1.Bölüm - Yağmur

645K 11.2K 2.6K
                                    

Bilgisayarın parlaklığını bir seviye daha düşürdüm. Hala gözümü alıyordu. Siyah kemik çerçeveli gözlüğümü çıkarıp özenle gözlük kutusuna yerleştirdikten sonra çantama attım. Bugün daha fazla bilgisayar ekranına bakabileceğimi sanmıyordum. Saat mesai bitimimi epeyce geçmişti. Umarım çok beklememe gerek kalmadan otobüse binip sağ salim eve gidebilirdim. Her adımımın beni evime yaklaştırdığı fikri hareketlerime hız kazandırmıştı. Hiç zaman kaybetmeden ceketimi giydim ve pencereden dışarıya baktım.  Tam bu esnada iri yağmur damlalarının camı yıkamaya başlaması, bana özel yapılan küçük ve komik olmayan bir şaka gibiydi. 

“Lanet olsun.” Bugün kim bilir kaçıncı kez, şansıma küfrettim. Hiçbir işim rast gitmez miydi? Merdivenleri hızla indim ve fotokopi makinesinin yanında tünemiş olan müdürüme sezdirmeden dışarıya çıkmaya çalıştım. Bana seslendiğini duyunca bütün hayallerim suya düşmüştü. 

“Polisin gönderdiği raporları inceledin mi?” Elimi kapının kulpundan ağır hareketlerle çektim. Sahte bir gülümsemeyi yüzüme yerleştirip ona döndüm. Derin bir nefes alıp bir bahane düşünmeye çalıştım. Ne kadar geç cevap verirsem, yalan söylediğim o kadar anlaşılır olurdu. Bu yüzden en iyi yaptığım şeyi yaptım: Çok konuşmak. 

“Acaba tam olarak hangi rapordan bahsediyorsunuz efendim? Çünkü biliyorsunuz burası büyük bir yer, epeyce suç işleniyor. Haliyle, polis baş edemiyor ve bizden yardım alıyor.  Böylece suç oranlarının yüksek oluşu da bizim işimize geliyor. Yoksa biz ne iş yapardık değil mi?” Daha fazla saçmalamadan susmuştum.

“Demek yapmadın.” Başını sanki bu durum hoşuna gitmiş gibi gülerek aşağı yukarı salladıktan sonra konuşmaya devam etti. “İşsiz kalacak olan sensin. Fakat bu cesaretin hoşuma gitti. Yarın mesai saatinden iki saat önce burada olacaksın. İyi akşamlar, Bayan Wilson.” İlkinden katbekat daha sahte olan bir gülüşle ona baktım. “İyi akşamlar efendim.”

"Dikkatli ol, epey geç olmuş." dedi bakışlarını saatinden kaldırmadan. Hiç cevap vermemeyi tercih edip orada bir saniye daha zaman harcamadan kendimi dışarı attım. Etrafımdaki insanları üç gruba ayırabilirdim: Birden bastıran yağmurdan koşarak bir an önce kurtulmaya çalışanlar, tedbirli olup şemsiyelerinin altında hallerinden memnun bir şekilde yürüyenler ve yağmurun dinmesini beklerken bulabildikleri bir saçak altına saklananlar. Ben, ne yazık ki ilk gruba dahildim. Islanacağım gerçeğini reddetmenin bir alemi olmadığından, çantamı başıma siper edip otobüs duraklarına doğru koşturdum. Etraf kapkaranlıktı. Ana caddedeki şirket binasından uzaklaştıkça etrafımdaki insan sayısı da bariz bir biçimde azalmıştı. Sırılsıklam olmuştum. Islak olmaktan nefret ederdim. Esen rüzgar, tamamen ıslandığım için beni olması gerekenden daha fazla üşütüyordu. Ceketime sıkı sıkı sarındım. Gözlerimi yola kilitledim ve otobüsü beklerken beni almaya gelecek sıcak bir arabanın hayalini kurmak için kendime izin verdim. Hızla ilerleyip tam önümde duran lüks, siyah arabayı kibarlıktan epey uzak bir biçimde incelemekten kendimi alamadım. Hayalim biraz çabuk gerçekleşmişti. Kendi kendime güldüm. Arka koltuğun penceresi yavaşça açıldı. Gözlerimi kısmama neden olan iri yağmur damlalarına rağmen elimden geldiğince arabanın sahibini, tıpkı arabasını incelediğim gibi kibarlıktan epey uzak bir biçimde inceledim. Havanın karanlık olması da aleyhimeydi, bu nedenle cinsiyetini tespit edebildiğim için bile kendimle gurur duyuyordum. Adam kesin arabaya baktığım için benimle alay edecekti. Önce davranmak en iyisiydi.

“Güzel araba!” Yağmurun sesini bastırabilmek için bağırmak zorunda kalmıştım. Başparmağımı onaylarcasına kaldırdım. Arabanın içindeki adamın yüzünde tek bir kas bile kıpırdamadı. Bu sessiz bakışma seansı bir türlü bitmeyince, ona bakmaya son verdim ve otobüsün yolunu gözlemeye devam ettim.  Adamın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Rahatsız edici olmaya başlamıştı. 

KELEBEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin