11.Bölüm - Makaron

159K 5.1K 613
                                    

“Ne yapayım ama, onu tanımıyordum. Korktum haliyle.” Dakikalardır beni ibretle izleyen ev halkına karşı kendimi savunmaya çalışıyordum. Göründüğü kadarıyla pek de ikna edici değildim.

“Onu korkutan bendim. Öyle sinirle bakıp durmayın kıza. Bu arada, tanışamadık. Ben Paulo.” Ona minnetle baktım ve uzattığı eli sıktım.

“Ben Jane.” Dişlerimi göstererek gülümsedim. Arkamı kollaması gerçekten hoş bir hareketti. Tıpkı benimki gibi siyah kemik bir gözlük takıyordu. Uzun süre sonra tanıştığım mavi gözlü olmayan ilk insan olma onurunu da kazanmıştı ayrıca. Gözlerinin rengini tam manasıyla tanımlandıramamıştım. Yeşil renk olması için içinde fazla kahverengi, kahverengi olması için de fazla yeşil vardı. Yeşile kaçan ela rengi olduklarında karar kıldım. Evet, en iyi tanım buydu. Küçük, kalkık burnunu kıskanmadan edemedim. Saçları koyu kahverengiydi. Onu incelerken Leonard’ın sesiyle irkildim.

“Yüksek ateş beyinde hasarlar bırakabiliyormuş. Sayende kanıtlanmış oldu.” Gözlerimi kısarak ona baktım.

“Demek hasta olduğumu gayet iyi biliyordun. Bir kere bile uğramayınca haberin olmadığını düşünmüştüm. Ya da öldüğünü. İkinci seçenek daha iyiymiş.” Leonard omuz silkti ve mutfaktan çıktı. Ayağımdaki terliklerden birini kafasına fırlatmayı düşünsem de bu fikrimden hemen vazgeçtim ve ısrarla mutfakta dikilen diğerlerine döndüm. Yanımda duran Frederick koluma gülerek dirsek attıktan sonra mutfağı ikinci terk eden kişi oldu. Aslında Leonard’a söylediklerim sadece onun için geçerli değildi. Kaşlarımı kaldırarak Hector’a baktım. Lafımı ağzıma tıktı.

“Ben gelmiştim.” dedi kendinden emin bir biçimde. Dediğine kendi de inanıyordu demek ki.

“Evet. Bilgisayarına format attırmak için!”

“Sonuçta geldim. Hem sen işime yarayacaksın. Yaşadığından emin olmam lazımdı.” Kapıya ilerledi ve o da diğerleri gibi mutfağı terk etti. Dianna’nın kıkırdamasıyla ona döndüm.

“Sana neden söylemiyor, anlayamıyorum. Eve geldiğin ilk günlerde durumun biraz ağırlaşmıştı. Etrafındakileri fark etmiyordun. Aslında Hector hep benimle birlikte başında durdu. Sen kendine gelince gidiyordu. Fakat Leonard konusunda haklısın. O hiç gelmedi.” Dianna’nın da bunu garipsediği yüz ifadesinden anlaşılıyordu.

“Ben bile gelip yemeklerimden getirdim.” dedi Paulo. Şaşkınca ona baktım. “O yemekleri sen mi yapıyordun?” Başıyla onayladı.

Dianna, “O bir şef.”  dedikten sonra Paulo’ya döndü. “ Gerçekten harika yemekler yapıyorsun.”

“Teşekkürler, işim bu.” dedi Paulo sırıtarak. Onların kırık ve aksanlı konuşmaları sevimliliklerini birkaç kat daha arttırıyordu. Paulo tezgahtaki tabaktan bir kurabiye alıp yanıma yaklaştı.

“Şimdi soğumuştur.” Bana doğru uzattığı yuvarlak kurabiyeyi ısırdım. Kurabiye ağızda dağılıyordu ve o kadar lezzetliydi ki hiç bitmesin istedim. Paulo ısırdığım kısımdan geriye kalanı da yedirdikten sonra omzumu dürten Hector’a döndüm. Ne ara geri dönmüştü bu?

“Jane. Benimle gelsene.” Rica etmekten çok emir verdiğini anlamak zor değildi.

“Niye?” dedim ağzımdaki kurabiyeyi çiğnerken. Aslında daha çok dediğimi anlamış olmasını umuyordum çünkü ağzım dolu olduğundan pek açık konuşamamıştım. Açıklama yapmak yerine en sevdiği yöntemle-kolumdan çekiştirerek- beni mutfaktan çıkarmaya çalıştı. Başarılı olamamıştı çünkü kurabiye aşkıma kimse engel olamazdı. Kendimle birlikte onu da sürükleyip tabaktan bir kurabiyeyi daha ağzıma attım. Bu kurabiye, fazla güzeldi. Tabaktan son bir kurabiye daha alıp Hector’a uzattım. İkiletmeden yemesi beni şaşırtmıştı. Hatta ona uzattığımda gülümsediğine yemin edebilirdim. Elini kolumdan çekip sırtıma koydu ve beni kibarca ilerletti. Böyle yapacaksa ben ona hep kurabiye verirdim. 

KELEBEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin