YERALTI CEHENNEMİ

By Mervelien

189K 10.9K 6.3K

"Geceleri geleceğim sana," diye devam etti konuşmaya. "Geceleri seveceğim seni. Beni asla göremeyeceksin." Sa... More

YERALTI CEHENNEMİ
Tanıtım Videosu
1. KADEH
2. RUHAN
3. RUZENİN
4. "KALARATLİ"
5. "LEİLA"
6. "HELLHEİM"
7. "GEÇMİŞ"
8. "JÖRMUNGANDR"
10. "HİSLER"
11. ''FREYA''
12. ''ZİNCİRLER''
13. ''LİLY''
14. ''POSEIDON"
15. "FENRİR"
16. "KARANLIK"
17. "GÜL TOHUMU"
18. "BAŞLANGIÇ"
19. " GERÇEKLER"
20. "MÜHÜRLÜ RUH"
21. "KAYBOLUŞ"

9. "VAROLUŞ"

7K 531 318
By Mervelien

BEYİN PATLATIP YAZDIĞIM EN İYİ BÖLÜMDÜ DİYEBİLİRİM. SON KISMI YAZARKEN ÇOK DÜŞÜNDÜM. HEL BENİM İÇİN ÇOK ÖZEL BİR KARAKTER. BASİT BİR DOĞUMU OLSUN ASLA İSTEMEDİM. BU KİTABA BAŞLARKEN BAŞINDAN SONUNA KADAR EN İYİSİ OLMASI İÇİN ÇOK DÜŞÜNDÜM VE ÇOK KİTAP OKUDUM. HEL'İN DOĞUM SAHNESİ HİÇBİR MİTOLOJİK KİTAPTA YOK. ONUN DOĞUŞUNUN HER AYRINTISINI ZİHNİMDE HAYAL ETTİM. HEL BENİM İÇİN KÜÇÜK BİR TOHUM PARÇASIYDI. KELİMELERİMLE ONU VAR ETTİKÇE YEŞERMEYE BAŞLADI. NASIL BENİM İÇİMDE BÜYÜYÜP KALEMİMDE VAR ETTİYSEM SİZDE YAZIDĞIM SATIRLARI OKUDUKÇA HEL KÖKLERİNİ SİZE SARIP KORUYUP KOLLAYACAK. ‬

‪İSİM OLARAK YERALTI KRALİÇESİ HEL'İN İSMİNİ SİZE ANIMSATSA DA BENİM KAFAMDA SİZİN İÇİN HAZIRLADIĞIM HEL ÇOK BAŞKA OLACAK. BU YÜZDEN BU HAYAL DÜNYASINDA BANA EŞLİK ETTİĞİNİZ İÇİN SİZLERE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. SİZLERİN YORUMLARI SAYESİNDE DAHA İYİ OLABİLMEK İÇİN ÇOK ÇABALAYACAĞIM.‬

‪YANIMDA OLDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM 🌳

                             9. BÖLÜM
"VAROLUŞ"

Sıcak nefesi tenime işliyor, zihnim bulanıklaşıyordu. Sessizliğin sürdüğü kulenin balkonunda yere düşen kar taneleri durmuş, hafif ılık bir rüzgâr esiyordu. Zindan karası gözlerinin içinde gizlenen anlamını bilmediğim bir çok his çığ gibi göğsümün ortasına düşünüyordu. Alnını alnıma yaslayıp derin bir nefes alıp yutkundu.

"Hep böyle oldun," dedi boğuk bir sesle. "Ulaşılmaz gibi görünsen de benim sana ulaşmam için bir neden ortaya atıp sadece sana gelişimi izlerdin."

Yumduğu gözlerini açıp sıcak nefesini yüzüme savurdu. "Bende hep bu nedenlerin cevaplarını daima sana verirdim."

"Şimdi cevap verecek misin?"

Yakınlığından dolayı sesim oldukça kısık ve boğuk çıkmıştı. Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Elini kaldırıp yanağımı okşadı.

"Sen benden gitme diye her seferinde tüm bilinmezlikleri ortadan kaldırdım."

Kurduğu kelimelerin yoğunluğu nefesimi kesiyordu. "Yine yapacak mısın?"

Bir eli belimi tutarken diğer eli yanaklarımı okşayarak kuruyan dudaklarımda durdu. Yoğun bakışları bir süre orada takılı kaldıktan sonra zindan karası gözleri göğsümde yarattığı zelzeleden habersiz bakmaya devam etti.

"Yapacağım," dedi dudaklarıma doğru fısıldayarak. "Senin için bilinmezliği ortadan kaldıracağım. Daha sonra kaburgalarının arasına yerleşip kalbinde nefes alacağım."

Dudaklarını dudaklarımın üzerine dokundurdu. Ilık nefesi dudaklarımın boşluk bıraktığı aradan sızıp ciğerlerime nüfus etti. Ona müdahale edecek gücü kendimde bulamıyordum. Ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi açıp sıkı sıkıya yumduğu gözlerine baktım.

"Gerçekler," diye mırıldandı. "Önce gerçekleri duyacak."

Bana söylemiyor, kendi kendine konuşuyordu. Dudakları hâlâ dudaklarımın üzerinde hareket etmeden duruyordu. Belimde duran eli sıkıp kendine çektiğin de dudaklarımızın baskısı arttı. Kopmak istiyor ama kopamıyordu. Gözlerini açıp gözlerime baktıktan sonra inleyip benden uzaklaştı. Gür kara saçlarını elleriyle tutup çektikten sonra ellerini kulenin korkuluklarına yaslayıp soluklarını düzene koymaya çalıştı.

Benimde ondan bir farkım yoktu. Titreyen elimi kalbimin üzerine yerleştirip sırtımı duvara yasladım. Dudaklarımın üzerinde duran sıcaklık yok olması gereken yerde sızlıyordu. Ona bunu bir daha yapmaması gerektiğini haykırmak istiyordum ama diğer yanım daha baskın olduğundan susmam gerektiğini dile getirdi. Gergin omuzları esnetip bana döndüğünde sırtımı yasladığım duvardan ayırıp onu izledim.

Elini ensesine doğru götürüp dağıttığı saçlarını düzeltti. Yanıma yaklaştığında ellerimi birbirine kenetleyip bana gelişi izledim. Elini kaldırıp boynumu tutup baş parmağıyla yanaklarımı okşadı.

''Ben seni ne kadar istiyorsam,'' dedi düz bir sesle. ''Sende bi' o kadar benden cevap bekliyorsun.''

Yanağımı tutan elinin üzerine elimi yerleştirdim. ''Sadece bu bilinmezlikten kurtulmak istiyorum.''

Kaşlarını çattı. ''Beni gerçekten hiç hatırlamıyor musun?''

Bakışlarımı kaçırdım. Gözlerinde gördüğüm cam kırıklarına bakmak istemiyordum. Bana her baktığında göğsüme batan cam kırıklarını tüm vücudumda hissediyordum. Onu hatırlamıyor oluşum hissetmediğim anlamına gelmiyordu. ilk gördüğüm zamanlar içimde var olan hislerin büyüklüğünün farkına varmıştım. Sadece korkularım yüzünden bunlardan kaçmış, sırtımı bilinmezliklerin arkasına yasladım.

Yanaklarımı tutan eli çenemi kavrayıp, yana çevirdiğim başımı ona çevirmem için hafif bir baskı uyguladı. Kendimi ona bakmak zorunda hissettim. Gözlerine baktığım zaman benden bir cevap bekliyordu. O bana dürüst davranacağını biliyordum. Bu yüzden bende ona dürüst davranacağım.

''Seni hatırlamıyorum..'' dediğim sırada kırgın sesi cümlemi bitirmeden araya girdi.

''Hiç mi?''

Çenemde ki elini çektiği sırada kendimden beklemediğim bir şey yapıp uzun ve damarlı ellerini kavradım.  Ellerini tutan elime baktıktan sonra şaşkın bakışlarını bana çevirdi.

''Hatırlamıyor olabilirim,'' dedim kısık bir sesle. ''Bu hissetmediğim anlamına gelmiyor Kuday.''

Donuk bir şekilde gözlerime bakmaya devam ediyordu. Bakışlarını aldırmadan aynı ses tonuyla konuşmaya kaldığım yerden devam ettim.

''Seni hatırlayabilmem için gerçekte kim olduğumu bilmeye ihtiyacım var. Bir insan kendi varlığını bile bilmiyorsa karşında duran insanında kim olduğunu hatırlaması zaten tuhaf olur. Bu yüzden bana yardımcı olmanı istiyorum.''

Sessiz kalıp cevap vermeyince tedirgin oldum. Ellerini daha sıkı kavrayıp ona biraz daha sokuldum. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Derin bir nefes alıp verdiğinde saçlarım sıcak nefesiyle havalandı.

''Kim olduğumu öğrenmek istediğim kadar seninde hayatımda olan varlığını da bilmek istiyorum.''

Sessizliğinden korkmaya başladım. Ellerini ellerimden çektiğinde irkildim.

''Kuday,'' diye fısıldadım tedirgin bir ses tonuyla.

Tek bir mimik bile oynamadığı yüzüne öylece bakarken elleri tekrardan yanaklarımı kavrayıp alnıma dudaklarını bastırdı.

Dudakları hala alnımda dururken ses tonunda ki eminlik beni ürkütmüştü.

''Sana yeminim olsun Ruzenin,'' dedi sert bir sesle. ''Beni sana hatırlatmadıkları her gün için onlara kendi ellerimle acı çektireceğim.''

Dudaklarını alnımdan çektiğinde ne yapacağımı bilemediğimden öylece sağa sola gidip geldim. Az önce sert ifadesinin izini koruduğu yüzü eğlenceli bir hal almıştı.

''Önceden bu kadar utangaç değildin,'' dedi baş parmağıyla dudaklarını okşarken. ''Bu hallerini sevdim.''

Boğuk sesi beni bozguna uğratsa da kaşlarımı çatıp ona belli etmemeye çalıştım. ''Eskide böyle bel altından vurur muydun?''

Bir andan kahkaha attığında irkildim. Muzip bakışlarının altında yanaklarım kızarmaya başladı. ''Bel altından vurduğum zamanları aşırı seksi olduğumu söylerdin.''

Öksürmeye başladığımda yüzündeki gülümsemeyi silmeden beni izliyordu. Ona cevap vereceğim sırada kapı sert bir şekilde açıldı. Klantus içeri girdiğinde ikimizi durup süzdükten sonra Kuday'ın üzerine yürüdü. Elinde ki baltayı kaldırdığında Kuday'ın önüne geçtim. Korkudan deli gibi atan kalbimi aldırmadan Klantus'a bağırdım.

''Ne yaptığını sanıyorsun.''

Klantus şaşkın bir şekilde bana bakarken Kuday elini belime atıp ikisinin arasından uzaklaştırdıktan sonra Klantus'un elinde ki baltayı alıp kalenin balkonundan aşağı fırlattı. İkinci çığlığım Helheim'in duvarlarında yankılandı.

Kuday, Klantus'u boğazından tutup duvara yasladı. Çırpınsa bile bir işe yaramıyordu. Kuday'ın iki katı olmasına rağmen hiçbir şekilde hareket edemiyordu.

''Bir daha böyle aptal hareketler yaparsan Kel kafa,'' dedi Kuday dişlerinin arasından tıslayarak. ''Gövdeni o kel kafandan koparır yaratıklarıma yemek niyetine sunarım.''

Klantus dizlerinin üzerine çöküp öksürmeye başladığında bakışlarını bana çevirdi.

''Yine pişman olacaksın,'' dedi kırgın bir sesle.''Ona güvendiğin için bir kez daha kırılacaksın.''

Kuday bu sefer resmen kükredi. ''Siktiğimin keli beni delirtmek istiyorsun sanırım.''

Üzerine tekrardan saldıracağı sırada ellerimi göğsüne yerleştirdim.

''Sana güvenmemesi için onu suçlayamazsın,'' dedim tok bir sesle. ''Kalbime hançer batırdığını gördü.''

''Demek öyle,'' dedi keskin bir sesle. ''Kalbine hançer batırdığım için suçlu ben oluyorum.''

Omuzlarımdan sertçe kavrayıp yüzüme haykırdı. ''Helheim'in soğuk zindanlarında acı içinde kıvranırken beni nasıl izleyip güldüğün günleri unutuyorsun. Kalbine hançeri batırdığım için tüm nefreti benim hak ediyor oluşum haksızlık."

Cevap vermeyince omuzları çöktü.

''Söylesene Hel,'' dedi acı bir sesle. ''Benim her zaman tüm doğrularım sen olurken, nasıl olur da senin doğruların hiçbir zaman ben olmuyorum.''

Sözleriyle donup kaldım. O da ne söylediğinin farkına varıp ellerini omzumdan çekti. Başımı yere çevirip titreyen vücudumu sakinleştirmek için kollarımı birbirine doladım. Kapı sertçe kapandığında ne zaman aktığını bilmediğim gözyaşlarımı aldırmadan dolu gözlerimi sırtını duvara yaslayan Klantus'a baktım.

''Kendine acı çektirme,'' dedi üzgün bir sesle. ''Ona acı çektirdiğin zamanlar kendinde değildin. Büyünün etkisinde olduğun için yaptın her şeyi.''

''Ben,'' dedim ama dudaklarımın arasından kaçan hıçkırığım sözlerime engel oldu.

Klantus'u orada bırakıp kalenin balkonunda ayrıldım. Merdivenleri inmeye başladığımda Amanda'yı bulup tüm bu olanları açıklamasını istiyordum. Ona çektirdiğim acıları ondan dinlemeye gücüm yoktu. Sesinde ki kırgınlık zihnimde yankılandığında adımlarım yavaşlasa da merdivenleri inmeye devam ettim.

Kapıyı açıp içeri girdiğim de Amanda ve Kuday'ı gördüm. Ben gelince konuşmayı kesip bana döndüler. Amanda bana bakmaya devam etse de Kuday bakışlarını kaçırdı.

Amanda çatık kaşlarıyla yüzümü inceliyordu. "Sen ağladın mı?"

Kuday başını kaldırıp bana baktı ama bu sefer ona bakmayan kişi bendim.

"Önemsiz," diye mırıldandım.

Boğazımı temizleyip Amanda'ya yaklaştım. "Konuşmak istediğim bir kaç konu var."

"Konuşalım, dedi sakin bir sesle. "Ne konuşmak istersin."

Yalnız konuşalım diyeceğim sırada Kuday dibime girip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Sormak istediğin tüm soruların cevaplarını ben vereceğim."

"Sana sormak istemiyorum," dedim sertçe. "Amanda tüm cevapları bana verecektir."

"Amanda sana varoluşunla ilgili hiçbir cevap veremez."

Amanda yanımızdan geçip gitti. Kapanan kapıyla bizi yalnız bıraktığını anlamıştım. Yakınlığından uzaklaşmak için geriye doğru bir kaç adım attım. Yaptığım harekete karşılık kaşlarını çattı.

Gür ve siyah kirpiklerinin arasında kısılan gözlerini üzerimden çekmedi. Geriye doğru attığım iki adımı bir adımda kapatıp üzerime doğru eğildi.

"Elimde değil," dedi yorgun bir sesle. "Seni uzun zamandır bekledim. Karşına çıktığım zaman zorlanacağımı biliyordum ama bu kadar olacağını tahmin edemedim."

"Anlıyorum," dedim mırıldanarak.

"Anlamıyorsun," dedi sertçe. "Hiçbir şey bildiğin yok."

"Bilmemi sağla o zaman," dedim sesimi yükselterek. "Bunları söylemek yerine göster."

Elimi tutup çektiğinde peşinden yürümeye başladım. Ellerinin arasında kaybolan ellerime baktığım da yeni yeni keşfettiğim duygularımın üzerini örtmek istesem de bunu yapmadım. Elimi tutan elini parmaklarımla kavradım. Adımları yavaşlasa da yürümeye devam etti. Bulunduğumuz odadan çıkıp yan tarafta ki odaya geçtik.

Amanda odada durmuş bir şeyler yapıyordu. Daha sonra geldiğimizi anladığında bastonundan destek alarak ayağa kalktı.

"Konuşmanız kısa sürdü," dedi gülerek.

"Biz gideceğiz," dedi Kuday düz bir sesle. "Bir yerlerden artık başlamamız gerekiyor."

Avucumda ki eli kasılmıştı. Amanda kaşlarını çatıp yanımıza geldi.

"Helheim onun için en güvenli yer. Bir süre daha burada kalması gerekiyor."

"Biliyorum ama nasıl var olduğunu ona göstereceğim."

İstemsizce bedenim gerildi. Amanda bakışlarını bana çevirdi.

"Bundan emin misin?"

Tereddüt etmeden cevapladım. "Eminim."

Amanda yanıma yaklaşıp omzumu kavradı. "Senin için her şeyin zor olduğunu tahmin ediyorum. Yanında elini tuttuğun adama koşulsuz güvenebilirsin."

Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama bir kaç dakika önce yaşadığımız tatsız olayı Amanda kapatmak istiyordu. Bu yüzden konuyu yeniden açtı. "Klantus'u aldırma Hel. O sadece seni koruma istiyor. Kuday'ın sapladığı hançer senin için yapılacak en iyi şeydi o zaman."

Kuday'ın sert sesi araya girdi. "Bu konuyu ona ben anlatacağım Amanda."

Omuz silkip kitaplığın olduğu kısma döndü. "Siz gençler cidden yaşamayı bilmiyorsunuz."

"İzin verseler yaşayacağız," dedi Kuday mekanik bir sesle.

Amanda elinde tuttuğu gerdanlığı alarak yanıma geldi. Freya'nın gerdanlığı olduğunu anlamıştım.

"Geçen sefer takmayı unutmuşsun," dedi bana uzatarak. "Seni güvende hissettirebilir."

Elimi ondan çekerek boynuma gerdanlığı takıp yılan desenini okşadım.

"Teşekkür ederim Freya," diye mırıldandım sessizce.

Daha sonra Kuday'ın bakışları arasında karşısına dikildim. ''Şimdi tüm sorularımın cevabını istiyorum."

"İstediğini sorabilirsin," dedi soğuk bir sesle. "Hepsini cevaplayacağım."

Daha önce gördüğüm rüya aklıma geldiğinde ürperdim. Amanda'nın oturduğu koltuğun yanına geçip oturdum. Kuday, sırtını duvara yaslayıp benim soracağım soruların cevaplarını bekliyordu.

''Bir rüya gördüm,'' dedim sakin bir sesle. ''Aslında rüya dışında biraz geçmişimi hatırlatıyordu.''

Tek kaşını kaldırıp sırtını dikleştirdi. ''Nasıl bir rüya?''

(7. bölüm rüya sahnesinden bahsediyorum bilmeyenler için.)

''Takhisis ile birlikte olduğumuz bir rüya gördüm,'' dedim sertçe. ''Tanrı yarışması gibi bir saçmalıkta aynı takımdaydık. O şeytan kadınla ne zamandan beri tanışıyoruz? ''

''Çocukluğumuzdan itibaren,'' dedi soğukça. ''Takhisis ile aran hep soğuk oldu.''

Histerik bir kahkaha attım.''Sanırım senin aran çok iyiydi.''

Soğuk gözlerini gözlerime sert bir şekilde baktı. ''Zamanında onunla arkadaştım Hel.''

''Yatak arkadaşı,'' diye mırıldandım öfkeyle.

''Hel,'' dedi kuru bir sesle. ''Saçma sapan şeyler düşünmeden önce beni dinle.''

Kollarımı birbirine doladım. ''Dinliyorum Kuday.''

İsmini bastırarak söylediğimde gözlerini devirip konuşmasına devam etti.

''Gördüğün rüya tanrıların gelişmesi ve güçlerini daha iyi kullanabilmesi için bir yarışmaydı.''

''Peki Takhisis benden bu kadar nefret etmesinin sebebi ne?''

Gözleri donuklaştı. Cevap vermesini bekledim ama bir kaç saniye öylece durduktan sonra bakışlarını benden kaçırarak cevap verdi.

''Daha önce Takhisis ile birlikteydim.''

Kurduğu cümle ile donup kaldım. Tahmin ettiğim olayın gerçekliği göğsümün acımasına neden oldu.

''Kalbime hançeri batırdıktan sonra onunla gitmeni şimdi anlıyorum,'' dedim kırgın ama soğuk bir ses tonunda. ''En azından bunda dürüst davrandın.''

Kaçırdığı bakışlarını hızlı bir şekilde bana çevirip yanıma geldi. Dizlerinin üzerine çöküp ellerimi tuttu.

''Saçma sapan şeyler düşünme,'' dedi düz bir sesle. ''Senden önce onunlaydım ama daha sonra karşıma sen çıktın. Onu değil seni seçtiğim için bana öfkeliydi. Bizim onunla aramızda ki ilişki sadece yataktaydı Hel. Ona karşı hiçbir şey hissetmedim. Bunu o da biliyordu. Beni sevdiğini sanıyor ama aslında sevmiyor. Benimle birlikte olduğu zamanlar sayısız tanrı ile yattı. Seven biri tenini başkalarıyla paylaşmaz.''

Avucunda ki elleri çekmek istediğimde izin vermedi. ''Benden nefret etmesi sadece senin ile ilgili olduğunu sanmıyorum Kuday.''

''Değil,'' dedi kendinden emin bir sesle. ''O gücü seven biri Hel. Sen Asgard gelmeden önce en güçlüsü oydu, fakat senin gelmen ile dengeler değişti. Takhisis çok farklı biri oldu. Kuralları yıkıp cüceleri öldürünce Zeus ve Odin ortak bir karar verip onu sürgüne yolladı. Daha sonra senin içinde bulunduğun bir çok tanrı görevlendirildi. Yüzün yarı ölü olduğu için tanrılar tarafından dışlanınca gitmek istedin. Seni durdurmak istedim ama gitmekte karar vermiştin.''

Söylediklerini anlamıştım ama benim zihnimden çok kalbimi kurcalayan başka bir soru vardı. Kelimeler dudaklarımdan döküldüğünde karşımda ki adamın yüzünde bir gülümseme belirdi.

''O zamanlar yüzümün yarısı kemikten ve ölümden olmasına rağmen benimle miydin?''

Elini kaldırıp sağ yüzümü okşadı. ''Beni ilgilendiren yüzün değildi Hel. Ben senin kalbine tutuklu kalmıştım.''

Amanda güldüğünde yanaklarım kızarmıştı. Yanağımda ki eli yeniden bileklerimi kavradı.

''Kalbine hançer batırdığım zaman,'' dedi kuru bir sesle. ''Büyünün etkisinde olduğundan ne yaptığını bilmiyordun. Takhisis'in ne yaptığını öğrenmem için onun yanında olduğumu anlaması gerekiyordu. Bu yüzden büyülü hançerin zehrini tersine çevirip sende ki kara büyüyü bozması için karanlık büyüler de usta olan Ordimes ile anlaşma yaptım.''

''Büyünün etkisinde olduğum zamanlar derken tam olarak neden söz ediyorsun.''

''Takhisis, Helheim'in zindanlarında acı çekerek öldü. Izanami ona hayranlık falan beslemiyordu. Ona aşıktı. Takhisis, Helheim de acı çektirdiğin için senden ayrı intikam almak istiyordu. Tabi birde yaratıkların olduğu savaşta kıyamet gücünü görenlerden biri sadece oydu. Bunu Odin ve Zeus'a söylediğinde kimse ona inanmadı. Bir çok kez ihanet ettiği için sen ve Freye onun ruhunu mühürleyip öldürdünüz. Bu yüzden Izanami bir ölü ile birlikte olup doğurduğu çocuğu öldürerek Takhisis'in ruhunu ona sundu. Böylelikle Takhisis yeniden doğdu.''

Kafam karışmıştı. ''Amanda ruhuna acı çektirdiğimiz kişinin Izanami olduğunu söylemişti. O süreçte Takhisis ejderhalarıyla uykudaydı.''

''Izanami çift ruhlu Hel. Bir ruhunu Takhisis için öldürdü ama yanlış bir seçim yaptı. Takhisis, Izanami'nin gücü sevdiğini anladığında onu öldürüp kendi ruhuna adadı. Bu yüzden rüyalarında ikisini görüyordun. ''

''Yinede saçma geliyor,'' dedim sakince. ''Takhisis'in sadece güç için bunu yapması saçma.''

''Takhisis'in arkasında çok daha karanlık biri var Hel. Takhisis sadece onu yöneten kişinin emirlerine uyuyor.''

Kuday avucunda ki elimi sıktı. ''Onun arkasında duran kişi seni istiyor ve ben onun senden ne istediğini çok iyi biliyorum.''

''Benden istediği şeyin ne olduğunu tahmin etmek zor değil,'' dedim durgun bir sesle. ''Kıyameti getirmek istiyor.''

''Bunu asla yapamayacak,'' dedi kendinden emin bir sesle. ''Bunun olmaması için her şeyimi vereceğim Hel.''

Gözlerinde gördüğüm yoğunluk beni kendine çekiyordu. Derin bir nefes alıp alnını alnıma yasladı. ''Bir kere olsun senden vazgeçmedim Hel,'' dedi yoğun bir sesle. ''Kalbine batırılan hançerin büyüsünü tersine çevirmek için Ordimes ile yaptığım anlaşma büyük olmalıydı.''

''Nasıl bir anlaşama yaptın.''

''Beni ve geçmişini unutman şartıyla büyü tersine çevrildi. O gün öldün ama dokuz diyarda ayın yörüngesi aynı hizaya geldiği zaman yeniden doğman için başka bir anlaşma yaptım. Hangi dünyada doğduğunu bilmediğimden hep seni aradım.''

Gözümden damlayan yaşlar yanaklarımı kavrayan ellerinin üstüne damlamaya başladı. ''Beni yeniden yaşatmak için neden vazgeçtin,'' dedim çatallaşmış sesimle.

Burnunu saçlarımın arasına daldırıp kokumu içine çekti. ''En büyük hayalimden vazgeçmem gerekti.''

''En büyük hayalin ne?''

''Beni gördüğün an her şeyi hatırlamanı ve yeniden sevmeni istiyordum.''

''Bundan vazgeçtin,'' dedim boğuk bir sesle.

''Seni kurtarmak ve yaşatmak için sevgim dışında verebilecek bir gücüm yoktu.''

''Çok saçma,'' dedim boğuk bir sesle. ''Anlaşmalar çok saçma.''

''Kara büyüyü bozacak tek şey sevgidir Hel,'' dedi gözlerimin içine bakarak. ''İstersen en iyi büyücü ol ama yinede büyüyü gücünle bozamazsın.''

''Seni hiçbir zaman hatırlamayacağım o zaman.''

Zorlukla yutkundu. ''Ne kadar olmasını istesem de hatırlamayacaksın.''

''Bana daha önce yaşadığımız anıları göstermiştin. Yine öyle yapabilirsin.''

Başını iki yana salladı. ''Bu bir daha asla olmayacak Hel. Sana geçmişi hatırlattıkça kanın akışını bozup ömründen ömür alacak.''

Ellerimi ondan çekip ayağa kalktığımda önümden çekildi. Titreyen ellerimle gözyaşlarımı silip bana bakan ikiliye döndüm.

''Ben henüz nasıl savaşılması gerektiğini bilmiyorum,'' dedim sesimi tok tutmaya çabaladım. ''Karşıma çıkan ve beni öldürmek isteyenlerin karşısında mal gibi kalkmak istemiyorum. Bu yüzden bana savaşmayı öğretin.''

Kuday'ın dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Amanda'nın yanında geçip karşıma geçti. ''Bundan önce bir şey daha bilmen gerekiyor.''

Kaşlarım çatıldı. "Başka ne bilmem gerekiyor?"

"Varoluşun," dedi gizemli bir sesle. "Nasıl doğduğunu öğrenmek ister misin?"

İstemsizce gerildim ama merak duygum daha ağır bastı. "Öğrenmek istiyorum."

Amanda yanıma gelip kollarını boynuma sardı. Yaptığına şaşırsam da sarılışına karşılık verdim. Kulak hizama yaklaşıp fısıldadı. Söylediği sözlere anlam veremesemde bir şey biliyor diye susmayı tercih ettim.

"Sen herkesim umudusun Hel. Dokuz diyarın adaletsizliği yok etmek sadece senin elinde."

Kollarını çözüp dolu gözlerini bana çevirdi. "Sayende," dedi boğuk bir sesle. "Ailem boşu boşuna ölmemiş olacak."

Yaşlı gözlerinden damlayan yaşları silmek için elimi kaldırdığımda benden önce davranıp sildi. "Git ve gerçekte kim olduğunu öğren kızım."

Başımı sallayıp Kuday'a döndüm. Amanda'nın omzuna dokunup hafif sıktıktan sonra elimi tutarak beni odadan çıkardı. Elimi tuttuğu eli sıkarak durmasını sağladım.

"Amanda'nın ailesinin geri gelme şansı var mı?"

"Maalesef."

"Takhisis ve ben ölmüştük ama yeniden doğduk. Eminim onlarıda geri getirme büyüsü falan vardır."

"Cadıların yeniden doğma şansları yok," dedi gergin bir sesle. "Onlar ölümsüz değiller. Takhisis cadı olsa da babası bir tanrı Hel."

"Anladım..."

"Amanda için bende üzgünüm Hel. Başka cadıların ya da işkence gören ırkların yok olmaması için bundan sonra ikimiz de elimizden geleni yapıp bu eşitsizliği ortadan kaldıracağız."

Kendinden emin sesi banada umut vermişti. Gülümseyerek ona baktığımda gözleri dudaklarıma kayıp yanıma yaklaştı.

"Benim karşımda," dedi boğuk bir sesle. "İlk kez böyle içten gülümsedin."

Gülüşüm solduğunda parmağını çekti. Dudaklarına alnımı bastırmadan önce kurduğu cümle ile hissettiğim duyguların karmaşıklığı arasında takılı kaldım.

"Beni hatırlamayacaksın ama yeniden sevmeni sağlayacağım."

Dudaklarını alnımdan çektiği zaman tuttuğum nefesi ona belli etmeden dışarı bıraktım.

"En azından seni ilk gördüğüm zamanlar ki gibi değilsin," dedi gülerek. "Sana dokunduğumda bağırır, kızardın."

Omuz silktim. "Karmaşık duygular hissediyorum Kuday. Bana dürüst olduğun için bende sana dürüst olacağım."

Yoğun bakışlarının arasından kuracağım cümleden hiç pişman değildim. Düşüncelerimi içimde tutmaktansa devamlı dışa vuran biriydim. Bu yüzden sözlerimin onu nasıl etkileyeceğini bilmiyordum.

"Bana dokunduğun zamanlar yabancı hissettirmiyorsun. Tam tersi dokunduğun andan sonra hissettiğim duyguları kelimelere dökemeyeceğim kadar farklı hissediyorum."

Bir iki adım daha atıp belimden kavrayıp göğsüne çekti. Elleri bel boşluğumu okşamaya başladığında yutkundum.

"Şimdi ne hissediyorsun," dedi boğuk bir sesle.

Başımı göğsüne yaslayıp derin bir nefes aldım. "Bilmiyorum."

Elleri yavaş yavaş yukarı çıkıp göğüslerimin altında durdu. Artık onunda solukları benim gibi düzensiz olmaya başladı.

"Şimdi nasıl hissediyorsun?"

"Sanırım yanıyorum," diye fısıldadım. "Kalbim göğsümden dışarı çıkacak gibiyim."

Elleri göğsümden aşağı inip tekrar belimde durdu. "Bana kulede seni sevmeme izin verdiğin için birlikte yanmayı da göze aldın. "

"Biliyorum," dedi kesik kesik soluklarımın arasından. "Yanacağımızı biliyorum."

Ellerini üzerimden çektiğinde kızaran yanaklarımı aldırmadan  başımı duvara yaslayıp nefesini düzene sokmaya çalışan adama baktım.

"Artık benden kaçmayışın sanırım benim içinde oldukça zorlu bir süreç olacak."

Boğuk ve erkeksi sesini duyduğumda kollarımı birbirine dolayıp bakışlarımı ondan çektim. Bir iki dakika öylece sessizce durduktan sonra karşımda durup elini uzattı.

"Bundan sonra elimi tutacak mısın?"

Uzattığı eline kısa bir bakış atıp ona baktıktan sonra elimi avucunun içine bıraktım. "Bana dürüst olduğun sürece elini tutmaya devam edeceğim."

"Sana yeminim olsun," dedi keskin bir sesle. "Senin güveneceğin ve gözün kapalı sırtını yaslayacağın tek kişi ben olacağım."

Elimi daha sıkı kavrayıp kalenin dışına çıktık. Jörmungandr'ın yanında duran Klantus'u görünce ikimizinde adımları durdu. Kuday'ın kolunu kavradım.

"Lütfen kavga etmeyin. İkinizde birbirinizi yanlış anlıyorsunuz."

Kuday omzunun üzerinden bana ters bakış atsada tartışmayacağını anlamıştım. Jörmungandr, beni görünce sesler çıkarmaya başladı. Hareketleri gülümsememi sağlamıştı. Oraya gitmek istesemde Kuday, beni onların tersi yönüne yürüttü.

"Nereye gidiyoruz?"

Soruma cevap vermeyip yürümeye devam edince tekrar sordum.

"Beni nereye götürüyorsun?"

"Doğdun yere," dedi düz bir sesle. "Gideceğimiz yere gitmek için öncelikle Helheim'den çıkmamız gerekiyor. Bu yüzden ilk başta bizim mağaraya gideceğiz. Oradan almam gereken bir iki eşya var."

Kumsalın oraya doğru gittiğimiz de denizin dalgaları sertçe kıyıya vurmaya başladı. Kuday denizin içine yürümeye başladığı zaman kaşlarım istemsizce çatıldı. Çıplak ayaklarıma değen su ile irkilsem de onu takip ettim. Dizlerime kadar gelen suyun dalgaları göğsüme çarpınca irkildim. Başımı sırtına yasladığımda omzunun üzerinden bana bakıp gülümsedi. İki elimi de kavrayıp beline doladıktan sonra bana döndü.

''Biraz daha ilerledikten sonra bana ayak uydurup suyun içine girmeni istiyorum,'' dedi düz bir sesle. ''Sen istediğin zaman Helheim'e girme iznin olsa da benim yok. Bu yüzden benim yöntemimle gideceğiz.''

''Senin yöntemin biraz ürkütücü,'' dedim çekinerek. ''Normalde denizi sevsem de yaratıklar sayesinde nefret ettim.''

''Sen gölü daha çok seversin,'' dedi muzip bir şekilde gülümseyerek. ''Bu yüzden beni takip et. Seni olmak istediğin yere götüreceğim.''

Yüzünde ki muzip sırıtışı silmek istedim ama vazgeçtim. Belimi kavrayan elleri ile birlikte onu takip ettim. Dalgalar şiddetini artırdığında onu savuracağını sanıyordum, fakat gerilen bedeni yerinden bile oynatamıyordu. Ayaklarım artık yere temas etmediğini fark etmemle Kuday alnını alnıma yasladı.

''Şimdi seni kendimle birlikte suyun derinliklerine gömeceğim,'' dedi düz bir sesle. ''Bu yüzden bana sıkıca sarıl ve korkma.''

Söylediğini yapıp kollarımı sardığım beline daha sıkı sarıldım. Bedenimi kendine çektiğinde göğüslerim tenine temasıyla ikimiz de aynı anda yutkunmak zorunda kaldık.

''Sanırım soğuk suyu hissetmek benim için daha iyi olacak.''

Kurduğu cümleden sonra ikimizi de suyun dibine çekti. Gözlerimi açtığımda tuzlu su gözümü yaksa bile gözlerimi zindan karası gözlerinden çekmedim. Alnını alnıma tekrar yasladığında dalgaların savurduğu bedenimi daha sıkı kavrayıp başımı göğsüne yasladı. Nefesim kesileceğini sanıyordum, fakat suyun içinde yüzeyde olduğum gibi rahat bir şekilde nefes alıyordum.

Etraf kararmaya başladığında Kuday'ı artık göremiyordum. Bedenimi saran kolları olmasaydı korkum iki katına çıkacaktı. Karanlık saniyeler sürdü. Daha sonra etraf aydınlanmaya başladı. Hissettiğim tatlı su ile göle geldiğimizi anlamıştım. Ne zaman yumduğunu bilmediğim gözlerimi açtığımda ıslak kara saçlarını geriye doğru savurup gözlerini kısarak bana baktı.

Yüzümün yarısını kapatan ıslak saçlarımı çekeceğim sırada benden önce davranıp geriye doğru taradı. Ellerim çıplak göğsünden çekmek istesem de belimde ki eller sertçe göğsüne çekip aramızda mesafe bırakmadı.

Utandığımdan bakışlarımı kaçırıp şelalenin güzel görüntüsüne baktım. Hemen şelalenin arkasında gizli olan mağarayı bilmek tuhaf hissettiriyordu.

''Çok güzel,'' dedim kısık bir ses tonuyla. ''İtiraf etmem gerekirse burada huzur buluyorum.''

''Sudan çıkalım.''

Garip ses tonundan dolayı ona bakmak istesem de omzundan kavrayarak yüzmem için destek verince sudan çıkmak için yüzmeye başladım. Bedenime ikinci bir deri gibi yapışan ıslak elbisemi gizlemek için kollarımı birbirine doladım. Sudan çıkıp bana doğru geldiğinde esmer teninden damlayan su damlacıkları bacaklarımı birbirine bastırmama sebep oldu. Dalgalı kara saçlarından da damlayan suları başını eğerek silkeleyip gözlerini sıkıca yumdu.

Sırtıma değen ağacın sert gövdesine bedenimi bastırdım. Kasıklarımda hissettiğim duyguları anlatmaya kelimelerim yetmiyordu. Gerilen çenesini sıkıyordu. Kollarımı birbirine daha sıkı sardım. Gözlerini açıp kafasını geriye doğru yatırıp inledi.

''Sikerim mesafesini,'' dedi hırlayarak. ''Seni sevmeme izin verdiğine göre bunu yapmaya hakkım var.''

Hızlı adımlarla yanıma yaklaştığında kollarımı birbirinden çözdüm. Kasıklarımın arasında başlayan yangın göğsümün ortasına doğru ilerleyerek zihnimi ele geçirdi. Çığlık çığlığa onu öpmem için bağıran sesler çoğaldığında dudaklarıma dokunan sıcak ve ıslak dudaklarla inledim. Ellerim öylece yanlarım da durdu. Dudaklarımın üzerinde ki baskısı öylece duruyor, hareket etmiyordu. Benden bir şey beklediğini anlamıştım. Zihnimi yöneten seslerin varlığı arttığında titreyen ellerimi kaldırıp az önce su damlalarının kaslı vücudunda süzüldüğü yerlerde ellerimi gezdirdim.

Bunun bir cevap olduğunu anladığında zihnimde çığlık çığlığa ona karşılık ver diye bağıran sesleri dinleyip dudaklarımı oynattım. Ellerim rahat durmuyor, ıslak esmer tenine dokunuyordum. Karın kaslarının sertliğini hissettiğimde istemsizce tırnaklarımı oraya sürttüm. Bu hareketimle yanaklarımı sertçe kavrayıp dişlerinin arasından inleyip az önce yavaş şekilde öptüğü dudaklarımı daha vahşi bir şekilde öpmeye başladı.

Yerin ayaklarımın altından kaydığını hissediyordum. Daha önce dudaklarıma dokunup öpen bir erkek olmuştu ama bu şekilde kesinlikle ilerisi olmamıştı. Elleri usulca tenime dokunuyor parmaklarının baskısını artırıp vücudumu kendine bastırıyordu. Öpücükleri dudaklarımdan boynuma yöneldiğinde başımı ağacın gövdesine yaslayıp ağacın dallarında şarkı söyleyen kuşları fark ettim. Beni öpen adamın dokunuşlarında kendimi o kadar çok kaybetmiştim ki etrafımızda dönüp şarkı mırıldanan kuşları yeni duyabilmiştim.

Elleri kalçamdan bel boşluğuma kadar yavaş bir şekilde okşayarak çıktı. Dudakları kulağımın hemen biraz altında durup soluklarını düzene sokmaya çalıştı. Sıcak nefesi tenime temas ettikçe titriyordum. Ellerimi çıplak göğsünden çekip geniş omuzlarına yerleştirdim.

''Kuşlar,'' dedim kesik kesik soluklarımın arasından. ''Etrafımızda dönüp şarkı mırıldanıyorlar.''

Daha doğru düzgün nefes bile alamıyorken konuşmam benim için büyük başarıydı. Çenesini yasladığı omzumdan başını yukarı kaldırıp kuşlara baktıktan sonra zindan karası gözleri gözlerimi buldu. Utanarak başımı kuşlara çevirdiğimde erkeksi sesi bedenimi yakıp kavuracak bir tondaydı.

''Şeytan meleğine kavuştu.''

Bir kaç dakika öylece durduktan sonra ellerini bedenimden çekti. Sırtımı yasladığım ağacın gövdesinden çekip çıplak ayaklarıma bakmaya başladım. Çenemi kavrayan ellerini başımı yana çevirerek kurtuldum.

''Pişman mısın?'' diye sordu gergin bir sesle.

''Bana ne olduğu hakkında bir fikrim yok,'' dedim sakin bir sesle. ''Pişman mısın? sorusuna gelince sanırım hayır değilim. Daha önce sana karşılık vermek isteyen kalbimi engelleyen zihnim bu sefer yakınlaşmam için beynimin içinde beni yönlendirdi.''

Yanaklarımı kavrayıp ona bakmamı sağladı. ''O zaman neden uzaklaşıyorsun?''

Derin bir nefes aldım. ''Bu benim için yeni bir his Kuday. Senden uzak kalmak istemeyen bir yönüm var. Bu hisse istesem de engel olamıyorum.''

''Engel olmak mı, istiyor musun?''

Dudaklarımı dişlerimin arasına alıp bakışlarımı ondan kaçırdım. ''İlk başlarda senden kaçmak istesem de şimdi buna engel olmayacağım. Ne olacaksa olsun artık.''

Dirseklerimden tutup alnıma dudaklarını bastırdı. ''Bırak zaman ilacımız olsun.''

Başımı usulca salladığımda elimi tutup mağarayı gösterdi. ''Üzerinde ki ıslak kıyafetleri çıkaralım. Daha sonra seni götürmek istediğim yere gidelim.''

Ayağıma batan küçük taşları ve dalları aldırmadan mağaranın olduğu kısmın merdivenlerini çıkmaya başladık. Şelalenin taşlara çarpıp suyun etrafa saçılmasıyla üzerime bir kaç damla su daha değdi.

Mağaranın içine girdiğimizde her şey olduğu gibi duruyordu. Büyük bir yatak ve dolap vardı. Mavi ateş böcekleri karanlık olan yerleri aydınlatıyorlardı. Onları burada görmenin mutluluğu ile gülümsedim. Kuday elimi bırakıp dolaba yöneldi. Bana yandan bir bakış atıp vücudumu inceledi. Arsızca süzünce yerimde kıpırdandım.

Yandan gülüşü sinirlerimi bozsa da çıplak ayaklarımı yere vurmaya başladım.

''Umarım bana uygun elbisen vardır.''

Elinde ki elbiseyi bana uzattığında kaşlarım çatıldı. Bunu fark edince yanıma yaklaştı.

''Eskiden buraya gelip zaman geçirdiğimiz için kendine elbise getirirdin.''

Arsız bir şekilde gülümsedi. ''Göle girmeyi sevdiğin için daima ikinci bir elbiseye ihtiyaç duyardın.''

Kızaran yanaklarımı aldırmadan elinde ki bebek mavisi elbiseyi sertçe çektim.

''Arkanı dön.''

Söylediğimi yaptığında bir süre onu izledim. Dönmeyeceğinden emin olduktan sonra üzerime yapışan elbiseleri çıkarıp bana verdiği ince askılı uzun bebek mavisi elbiseyi giydim. Nemli saçlarımı geriye attığımda elbisenin ince askılarını geriye doğru çektim. Göğüs kısmını oldukça cüretkâr gösteriyordu. Elbise tenime ikinci deri gibi yapışsa da ayak bileklerime doğru genişliyordu.

''Giyindin mi?''

Boğuk ve erkeksi sesini duyduğumda irkildim. Boğazımı temizleyip cevap verdim.

''Evet.''

Arkasını dönüp bana baktığında gözlerinde gördüğüm özlemle yutkundum. Başını esnetip kara saçlarını geriye doğru taradıktan sonra dolaptan siyah pantolon çıkardı. Altında ki ıslak pantolonu çıkaracağını anladığımda arkamı döndüm. Hemen arkamda soyunuyor oluşu bedenimi yine harekete geçirmişti. Kuruyan dudaklarımı ıslattığım da belime sarılan kollarıyla yerimden sıçradım. Sıcak göğsüne sırtımı yasladığımda nemli saçlarımı okşamaya başladı.

''Birazdan duyacağın ve göreceğin anılar için hazır mısın?''

Sesinde ki tedirginliği hissetmiştim. Belimi saran ellerinin üzerine elimi koyup ona döndüm.

''Elbet bir gün öğreneceğim,'' dedim düz bir sesle. ''Bugün veya başka bir zaman...''

Saçlarıma dudaklarını bastırdı. ''Peki güzelim.''

Kollarını benden çektikten sonra mağaranın duvarına dokundu. İstemsizce gerilmeye başladığımda duvar ikiye ayrıldı. Gözlerim şaşkınlıkla aralandığında içinden bir kutu çıktı. Kuday, küçük kare kutuyu eline aldığında elini bana uzattı. Çekinerek elini bana uzattığı zaman peşinden gelmem için başıyla dışarıyı işaret etti.

Mağaradan çıkacağımız sırada az önce ikiye ayrılan duvar kapandı. Boşta kalan elimle uzun elbisemi toplayıp yürümemi kolaylaştırdım. Ağaçların arasında dakikalarca yürüdük. Ayağım batan taşlar canımı yaksa da sesimi çıkarmadan onu takip ediyordum.

Dört ağacın ortasında durduğumuzda bana dönen Kuday, elimi bırakarak kare kutuyu açıp içinden yeşil bir tohum çıkardı. Daha sonra küçük bir camda iki damla kadar su vardı.

Merakıma yenik düşerek ona soru sordum. ''Bunlarla ne yapacaksın.''

Önce sağ elinde ki tohumu gösterdi.''Bu tohum sensin.''

Şaşkınlığımı atamadan konuşmaya kaldığı yerden devam etti. Sol elinde ki cam şişeyi gösterdi. ''Bu da senin göz yaşın.''

Yere eğilip toprağı kazıp tohumu koyup üzerini yeniden kapattı. Şişenin kapağını açıp iki damla göz yaşını toprağa damlatıp ayağa kalktı.

Söylediklerinden bir anlam çıkaramadığım için öylece onu izledim. Tohumu ektiği toprağa dikkat ederek arkama geçip belimden kavradı.

''Gözlerini kapat,'' dedi yoğun bir sesle. ''Şimdi kim olduğunu ve ne kadar önemli biri olduğunu sana göstereceğim.''

Vücudumda oluşan ürpertiyi hissetmeme rağmen söylediğini yapıp gözlerimi yumdum. Gergin bedenimi daha sıkı kavrayıp dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı. Ayak bileğimden başlayıp vücudumu saran toprakla çırpınmaya başladım.

''Gözlerini sakın açma,'' dedi gergin bir sesle. ''Sadece hisset Hel.''

Bileklerime tırmanan sert deriyi merak etsem de gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Daha sonra yumduğum gözlerimin arasında bir ışık belirdi. Az önce Kuday'ın toprağa ektiği tohum büyüyordu. Yeşeren tohum ile birlikte ağacın yaprakları yeşilin en koyu rengini aldı. Dallarında duran parlak evrenler, gri ışık saçmasıyla toprak hareket etmeye başladı. Ağacın köklerinde kuru kafalar ve ölümü çağrıştıran suretler belirdi. Ağacın kökleri yerden yükseldikçe güneş tersine döndü. Ay kızıl rengine büründü. Kuşlar bir yandan çığlık atarken diğer taraftan şarkı söylüyorlardı.

Kara bulutların arasında kızılan bürünen ay parçalara ayrıldığı zaman rüzgarın derinliklerine fısıldayan sesler kulaklarıma çarpıp zihnimde yankılandı.

''Dokuz evren parçalara ayrılıyor,'' dedi karanlığın içinde acı şekilde haykıran suret. ''Dünyaya ayak basıyor yeraltının mevsimlerini barındıran melek.''

Parçalanan evrenlerin arasından uçan iki karga belirdi. Ağacın etrafında uçan kargalar çığlık atıyorlardı. Daha sonra ağacın köklerinin arasından çıkan siyah yılan, ağacın etrafını sarıp en tepeye çıktı. Arkasında beliren yazılar dönmeye başladığında suretler üç hayvanın etrafında dönüp şarkı söyleme başladılar.

Ay uğulduyordu geceye
Ayın altında çığlıklar atıyordu ölü bedenler
Şafak sökmeden karanlığa hükmetmeli kraliçe

Söyle bize...
Gece ve gündüzün prensesi
Karanlığın efendisi
Yeraltının Kraliçesi

Karanlıklar ülkesin de derin uykudan uyuyana güzeller güzeli Hel, derin zindanların buz kesmiş puslu varlığıyla karanlığa hükmeden kraliçemiz. Omzunda ki simgeleşen yılanlarını göster bize.

Yeraltının varlığını bize hissettir.

Göster bize varlığını..

Hissettir bize pusulu gecenin aydınlığında var olan bedenini...

Ateş ve buza hükmettiğin gibi bize de hükmet
Savur ruhlarımızı aydınlığın ve karanlığın kraliçesi.

Yaşayan ve yaşamayanların son nefesi ol, nefesimiz ol Hel.

Şarkılar söyleyen kargalar ve suretlerle birlikte ağacın yaprakları çürümeye başladılar. Ağaç, küçülmeye başladığında gövdesinden bir kadın belirdi. Yerin altında hareket eden kökler ağacın dallarını çürütüyordu. Yere düşün damlarla birlikte ağacın gövdesinde ki kadın hareket etmeye başladı.

Rüzgar ve yağmura karışan seslerin arasından karanlık ses yeniden belirdi. Şarkıları mırıldanan kargalara eşlik etti.

Yeraltının varlığını bize hissettir.

Göster bize varlığını..

Hissettir bize pusulu gecenin aydınlığında var olan bedenini...

Toprak çökmeye başladı ve ağacın gövdesinde ki kadın acı bir şekilde haykırdı. Kızıla dönen ayın ışıkları ağacın etrafında ki herkesi savurdu. Rüzgar hızını artırdıkça sesler daha çok yükseldi

Ateş ve buza hükmettiğin gibi bize de hükmet
Savur ruhlarımızı aydınlığın ve karanlığın kraliçesi.

Şarkının son dizilerine geldiklerinde kızıla dönen ay gökyüzünde yerini aldı. Bulutlar gökyüzünde dans etmeye başladı. Güneş ve ay yan yana gelip bir tarafı gece diğer tarafı gündüz olan ormanı aydınlattı.

Yaşayan ve yaşamayanların son nefesi ol, nefesimiz ol Hel.

Şarkı son buldu. Tohum olup yeşeren ağaçtan bir kadın doğdu.

Toraktan doğan kadın köklerini yeraltı'na ve gökyüzüne savurdu. İşte o zaman ay güneşin arkasına saklandı. Kargalar gökyüzünde özgürce uçmaya, yılanlar yerin altına girip kayboldular. Dokuz parçaya bölünen evrenin parçaları etrafa savrulup yeni bir beden doğurdu. Ağacın kökleri yok olduğunda çıplak kalan bedeniyle etrafı süzen kadının yüzü ile donup kaldım.

Sessizliğin hakim olduğu ormanda yankılanan tanıdık bir ses duydum. Ağacın köklerinin yüksekliğini aldırmadan çıplak bedenine sarılan sureti görünce titremeye başladım. Kadının kulağına doğru eğildi.

''Bir ölüm gerçekleşirken biri doğdu,'' dedi sert bir sesle. ''Cehennem Cennetine kavuştu.''

Kadın bedenini ona doğru döndürüp toprak kalıntılarının kaldığı kirli ellerini aldırmadan adamın esmer tenine dokundu. İşte o zaman toprak ikiye ayrılıp iki bedeni de yerin altına çekip gökyüzüne doğru haykırdı.

''Yggdrasill size bir kraliçe gönderdi,'' dedi şimşeklerin ve fırtınanın arasında haykıran bir ses. ''Dokuz diyara kadar uzanan kraliçe sizin umudunuz olacak. Karanlığı aydınlık, aydınlığı karanlığa çevirecek. Eşitsizliğin izlerini kökleriyle gökyüzüne savurup sisli bulutların arasında parçalayıp kanını akıtacak.''

BÖLÜM SONU.

Yggdrasill: Norveç mitolojisinde, kökleri çekirdeğe kadar uzanan ağaçtır. Tüm diyarları birbirlerine bağlayan ve koruyan devasa dişbudak ağacıdır.

INSTAGRAM: Mervelien

VOTE VE YORUM YAPMAYI LÜTFEN UNUTMAYIN!!💕

SEVİLİYORSUNUZ.

Continue Reading

You'll Also Like

49.9K 4.3K 22
AlfaxDelta Birbiriyle küçüklükten beri anlaşamayan Delta ve Alfa'nın ruh eşi çıkması.. Homofobikler girmesin.Bu bir bxb kurgusu, ona göre.
12.2K 1K 32
ALFA - OMEGA HİKAYESİ. Yılardır ruh eşimi bekliyordum . Köpekler gibi tasma takmak zorunda kalıyordum çünkü hala ruh eşimi bulamadım. Ama bir gün oku...
227K 9.1K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
7.6M 670K 72
Elzem Akay'ın sıradan ama güzel bir hayatı vardı. En iyi okullarda okumuş, en güzel oyuncaklara ve kıyafetlere sahip olmuştu. En değerli mücevherler...