YERALTI CEHENNEMİ

By Mervelien

188K 10.9K 6.3K

"Geceleri geleceğim sana," diye devam etti konuşmaya. "Geceleri seveceğim seni. Beni asla göremeyeceksin." Sa... More

YERALTI CEHENNEMİ
Tanıtım Videosu
1. KADEH
2. RUHAN
3. RUZENİN
4. "KALARATLİ"
5. "LEİLA"
6. "HELLHEİM"
7. "GEÇMİŞ"
8. "JÖRMUNGANDR"
9. "VAROLUŞ"
10. "HİSLER"
12. ''ZİNCİRLER''
13. ''LİLY''
14. ''POSEIDON"
15. "FENRİR"
16. "KARANLIK"
17. "GÜL TOHUMU"
18. "BAŞLANGIÇ"
19. " GERÇEKLER"
20. "MÜHÜRLÜ RUH"
21. "KAYBOLUŞ"

11. ''FREYA''

6K 445 335
By Mervelien

             11. BÖLÜM
                       "FREYA"

Duygularımı daima mantığımın arkasına gizlemiştim. Hiçbir şey olmamış gibi yoluma devam etmek benim için oldukça kolaydı, fakat şimdi mantığım yerine duygularım öne çıkmıştı. Bu histen rahatsız değildim. Önceden içimde hep yarım kalan bir parçanın olduğunu biliyordum. Boşlukta olduğum günler neden hep kendimi eksik hissediyorum diye düşünürdüm. Bir cevap bulamayınca çıldıracak duruma gelir, yoluma devam ederdim.

Şimdi ise sonuçlar değişmişti. Omzumun üzerinden yatakta uyuyan adama baktım. Kalın kaşları uykusunda çatılmıştı. Yüzünün yarısını yastığa bastırmış, kolunu da az önce benim olduğum yere atmıştı. Sırtında doğum lekesi olduğu iddia ettiği kanatlara baktım. Kanatlarından bir iki tanesi omurga kemiğinin çizgisinden yere düşmüş gibi bir izlenim vermişti.

Yatağın üstüne tırmanıp dövmeye dokunmak isteyen ellerime engel olamadım. Siyah kanatların mükemmel çizimine hayran olmamak elde değildi. Avucumda ki dövmeli elimi ters çevirip kendi dövmemle aynı olup olmadığına baktım. Kuday'ın sırtında ki dövmenin rengi benim dövmem ile arasında çok fark vardı. Parmağımla sırtındaki dövmeye dokunmadan kanatlarının üzerinde hayali bir şekilde gezdirdim.

Tenim teniyle temas etmemesine rağmen boğazım kurumuş, avuç içim terlemeye başlamıştı. Dayanamayıp dövmenin kanatlarının koptuğu kanatlarından birine dokundum. Soğuk tenim sıcak tenine temas edince kıpırdandı. Anında ellerimi kendime doğru çektim.

Başımı hafif çevirip uyanıp uyanmadığına baktım. Uzun kirpiklerini kırpıştırıp zindan karası gözlerini yavaşça açtı. Ondan uzaklaşacak zamanım olmadığından yataktan sırt üstü dönüp kısık gözleri yüzüme tırmandı. Elini kaldırıp parmaklarımı kavrayıp kendine çekti.

Ani anda yaptığı hareket karşısında şaşırsam da dudaklarımdan kaçan tiz çığlığa engel oldum. Elimi avucuma alıp okşamaya başladı. Gözlerini benden çekip avucunun içine hapis ettiği ellerime baktı.

''Ellerin hep soğuk,'' dedi uykunun verdiği çatallaşmış sesiyle. ''Ne kadar ısıtmaya çalışsam da soğuk kalmaya devam etti.''

Boğazımı temizledim. ''Helheim ile alakalı olabilir.''

Kaşlarını çattı. ''Helheim'den öncede böyleydi. Her mevsimde soğuktu.''

''Kendimi bildim bileli daima ellerim soğuktu,'' dedim durgun bir sesle. ''Annem bu yüzden bir keresinde yazın ortasında eldiven takmıştı.''

Geçmişi hatırlamamla boğazıma bir yumru oturdu. Beni izleyen bakışların yoğunluğundan gözlerimi kaçırdım. Burada olduğum sürece gerçek ailem olmadığı söylense bile teyzemi arkadaşlarımı özlemiştim. Gözlerimi açtığımdan bu yana benim yanımda durup destek olan onlardı. Acılarımızı beraber paylaşmıştık. Her ne olursa olsun daima yan yana olurduk. Benden sonra Demeter'in ne yaptığını merak etmiştim. Berfin ve Eylem'in hafızaları silinse bile beni unutmamalarını ummuştum.

''Ne düşünüyorsun,'' dedi kuru bir sesle. '' Kendine saklamak zorunda değilsin.''

Düşüncelerimden sıyrılıp sessizliği bozan sözleriyle ona baktım. Durgun bakışlarımı gizlemeden karşımda beni çözmeye çalışan adamın gözlerinden gözlerimden ayırmadım.

''Düşüncelerimi okuyabildiğini sanıyordum.''

Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. ''Her zaman okuyamıyorum. Genellikle ikimizin isminin geçtiği konularda zihnine girebiliyorum.''

Yanaklarım kızarsa bile çenemi dikleştirdim. ''Diğer zamanlarda okumayı bırakmalısın. Hiç hoş bir şey değil.''

''Benim istediğim bir şey değil,'' dedi boğuk bir sesle. ''Düşüncelerin zihnime çarpıp duruyor ve orada takılı kalıyor.''

Değişen ses tonuyla ne düşündüğünü anlamıştım. Yıkandığım zaman onu izlerken düşündüklerimi düşünmüştü. Yanaklarım kızardığını bildiğimden başımı öne eğdim. Konuyu değiştirip yoğun ortamı dağıttım.

''Arkadaşlarımı özledim. Onları görme imkanım var mı?''

Bir süre sessiz kalsa da sorduğum soruya yanıt verdi. ''Demeter hafızalarını silmiş. Yanlarına gitsen bile seni hatırlamayacaklar.''

Keskin sesiyle bozguna uğramıştım. Arkadaşlarımdan bahsederken bu kadar sert konuşması beni sinirlendiriyordu. ''Hafızlarını silmiş olması, onları görmeme engel olamaz. Teyzem eminim aradığı zaman kızlara beni sormuştur. Hepsinin kafalarını karıştırmıştır.''

''Artık o dünya ile ilişkin kesildi Hel. Sanki hiç var olmamış gibi hepsi hayatlarına devam ediyor.''

''Ne saçmalıyorsun,'' dedim zorlukla.. ''Hayatlarında ben yokmuşum gibi devam etmek ne demek oluyor.''

Burnundan soluyup yataktan kalkıp sertçe bana baktı. ''Senin hayatın benim Hel. Bir kaç yıl sonra ölecek olan insanlar değil. Hepsinin hayatında hiç var olmamışsın gibi hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyorlar.''

Söylediği acımasız sözler suratıma bir tokat gibi çarpıyordu. Yüzümü acıtması gereken yerde göğsüm sıkışıyordu. ''Ailemi benden alamazsın Kuday. Gerçek ailem olmadığını söylemeye çalışsan bile ben onlarla büyüdüm.''

''Onlarla büyüdün,'' dedi mekanik bir sesle. ''Benimle nefes alıp yaşadın.''

Ses tonumu yükseltip ayakta duran adama doğru bağırdım. ''Onlar benim ailem! Benim ailem. Onlara kızsam bile yanlarından asla ayrılmam. Bunu sende anlasan iyi olur. Senin dünyan benim etrafımda dönüyor olabilir ama benim dünyam senin etrafına dönmüyor.''

Ellerini yatağa bastırıp yüzünü yüzüme yakınlaştırdı. ''Bana beni götür diyen sendin. Şimdi tüm bunlar benim suçummuş gibi bağırıp kendi vicdanını rahatlatamazsın. Ben senin vicdan terazin değilim Hel.''

Sözleriyle irkilip ondan uzaklaştım. Gözlerime sertçe bakarken onda devamlı gördüğüm merhameti aradım, fakat öfkeyle bakmaya devam ediyordu. Kendini toparlayıp dolaptan bir şey aldıktan sonra kapağını sertçe kapattı. Gergin omuzlarının üzerinden gözlerini kısarak bana baktı.

''Önce Helheim'e gideceğiz. Güçlerini kullanmayı öğrendikten sonra ailenin yanına gidebilirsin,'' dedi soğuk bir sesle. ''Ama şimdilik kendini düşünüp bencilce davranmayı kenara bırak. Binlerce ırk acı çekerek ölmeye devam ediyor. Sen vicdanını rahatlat diye onların ölümünü izleyemem.''

Cevap vermeme izin vermeden mağaradan çıktı. Yatağın üzerinde öylece oturmaya devam ederken söylediklerimi düşündüm. Evet ağır sözlerdi, fakat gerçekliği de barındırıyordu. Kuday, benim vicdan terazim falan değildi. Bana bencil diyordu ama benim kadar o da bencil davranıyordu.

Beni sadece kendi ile paylaşmak istiyordu. Bunu sözlerine pek yansıtmasa bile gözlerinden anlayabiliyordum. Kuday kesinlikle paylaşmayı sevmiyordu. Belki eskiden benim dünyam onun etrafında dönüyor olabilirdi ama şimdi öyle değildi. Ailem, sevdiğim arkadaşlarım vardı. Bunu anlaması gerekiyordu. Eğer anlarsa onun için daha iyi olacaktı. Beni bir eşyası gibi sahiplenmesi çok yanlıştı.

Diğer bencil kısma gelirsek haklı olduğunu bilmek canımı yakıyordu. Bu yüzden ona cevap vermemiştim. Bir şey bilmediğimden sustum. Benim bilinmezliği umursamam yüzünden eğer ırklar yok oluyorsa kendimi asla affetmeme kararı almıştım.

Zorlukla yutkundum. Kuday'ın sözleri çok acımasızdı. Beni kendimle baş başa bırakacağını bilmesine rağmen sözleriyle canımı yakmaktan vazgeçmedi. Beni düşündüğünü söylüyordu, fakat düşünmüyordu. Bu şekilde beni sahiplenmeye çalışmak yerine elimden tutup yardım etse benim için her şey daha kolay olurdu.

Bazen her şeyi unuttuğumu, unuttuğunu düşünüyordum. Bundan dolayı bana sert çıkışıyordu. Konuşmayı, yürümeyi bilmeyen bir bebek gibi olmak benim hatam değildi. Konuları ve yaşanmışlıkları bilmediğimden öylece olanları izliyordum. Benimde bir şeyleri öğrenip onlara destek olmam için bir bebeğe nasıl yürümeyi ve konuşmayı öğretiyorlarsa bu benim içinde yapmak durumundaydılar.

Benden çok şey bekliyorlar, fakat hala bekledikleri şeyin ne olduğunu açıklamadan söylediklerini yapmamı istiyorlardı. Bu çok zordu, oldukça zordu. Canım yakacak kadar zordu. Anlamayıp canımı yakıp beni kötü hissetmeleri daha zordu. Ne yapacağımı bilmeden öylece yatağın üzerinde oturmaya devam ettim. Çıplak dizime çarpan damlalarla ağladığımı bile yeni farkına varmıştım. Gözlerimi sıkıca yumduğum da sert sesini duydum.

''Hel, gelmeyi düşünmüyor musun?''

''Onların ölmesini bende istemiyorum,'' dedim mırıldanarak. ''Benim yüzümden bir ırkın yok olmasını istemiyorum. Ne yapmam gerektiğini bilmediğimi bilmene rağmen beni suçlamış olman çok adice Kuday. Canını yaktım diye canımı bu şekilde yakmak zorunda değildin. Söylediklerimden asla pişman olmadığımı da bilmelisin. Ailem ve arkadaşlarım benim her şeyim. Bir ağaçtan doğmuş olmam umurumda bile değil. Ben onlarla büyüdüm, onlarla yaşadım, onlarla nefes aldım.''

Başımı kaldırıp mağaranın girişinde duran adamın gözlerine baktım. ''Bunu anlamak zorundasın. Seni hatırlamıyor oluşumu da unutma. Sana değer vermediğimi düşünüyorsun ama değer vermeseydim yanında olmazdım.''

''Helheim'e gitmemiz gerek,'' dedi soğuk bir sesle. ''Seni bekliyorum.''

Dayanamayıp yatağın üstünden inip ona doğru yürüdüm. Önünde durup parmağımı göğsüne vurdum. ''Sana bir şeyleri açıklamaya çalışıyorum ama söylediğim tek bir kelimeyi bile umursamıyorsun. Beni delirtmek istiyorsan başarıyorsun.''

Gözlerini yumup açtı. ''Uzatmak istemiyorum Hel. Konuşursam seni kıracağım bu yüzden susmak en iyisi.''

''Susmak çözüm değil,'' dedim sinirle. ''Küçük sorunlar büyür ve ileride karşımıza çıkar. Ben bu zamana kadar hiçbir sorunu hayatımda yarım bırakmadım.''

Tek kaşını kaldırdı. ''Emin misin?''

Sorduğu soruyu sorma sebebini anlamasam da cevap verdim. ''Evet.''

Başını iki yana salladı. ''O zaman arkadaşlarına yaşadığın sorunu anlatmak yerine neden korkak gibi kaçtın.''

Göğsüne baskı yaptığım parmağımı ondan çektim. Hayal kırıklığı ruhumun her yanını sarmıştı. Geriye doğru bir iki adım atarak ondan uzaklaştım. Ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırıp sırtımı ona döndüm. Bir kaç kez soluklanıp kendimde güç bulduğumda sırtıma bakışlarını diken adama taraf baktım.

''Ben konuşmak için hazırdım,'' dedim zorlukla. ''Onlar gördüklerinden sonra benimle karşılaşmaya hazır değillerdi.''

Yanıma yaklaşıp başını eğerek yüzüme doğru mırıldandı. ''Yalan söylüyorsun Hel. Asıl korkan ve hazır olmayan sendin. Kendi varlığından korkup kaçtığın için onlarında aynısını yapacağını sandın.''

''Hayır,'' dedim sertçe. ''Bizim hakkımızda hiçbir şey bilmediğin için teoriler üretme.''

Yerinde dikleşip kollarını birbirine doladı. ''Sonuçta yaşanan sorundan kaçtın. Önemli olan bu.''

''Değil,'' dediğimde sertçe sözümü kesti.

''Daha fazla uzatma gitmemiz gerek.''

Ona cevap vermeme izin vermeden arkasını dönüp mağaradan çıktı. Kollarımı sinirle çözüp sağ ayağımı sertçe yere vurdum. Yere sertçe temas eden ayağımla birlikte acı bir şekilde inledim. Bileğime dokunup yere çömeldim. İçimden kendime küfürler savursam da öfkeme hakim olmaya çalıştım. Mağaranın taşlı duvarından destek alarak ayağa kalktım. Bileğimi umursamayıp mağaradan çıktım. Gölün başında beni beklediğini görünce oraya doğru ilerledim. Yanına gittiğimde suya doğru giriyordu.

Ağrıyan bileğimi aldırmadan arkasından ilerledim. Bana dönünce omzumu dikleştirdim. Gözlerimi suratından çekip çıplak göğsüne sabitledim. Suyun ağrıyan bileğime temasıyla biraz rahatlamıştım. Parmakları bileğimi kavrayıp kendine çekti. Elleri tenime temas ettiğinde gerilmiştim. Ona belli etmemeye çabalasam bile bedenimi sert kavrayışından anlamam uzun sürmemişti.

Gölün ortasına doğru beni çekmeye başladı. Kollarını bedenime sardığında gideceğimizi anladım. Gözlerimi yumup başımı göğsüne yasladım. Derin bir nefes aldığında göğsü inip kalktı. Suyun dibine çekilmemizle birlikte buraya geldiğimiz zaman oluşan girdabın aynısı olmuştu.Etraf kararmaya başladığında Kuday'ı artık göremiyordum. Karanlık saniyeler sürdü. Daha sonra etraf aydınlanmaya başladı. Hissettiğim tuzlu su ile Helheim'e geldiğimizi anlamıştım.

Yüzüme çarpan kar taneleri ile başımı gökyüzüne çevirdim. Daha önce Helheim de olduğu gibi gökyüzü görmemiştim. Rengi oldukça koyu ve açık mavi tonlarının karışımı gibiydi. Kendi dünyamda ki gibi değildi. Oldukça farklı tonlara sahipti. Ben buna takılı kalınca belimde ki eller hareketlendi. Bunu hissedince ondan uzaklaştım. Suyun soğukluğuyla birlikte kıyıya doğru yüzmeye başladım. Arkamdan geldiğini attığı kulaç seslerinden anlayabiliyordum.

Sudan çıktığımda ıslak elbisemi toplayıp topallayan ayak bileğimi aldırmadan kulenin içinden geçen mağaraya doğru ilerledim. Kolumu falan tutup beni engelleyeceğini sanmıştım, fakat adım seslerini duyamıyordum. Kaşlarım çatıldı ve arkamı dönüp ona baktım.

Benim aksime ters yönden gidiyordu. Ellerimi yumruk yapıp onu çağırmamak için kendimi zor tuttum. Nereye gittiğine bakma devam ettim. Büyük taşların arkasına gittiği zaman onu artık göremiyordum. Omuzlarım çöktüğünde rüzgarın sert esmesiyle kollarımı birbirine sarıp mağaraya girdim.

Mavi ateş böcekleri karanlığı aydınlatmaya başladığında durgun yüzümde bir gülümseme belirdi. Duvardan destek alarak ilerlemeye devam ettim. Ateş böcekleri başımın etrafında dönüp sesler çıkarmaya başlayınca yüzümde ki gülümseme genişledi.

''Sizi nasıl kurtardığımı merak ediyorum,'' dedim içlerinden birinin avucuma konmasına izin verirken. ''Bunu sanırım Amanda'ya sormam gerekiyor.''

Avucumun içinde duran ateş böceğinin uçması için öne doğru itince diğerlerinin yanına uçmaya başladı. Merdivenleri çıkana kadar bana eşlik ettiler. Odaların olduğu salona ilerleyip Amanda'nın daima olduğu odanın kapısını açtım. Saçlarımdan yere damlayan su damlalarını aldırmadan içeri girdim.

Amanda açılan kapıya dönünce masasının üzerinde duran otlarla ilgileniyordu. Geldiğimi henüz fark etmemişti. Ne yapıyorsa işine oldukça dalmıştı. Bileğim acıdığından ayakta durmak yerine koltuğa oturmak daha mantıklı gelmişti. Ayağımın üzerine bastıkça canım daha çok ağrıyordu. Elbisemin eteklerini daha sıkı kavrayıp koltuğa uzandım. Sesli bir şekilde nefes alıp verince sonunda Amanda'nın dikkatini çekmiştim. Amanda, şaşkın bir şekilde bana bakıp elinde tuttuğu çubukla yanıma geldi.

''Neden üzerin böyle ıslak Hel.''

Sesimin tınısında hala Kuday'a olan öfkem hissediliyordu. ''Kuday, Helheim'e istediği zaman girişi olmadığından farklı yollardan gelmek zorunda kaldık.''

Ayağa kalkıp elindeki çubuğu masaya koyup tekrar yanıma geldi. ''Gidip üzerini değiştirelim.''

Sol ayağımdan destek alarak ayağa kalktım. Amanda kaşlarını çatıp bileğime baktı. ''Ne oldu?''

''Buraya gelirken bileğimi burktum.''

Eğilip bileğime baktı. Dokunup baskı yaptığında acı bir şekilde inledim. Başını bileğimden kaldırıp bana baktı. Yüzündeki anlamsız ifadeyi çözememiştim. Kaşlarım çatıldığı zaman yerinde doğrulup koluma girdi.

''Bileğin için ot hazırlayacağım. Üzerine bıraktığımızda acısı geçecektir.''

Ses tonunda gizlediği endişeyi sormak istedim, fakat altında yatan nedeni söylemeyeceğini biliyordum. Kapıyı açıp merdivenleri yavaşça çıkmaya başladık. Sessiz oluşu bazen işime gelse de beni ürküttüğü anlarda oluyordu. İkinci kata çıkıp koridorun sonunda bulunan odanın kapısını açtı. Sol ayağıma tüm yükümü verip içeri geçtim.

Odanın içi oldukça ferahtı. Beyaz tüllerin arasında krem ve gold renginde bir yatak vardı. Sağ tarafında duvarı boydan boya kaplayan kırık beyaz tonlarında büyük bir dolap yer alıyordu. Amanda, belimden tutarak dolaba yaklaştırdı. Oraya yaklaştığımızda yanında duran kapıyı yeni fark etmiştim.

''Dolabın hemen yanında duş alman için banyo var,'' dedi kapıyı göstererek. ''Duş aldıktan sonra üzerini değiştirebilirsin.''

Kapıya yaklaşıp açtım. ''Gerisini halledebilirim Amanda. Teşekkür ederim.''

''Sen rahatlarken bende bileğin için bir şeyler hazırlayacağım.''

Cevap vermek yerine başımı sallayıp banyoya girdim. Gördüğüm şatafatla dudaklarımdan kaçan şaşkınlık sözlerine engel olamadım.

''Bu tanrılar gerçekten işini biliyor.''

Banyoda Hermès figürleri, bulut şekilli havlular vardı. Mor damarlı mermerler ve altın rengi varaklarla kraliyet süitinden farkı yoktu. Yuvarlak büyük bir jakuzi tarzı bir yer yapılmıştı. Oraya ilerleyip yanında duran altın rengi musluğu açtım. Ilık su dolmaya başladığında ayağa kalkıp ıslak elbiselerimi çıkardım. Cam şişelerdeki kokuları suyun içine döktüm. Anında banyoyu saran koku ile daha fazla sabredemeyip ılık suyun içine girdim.

Bedenim gevşediğinde bir süre öylece kaldım. Başımı kaldırdığım zaman tavandan damlayan suyla gözlerimi yumup damlaların yüzüme çarpmasına izin verdim. Yanımda duran sabunu alıp saçlarımı yıkadım. Musluğu çevirip tavandan gelen suyun hızını artırıp duştan çıkmak için hemen yıkandım.

İşim bittiğinde bornozu giyip duvardan destek alarak odaya girdim. Amanda henüz gelmediğinden kırık beyaz rengindeki dolabı açıp rengarenk elbiselerin dizildiği dolaptan elime ilk geleni alıp dolabın kapağını kapattım. Alt çekmeceyi açtığımda temiz iç çamaşırlarını çıkarıp zaman kaybetmeden giyindim. Aynadan üzerime baktığımda toz pembe renginde ki kısa elbisenin rahatlığıyla yatağa doğru sarsak adımlarla ilerledim.

Üzerine uzandığımda yatağın yumuşaklığı ve rahatlığıyla iç geçirdim. Saçlarıma sardığım havluyu düzeltip başımı daha rahat yastığa yasladım. Pencereye baktığımda tül perde rüzgarla birlikte savruluyordu. Kendimi şuan kuleye kapatılmış bir prenses gibi hissediyordum. Kaçsam bile nereye gideceğim belirsizdi.

Derin bir nefes alıp iç çektim. ''Keşke tüm bunlardan kaçma şansım olsaydı.''

Sözlerimden sonra kapı sert bir şekilde açıldı. Dizlerimde doğrulup gelen kişiye bakındım. Kuday'ı görünce kaşlarımı çatıp sırtımı yatağın başlığına yasladım. Sert yüz hatları arkamda bıraktığım gibi hala sertti. Elinde tuttuğu ağaçtan yapılmış yuvarlak kahverengi tabakla yanıma geldi.

Gözleri henüz gözlerime değmemişti. Onun odak noktası şişmiş ve hafif morarmış bileğim olduğunu fark etmiştim. Uzandığım için kısa olan elbisem çıplak bacaklarımı gizlemek istesem de bileğimi kavrayan sıcak parmakların tenime değmesiyle kendime engel oldum.

Tabağın içinde ne vardı bilmiyorum, fakat iğrenç koktuğu kesindi. Onunla konuşmak istemediğimden dudaklarımı birbirine bastırdım. Ayağımı kaldırıp dizine koyunca kaçırdığım bakışlarını yüzüne çevirdim. Tabağın içinde ne olduğunu bilmiyordum ama lapa şeklinde yeşil ve kahverenginde ki otları bileğime sürdü. Kenarda duran yaprakları bileğime sarıp sürdüğü şeyin dökülmemesi için iyice etrafına sardı. Canım yansa bile dişlerimi sıkmıştım.

İşi bittiğinde yumruk yaptığım ellerimi serbest bırakıp derin bir nefes aldım. Terleyen alımı silip acıdan uyuşan bedenimi yatağa bastırdım. Aramızda süren sessizliği o bozdu.

''Canını yanmasından hoşlanmıyorum,'' dedi kuru bir sesle. ''Bunu bir daha yapma.''

Bileğimi bilerek incittiğimi ima ettiğimi düşüncesi sinirlerimi bozmuştu. Yumduğum gözlerimi açıp doğruldum.

''Bunu isteyerek yapmadım Kuday.''

Odaya girdiğinden bu yana gözleri ilk kez gözlerimle kesişti. Soğuk bakışlarının esiri olacağımı düşünürken beni yanıltmıştı. Gözlerini gözlerimden bir an olsun çekmeden dudaklarını bileğime bastırdı. Bu görüntü karşısında donup kaldım. Dakikalar önce birbirine kenetlediğim dudaklarım aralandı.

''Böyle düşünmüyorum,'' dedi dudakları hala bileğimin üzerindeyken. ''Canını istemeyerek yaktığını biliyorum. Buna neden olan kişinin ben olduğumu bilmek çok boktan.''

Dudaklarını tenimde çekip ellerini bedenimin iki yanına doğru yaslayıp üzerime doğru eğildi. Elini kaldırıp saçlarımı okşadı. Sıcak nefesi tenimi esir alırken öylece beklemek oldukça zordu.

''Haklısın Hel,'' dedi boğuk bir sesle. ''Sana bencillikten bahsederken asıl bencil olan kişinin ben olduğumu anlamalıydım.''

Sıcak nefesi hemen boynumun altında bana işkence ediyordu. Saten çarşafı avucumun içine alıp sıktım. Dudakları kulağımın arkasına tüy dokunuşundan bile daha hafif bir öpücük kondurdu.

''Seni kimseyle paylaşmayacağım Hel. Bunun için bencillik kanıma dolanıp beni hırçınlaştırsa bile benden başkasına gitmene izin vermeyeceğim.''

Dudaklarını tenimden çekip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Gözlerinde gördüğüm karanlık ve itaat etmemi isteyen bakışlarını çekmeden alnını alnıma yasladı.

''Benim dünyam senden ibaret olmaya devam edecek, fakat bu saatten sonra senin dünyanın benden ibaret olması için önüme çıkan tüm engelleri ortadan kaldıracağım.''

Sözlerini söyledikten sonra üzerimden kalktı. Kurduğu cümlenin altında yatan imalardan dolayı ürkmüş ve içim öfkeyle kaplanmıştı. Gideceği sırada kolunu sertçe kavrayıp durmasını sağladım.

''Ailemden birine zarar verirsen,'' dedim soğuk bir sesle. ''Yemin ederim dünyanı başına yıkarım. İşte o zaman ben diye bir şey kalmayacağından parçalara bölünür, yok olup gidersin.''

Dişlerinin arasından tısladı. ''Beni kendinle tehdit etme Hel. Karşında bir katil durmuyor.''

''Sende beni ailemle tehdit etme Kuday.''

''Bak,'' dedi oldukça bıkkın bir sesle. ''Sana bir şeyler anlatmaktan ve sözlerimin altında yatan gerçekliği söylemekten sıkıldım Hel. ''

Sinirden burnum sızlanmaya başlamıştı. Bileğimde ki acıyı aldırmadan ayağa kalkıp karşısına dikildim.

''Bana bir şeylerden bahset demiyorum Kuday. Anlamsız cümleler kurup kafamı karıştırma yeter.''

''Senin için anlamsız cümleler Hel.''

''Biliyor musun,'' dedim pes ederek. '' Asla doğru olanı kabul etmeyeceksin. Bu yüzden seninle artık tartışmak istemiyorum.''

Alayla homurdandı. ''Tartışmak istemiyorsun ama cümlelerinin arasında inceden inceye ayar veriyorsun.''

''Ailemle beni tehdit etme Kuday,'' dedim ciddi bir sesle. ''Onlarla beni sınamaya devam edersen sana güvenebileceğimi sanmıyorum.''

Elinde duran tabağı sıkıp parçalara ayırdı. Yaşadığım korkuyla irkildim. Cevap vermek yerine arkasını dönüp odadan çıktı. Çıkarken kapıyı oldukça sert çarptı. Yere dağılan tabağı eğilip toplamaya başladığım zaman tavırlarına anlam vermem imkansız gibiydi. Eminim o bile tam olarak ne yaptığını bilmiyordu.

Beni yeniden kaybetme korkusuyla bunları yaptığını düşünmeye başlamıştım. Benden hemen onun kollarına atlamamı ve sevgi sözcükleri söylememi bekleyemezdi. Kendisi de hafızamın bir daha gelmeyeceğini biliyordu. Kafa karışıklığıyla oflayıp elimde parçalanan tabağın parçalarını komidinin üzerine bıraktım.

Ayak bileğime sardığı otun serinliği sayesinde bileğimin acısı hafiflemişti. Bu kadar çabuk düzelmesine şaşırmamalıydım. Sudan çıkan evcil bir yılanım var. Ayak bileğimin hemen iyileşmesi şaşıracağım en son şeydi.

Jörmungandr görme isteğime engel olamadığımdan bileğime sarılan yaprağı düşmemesi için iyice sarıp diğer ayağımdan destek alarak odadan çıktım. Merdivenleri inerken Amanda'nın kapısından çıkan Klantus'u gördüm. Beni görünce kendini toparladı. Yanına gidip karşısında durdum. Başını annesinden azar işiten küçük bir suçlu çocuk gibi önüne doğru eğdiğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

''Klantus,'' dedim gülmemek için kendimi sıkarken. ''Neden Kuday'ı her gördüğünde üzerine atlıyorsun.''

Başını yerden kaldırıp bana baktı. ''Zamanında bana çektirdiklerinden sonra ona az bile yapıyorum.''

Sözlerinden bir anlam çıkaramamıştım. ''Sana çektirdikleri derken neden söz ediyorsun?''

''Onun yüzünden,'' dedi nefret. ''Sizi uzun bir süre göremedik. Kuday'ın varlığı belki olmasaydı bu durumda olmayacaktınız.''

''Bunun onun hatası olmadığını biliyorsun,'' dedim sakin bir sesle. ''Beni büyüden kurtarmak için hançeri kalbime saplamak zorundaydı.''

Başını inatla iki yana salladı. ''Onun varlığı hakkında konuşuyorum Hel. Eğer o olmasaydı Takhisis seninle uğraşmayacak, içinde var olan gücü bilmeyecekti.''

Bir bakıma haklı olsa da sözlerinin çoğunda haksızdı. ''Nasıl doğduğumu elbet öğrenen bir çok kişi olacaktı Klantus. Erkenden öğrenmiş olmam bir sıfır önde başlamama neden oldu. Tam olarak neyin içinde olduğumu bilmesem bile varlığımın nasıl bir güç olduğunu hissediyorum. Kuday'ı suçlamak yanlış olur. Kendine söyleyemiyorsun ama Kuday'ın beni koruduğunu biliyorsun. Kaybettiğimiz yılların acısını ona yüklemen doğru olmaz.''

''Sadece senin için,'' dedi omuzları çökerken. ''O tanrı bozuntusuna sadece senin için katlanacağım.''

Gülümseyip beline bağladığı kılıcını gösterdim. '' Kuday'ı gördüğün zaman baltan veya kılıcınla ona saldırmayacağını bilmek iyi hissettirdi.''

Kahkaha attığında omzuna vurdum. ''Jörmungandr yanına uğrayacağım gelmek ister misin?''

''Amanda'nın benimle bir kaç işi var. Onu bekliyorum.''

Sorun yok dercesine elimi sallayıp yanından uzaklaşmaya başladım. Birazdan söyleyeceğim sözlerle gülmemek için kendimi oldukça sıktım. Boğazımı temizleyip Klantus'a döndüm.

''Benim yaşadığım dünyada bir söz var. Kuday ve sana gerçekten uyan bir söz,'' dedim kıkırdayarak. ''En büyük aşklar nefretle başlar diye.''

Klantus şok içinde bana bakarken kahkahamı daha fazla tutamayıp gülmeye başladım. Gözlerimden akan yaşları bile aldırmadım. Klantus'un az önce şaşkınlıkla bana bakarken şimdi dudaklarında peydah olan gülümsemesiyle kahkaham son bulsa bile gülümsemeye devam ediyordum.

''Seni yeniden böyle gülümserken görmek güzel Hel.''

Sesinde hissettiğim şefkati iliklerime kadar hissettim. Çok fazla gülüp kendimden geçtiğimden dolayı akan gözyaşlarımı sildim. Ona el sallayıp Jörmungandr görmek için kaleden çıkıp suyun olduğu yere yaklaştım.

Durgun suya bakarken onu hiçbir yerde göremiyordum. Çıplak ayaklarımı suya bırakıp ismini fısıldadım.

''Jörmungandr.''

Bir kaç saniye sonra su hareketlendi ve dalgalar şeklinde buzulların üzerine çarpmaya başladı. Jörmungandr, kafasını suyun altında çıkarıp benim olduğum yere baktı. Yanıma yaklaşıp başını hemen yanıma yasladı. Normalde ondan korkmam gerekirken hissettiğim güvenle rahatlıyordum. Bıyıklarından damlayan su damlaları ile kıkırdadım.

''Bana iyi geliyorsun Jörmungandr.''

Elimi kaldırıp sert derisini okşadım. Pulları avucumda gidip gelmesi hoşuma gitmişti. Göz kapakları kapanıp açılıyordu. Onunda hoşuna gitmişti. Biraz daha yaklaşıp çenesinin altını okşadım.

''Çok fazla bilinmezliğin ortasındayım Jörmungandr,'' dedim dalgın bir sesle. ''Hatırlayamadığım ama beni çok seven ve hatırlayan insanları üzmek istemiyorum.''

Sonra kelimelerim arasından kaçan doğru kelimeyi fark etmemle duraksadım. ''Pardon tanrı demek istedim. ''

Jörmungandr sarı gözlerini üzerime dikmiş beni çözmek ister gibi bakıyordu. Omuz silkip sıkıntılı bir nefes verdim.

''O kişileri kırmamak için elimden geleni yapmaya çabalıyorum ama benim olduğum durumu kimse düşünmüyor. Nasıl kırıldığımı ya da tam olarak neyin içinde olduğumu bilmeden nasıl çabaladığımı göremiyorlar. Herkes kendini düşündüğünden gözlerinin önünde onların davranışlarını izleyip bencil oluşlarına şaşkınlıkla bakıyorum. Bir bedeni on parçaya bölmek istiyorlar. Bedenim dışında hislerimi görmeye çalışsalar parçalara ayırmaktan vazgeçmeleri gerektiğini görebilirlerdi.''

Ona yandan bir bakış attım. ''Bir okyanusun içinde yönümü bilmeden kulaç atıyorum. Bir gün kollarım yorulduğunda pes edip okyanusun içinde kaybolmaktan korkuyorum.''

''Seni boğulmaktan kurtarırım,'' dedi zihnimde zayıf ve ince bir ses. ''Evrenin başka okyanuslarında olsan bile seni bulurum.''

Donup kaldım. Dilim tutulmuş bir şekilde yankılanan sesin nereden geldiğini anlamak için etrafıma bakındım. Daha sonra söylediği sözlerin altında yatan anlamlı kelimeleri fark etmemle şaşkın bir şekilde Jörmungandr döndüm.

''Konuşan sen misin,'' dedim kekeleyerek. ''Az önce bana yanıt veren sen misin?''

Boynuma taktığım kolye parladığı zaman yerimde kıpırdandım. Freya'nın bana verdiği kolyeyi elbisenin altından çıkardığımda dilim tutulmuştu. Jörmungandr, gözleri kehribar rengine döndüğünde ayaklarımı sudan çekip ayağa kalktım. Uzun ve kalın boynunu bana doğru eğip parlayan gözlerini gözlerime sabitledi.

''Seni tekrardan görmek güzel dostum,'' dedi özlemle. ''Uzun zaman oldu. Oldukça uzun zaman...''

İsmi dudaklarımdan sessizce döküldü. ''Freya.''

''Evet benim,'' dedi melodi gibi sesiyle. ''Senin güneşin ve yoldaşın Freya.''

Dudaklarım defalarca aralandı ama tek bir kelime daha söyleyemedim. Jörmungandr yani sanırım Freya ayaklarımın dibine kafasını yasladı.

''Freya olduğunu nerede bileceğim,'' dedim tedirgin bir sesle. ''Bana yalan söyleyip söylemediğini bilmiyorum.''

''Senin için anlaması çok güç olduğunu biliyorum Hel. Boynundaki kolyeyi sana ben yaptım. Sadece yüzün için değil seninle temas halinde olduğum zamanlar seni kendine getirebilmek için yapmıştım. Bazen gücünü kontrol edemediğin günlerde bu kolye sayesinde rahatlıyorsun. Kontrolünü ele alman daha kolay oldu. ''

Kafamın karıştığını anlamış olacak ki beni yatıştırmaya çalıştı. ''Hissettiğin her şeyi anlayabiliyorum. Biz beraber büyüdük, doğruyu yanlışı beraber ayırt ettik Hel. Jörmungandr bedeninde oluşum Freya gibi hissetmediğim anlamına gelmiyor. ''

''Bu nasıl olur,'' dedim şaşkınlıkla. ''Jörmungandr bedenine nasıl girdin.''

''Erkek kardeşin Fenrir sayesinde oldu. Jörmungandr öldüğünü gördük. Savaşı kaybedeceğimizi anladığımda kaçmak dışında bir şey yapamadık. Fenrir seni alıp kaçarken yaralandı. Bu yüzden bunu yapmak bana düştü. Seni korumak ilk önceliğimizdi Hel. Başından bu yana özel olduğunu biliyorduk.''

Duyduklarımla bir bilmecenin daha ortasında kaldığımı bilsem bile bu hikayenin sonunun beni parçalamasından korkuyordum.

''Büyük savaş çıktığın zaman,'' dedim sözlerimi tamamlamak için derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. ''Takhisis, İzinami'nin tüm güçlerini alarak onun ruhunu öldürdüğünü söyledi Amanda. Savaşı kaybedeceğinizi anladığınızda beni savaştan götürmeye çalışmışsın. Ölen kardeşlerimi ve beni alıp okyanusun derinliklerinde kaybolduktan bir süre sonra Jörmungandr ile birlikte sudan çıkmışız. Sen ya da Fenrir'i kimse görmemiş. Jörmungandr'ın üzerinde oturduğum için herkes senin ruhunu ona verdiğim söylenmiş."

''Hepsi doğru Hel,'' dedi üzgünce. ''Jörmungandr öldü. Seni korumak için ona ruhumu verdim ama kimse içinde var olduğumu bilemedi. Kendimi sana gösterecektim, fakat karşımda bambaşka bir Hel duruyordu. Evrenin bir çok yerinde seni arayıp bulmaya çalıştım ama Kuday daha erken buldu. Konuşmalarınız sayesinde yaşamak için anıların gittiğini öğrendim. Zaman kaybetmek yerine kendimi göstermenin zamanı gelmişti.''

Söylediklerini daha önce Amanda'dan dinlemiştim. Yinede bunu Freya'dan duymak tuhaf hissettirmişti. Hatta şuan onula bile konuştuğuma inanamıyordum. Geçmişimde benim için hayatını kaybeden kişileri hatırlamıyor oluşum canımı yakıyordu. Birini kaybetme hissini annemle babamla tatmıştım. Başkalarının benim için hayatını kaybetme hissi ise oldukça tuhatı.

Freya'nın söylediklerini dinlemeye devam ederken titrek bir şekilde söylediği sözlerden onunda özlemini hissedebiliyordum.

''Jörmungandr ve Fenrir için öz kardeşleri olman önemli değildi. Birbirinize olan sevginiz size yeterdi. Senin için canlarını verecek kadar çok sevdiler Hel. ''

Ellerimi yumruk yapıp birbirine kenetledim. Gözyaşlarım tenime değmeye başladı.

''Çok tuhaf,'' dedim mırıldanarak. ''Onları hatırlamıyor olmama rağmen canım feci şekilde yanıyor Freya.''

''Bunun için çok üzgünüm ama Fenrir yaşıyor. Onu bulmamız gerekiyor.''

Son söylediği cümle ile yakılı kaldım. Birbirine kenetlediğim ellerimden bakışlarımı çekip Jörmungandr'ın kehribar gözlerine çevirdim.

''Fenrir yaşıyor mu?''

Sorduğum soruya cevap verirken sesindeki özlemi hissetmemek için aptal olmak gerekirdi. Fenrir'in ismini söylerken sesi titriyordu.

''Evet yaşıyor ama nerede olduğunu bulamıyorum.''

Kaşlarım çatıldı. ''Bulamıyorum derken ne demek istediğini anlamadım.''

''Savaştayken,'' dedi dalgın bir sesle. ''Okyanusun derinliklerinde Jörmungandr'ın bedenine ruhumu mühürlerken onu korumak için büyü yaptım ama onu nereye gönderdiğimi göremedim. Her şey bittiği zaman Odin ve Zeus araya girip sana ulaşmamı engelledi. Izanami yakalandıktan sonra seni göremedim. Zeus'a defalarca Takhisis'in İzanami ile ruhunu birleştirdiğini söylesem bile inanmadı. Her yerde Ferir'i aramaya koyuldum. Helheim de güvende olduğunu bildiğimden içim rahattı, fakat oraya geldiğimde Klantus ve Kuday'ın birbirine girip seni ismini haykırarak savaştıklarını gördüğümde gittiğini ya da öldüğünü sanmıştım. Her şeyi uzaktan izleyip kimsenin Freya olduğumu anlamaması için kalkan büyüsü yaptım. Amanda gibi güçlü bir büyücünün anlamaması için elimden geleni yaptım. Gerçekleri öğrendiğimde Kuday gibi seni aramaya koyuldum. Yapılan büyü o kadar güçlüydü ki hiçbir şekilde izini bulamıyorduk.''

Kuday'ın ismini duyup konunun ona gelmesiyle gözyaşlarım durmuş nefes almadan Freya'yı dinliyordum.

''Bir gün Kuday, Jörmungandr olduğumu düşünerek benimle konuştu. Seni bulmak için tekrar büyücüyle konuşacağını anlattığında onu durdurmak istemedim. Seni bulup buraya getirmekte kararlıydı. Yapılan büyüyü eminim sana anlatmıştır. Kuday'ın elinde güçlü bir büyü ya da değerli bir eşyası yoktu. Onun tek dünyası sen olduğundan kara büyü için sevgisinden başka bir şey veremedi. Bir kara büyü ustası için saf sevgi neredeyse ulaşılmaz bir güçtür. Asıl önemli olan bu büyü yapıldığında Kuday ölebilirdi. Yaşadığını görmek beni şok etmişti. Bu büyüyü kabul eden çok nadir tanrılar vardı ve çoğu ölümsüz olmasına rağmen bu büyü onlardan her şeyini alıp öldürmüştü. Sanırım şeytanın oğlu sandığımdan daha güçlüydü. Bana gelip seni bulduğunu söylediği zaman dışında hiçbir şey benim için önemli olmadı Hel...''

Freya'a konuşmaya devam ederken benim kulaklarımda çınlayan tek şey beni bulmak için hayatını önemsiz bir şekilde harcamasıydı. Titreyen vücudumu aldırmadan Jörmungandr ya da Freya'ya arkamı döndüm.

''Beni kurtarmak için ölmeyi göze almış,'' dedim kendi kendime sessizce mırıldandım. ''Benim dünyam senden ibaret sözlerini bu kadar emin söylemesinden anlamalıydım.''

Başım dönmeye başladığında bana doğru gelen Kuday'ı fark ettim. O geldikçe ben iki adım geriye gidiyordum.

Uzaktan gelen adamın kaşlarını çatışını buradan bile görebiliyordum.''Ben senin sevgini hak etmeyecek kadar bencil biriyim.''

Suratıma çarpan gerçeklikten utanmadım. Dudaklarımdan dökülen her kelimenin canımı yakmasını istedim. Benim için kendi hayatından olacağını bilmesine rağmen beni bulup yaşatmak için ölümsüzlüğüne rağmen ölmeyi göze alan güzel bir adamdı.

Kuday çok güzel bir adamdı...

Onun şimdi insan olamayacak kadar güzel olduğunu fark etmiştim. Bana yaklaşmaya devam ettikçe Freya'nın uzaktan gelen sesini duymuyordum. Rüzgar estiğinde kokusu ciğerlerimi nüfus etti.

''Bileğin neden bu şekilde,'' dedi Freya arkamdan.

Freya'ya cevap versem de gözlerimi Kuday'dan çekmedim. ''Bileğimi burkup incittim. Biraz morarmış ve şişmiş.''

Kuday yanıma yaklaştığında sessizce ona seslendim. ''Kuday.''

Yanıma geldiğinde burnundan soluyordu. Bileğime bakıp bir şeyler mırıldandıktan sonra ona büyülenmiş bir şekilde bakıyordum. Ellerimi kaldırıp çıplak göğsüne yasladım.

''Benim dünyamın sen olması için yardımcı olsana,'' dedim göğsüne yasladığım ellerimi ensesine birleştirip saçlarını okşadım. ''Dünyamın sen olmasını istiyorum.''

Şaşkın bakışları arasında gülümseyip dudaklarına uzandığımda Freya'nın sesiyle Kuday gibi donup kaldım.

''Bu nasıl olur Hel. Sen ölümsüz biri olduğundan böyle küçük bir burkulma da canını yakmaması gerekiyordu.''

''Hel,'' dedi korkuyla. ''Sen ölümlü biri olmuşsun.''

BÖLÜM SONU.

INSTAGRAM: Mervelien

VOTE VE YORUM YAPMAYI LÜTFEN UNUTMAYIN!!💕

SEVİLİYORSUNUZ.

Continue Reading

You'll Also Like

7.2M 644K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...
198K 8.2K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
15.5K 698 21
Kaderin bana oynadığı o cilveli oyundu karnımdaki bağ. İki krallığın acımasız savaşının ortasında kalmış hamile bir kadın mı? Ondan hamileydim...
2.5M 77.7K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...