YERALTI CEHENNEMİ

By Mervelien

188K 10.9K 6.3K

"Geceleri geleceğim sana," diye devam etti konuşmaya. "Geceleri seveceğim seni. Beni asla göremeyeceksin." Sa... More

YERALTI CEHENNEMİ
Tanıtım Videosu
1. KADEH
2. RUHAN
3. RUZENİN
4. "KALARATLİ"
5. "LEİLA"
6. "HELLHEİM"
7. "GEÇMİŞ"
8. "JÖRMUNGANDR"
9. "VAROLUŞ"
10. "HİSLER"
11. ''FREYA''
13. ''LİLY''
14. ''POSEIDON"
15. "FENRİR"
16. "KARANLIK"
17. "GÜL TOHUMU"
18. "BAŞLANGIÇ"
19. " GERÇEKLER"
20. "MÜHÜRLÜ RUH"
21. "KAYBOLUŞ"

12. ''ZİNCİRLER''

5.1K 427 349
By Mervelien

12. BÖLÜM
                              "ZİNCİRLER"

Freya'nın sesiyle Kuday'ın göğsünde duran elim boşluğa düştü. Zindan karası gözleri kararmış, çatık kaşlarıyla duyduğu sese anlam yüklemeye çalışması saniyeler aldı arkamda duran Jörmungandr'a garip bir şekilde baktı.

''Freya,'' dedim son söylediklerine anlam yüklemeye çalışırken. ''Ölümlü biri oldum derken neden söz ediyorsun.''

Kuday gözlerini Jörmungandr çekmeyip dişlerinin arasından tısladı. ''Kes sesini Freya!''

''Ne demek kes sesini,'' diyerek araya girdim. ''Onun konuşmasına izin vereceksin!''

''Hel,'' diyerek özenle adımı telaffuz ederken dudaklarından dökülen ismimi duymak sırtımda gizliden gizliye saklanan kanatlarımı okşuyordu. ''Bana emir vermeni sadece yalnız olduğumuz zamanlar sevdiğimi hatırlatmam gerekiyor.''

Kirpiklerimi kırpıştırarak ona bakarken Freya'nın tatlı ama cezbedici sesiyle gözlerimi Kuday'dan çektim.

''Ondan gerçekleri saklayarak savaşmasını bekleyemezsin. Savaşırken karşı taraf ona bu gerçeği söylediğinde yıkıma uğramasıyla zayıf tarafından vuracaklar.''

''Düşündüğün olay olmayacak,'' dedi Kuday sertçe. ''Bu yüzden bilmesine bile gerek yok.''

''Bu kadar emin konuşmanın altında sorduğum soruya cevap bulduğunu düşünmek istiyorum.''

Parmakları bel boşluğumda acelesizce gezindi. O bunu yaparken konuşmalarına dikkatimi vermek benim için çok zordu.

''Öyle düşün Freya,'' dedi tehlikeli bir sesle. ''Onu ölüme götürmemek için nelerden vazgeçeceğimi tahmin bile edemezsin.''

Karşımda benim için nelerden vazgeçeceğini söyleyen adama durup baktım. Sadece baktım. Gözlerinde gördüğüm karartının ruhumu nasıl zincirleyip kalbime dokunduğundan haberi yoktu. Günler, saatler geçtikçe zihnimde onunla var olduğumu söyleyen sesleri bilmesini istedim. O seslere kızsam da kaburgalarımın arasında atan kalbimin onun dokunuşu ile nasıl çırpınıp ona ait olmak istediğini yüzüne haykırmak istedim.

''Biliyorum,'' dedi Freya derinden bir sesle. ''Biri için kendinden vazgeçmenin ne demek olduğunu biliyorum.''

Kaşlarım anlamsız konuşmalarıyla derinden çatıldı. ''İkinizin bahsettiğini konulardan pek anladığım söylenemez. Bu yüzden bana açıklama yapmanızı bekliyorum.''

Kuday dudaklarını çıplak omzuma bastırdı. ''Bu soruyu bize Freya'nın cevaplaması gerekiyor. Yıllardır Jörmungandr bedeninde olan kişi o.''

Kuday'dan uzaklaşıp Freya'ya İtafen sordum. ''Sorduğum soruya cevap vermedin.''

''Dünya ile olan ilişkini kesmelisin Hel,'' dedi sakin tutmaya çabaladığı sesiyle. ''Kesmediğin süre boyunca bedenin ölümlü olmaya alışacak.''

''Ne saçmalıyorsun,'' dedim sinirle. ''Benim ailem orada Freya.''

''Yapılan kara büyülerin yan etkiler vardır Hel. Sana yaşam verdiyse bir yandan seni sınar ve kendinden vazgeçmeni ister.''

Kuday'ın daha önce söylediği sözleri anımsatıyordu, fakat cümlelerinin arasında kurduğu kelimelerin doğru olmadığını hissediyordum. Bana başka bir şey söyleyecekti ama Kuday onu durdurmuştu.

''Bana yalan söylemeyin,'' dedim keskin bir sesle. ''Ölümsüz olmak ya da ölümlü olmak umurumda değil. Sizinle tanışmadan öncede ölümlüydüm.''

Kuday'dan uzaklaştığım mesafeyi kapattım. ''Ölmekten falan korkmuyorum.''

''Ölümsüz bir adama ölümlü sevgilisinin bu sözleri çok ağır gelirdi Hel,'' dedi düz bir sesle. ''Ama sen ölümsüz olduğunda bu sözlerini şimdilik kulak tıkıyorum.''

Sesinin ardına gizlediği kırgınlığı hissettim. ''Ölümsüzlük bu kadar önemli değil Kuday. Devamlı yaşamak oldukça sıkıcı olurdu...''

Sözümü kesti. ''Yanında sevdiğin insanlar olsa ölümsüzlük sana verilmiş en güzel hediye olur.''

Başımı iki yana sallayıp kara toprağa benzettiğim sert çehresini okşadım. ''Yanılıyorsun Kuday. Sevdiklerinle ölümün geleceğini bilip yaşamak, mutluluk ve acıyı aynı anda hissetmek hayattan zevk almanı sağlar.''

Bana cevap vermeyince çenesine dudaklarımı bastırdım. Gözlerinde gördüğüm yoğunlukla dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı.

''Bir keresinde bana Lethe Nehrinin suyundan içsem bile beni unutmayacağını söylemiştin.''

Başını ağır ağır salladı. ''Evet.''

''Birini unutmak suç değil,'' dedim beni anlamasını umarak. ''Üniversitede bir hocamız bize Lethe Nehrinin hikayesini anlatmıştı. Sonsuz yaşamın ardında koşan ama eline hiçbir şey geçmeyen birini.''

''Orada anlatılan hikayeler boş,'' dedi aksi bir sesle. ''Onlara inanma.''

''Boş olması anlatılan hikayelerin altında yatan anlamlı sözleri boş vereceğim anlamına gelmez.''

Kollarını birbirine dolayıp göğsünde birleştirdi. ''Etkile beni Hel.''

Dudaklarım arsız gülümsemesiyle kıvrıldı. Beni kızıştırmayı seviyordu. Bunu gözlerinden anlayabiliyordum.

''Bir gün,'' dedim ona biraz daha sokularak. ''Bundan çok çok zaman önce insanlar yalnızca bir yerde yaşarmış. Unutuş Şehri denilen yerde. İsmi böyleymiş çünkü şehrin tam ortasından "Unutuş Nehri" geçermiş. Yeryüzündeki bütün sular ondan gelir ve ona geri dönermiş. Bütün su parçaları ondan ayrıldıktan sonra ona dayanılmaz bir özlem duyarmış. Ayrıldıklarında kendilerini hatırlar, onla birleştiklerinde ise onda kendilerini unuturlarmış. Bilge insanlardan birisi bu öyküyü duyduğunda kendi kendisine şunu sormuş.

"Bunlar neden kendilerini hatırlamak değil de kendilerini unutmak istiyorlar, neden ona özlem duyuyorlar? "

Buna cevap verilmeden önce anlatılması gereken başka şeyler de varmış. Nehre yalnızca başka su parçaları katılmazmış. İnsanlar o nehre girermiş ve bambaşka kişiler olarak çıkarlarmış. Söylendiğine göre nehir herkesi kabul etmez, kabul etmediklerini kendisinde boğarmış.Başka bir bilge insan da şunu sormuş.

"Nehir neden bazılarımızı boğuyor da, bazılarımıza ölümlüyken ölümsüzlüğü armağan ediyor?"

Bilgenin ölümlüyken ölümsüz olmaktan kastettiği insanların nehre her girişlerinde geçmişte yaşadığı acıları unutmaları ve yalnızca güzellikleri hatırlamalarıymış. Nehir bunlarla da kalmıyor insanların istediği kaderi onlara bağışlıyormuş, fakat insanların yapması gereken bir seçim varmış; o da nehre ne zaman girmeleri gerektiği üzerineymiş. Herkesin tek bir hakkı varmış, ayrıca nehre girecek olan boğulma riskiyle de karşı karşıyaymış. Seçim zamanı ve boğulma konusunda anlatılan çeşitli hikâyeler varmış ama en yaygın olanı şuymuş: İnsanlar nehre girecekleri zamanı boğulmaktan korkmadıkları zaman seçmelilermiş, böylece en yüce güzellikler ve sonsuz hayat onlara bahşedilirmiş. Boğulmaktan korkanlar ise insanlıklarından olur, sonsuzluğun sahte bir görünüşünü yaşarmış. Boğulmaktan korkmayanlar ise gerçek sonsuzluğa yol alırmış, gerçek yaşamın en derinlerine...

Sözümü kesti. ''Lethe Nehrine sadece tanrılar girebilir Hel. Hocan her kimse yanlış anlatmış.''

Omuz silktim. ''Bu tüm dünyanın bildiği ve benim ezberimde kalan tek hikaye Kuday. Senin yanlış bildiğin hikayenin sözleri ve anlamları istemeden bile olsa tenime işledi. Benim için gerçek olup olmaması değil; Bana hissettirdiği önemlidir.''

Alaylı bir cümle kuracağını sanmıştım ama beni şaşırttı. ''Devam et.''

En son kaldığım yeri hatırlayıp sözlerime devam ettim. ''Bunu çok çeşitli şekillerde yorumlayanlar oluyormuş ama genel olarak boğulmaktan korkmayanların boğulmadığı düşüncesi hakimmiş herkes. İçlerinden yalnız birkaçı farklı düşünüyormuş. Bunlar içindede kendisinden en emin olan bir tanesi varmış, Lethe isminde bir genç. Düşüncesini hiç kimseye anlatmamış ve bir gün ansızın meraklı bakışlar altında nehre girivermiş. Onu bir daha gören olmamış. Şehir halkı onun da diğerleri gibi korktuğundan boğulduğunu düşünmüş ama Lethe suya girer girmez sonsuz ışık demeti gözlerini kamaştırmış, suyun içerisinde nefes alabildiğini hissetmiş. Akıntı onu nehrin en derinlerine çekmiş ve kendini birden daha önce hiç görmediği bir yerde buluvermiş. Etrafına toplananlardan bazılarını tanımış önceden boğulduğu düşünülen kişilermiş bunlar.

"Neden bu kadar geciktin?" demiş içlerinden biri.

Lethe şaşırmış ve herhangi bir cevap verememiş. Başka bir kişi devam etmiş. "Biz gerçekten boğulmaktan korkmayan kişileriz. Tam anlamıyla nehirde kendini unutmaya hazır olanlarız."

"Anlıyorum ama neden bu saklanıyor diğerlerinden? "

"Kimseden bir şey saklandığı yok, sadece herkes kendisi bulmak zorunda hepsi bu. Kimseye sahip olmadığı şey verilemez."

Kaşları çatılan Kuday'ın da sözlerin anlamını hissetmesi için tekrar ettim. ''Kimseye sahip olmadığı şey verilemez."

Derinden çatılan kaşları düzelmeyince hikayenin sonunu merak ettiğini bildiğimden onu bekletmedim.

''Lethe'nin geldiği bu yerde insanlar çok mutluymuş, kötülük ve çirkinlik orada adeta hiçliğe devinmiş, yok olmuş. Lethe diğerlerinin de bundan haberdar olması gerektiğini düşünüp durduğundan suya yeniden girmiş. Bundan sonrasını pek hatırlamıyor ama uyandığında kendisini unutuş şehrinde buluvermiş.Kendine geldiğinde, ona ne olduğunu sormuş: Şehir halkından birisi onun boğulmak üzereyken kurtarıldığını söylemiş.

Aslında Lethe'nin suda boğulduğunu düşünmüşlerdi, fakat unutuş nehri bunu onlara unutturmuş ve zihinlerine başka bir durumu yazmıştı. Lethe bu cevap karşısında şaşırıp kalmış ve buna inanmak istememiş. Hiç gece olmayan yerin olmadığını düşünmek onu çıldırtmış. Artık hiç kimsenin ona inanmayacağını bilmesine rağmen yine de bazı kişilere anlatmış. Anlattığı kişiler onunla alay edip çıldırdığını düşünmüşler. Şehir halkının da görüşüyle onu bir yere kapatmışlar oradan ölünceye kadar hiç çıkartılmamış...

O şehirde olup da ölen tek kişi oymuş! Unutuş ırmağının ismini Lethe'den aldığı söylenir. Bu hikâyeyle nehir ve Lethe özdeş olmuştur. Lethe "kendini" nehirde bırakmış, çıldırmıştır. Nehir ise Lethe'nin bu durumuna üzülmesine rağmen onu tekrar gecenin olmadığı şehre de götüremeyeceğini bilmektedir. Onun ismini alarak onu ölümsüzleştirir, artık nehrin ismi Lethe olmuştur. Böylece unutuş ırmağında ölen tek kişi "kendini" unutuş ırmağında yeniden bulmuş ve ölümsüzlüğünü kazanmıştır. Orası hem "kendi" oldukları hem de "kendilerini" yitirdikleri tek yermiş.

Ama en önemli noktayı unutmak bu sırları anlatana hiç yakışmazmış.
O da şuymuş: "Gecenin hiç olmadığı yerde kendi kaderlerini kendileri yaratmayı seçenler yaşarmış ve onlar gerçekten de ölürmüş.Çünkü sonsuzluk sonluluk olmadan yaşanmazmış. Lethe nehrinin kenarında yaşayanlar ise kendilerini aslında olmayan kadere bıraktıkları için gerçek hayata hiç yaklaşamayanlarmış. Onlar sonsuzluğu sonlu olmadan yaşamak isteyenlermiş ve korkmadıklarını söyledikleri halde kendilerinden en çok korkanlarmış...''

Derin bir nefes alıp, yüzümü ona çevirdim. Dürüstçe sözlerimi söyledim. ''Yinede kimseyi kaybetmek istemezdim ama ölümsüzlük unutmaktan daha kötü Kuday.''

Zindan kara gözleri donuk bakıyordu. ''Sonu olmadan yaşamak ya da her şeyi unutmak güzel görünüyor olabilir ama sevdiklerimi kaybetmeyeceğim gibi bir dilek hakkı bana sunulsa da kabul etmem. Geçmişim ne kadar kötü olsa da hepsini yaşamak daha iyi gelir. Sonsuz yaşam ileride sevdiklerimizi bencil birine çevirebilir. Bunun için kaybetmek bazen kötü olsada herkes için daha iyi olur.''

Donuk bakışlarından ürperdim. Bana bu şekil bakmasından hoşlanmıyordum. Freya ve onun sakladığı sırrın ne olduğunu tahmin ediyordum. Sakladıkları sır bana zarar vermezdi. Ben zaten yıllardır öleceğimi bilerek yaşayan biriydim.

''Eğer sonlu bir yaşam hakkım varsa bunu elimden alma. Ölümün peşimden koştuğunu bilerek yaşamak hayattan zevk almamı sağlar.''

Çenesi kasıldı bakışlarını üzerimden çekmeyip zindan karası gözleri bir girdap gibi beni içine çekti. ''Ben seninle sonsuz yaşama varım Hel ama sen bensiz sonlu bir ölüm istiyorsun.''

Amanda'nın bileğime bakarken yüzünün ifadesi, Kuday'ın anlamsız tavırları, Freya'nın söylediği sözlerle hepsi ile bütünleşmişti. Bunu benden gizliyor oluşları aptallıktı. Ölümsüz biri olmak istediğimi düşünmeleri daha büyük bir aptallıktı.

''Freya'nın söylediği sözleri anlamayacak kadar aptal değilim Kuday,'' dedim sinirle. ''Ölümlü olduğumu belirtti.''

Ses tonunu yükseltip yüzüme doğru bağırdı. ''Benim ne söylemek istediğimi hiçbir zaman anlamıyorsun Hel.''

Elleri omuzlarımı sertçe kavradı. ''Ölümünü izlememi istiyorsun. Bunu nasıl iğrenç bir duygu olduğunu biliyor musun?''

''Biliyorum,'' dedim dolan gözlerimi kaçırdım. ''Birinin ölümünü izlemenin nasıl hissettirdiğini biliyorum.''

Kollarımı kavrayan elleri gevşediğinde sözlerimle elleri boşluğa düştü. ''Ama alışıyorsun yaşanan acıya. Bir süre sonra anılarınla acı bir mutluluk sarıyor etrafını ama yinede mutlu olmaya çalışıyorsun.''

Çenemi sertçe kavrayıp alnını alnıma sertçe çarptı. ''O zaman sana kötü bir haberim var Hel. Sonun Lethe gibi olmayacak 'kendi' oldukları hem de 'kendilerini' yitirdikleri tek yer olan Lethe nehri yerine göğsümde kendini bulacak ve sonsuz yaşamanın verdiği acı bir mutlulukla tam göğsümde yaşayacaksın.''

Kendinden emin sözlerine bir şey söyleyemedim. Sadece onun olmasını istediğim kişi olmayınca sözlerinin acımasızlığını izledim.

Benden uzaklaştığında Freya'ya baktı. ''Aklını karıştıracak tek bir kelime söylersen bedenini bulmadan ruhunu parçalara ayırırım.''

''Sakin ol Kuday,'' dedi gülerek. ''Hiç değişmemişsin yine tehditlerini savurmaktan vazgeçmiyorsun.''

Alayla homurdandı. Sanki az önce söylediği sözlerden nasıl etkilendiğimi bilmeden. ''Sende hala aynı Freya'sın. Başkalarının işine burnunu sokup işleri karıştırıyorsun.''

Ortam sessizleştiğinde ikisinin bakışları üzerimdeydi ama benim baktığım tek yer buzul parçalarıydı. Az önce yaşanan gerilim sanki hiç yaşanmamış gibi yapmaları sinirimi bozmuştu.

''Benden ne bekliyorsun Kuday,'' dedim acımasız bir sesle. ''Hatırlamadığım bir adam için kendi hayatımdan vazgeçmemi mi?''

Başımı yerden kaldırıp sertçe gözlerine baktım. ''Nasıl olduğu ya da nasıl öleceğimi bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey var. Kendi istediklerin olmayınca karşıdaki kişiyi sözlerinle nasıl parçaladığın.''

''Hatırlamadığın bir adamın sözleri neden seni parçalıyor Hel?''

''Sana cevabını kendim vereyim,'' dedi kararlı bir sesle. ''Kaburgalarının altında var olan kalbin sadece benim için yaşıyor. Ben gittikten sonra o kalbin hiçbir işe yaramayacağını bildiğinden kendini parçalara bölüp canını yakıyor. Sen istesen de istemesen de hatırlamadığın adam senin kalbini yönetiyor.''

Kuday şuan içinde tuttuğu tüm her şeyi üzerime kusuyordu. Bunu yaparken beni kendinden uzaklaştırıp yeniden kendine çekiyordu. Kesinlikle benim uzaklaşmama izin vermiyordu. Tüm iplerimi o yönetiyordu. Ben sadece onun kuklası olduğumu biliyordum. Sahneye ne zaman çıkıp çıkmayacağıma o karar veriyordu. İnce bir ipin ucunda ona doğru koşmamı bekliyordu ama ben yavaş ve temkinli adımlarla ona yürümek istiyordum. Sırtımdan derimi söküp atan iplerinin kopmasını umursamadan koşmam için o ipleri tek tek kesmeye başladı.

Dudaklarım ona iplerimi koparma diye uyarı yapmak için aralansa da bir kaç kez aralansa da kurduğu yeni cümle ile kapanıp iplerin tenimde uçup uçuruma sürüklenişini izledim.

''Sözlerimin hep canını yaktığını söylüyorsun ama bir olay olduğunda savurduğun ilk kişi benim Hel. Sözlerinin altında ezilen sadece sen değilsin. Kendini düşündüğünden karşında duran adamın göğsünü nasıl kanatıp gittiğinden haberin yok.''

''Bir yere gittiğim yok Kuday. Kendi düşüncelerini o kadar çok benimseyip önemsediğinden sözlerimin altında eziliyorsun.''

''Ben seni sözlerimle yaralamak değil, gerçekleri görmeni sağlıyorum. Benim tüm önceliğim senin nefes alıp benim nefesim olmanı sağlamaktan ibaret. ''

Yanıma yaklaşıp kesik soluklarının tenime çarpmasına izin verdi. ''Hiçbir şey hatırlamadığın için bunun altına gizlenip nefesimi kesiyorsun.''

''Canımı yakmak istiyorsan böyle yakma,'' dedi sıcak nefesini dudaklarıma üfledi. ''Sen beni bu halde acı içinde bırakırken bile tek düşündüğüm seni o büyünün etkisinden kurtarmaktı.''

Sıcak nefesiyle irkildiğim de gözlerim kararmaya başladı. Kulağıma doğru yaklaştığını ve özür dilediğini duydum.

''Bunu gösterdiğim için özür dilerim ama nefesim olman için buna ihtiyacımız var.''

Zihnim bulanıklaştığı zaman gözlerimi zorlukla açabildim. Karanlık ve rutubet kokan koridorun başında duruyordum. Çığlıklar ve yalvarış seslerinin arttığı odalara bakmak istesem bile korkum buna engel oluyordu.

''Beni nereye getirdin,'' dedim korkuyla. ''Kuday neredesin?''

Koridorda yankılanan sesime cevap vermedi. Soğuktan titreyen bedenimle kollarımı birbirine dolayıp ovaladım. Beni yine geçmişe gönderdiğini anlamıştım. Görmemi istediği her neyse canımı yakacaktı. Karanlık koridora girmek istemeyen ayaklarım geriye doğru bir kaç adım attı. Arkamı dönüp boşluğa baktığım zaman sesini duydum.

''Oradan geriye gidemezsin Hel,'' dedi düz bir sesle. ''Bu yüzden koridorun sonuna gidip bir alt kattaki odanın içine gir.''

''Bana bunu yapma Kuday,'' dedim yalvaran bir sesle. ''Korkuyorum beni geri getir.''

''Hayır Hel. Senin için nasıl acı çektiğimi göreceksin.''

''Bu çok acımasızca,'' diye mırıldandım. ''Çok kötüsün.''

Cevap vermedi. Öylece kapının arasında durmuş donuk bir şekilde karanlığa bakıyordum. Atılan çığlıkların arasında nefretle ismimi haykıranları duyuyordum ama neden bu şekilde bağırdıklarını kavrayamamıştım. O kapıları çekip ardında saklanan gerçeği görmek isteyen yanımı bastırıp karanlık koridora adım attım. Kapıların yanında yanan mumların aydınlanmasıyla adımlarımı daha hızlı atmaya başladım. Uzun koridorun sonuna giderken yılanların tıslama sesleri diğer çığlıkları bastırmıştı. Ellerimi kulaklarıma bastırıp sesler duymayı engelledim.

Köşede duran merdivenden aşağı indim. Buzdan yapılan kapıya kısa bir akış atıp itmeye çalıştım. Kapı o kadar ağırdı ki itmem zamanımı almıştı. Nefes nefese kaldığımda ellerimi dizime yaslayıp soluklandım. Dar koridorun yanında duran kapıdan sadece tıslama sesleri duyuluyordu. Öylece durup bekledim. Korkularımı bir kenara atıp düşünmeye başladım.

Odaların bu kadar soğuk olması ve yılanların tıslama sesinden Helheim'in soğuk zindanlarında olduğumu anlamıştım. Başımı dik tutup derin bir nefes aldım.

''Burası benim yerim. Burayı ben yönettiğimden kimse bana zarar veremez.''

Kapıya yaklaştığımda ellerim titriyordu. Yılanların tıslama sesleri çoğaldığında bir erkeğin haykırmasıyla irkildim. Elimi kapıdan çekip oradan uzaklaştım. Sırtımı koridorun duvarına yaslayıp sesleri susturmak için kulaklarımı tıkadım.

''Korkuyorum,'' dedim acı bir sesle. ''Gitmek istiyorum.''

Kapının arkasında duyulan adamın çığlığı arttıkça göğsümden kopan acılar yüreğimi kanattığını hissettim. Orada bu çığlıkları atan kişinin kim olduğunu biliyordum. Titreyen bedenimi umursamadan ayağa kalkıp kapıya yeniden yaklaştım. Yılanların bana ait olduğunu ve beni göremediklerini düşünerek korkaklığı bırakmayı denedim.

Kapının kulpu bile olmadığından nasıl açıldığını bilmiyordum. Sadece düz bir kapıydı. Elimi uzattığımda kapı kendiliğinden açılmaya başladı. Gözlerimi kısıp içeri süzüldüğüm de gördüklerim karşısında donup kaldım. Arkamdan kapanan kapıyla irkilip sırtımı kapanan kapıya yasladım. Tüm bedenim titrerken dizlerim daha fazla beni taşıyamadı. Dizlerimin üzerine çöktüm.

Varlığımı fark edip etmemelerini artık umursamıyordum. Elleri ve kolları duvara zincirlenen Kuday'ı etrafını saran siyah ve beyaz yılanlar çıplak üstüne dişlerini geçiriyordu. Vücudunun yarısı kan içindeydi. Teninin rengi neredeyse görünmüyordu. Kara saçlarının perçemleri terden ıslanmış kirpiklerine kadar değiyordu. Gözlerinin rengi solmuş, yüzü ise zayıflamıştı. Etrafında sayamadığım kadar çok yılan vardı. Tenine batan ısırıkları umursamayıp karşısında onu izleyen kadının gözlerinden gözlerini ayırmıyordu.

O kadının ben olduğumu bilmek tenimi ürpertiyordu. Başımı inatla iki yana salladım. Karşısında tüm bunları film sahnesi gibi izleyen kadın ben olamazdım. Bu kadar acımasız ve nefret dolu olamazdım. Kuday'ın gözlerinde gördüğüm özlem ile gözyaşlarım yanaklarımı ıslattı. Titreyen dudaklarımı dizlerime bastırıp geçmişimizi izledim.

Geçmişin beni enkazın altında bırakışını izledim...

''Hel,'' dedi kesik kesik soluklarının arasından. ''Beni hatırlamalısın güzelim.''

Ona cevap vermeyen ruhsuz bedenim yanında duran yılanın gözlerinin içine baktığında beyaz yılan Kuday'ın boynuna dişlerini geçirdi.

''Benimle konuşurken,'' dedi soğuk bir sesle. ''Sözlerine dikkat et şeytanın piç oğlu.''

Kuday'ın gözleri kararsa bile dişlerini sıkıp çenesini dikleştirdi. ''Büyünün etkisinde olduğun için bu sözleri söylüyorsun Hel.''

Ona cevap vermeyip havada yükseldi. Çenesini kavrayıp kendine çekti. Uzun tırnaklarını yanaklarına batırıp yüzünde derin bir çizik attı. Yanaklarından akan kanla ona durması için bağırmak istedim ama sesim çıkmadı.

''Beni sinir etsen de yılanlarımı üzerine salıp işkence etmeyi seviyorum. Acıya katlanış şeklin aşırı ilgimi çekiyor Kuday. ''

''Başka şeylerimde dikkatini çekerdi,'' dedi Kuday yüzünde ki tırnakların verdiği acıya rağmen gülümsedi. ''Dudaklarını yaklaştır ve sana nasıl ilgini çektiğini göstereyim.''

Yan profilden yüzümü gördüğümde bocaladığını anlamıştım. Tırnaklarını üzerinden çekip sırtını ona döndü. Yüzünü gördüğümde bakışlarından hisleriyle savaştığını görmüştüm. O bendim ve hareketlerinden ne düşündüğünü, ne yapacağını biliyordum. Bunu benim kadar Kuday da anlamıştı.

''Hel,'' dedi yoğun bir sesle. ''Bana istediğin kadar burada işkence yapabilirsin. Yılanlarınla tenime istediğin kadar zehir bırakabilirsin. Bedenimi o zehirle yakıp çığlıklarımı duyabilirsin, fakat bu odadan gitme. Ben nasıl seni gördüğüm zaman büyünün etkisi gittiyse seninde gidecek.''

Beni görmesini ve tüm bunların geçtiğini söylemek istesem de yapamıyordum. Düşünceli sesinde hissettiğim kırgınlıkla gözlerimi ona çevirdiğimde onun baktığı kişi yılanların yanında duran bedenim olmuştu.

''Daima senin için hep ikinci seçenek olduğum için sanırım büyünün etkisi geçmiyor. Neden benim ilk önceliğim sen olurken, senin ilk önceliğin hiçbir zaman ben olmadım. Seni herkesten çok severken, isterken, korurken neden ben değilim Hel.''

Sonlara doğru yükselen sesiyle hıçkırıklarımı artık tutamıyordum. Burada duran Kuday ve benim yanımda ki Kuday hep aynı kişiydi ama ben hep değişen taraftım. Ona bu kadar acı çektirirken bencilce davranışlarım yüzünden bana değer veren birini elimin tersiyle itiyordum.

''Ruzenin,'' dedi yorgun bir sesle. ''Benim cehennemim de cennetim olan kadınım.''

Ellerini kulaklarını bastırıp sertçe Kuday'a döndü. ''Kapa çeneni şeytanın piç oğlu. Benim hiçbir şeyim değilsin. Böyle sözler söyleyerek seni buradan çıkaracağımı sanıyorsan yanılıyorsun.''

Yorgun gözlerle karşısında duran kadının yüzünde gözlerini gezdirdi. ''Ben senin kaburgalarının altında nefes almanı sağlayan kişiyim Ruzenin. Sen istesen de istemesen de kaburgalarının arasında kan pompalayan kalbin benim için atıyor.''

Derin bir nefes alıp kısık gözleriyle Kuday'ı süzüp tehlikeli bir şekilde gülümsedi.

''Ölüler Diyarının kraliçesi bir kalp taşımaz. Adaleti dağıtmak için Zeus'a kalbimi kendi ellerimle verdim. Bunu bilmiyor oluşun çok acınası. Yeraltı kraliçesi olmak için kalbimi söküp attım.''

Kuday, onu bağlayan zincirleri sökmeye çalışırken yılanlar bedenini sarıp sıkmaya başladı. Boynunu sıkan yılanı aldırmadan haykırdı.

''Bunu yapmış olamazsın Hel. Kalbimi bir başkasının ellerine vermezsin.''

Alaylı kahkahası zindanda yankılandı. ''Kalbim senin bile değilken bu kadar sahipleniyor oluşun çok komik.''

Dişlerinin arasından tısladı. ''Kalbin bana ait, bedenin bana ait, ruhun bana ait. Sen tümüyle bana aitsin.''

Ayağa kalkıp onlara doğru yürüdüm. Yılanların arasından geçerken bedenim titrese de beni göremiyor olmalarının verdiği güvenle yanlarında durdum. Yüzümün sert ifadesi gitmiş, kaşlarını çatmıştı.

''Bana yaklaş,'' dedi Kuday sessizce. ''Yanıma yaklaş ve dudaklarını dudaklarıma bastır. Hisset sana hissettirdiğim duyguları.''

Söylediklerini umursamayıp arkasını döndüğünde dayanamayıp bağırdım.

''Dudaklarına dokun, öp onu, hisset varlığını Hel. işte te o zaman sözlerinin anlamlarını anlayacaksın.''

''Aptal biri değilim Kuday. Ne yaptığını anlıyorum. Sana yaklaştığım zaman beni mühürleyeceğini biliyorum.''

''Aptalsın,'' dedim kendimi tutamayarak. ''O zamanda aptalmışsın şimdide aptalsın.''

Kuday onu boğan yılana çenesiyle baskı yapmaya çalıştığında artık konuşamıyordu. Yüzü morarmış, gözlerini öylece karşısında donuk bir şekilde izleyen kadına çevirmişti. Çenesiyle baskısını artırdığında yılan birazda olsa kuyruğunu gevşemişti.

''Bu kadar olamaz,'' dedi hayal kırıklığıyla. ''Büyünün etkisi senin üzerinde bu kadar uzun etki edemez.''

''Beni gerçekten sevmiyor musun? tüm yaşadıklarımız bir yalandan ibaret olmadığına inanmaya ihtiyacım var,'' dedi yılanların onu boğmasını aldırmadan fısıldadı. ''Seni nasıl öptüğü, tenine nasıl dokunduğumu, sıcak nefesimi nasıl unutursun Hel. Ben tüm bunları unutmazken kara büyü bile olmayan basit bir büyü ile nasıl beni unutabilirsin.''

Kuday'ın nefesi yılanın baskısıyla kesildiğinde öksürmeye başlasa da son sözleriymiş gibi konuşmaya devam etti. ''Beni öldüremeyeceğini biliyorsun Hel. Yılanlarına emir verip sadece acı çektirdiğini düşünüyorsun, fakat  benim canımı yakan tenime batırılan zehirli dişler ya da bu soğuk cehennem değil. Benim canımı yakan; Benim cehennemime cennet olan kadınımın benim onu sevdiğim gibi sevmemiş olması..'

Dizlerinin üzerine çöküp çığlık attı. Elleriyle saçlarını kavrayıp sırtı aldığı nefeslerden dolayı sertçe inip kalkıyordu.

''Çekilin,'' dedi yılanlara doğru. ''Uzaklaşın ondan.''

Dişlerini bedenine geçirip onu saran yılanlar vücudundan uzaklaştığında teninden sızan kanları aldırmadan benim gibi yerde hıçkıra hıçkıra ağlayan kadına bakıyordu.

''Özür dilerim.''

Zindanda yankılanan sesiyle birlikte Kuday derin bir nefes alıp gülümsedi. ''Çektiğim tüm acılara değdi Hel. Senin masum sesini duymak hepsine bedeldi.''

Yerden kafasını kaldırıp zincirlerle bağlı olan adamın gözlerine öyle bir baktı ki benim göğsüm yandı, savruldu geceye. Ellerinden destek alarak ayağa kalkıp zincirlerin oraya ilerleyip kalın ve oldukça büyük zincirlere dokunmasıyla parçalara ayrıldı. Kuday zincirlerin kopmasıyla yere yığıldı.

Bedeninde sayısız diş izi vardı. Bu görüntü midemin burkulmasını sağladı. Ona bu acıyı çektirenin ben olduğumu bilmek istemiyordum. Yanına yaklaştığımda tenine dokunmak istedim ama ellerim teninin arasından geçti.

Benim yerime o dokundu tenine. Başını kanlı sırtına yasladı. Defalarca hıçkırıkları arasından özür diledi. Kuday'ın artık konuşacak gücü kalmamıştı. Dakikalarca öylece durdular. Kendini toparlayıp dönmek istediğinde başını sırtından çekti. Gözleri birbirine değdiğinde Kuday, elini kaldırıp yanaklarını ıslatan gözyaşlarını sildi.

''Seni hak etmiyorum Kuday,'' dedi titreyen dudaklarının arasından. ''Ben senin sevgini hak etmiyorum.'

''Bazen karanlıkta ışık olmasına rağmen önümüzü göremediğimiz zamanlar oluyor Hel. Sende fazlasıyla aydınlık olan zihninde görmek istemediğin anılarla boğuştuğun için hep karanlıkta kaldın.''

Başına vurdu parmağıyla. ''Sana yaptıklarına dur demek için defalarca karanlığa seslendim ama yapamadım. Bu kadar güçsüz olduğum için özür dilerim.''

Karşısında pişmanlıkla göz yaşı döken kadının dudaklarına dudaklarını bastırdı. Ilık nefesini tenine çarptığını hissedebiliyordum. Onları öylece izlerken ellerim dudaklarıma gitti. Sanki benim dudaklarıma dokunuyordu ve nefesi benim dudaklarımı yakıyordu. Ruhen hissetmediğimi biliyordum, fakat bedenim şuan onun dudaklarının yumuşaklığını ve sıcaklığını hissediyordu.

''Sorun değil Hel. Benim sevgim ikimizi de büyütür.''

''Seni çok seviyorum Kuday,'' dedi teninin yer yerine dudaklarını bastırırken. ''Kendi canımdan bile daha çok sevdiğimi bilmelisin. Büyüler yüzünden sevgimi sorgulayıp düşüncelerinin arasında kalma.''

Parmağını dudaklarına bastırdı. ''Unutmadım Hel. Bana söylediğin en güzel cümleni unutmadım. Beni hatırlamadığın ve sevgimi hissetmediğim anlarda sana bunu hatırlatacağım.''

Kuday'dan unutmadığı cümlenin ne olduğunu söylemesini beklerken ben ama bir o kadar ben olmayan Hel'den duydum.

''Sen istesen de istemesen de kalbim senin kalbini yönetiyor Kuday.''

Dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve dudaklarını dudaklarına mühürlemeden önce aynı sözleri o da söyledi.

''Sen istesen de istemesen de kalbim senin kalbini yönetiyor Ruzenin.''

Dudakları çarpıştı, karanlık odanın etrafı yok olmaya başladı. İşte o zaman ışığın ardından savrulan bedenim geriye döndü.

Bedenime sarılan kolları hissedebiliyordum ama göz kapaklarımı açıp gözlerine bakacak cesaretim yoktu. Yanaklarımdan damlayan gözyaşlarımı silince geçmişte yaptığı gibi yara alan o değilmiş gibi yapıyordu. Oysa en çok yara alan kişi oydu. Tüm anıları silinmemiş her seferinde benim yüzüme bakarken geçmişi hatırlayabiliyordu. Gözlerimi açıp özür dilemek istedim, fakat yapamadım.

Kaçıncı özürlerim olacaktı bu...

Kaçıncı canını yakıyor oluşumdu...

Ona yaşattığım acılara rağmen kaçıncı gözyaşlarımı siliyor oluşuydu.

Onu itip bana uzak olduğunu söylememe rağmen bu kaçıncı bana sarılıp bırakmayışıydı...

''Bu kaçıncı,'' dedim dudaklarımın arasından acı şekilde dökülen kelimeler kaburgalarımın arasında onun olduğunu iddia ettiği ve aslında ona ait olan kalbime çarparken. ''kaburgalarımın arasında nefesini kaç kere kestim?''

Parmakları göz kapaklarıma canımı yakmayacak şekilde baskı uyguladı. Kirpiklerimi kırpıştırıp açtığımda zindan karası gözleri gözlerimi yakıyordu. Dudakları sorduğum soruyla düz bir çizgi halini geldi.

''Bir kere kaburgalarının arasında nefesimi kestin Hel. Sadece bir kere.''

''Ne zaman?''

''Hafızanın gittiği kısımlar ya da bana zindanlarında acı çektirdiğin zamanlar nefesimi asla kesmedim. Onların hiçbirinde bilincin yerinde değildi, fakat yüzün yarı canlı, yarı ölü olduğu zaman diğer tanrıların güzellik anlayışına uymadığını düşündüğünden benim ne hissettiğimi umursamadan Helheim'e gidip beni arkanda bıraktın. Bir daha gelemeyeceğini bilmene rağmen yüzün yüzünden gittin.''

Söyledikleriyle donup kaldım. Başımı dizinin üzerinden kaldırıp sert çehresine baktım. Kurduğu cümleyi zihnimde defalarca tekrar ettim. Ona yaşattığım onca acıyı rağmen geçmişte çektiği ve hala çekiyor olduğu acıları umursamıyordu. Hafızamın yerinde olmayışı ya da büyünün etkisinde oluşum ona yaptıklarımın arkasına sığınmayacağım kadar büyük acılarla doluydu.

''Gözlerinin içine bakarak yılanların tenini ısırmasını izledim,'' dedim titreyen sesimle. ''Buz gibi zindanda sana işkence çektirdim. Tüm bunlara ben sebep oldum. Bu acıları çekmenin nedeni benim. Hafızamı unutmamın ya da büyünün etkisinde oluşumun arkasına gizlenmem hata olur Kuday. Sözlerimle canını yaktım, yakmaya da devam ediyorum. Ben iğrenç biriyim. Kendimden midem bulanıyor.''

''Şşş,'' diyerek beni susturdu. ''Hiçbiri senin suçun değil.''

Başımı inatla iki yana salladım. ''Her seferinde sana sırtımı dönüp gitmişim. Yarı ölü, yarı canlı yüzümle beni severken bile sevgin bana yeterli gelmeyip gitmişim. Ben böyle iğrenç ve bencil biriymişim.''

''Değildin Hel,'' dedi kızgın bir sesle. ''Bencil biri değilsin. Sinirle söylediğim sözlerin hepsini unut. Sadece seni kimseyle paylaşmak istemediğimden o sözleri söyledin.''

Omuzlarımın üzerine bir keder çöktü. Geç Kabullenişim ile birlikte acının zincirleri boynuma dolandı.

''Herkesi umursadığımı düşünürken aslında en çok kendimi umursadım. Birini sevmeye o kadar çok korkuyordum ki ileriyi planlayıp düşünerek hareket ettim.''

Geçmişe gittiğim zaman o zindanda kendi gözlerimde gördüğüm korkuyu biliyordum. Onun gözlerinin içine bakarken ışıklara rağmen karanlıkta savaşma sebebimin nedenini artık biliyordum. Beni görsün, anlasın diye kıpırdamadan öylece zindan karası gözlerine baktım.

''Birini severken kaybetme korkum yüzünden hep bencilce davrandım. Canım yanmasın, kırılmasın diye hep yıkıp döktüm karşı tarafı. Benim sana yaptığım geçmişte de şimdide hep buymuş Kuday. Ben seni severken kaybetmekten korkuyormuşum. ''

''Ben sana hep bencil oldum,'' dedim sessizce. ''Ben hep kendime bencil oldum.''

Gözyaşlarım avuçlarına damlıyordu. ''Ben hep bize karşı bencil oldum.''

Yanaklarımı sıkıca kavrayıp dudaklarını dudaklarıma bastırmadan önce dudaklarımın üzerine fısıldadı.

''Bize karşı bencil olduğun her gün bir kez daha sana tutuldum Ruzenin. Bir kez daha ruhuma zincirlerini sardın.''

Sıcak dudakları tenimi yakarken elleri yanaklarımı okşuyor, ruhumu seviyordu. Korkularımı bırakıp onun dediğini yaptım. Bencilliğimle ruhuna zincirlerimi sardım. Dudaklarım dudaklarına karşılık verdiğinde sırtım yatakla buluştu. Buraya bile ne zaman geldiğimizi hatırlamıyordum. Ellerimle kara saçlarını okşayıp teninde izimi bırakacak kadar derin öptüm. Ellerimi çıplak sırtında gezdirip yılanın boynunu ısırdığı yeri şefkatle okşadım. Onu ters döndürüp kucağına oturdum. Dudaklarımı dudaklarının üzerinden çekip yılanların ısırdığı ve tırnaklarımın kanattığı yerlere dudaklarımı bastırdım.

Gözümden akan her damla yaşın temas ettiği yerlerin tenindeki kanı temizlediğini hayal ettim.

Dudaklarım tenini öperken sessizce özürlerini iletiyordu.

Bu tutkulu bir öpücük değildi. Bu acıların içinde var olan iki aşığın acılı geçmişini silmesi için yalvaran kadının bencil öpücükleriydi.

''Ruzenin,'' dedi boğuk bir sesle. ''Geçmişini meliklerin arasına gizleyen küçük kadınım.''

Dudaklarımın arasından kaçan boğuk hıçkırığım sol göğsünde atan kalbinin sesine karıştı.

''Sen istesen de istemesen de kalbim senin kalbini yönetiyor Kuday.''

''Tıpkı benim senin kalbimi yönettiğim gibi..''

Çenemden tutup baş parmağıyla dudaklarımı okşadı. Belimden kavrayıp yüzümü yüzüne yaklaştırdı. Yanaklarına tırnaklarımla kanatıp derisini parçaladığım an aklıma geldiğinde dudaklarımı yanaklarına bastırdım.

''Özür dilerim...''

''Dileme,'' dedi keskin bir sesle. ''Bana acı çektiren başka bir ruh için sen özür dileme.''

Çenemi göğsüne yaslayıp kara toprağa benzettiğim sert çehresini okşadığımda gülümsedi.

''Bana böyle bakmanı özlemişim Ruzenin. Uzun zaman oldu canını canıma katmak ister gibi bakmayışının arasından yıllar geçti ama bu bekleyişe, bu bakışlar fazlasıyla değdi.''

Böyle güzel sevilmeli bir kadın...

Böyle güzel hisler barındıran bir adamı sevmeli bir kadın...

''Cennet ve Cehennem ikisi de birbirinden ayrılamayan iki aşık Hel,'' dedi gülümseyerek. ''Biz Adem ve Havva gibi bencil olmayacağız.''

Sözlerinin arasında gizlediği kelimelerin anlamıyla gülümsedim.

''Biz birbirimizi tamamlayan cennet ve cehennem olacağız Kuday.''

BÖLÜM SONU.

INSTAGRAM: Mervelien

VOTE VE YORUM YAPMAYI LÜTFEN UNUTMAYIN!!💕

SEVİLİYORSUNUZ.

Continue Reading

You'll Also Like

293K 25.6K 46
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
7.6M 440K 82
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
23.8M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
872K 20K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...