

Continue Reading

You'll Also Like

92.2K 7.9K 40
~ WATTYS 2023 BÜYÜK ÖDÜL KAZANANI ~ Yüzyılda bir kez yaşanan ve ruhlar dünyasının kapılarının açıldığı Dhura gecesinde Aris isimli bir erkek çocuk dü...
1.7M 65.6K 27
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
23.5K 1.7K 28
Biyoloji öğretmeni Kim Taehyung, öğrencisi Jeon Jeongguk'a ödev verir.
149K 2.1K 24
En yakın arkadaşımla kocamı bastığım andan beri alevler içindeydim. "Daha hızlı aşkım," diye inleyerek dans eden bedenlerini seyrettim kapıda. Sevgi...