YILAN YÜREK

By ahzende

26.4K 2.2K 5.1K

WATTYS 2021 FANTASTİK KAZANANI .•▪︎°☆°▪︎•. Marseha, ateşle yıkanm... More

1 - Saklanan Gerçekler
2 - Yedi Kız Kardeş
3 - Sarayda Saklambaç
4 - Bilekteki Yara İzi
5 - İkna Çabaları
6 - Üçüncü Gün
7 - Terk Edilen Ev
8 - Orada Olmayan Adam
9 - Aptal Herif
10 - İstenmeyen Değişiklikler
11 - Kalbe Gömülenler
12 - İki İksir Şişesi
14 - Yıldızlar
15 - Resim Sanatı
16 - Acıyan Bakışlar
17 - Cadının Evi
18 - Kurtarıcı
19 - Elma ile Armut
20 - Yeni Bir Şey
21 - Aslanın Öfkesi
22 - Yıllar Evvel
23 - Yılanın Hikayesi
24 - Evdeki Düşman
25 - Tung ve Sara
26 - Açılan El
27 - Ayrılış
28 - Fil Yumruğu
29 - Karanlıkta İlerlemek
30 - Avcı Hatun
31 - Tek Başına
32 - Serbevne
33 - Kezir
34 - Düşülen Gerçeklik
35 - Her Şeyi Bilen Adam
36 - Boş Nedenler
37 - Kızıl Bir Gece
38 - Rüyadaki Mezar
39 - Çözümlemeler
40 - Tarih Dersi
41 - Tavşan ve Çakal
42 - Dağın Ardı
43 - Ölüm Nerede Bekliyor?
44 - Kim Olduğunu Bilmeyen Kadın
45 - Bir Son Bazen Sadece Bir Sondur
Teşekkürler
DUYURU
DUYURU

13 - Dans Eden Parmaklar

395 49 77
By ahzende

güncellenmiştir

A H Z E M

.

Aseliye Şehri

Sabaha Karşı

Ahzem'in hızlıca bir plan yapması gerekiyordu. Kollarının arasında Sayezen üzerlerine doğru gelmekte olan ateşin menzilinden çıkabilmek için çaktırmadan ilerlemeye çalışıyordu. Ateşinin gücü her ne kadar yıkıcı olursa olsun kendi üzerinde etkisizdi. Sırtında hissettiği hafif baskının haricinde bir değişim yoktu bedeninde. Hücrede ise alev alabilecek tek şey ölü adam ve üzerinde uzandığı tahta sıradan başka bir şey değildi. Bu saldırıya karşı savunmasını yaparken hızlı düşünebilmek için vakit bulabildi. Hücrenin içinde sıkışmış bir halde, hamile bir kadınla savunma yapması ne kadar yararlı olabilirdi? Bulundukları hücreden ayrılması gerekiyordu ama şartlar aleyhineydi, zindanın dövüşebilmek için fazla dar bir koridoru vardı. En azından Yüzbaşını, Sayezen'den uzaklaştırıp kadına kaçması için vakit verebilirdi. Tabii bunun için askerin ilgisini üzerine çekmesi, kendisinin daha büyük bir tehlike olduğunu göstermesi gerekiyordu. Saldırması gerekiyordu. O da öyle yapacaktı.

Biraz önce Sayezen için indirdiği boyun bağını tekrar kaldırıp, yüzünün yarısını örttü. Aseliye'den bir yüzbaşının kendi simasını biliyor olma olasılığı düşüktü ama durumu tehlikeye atmak istemedi. İçindeki ateşi uyandırması saniyelerini almadı. Geniş vücudunu, insan bedenine sahip kadın için kalkan olarak kullanmaya devam ederken sağ kolunu Sayezen'in üzerinden çekip avucunun içine ateş kondurdu. Sonunda kadının bacakları ölü bir adamın uzandığı sıraya çarptığında yüzünü adama döndü ve sol eliyle Sayezen'in omzundan tutarak ateşten nasibini almaması için onu aşağıya doğru itti.

Gücüne güç katan bu ateşle askeri yenemezdi ama yıldırabilirdi. Yavaş yavaş yürüyerek kapıdaki adama doğru yaklaştı. Kendi ateşinin faydasız olduğunu anlayan asker dövüşebilmek için rakibini görebilmesi gerektiğini bilinciyle ateşini kesmesi gerekiyordu. Yoksa bu iki meşalenin karşılıklı olarak yanması uzun sürebilirdi.

Ahzem hücrenin ortasına geldiğinde, sonunda görüşü engelleyen aydınlık kesilmiş, bu saatte burada ne işi olduğunu anlamadığı kül rengi kaftanı ile karşısında dikilen yüzbaşı ile göz göze gelebilmişti.

Yüzbaşının gözlerindeki kızıllık, Ahzem'in sakin bakışlarının aksine öfkeyle parlıyordu. Hazırda beklettiği elinde tuttuğu çelik kılıcıyla hâlâ zindanın açık kapısında duruyordu. Kendisini düşmanla kıstırmak istememişti. Ahzem hemen kapıdaki kilide baktı, anahtar neyse ki orada değildi. Adam, kapıyı üzerlerine kapatamazdı.

"Siz kimsiniz?" diye bağırdı bir anda Yüzbaşı, daha sonra bakışları arkada ölü yatan yaşlı adama kaydı. Aklı karışmıştı, görmeyi beklediği manzara kesinlikle bu değildi. "Onu öldürdünüz mü?" diye sordu bu sefer. Yanıt ararcasına bir Ahzem'e bir de arkasında duran kadına bakıyordu. İkisi de cevap vermedi. Ahzem'in vereceği cevaplardan ziyade düşünmesi gereken daha önemli sorunları vardı. Adamın elindeki kılıçtan gözlerini ayırmıyordu, aptallık edip kendi silahını gerek görmediği için atında bırakmıştı. Kuşağındaki hançeri ve çelik bileklikleri karşısında onu öfkeyle izleyen, tüm diğer yüzbaşıları gibi kendisi ile yaşıt, ama kendisi kadar tecrübe sahibi olmayan birine karşı nasıl bir saldırı güdebilirdi, anlamaya çalışıyordu. Bir şeyi fark eden Ahzem içinden bir küfür savurdu, adamın geldiğini duymamıştı bile.

Aslında her ne kadar bir hücreye sıkışmış olsa da şartlar o kadar da aleyhinde değildi. Koridor, askerin uzun kılıcını faydalı bir şekilde sallayabilmesi için yeterli bir alana sahip değildi. Ya hücreye girip alanını genişleterek kendisini Ahzem'le hapsedecek ya da bulunduğu koridordan dışarı çıkıp, düşmanının da büyük ihtimalle tek çıkış yolunu kullanması için bekleyecekti. Ahzem yanındaki kadın için ikinci seçeneğin gerçekleşmesini diledi ama bu mümkün değildi. Ne yaptığını bilen bir ateşin asla sırtını uzun ve dar bir koridorda düşmana dönmezdi.

Ama Ahzem de fena sayılmazdı.

Hızlıydı bir kere, nasıl nefes alması gerektiğini bilir, vücudunun her bir zerresini rahatlıkla kontrol ederdi. Güçlüydü de karşısındaki adamdan daha uzun ve daha kaslıydı. İlk ihtimalin gerçekleşmesi ile Ahzem belki de kendi ağırlığını adamın üzerinde kullanarak elinden silahının düşmesini sağlayabilirdi. Onu yenebilirdi, biliyordu. Peki ya sonra? Onu öldürmesi gerekecek miydi?

Planlar yapıp duruyordu. Ama adam geri çekilmedi. "Konuş!" diye bağırdı bu sefer. Ahzem hiç de üzerine alınmadı.

Adamın saldırmasını bekliyordu, usulca içeri girmesini bekliyordu. Adam ise bir cevap bekliyordu, beklediğini bulamayınca öfkelenecekti. Öfkelenen her zaman hata yapardı. Yavaşça ama göstere göstere bir adım geri çekildi. Sayezen'in arkasında olduğunu hissedebiliyordu.

Asker hızla uzun bir adım atarak içeri girdi. Kılıcını havaya kaldırıp Ahzem'e doğru saldırdı. Ahzem kendisine doğru gelen kılıcın sivri ucunu göğsünde hissederek bedenini yana doğru savurdu. Aklı Sayezen'deydi.

Bu kalınlıkta bir kılıcı bileklikleri ile durdurması imkansızdı yoksa bileğinin kırılmasına yol açabilirdi. Bu olasılığı eledikten sonra adamın ayaklarına saldırmaya karar verdi. Fakat Yüzbaşı kendisinden hızlı çıkmıştı, kılıcını Ahzem'in sol tarafına doğru sallayıp, sağ tarafında dururken onun hareket alanını kısıtladı. Adam kılıcını tekrar salladığında Ahzem'in kaçmak için vakti olmadı. Arkasındaki boşluğu kullanıp geri çekildi fakat kocaman silah sol omzundan göğsüne doğru bir yarık açtı. Etini aşan kanın tanıdık hissi, yarasından daha çok canını yakmıştı. Hatıralardan kurtulmak isteyen Ahzem kafasını farkında olmadan salladı.

Adam çok yakınındaydı, mesafeye ihtiyacı vardı. Plan değişikliğine gitti.

Havada duran kılıcı bilekliği ile savuşturup adamın dikkatinin dağılmasını sağladı. Kuşağındaki hançerini yerinden çıkarıp sağ eline aldı. Bu sefer adamın hareket etmesini beklemeden kendisi saldırdı. Önce sol tarafa doğru vücudunu yöneltti ama düşmanını şaşırtarak adamın silahsız olan tarafına doğru hançerini salladı, asker son anda bu saldırıyı savuşturabildi fakat nereden geldiğini anlamadığı bir yumrukla bir anda kendisini hücrenin demirlerinde bulmuştu.

Ahzem iki elini de ustaca kullanabiliyordu.

Tekrar kılıcını yükseltmesine izin vermeyecekti. Tam elini uzatmış, adamın bileğini yakalamıştı ki havadaki değişimi fark etti. Ağırlaşmıştı sanki. Anlamadığı bir güç onu zindanın taş duvarına doğru savurdu. Önce şaşıran Ahzem, kafasını duvardan korumak için boynunu hızla eğdi. Hançerini bırakmamayı başarabilmişti, belki de savaşabilirdi. Ne olduğunu anlamıyordu. Korkuyla hücrenin içinde Sayezen'i aradı gözleri.

Kadın yavaş yavaş gizlendiği sıranın arkasından çıkıp hücrenin ortasına doğru yürüyordu.

Dans ediyor!

"Dur!" diye bağırdı Ahzem ama Sayezen ona dönüp bakmadı bile. Onu duvarda tutan güç hâlâ oradaydı. Havanın ağırlığı açık yarasının üzerine baskı yapıyor, canını yakıyordu.

Demir parmaklıkların önünde dikilen adam çenesine yediği yumruğun etkisinden çabuk çıkmıştı, Ahzem'in duvara doğru görünmeyen bir güç tarafından fırlatılışına da hayretle şahit olmuştu. Neyle karşı karşıya olduğunu biliyordu, kaybedecek tek bir saniyesi olmadığının farkındaydı. Hiçbir önemi olmayan kılıcını yere fırlatıp iki elini öne doğru uzatarak avuç içlerinden çıkardığı ateşi cadıya yollamaya başladı.

Sayezen, gerilemedi. Başını dikleştirip çenesini kaldırdı. Tuhaf gözleri açık bile değildi. Derin tatlı bir uykunun kollarında sallanıyor gibiydi. Omuzlarını bir öne bir arkaya hareket ettirip, hiç indirmediği kollarını tavana doğru yükseltti. Parmak uçlarını adama doğru çevirirken güçlü bir rüzgar Sayezen'e ateşin hiç ulaşmamasını sağladı.

Rüzgar, ateşinlerin gücüne karşıydı. Ve ateş kaybediyordu.

Ahzem bu manzarayı ne kadar izledi bilmiyordu. Üzerindeki baskı azalıp bitti. Göğsünün üzerindeki yorgunlukla duvarın dibine düştü. Hançeri tutan eli gevşeyip yarasına uzandı. Sayezen ile ateşin hâlâ güç savaşındaydılar. O kadar büyük bir uğultu vardı ki Ahzem birkaç kere Sayezen'e bağırsa da hava sesini iletmemişti.

Ahzem, adamın tüm gücünü kullanıp kendisini tamamen ateşle kaplayacağını düşündü, bu onu daha güçlü, daha yenilmez yapardı ama adam tükenmişti. Kendisi bile tükenmişti. Hava çok ağırdı. Nefes alamıyordu.

Asker yenilgiyle kollarını indirdi. Dizlerinin üzerine düşüp karşısındaki cadıya korkusuzca bakıyordu. Sol kulağından akan kanı parmak uçlarıyla silip kana hiç şaşırmadan baktı.

"Dur," diye fısıldadı Ahzem. "Dur lütfen."

Fakat kadının böyle bir niyeti yoktu.

Tekrar bir rüzgar esti. Bir güç kendisine yaptığı gibi Yüzbaşını duvara hızla yere çarptı. Ama onu orada tutmadı, durmadı da. Adamı kaldırıp sırtını başıyla beraber hücre demirlerine çarptı, yere çarptı, tekrar demirlere çarptı. Tekrar, tekrar aynı şeyler oldu. Sanki bedeni bir kukla gibi kontrolsüzce sağa sola, yukarı aşağı hareket ediyordu ama görünmez ipleri utan Sayezen durmuyor, dans ediyordu.

Adamın sesi çıkmıyordu.

"Dur artık." Ahzem'in sesi yalvarır gibiydi.

Sayezen bir an durdu. Adam tavandan yere düştükten sonra tekrar havalanmadı. Sonunda bitmişti. Yerde tüm yüzü kanla kaptı yatarken, derin nefesler eşliğinde vücudunu dikleştirmeye çalışıyordu. Zorlandığı her halinden belliydi. Bir insan bu saldırıdan sağ çıkamayabilirdi ama adamın ateşin bedeni bunu kolaylıkla atlatacaktı.

"Tüm yapabildiğin bu mu akrebe?" Adam ağzına gelen kanı önüne tükürdü.

Ahzem kafasını duvara vurup "Siktir," diye fısıldadı.

Sayezen ise duyduğu bu aşağılamadan sonra gözlerini sonunda açabilmişti. Duvarın dibine yığılmış Ahzem'e dönüp usulca baktı. Bedenen oradayken aklı çok daha uzak bir yerlerdeydi sanki. Ahzem kadının gözlerinin ötesini görmeye çalıştı ama bomboştu. Durmayacağını anladı. Kendisi ise vazgeçemezdi.

"Dur," dedi tekrar. Yarası çok acıyordu, başında inanılmaz bir ağrı vardı. "Lütfen dur."

Sayezen tekrar Yüzbaşına döndü. Sağ omzunu öne uzatarak elini kaldırdı, gelen rüzgarın sesini duyabiliyordu Ahzem. Aynı anda adamında boynu yukarı uzayıp başı havaya kalktı. Belli etmemeye çalışsa da korkuyla yutkunduğu açıkça ortadaydı. Kadın uzattığı elini zarifçe oynatıp havadaki rüzgarı parmaklarıyla okşadı ve hızlıca elini yumruk yaptı. Aynı anda adamdan korkunç bir çığlık yükseldi.

Zavallı asker ağzını olabildiğince açıp acıyla çığlık atıyordu. Ahzem'in adamın acısını anlayabilmesi için bunu yaşamasına gerek yoktu, gördüğü, duyduğu şey saf bir acının tanımıydı. Kırmızı gözleri kanla dolmuş, kanlı damlalar burnundan akanlarla karışıp açık ağzına giriyordu. Ama adam umursamıyordu. Sadece kollarını hareket ettirebiliyormuş gibi, ellerini başına geçirip saçlarını sıkıca tuttu. Onları yolar gibi çekiştirerek kafatasını baskılayan, anlam veremediği bir gücü durdurmaya çalışıyordu sanki.

Ahzem konuşmak için ağzını açtı ama anlamsız fısıltılardan başka bir şey söyleyemedi, sesi çıkmıyordu, dehşete düşmüştü. Kırk sekiz yıllık yaşamı boyunca daha önce hiç böyle bir şeye şahit olmamıştı. Korkunçtu, nasıl durdurması gerektiğini bilmiyordu.

Sonunda harekete geçti. Kendi bedenini güçlükle öne atıp yerde emekleyerek iki adım ötesindeki Sayezen'in kabanının eteğine tutunup çekti.

"Onu öldürürsen herkesi peşimize salarlar," diye fısıldadı, kadının duymasını umuyordu. "Eğer onu öldürürsen tüm orduyu peşimize salarlar. Bunu asla affetmezler Sayezen, asla." Kadın durmadı, umurunda bile değildi. Acılı adam da durmuyordu, çığlıkları artık kulak tırmalamıyordu bile. Ahzem her zamanki gibi bir yol bulmaya çalışıyordu. Yüzündeki örtüyü indirdi.

"Asla Sahipsiz Topraklar'a gitmene izin vermezler Sayezen," diye bağırdı tüm gücüyle. Dizlerinin üzerinde oturup başını kaldırmasına gerek olmadan Sayezen'e baktı. Kocaman elleriyle kadını belinden yakaladı, şiş karnı kabanının ardından belli olmuyordu. "Koca bir orduyu alt edemezsin. Seni canlı canlı yakarlar, bebeğin umurlarında bile olmaz. Dumanı hâlâ üzerinde tüten hamile bedenini ibret olsun diye Vesl Köprüsü'ne asarlar." Ahzem olabildiğince caydırıcı olmaya çalışıyordu ama biliyordu ki bunların hepsini yaparlardı. "Dur artık."

Kadın durdu. Asker bez bebek misali yere yığıldı. Bir anda hava hafifledi. Ahzem üzerinden kalkan yükle rahatlayıp, ağrıyan başını ve acıyan göğsünü umursamadan yerde yatan adama doğru harekete geçti. Hemen nabzını kontrol edip yaşayıp yaşamadığını anlamaya çalıştı. Bütün hisleri uyuşmuştu sanki.

"Hayatta mı?" diye sordu Sayezen geriden.

"Yaşıyor." Ahzem rahatlamıştı.

Adamın inlediğini duydu.

"Asker," diye fısıldadı, sonunda adını hatırlamıştı. "Yüzbaşı ben Ahzem, Üçüncü Tümen'in Başı. Beni duyuyor musun?" Adamı incitmeden omzundan dürtmeye çalışıyordu. Bir tepki görmeyi bekledi ama adam sadece inliyordu.

"İtah'tan ayrıldığım belki kulağına gelmiştir. Gizli bir görevdeyim yani bu cadıyla görevdeyiz. Hükümdarların ve Ordu Kumandanının emriyle hareket ediyoruz. Kimsenin haberi yok ve bu böyle kalmalı asker. Bizi burada gördüğünü kimseye söyleyemezsin. Bu görevi tehlikeye atarsan her şeyini kaybedebilirsin. Anladın mı beni? Bu insandan başka kimse ölmedi burada, askerlerine bunun basit bir intikam meselesi olduğunu söyle ve soruşturma açma." Cevap bekler gibi adamı dürtmeye devam etti. "Bu bir emirdir Yüzbaşı." Adamın dağılan kaftanını çekiştirip gereksizce toparlamaya çalıştı Ahzem. Yaşattığı bu eziyetten sonra ondan özür diliyordu sanki. "Emrime karşı gelmek ne demek çok iyi biliyorsun," dedi.

Ahzem sonunda, içinde doğrulabilecek gücü bulabilmişti. Tekrar ayaklarının üzerinde durup arkasında onu izleyen Sayezen'e döndü.

"Buna gerek yoktu."

"Buna sen karar veremezsin," dedi kadın. Eğilip inatla yanmaya devam eden gaz lambasını aldığı gibi yerde yatan, kendi eseri olan adamın üzerinden zıplayarak hücreyi terk etti.

Karanlıkta kalan Ahzem için karanlık önemli değildi. Duvarın dibinde, babasının ona aldığı gümüş kabzalı hançerini görüp tekrar kuşağına soktu. Yarası hâlâ kanıyordu ama canı yanmıyordu artık, kuş gibi hafif hissediyordu kendini.

Dar koridoru aşarken, biraz önce gördüklerini düşündü. Cadının böyle bir şey yapabileceğini asla tahayyül edemezdi. Cadıların bilinmezliklerinden ve tuhaflıklarından korkan Ahzem, Sayezen ile tanıştıktan sonra korkusunun yersiz olduğunu görmüş, onun hamile, aciz bir kadın olduğunu düşünmüştü. Böyle bir güç asla aklının ucundan geçmemişti. Şimdi ise yolculuk boyunca hakkında endişelendiği kadının müthiş bir güce sahip olduğuna şahit olmuştu. Artık cadılar onun için o kadar da bilinmez değildi fakat bu sefer Ahzem gördüklerinden korkuyordu.

Dışarı çıktığında günün doğmak üzere olduğunu fark etti. Sayezen onu beklemeden tepeyi inmeye koyulmuştu. Yerde yatan baygın askerleri görmezden gelerek kadını takip etmeye koyuldu. Burada kaybedecek tek bir dakikası bile yoktu. Sebep oldukları bu hasardan sonra peşlerine birilerini illaki takacaklardı ama askerin onu duyduğunu ve onu dinleyeceğini ümit etti. Herkes her şeyi öğrenir, su ve periler konusu büyük bir endişeye sebep olabilirdi.

Hızla Sayezen'e yetişip onun kısa adımlarına ayak uydurarak Zeir'den ayrıldıkları yere doğru hareket ettiler. İkisi de konuşmuyordu.

Zeir hiç şaşırtmadan atının tepesinde uyuklamaktaydı.

"Zeir, uyan." Ahzem atının dizginini tutup çekti. Zeir, aniden omuzlarını dikleştirince altındaki hayvan huzursuzca hareket etti.

Zeir "Sakin ol," diye teskin etti hayvanın yelesini okşarken. Sonra başını gökyüzüne çevirip aydınlanmakta olan havayı fark etti. "Geciktiniz," dedi çatılmış kaşlarıyla.

"Bir sorun çıktı ama merak etme hallettim," dedi Sayezen tek düze bir ses tonuyla. Heybesinde bir şeyler arıyordu. Ahzem sıkıntıyla iç geçirmekle yetindi sadece, gücünü yolculuk için saklıyordu şimdi. Cadıya cevap vermek yorucu olabilir, belki de istemediği sonuçlar doğurabilirdi. Kafasının patlamasını tercih etmezdi.

"Hiç durmadan atlarımızı süreceğiz bugün. Üzgünüm ama dinlenmek yok. Akşam kamp kurarız."

Zeir oturduğu eyerde dikleşti. "Başımıza bir bela mı sardınız?" Ahzem'in acelesini sezen ateşin endişelenmişti. Kendisine ne kadar kızgın olursa olsun bakışlarını kaçırmadan Ahzem'e bakıyor, kocaman açtığı gözleriyle cevap bekliyordu.

"Doğrusu şu ki Sayezen'in halletmiş olduğu şey aslında hallolmamış olabilir," dedi Ahzem saçmaladığını fark ederek. Yüzünü buruşturup arkadaşına gülümsemeye çalıştı. Bir yandan da kendine gelen askerlerin peşlerine düşmesinden endişe ederek biraz önce indikleri yolu gözlüyordu.

Ama Zeir'in rengi attı aniden. "Ahzem yaralısın," diye şaşkınlıkla bir nida koyuverdi.

Sanki acının varlığını unutmuş gibi boynunu kırarak omuzundaki yarasına bakmaya çalıştı. "Önemli değil, hissetmiyorum bile. Togan'da bir çaresine bakarız," dedi Ahzem boş vererek.

"Saçmalama kanıyor!" Zeir tam atından inecekti ki Sayezen onu durdurdu. "Nasıl ol-"

"Merak etme Zeir, bunu da halledeceğim," dedi kadın elinde taşıdığı şişelerle Ahzem'in önünde dikilirken. Mavi yeşil gözlerini adamın parlak kırmızı gözlerine dikince Ahzem bir adım geri atmamak için kendisini tutması gerekti.

"Dizlerinin üzerine çök Ahzem," diye emir verdi kadın.

"Bunun için vaktimiz yok Sayezen."

"Umurumda değil, sana dediğimi yap." Kadın ricada bulunmuyordu ve Ahzem de bir tümenbaşı olarak emir almaya eskisi kadar alışkın değildi.

Ahzem, her ne kadar kendisinin iyiliği için davranıyor olsa da cadının savurduğu bu emir hoşuna gitmemişti. Dediğini yapıp dizlerinin üzerine çökünce kadının boyu bir anda iki üç parmak kadar onu geçti ama ikisi de birbirinin gözlerinin içine bakabilmesi için fazla öfkeliydi. Biraz önce dizlerinin üzerinde kadına yalvardığı an geldi aklına.

Bir müdahalede bulunmasaydım Yüzbaşıyı öldürür müydün acaba?

Aklı bu sorunun üzerinde fazla durmadı. Yılan Yürek olarak böyle çıkarımlarında bulunmaya çalışması yakışıksız ve çok alakasızdı. O kim oluyordu?

Ahzem başını eğip Sayezen'in ne yaptığına bakmadı bile. Burnuna gelen nahoş kokuyu görmezden gelerek kadının, kaftanının üzerinden yarasıyla ilgilenmesini bitirmesini sabırla bekledi.

"Bu şimdilik iş görür, akşam durduğumuzda tam teşekkürlü bir pansuman yaparım," dedi kadın. Gözlerinin önünde küçük bir şişeyi sallayıp eline tutuşturdu. "Hiç uyumadın, iç bunu. Benim içtiğimden. Sende bu pek işe yaramaz ama yine de hiç yoktan iyidir." Ahzem'in teşekkür etmesini beklemeden atına yöneldi.

Ahzem şişeye güvenmeyen bir bakış attıktan sonra içmemeye karar verdi. Kadın da zaten artık onunla ilgilenmiyor, düzelttiği heybesinden sonra Ahzem'in yardımı olmadan atına biniyordu. Şişeyi, kuşağına sıkıştırdı. Başını kaldırdığında onu ilgiyle izleyen Zeir'le göz göze geldi, adam omuz silkip atının dizginini çekerek hayvanı iki adımda yola soktu. Onu daha sonra Sayezen takip etti.

Yavaş yavaş sızısını hissettiği yarası ile diğerlerine katıldı Ahzem. Yorgunluktan geberiyordu. Uyumamıştı, dinlenmemişti, önünde kocaman bir gün ve bu iki deliyle geçirmesi gereken upuzun bir yolculuk vardı.

Continue Reading

You'll Also Like

3.8M 310K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
1.8M 97.6K 49
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
222K 19.6K 58
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
7.6M 440K 82
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...