YAKALA BENİ (devam edecek)

By haleythedevil

298K 23.2K 4.2K

Erkek egemen iş dünyasında kendine yer açmaya çalışan hırslı ve başarılı bir iş kadını Bade Aslım Aslan'ın, n... More

prolog
karakterler
bölüm bir
bölüm iki
bölüm üç
bölüm dört
bölüm beş
AÇIKLAMA&İLERİDEN KESİT
bölüm altı
bölüm yedi
bölüm sekiz
bölüm on
bölüm on bir
bölüm on iki
bölüm on üç
bölüm on dört
bölüm on beş
bölüm on altı
bölüm on yedi
bölüm on sekiz
bölüm on dokuz
bölüm yirmi
bölüm yirmi bir
bölüm yirmi iki

bölüm dokuz

10.7K 975 201
By haleythedevil

"Sizinle vakit geçirmeyi çok özlemişim," Sinem sevgi dolu bakışlarla kocaman sırıtarak baktı arkadaşlarıja. "Canım kızlarım benim!" Onun bu katıksız sevgi gösterisine gülümseyerek karşılık verdi Bade.

Melis dudağının altından gülümsese de, gözlerini devirdi ve kızıl saçlarını havayla geriye attı. "Müstakbel eşinden biraz ayrı kalabilsen, bizi bu kadar özlemezdin." diye laf soktu Sinem'e. Sinem gözlerini devirirken güldü, Melis'in bu renkli karakterini bildikleri için, imalarını pek fazla umursamazlardı. Üniversitedeyken Sinem ve Melis fazla anlaşamazlardı ama vakit geçtikçe, üçü güzel bir arkadaşlık kurmuştu kendilerine.

Sinem kokteylini yudumlarken, ona kaşlarını kaldırarak baktı, "Kıskanma, seni de hala seviyorum." dedi alayla.

"Ay çok sağ ol!"

Aralarında gülüştüler, bir akşamüstü, bir şeyler yiyip içmek için Boğazın dibinde güzel bir kulüp restoranda bir araya gelmişlerdi. Sinem'in de dediği gibi, son zamanlarda birbirimizden ayrı kalsalar bile Bade kızlarla vakit geçirmeyi seviyordu. Kafasını dağıtıyorlardı ve açıkçası son zamanlarda buna çok ihtiyacı vardı. Atabey Zorlu, senelerin ardından tekrar öyle bir girmişti ki kadının hayatına, Bade ne kadar istese de onu uzakta tutmayı başaramıyordu. Geçirdikleri geceden bu yana neredeyse bir buçuk hafta olmuştu Atabey'i görmeyeli, bu kadına gerçekten iyi gelmişti. Etrafındayken aklını ve hayatını çok karıştırıyordu lanet adam.

"Göreceksin bak, bir gün birisi gelip öyle aşık edecek ki seni kendine, tüm bu burnu havada tavırlarından kurtulup sen de biz geri kalan zavallılar gibi insan olduğunu anlayacaksın!" dedi Sinem şarap kadehini elinde çevirip gülerken.

Melis gözlerini devirdi, "Aşk diye bir şey olsaydı, dediğin mümkün olabilirdi, hayatım." dedi alayla.

"Gerçekten aşka inanmıyor olamazsın Melis!" Sinem gibi umutsuz bir romantik için anlaşılmadık sözlerdi bunlar.

"İnanmıyorum tabi. Aşk erkeklerin kadınları ellerinde tutmak için, kadınların da onlara itaat etmeyi gururlarına yedirecek bir bahaneye sığdırmak için buldukları saçma sapan bir çocuk masalı." Küçük burnunu kaldırıp, bir 'hıh' sesi çıkardı. "Ve ben masallara inanmayacak kadar büyük bir kızım."

Bade içini çekip, şarabını yudumlarken bu meselenin dışında kalmayı tercih etti. Melis'in sözlerine inanmayı çok isterdi, ama yaşadığı her şeyin ardından 'aşk diye bir şey yok' diye ortalıkta dolaşıp naralar atarsa bu büyük bir ikiyüzlülük olurdu. Aşk diye bir şey vardı. Elbette vardı, sadece sanıldığı kadar iyi bir duygu değildi. Bade'ye göre aşk, Pandora'nın kutusundan çıkmış en tehlikeli, en kötücül duyguydu ve bir daha o hastalığa yakalanmamak için elinden gelen her şeyi yapardı.

"Of, aman Melis!" Sinem arkadaşının sözlerine daha fazla dayanamayıp, gözlerini devirdi. "Madem aşka inanmıyorsun, neye inanıyorsun o zaman?"

Melis'in dudaklarında yaramaz bir gülümseme belirdi, "Tutkuya, elbette."

Bade bu bariz cevapla güldü, sonra elini kaldırıp salladı. "Aman! Yeter artık, tutku mu, aşk mı neyse, içimi baydınız.."

Sinem ile Melis birbirlerine bakıp pis pis sırıttılar, konu dedikodu olduğunda az önceki ufak tartışmalarını unutmuş gibilerdi. "Ee, sen anlat bakalım.." dedi Sinem sırıtıp. "Ne iş şu Tuğrul Bey ile?"

Bade iç çekip gözlerini devirdi, "Hah! Ben de sıra buna ne zaman gelecek diye düşünüyordum. Bir şey olduğu yok." Atabey ile karşılaştıkları sinir bozucu gecenin ardından, Tuğrul ile bir akşam yemeğine, bir de öğle yemeğine çıkmışlardı. Akşam yemeği birkaç ortak ve eşleriyle birlikte katıldıkları yarı resmi bir yemekti, öğle yemeğinde ise Tuğrul birden ofisinde belirmiş, onu yeni açılan harika bir kafeye götüreceğini söylemişti. Bade adamla olmaktan zevk alıyordu, romantik bir şekilde değil ama Tuğrul zeki, kültürlü bir adamdı. Bir kadına nasıl davranılması gerektiğini iyi bilen, çizgiyi aşmayan bir beyefendiydi. Adamın bakışlarından, ilgi alakasından ondan hoşlandığını, daha fazlasını istediğini elbette anlamıştı ama Bade mesafesini korumaya dikkat ediyordu. Şu anda hayatında yeni bir heyecana ihtiyacı yoktu.

"Bizim kızlardan birisi geçen sizi şu yeni açılan kafede görmüş Nişantaşı'ndaki? Baya eğleniyormuşsunuz." dedi Sinem imayla.

Bade ona yarı ters yarı alaylı bir bakış attı, "Düğün planlamasından geri kalan zamanda magazin haberciliğine mi merak saldın Sinem?"

Melis kıkırdadı, ama Sinem'e arka çıkmadan edemedi. "Halka açık bir alanda kıkırdaya kıkırdaya kukumav kuşları gibi oturmuşsunuz, insanlar görüp haber verdiyse Sinem'in suçu ne?"

Sinem kahve bakışlarıyla kirpiklerini kırpıştırıp, sahte bir masumlukla baktı Bade'ye. "Evet, Sinem'in suçu ne?" dedi dudaklarını büzüp.

Bade onların bu çocukça oyununa güldü. "Bir şey olduğu yok. Tuğrul iyi bir adam ve biz de artık ortağız. Birlikte vakit geçirmemiz şaşırılacak bir şey değil."

"Atabey kuduruyordur sizi birlikte gördükçe," dedi Sinem, sonra tiksintiyle suratını buruşturdu. "Kudursun da. Pislik."

Elbette ki Sinem her zaman Atabey'e bu kadar önyargılı değildi. Üniversite zamanlarında, Atabey, Melis ile ne kadar anlaşamıyorsa, o kadar çok anlaşırdı Sinem ile. Küçük tartışmalarında, kavgalarında Bade'yi sakinleştiren, "Bak çok seviyor o seni." diye kızın içini rahatlatan o arkadaş Sinem olurdu. Olan biten her şeyin ardından, elbette Sinem'de Atabey'den ölesiye nefret edenler kervanına katılmıştı. Cüneyt'in Atabey'i düğüne çağırdığını biliyordu Bade, bu yüzden Sinem'in müstakbel eşine öfkelendiğini de. Bunun yersiz bir öfke olduğunu ve bu konuda rahat olduğunu söylemişti Bade, zaten düğüne gerek yoktu, Atabey her an, her yerde kendisini bulup rahatsız etme yetisine sahip bir adamdı. Kokusunu mu takip ediyordu acaba kadının?

Bade, son düşünceyi kafasında alayla gülerek düşünürken cam kapıdan içeri girenlerle birlikte ağzı ufak bir o şeklini aldı, şaşkınlıkla kalakaldı. Ağzından kaçan bir, "Ay yok artık!" nidasını da engelleyemedi.

Melis, arkadaşının şaşkın bakışlarına dikkat kesilip kafasını çevirdi ve minik burnundan bir 'hıh' sesi çıkardı. "İti an, çomağı hazırla." dedi tatsız, hakaret içeren bir sesle. "Dağhan Demirhan mı o yanındaki?"

Bu laf, Sinem'in de tatlı kahverengi gözlerini açıp, heyecanla kafasının dikilmesini sağladı. Adamı bir süre ifadesi okunmayan, tuhaf bakışlarla inceledikten sonra apar topar çevirdi bakışlarını. "Aman canım, bakmayın hiç. Masamıza gelip huzursuzluk çıkarmasın şimdi," dedi biçimli kaşlarını çatıp. Bade, arkadaşının parmağında yüzük olan elinin hafifçe titrediğini fark etmeden geçemedi. Atabey'den bahsetmişti ama asıl masada istemediği kişi Dağhan mı acaba, diye düşündü.

Bade üniversitede Atabey'e ne kadar aşıksa, Sinem'de o kadar Dağhan'a aşıktı. Sinem, Bade kadar şanslı -ki bu oldukça tartışabilirdi- olamamıştı. Bade, Dağhan'ı severdi, Atabey'in sayılı düzgün arkadaşlarından birisiydi üniversitedeki ama adamın aleme ve kızlara olan düşkünlüğü bilinen bir şeydi. Sinem gibi bir hanımefendi için Dağhan gibi erkekler fazlaydı. Can yakarlardı, acıtırlardı. Sinem, bir süre sonra Cüneyt ile tanışıp adamla bir ilişkiye başladığında Dağhan'ı aştığını düşünmüştü ama Dağhan'ın evlilik haberi geldiğinde Sinem'in düşen göz kapaklarına yakından şahit olmuştu. Arkadaşını anlayabiliyordu, ilk aşk kolay kolay silip atılmıyordu.

Sivri dilli ve iyi bir gözlemci olan Melis de, arkadaşının bu geç kalınmış telaşını fark etse de ağzını açıp bir kelime etmeyecek kadar aklı başındaydı.

Yine de Bade, Atabeylerin oturduğu masaya kaçak bir bakış atmadan edemedi. Atabey sandalyesine otururken göz göze geldiler, kadın gözlerini çekmedi. Atabey'den bir hareket bekledi; alaycı bir sırıtma, belki küçümseyici bir kahkaha ve hatta masasına gelip, geçen hafta olanları imalı laflarla başına kakmasını.. Hiçbirini yapmadı adam. Bade'ye tuhaf bir bakış atıp, kaslı göğsünü şişirip içini çekti ve kafasını çevirip, gözlerini kaçırdı. Bade şaşkınlıkla oturduğu yerde kalakaldı. Atabey Zorlu az önce bir meydan okumayı mı ıskalamıştı?

Adamın sol elinin sargıda olduğunu gördü, içini ne olduğuna dair anlamsız bir merak sardı. Sonra kendine öfkelendi, sana ne Bade! İşine baksana sen! diye kendisini azarladı.

O sırada Melis'in telefonu çaldı da Bade'yi Atabey'e bakmaktan kurtardı. Arkadaşının ince kaşlarının sinirle çarpıldığını gördü, Melis aramayı meşgule attı ama hemen ardından bir mesaj sesi geldi. Mesajı okuyan suratı ifadesiz olsa da gözleri ateş ateş yanıyordu. Kafasını kaldırdı, hiçbir şey olmamış gibi, "Kalkalım mı?" diye sordu.

Sinem kahve buklelerinin sallanmasını sağlayacak kadar hızlıca salladı başını. "Kalkalım. Zaten havası bozuldu buranın," dedi keyifsiz bir sesle. Hesabı ödeyip kalktılar.

Üç kadın da, kendi iç dünyalarına o kadar gömülmüşlerdi ki, birbirlerinin asılan suratlarını ve bakışlarındaki değişik anlamları fark edemediler.. Keyifsizce vedalaşıp, arabalarına atladılar ve kendi yollarına gittiler..

Ertesi gün, Bade kahvaltının ardından yengesiyle oturmuş Türk kahvesini yudumlarken, önlerinde kendi dünyasında oynayan küçük yeğeni Buğra'yı seyrediyordu. Ona her baktığında suratında oluşan buruk gülümsemeyi silip atamıyordu. Buğra, bir ara başını kaldırıp iri, canlı canlı parıldayan gözleriyle genç kadına baktı ve dişsiz, harika bir gülümseme sundu kadına. "Bak, hala!" diye elinde salladığı küçük oyuncak arabayı gösterdi. Sonra kalkıp koşa koşa kadına uzandı ve arabayı kucağına bıraktı. "Senin bu!"

Bade kıkırdayarak önce kucağına bırakılmış arabaya, sonra tatlı yeğenine baktı. "Benim mi bu?" Buğra'nın şişkin yanağına sulu bir öpücük kondurup, suratını sevgiyle okşadı. "Centilmen erkeğim benim.. hayatımda aldığım en güzel hediye bu!" Buğra ona iltifat edildiğini anlayarak gururla sırıttı, sonra halasını öpüp koşarak kendini tekrardan yere saçılmış oyuncaklarının arasına attı.

Dilara güldü, "Bayılıyor sana.." dedi gözlerini oğlundan ayırmadan. "Sabah gözünü açıyor halacığım, akşam gözlerini kapatıyor halacığım."

Bade kıkırdadı, "Ben de ona bayılıyorum." İçini açıyordu Buğra'ya bakmak. Etrafındaki tüm çirkinliklere, içinde bulunduğu çıkar dünyasından Buğra'nın bembeyaz hayal dünyasına girmek kendini çok iyi, çok korunaklı hissettiriyordu.

Bade başını çevirip gülümseyerek kadının yedi aylık şiş karnına baktı. Abisi Dilara gibi bir kadınla evlendiği için çok mutluydu. Dilara abisini çok mutlu ediyordu ve Barbaros'un da karısına bakarken gözlerinin içi titriyordu. "Prensesimiz gelsin de onu da sevelim artık."

Dilara, sevgiyle okşadı hamile karnını. "Ay hiç sorma Bade, bir gelse artık.." Yalnızca mutlu ve huzurlu kadınlara özgü bir iç çekişle nefes alıp verdi, sonra saf parıltılarla parıldayan bakışlarını Bade'ye çevirdi. "Bambaşka bir şey anne olmak, Bade. Bir bilsen... tattığım hiçbir duyguya benzemiyor! Onlar olmadan nefes bile alamazmışım gibi.." Kocaman gülümsedi, "Canım benim, Allah senin de kucağında bebek görmeyi nasip eder inşallah."

Bade darmadağın oldu yengesinin sözleriyle. Zavallı kalbinin binbir parçaya bölündüğünü hissetti, sanki birisi göğsüne bir yumruk atmış da darbenin etkisiyle nefesi kesilmiş gibi.

Bade bilirdi, anne olmanın nasıl bir duygu olduğunu.. Ama Dilara'nın aksine, o bebeğin olmadan nefes almayı da bilirdi. Alırmış gibi yapmayı.

Zorlukla dudaklarını bir kuklaymış gibi hareket ettirip, "Umarım." demekle yetindi Dilara'nın sözlerine. Sonra acil bir işi olduğunu hatırlamış gibi, apar topar kalktı kadının yanından. Yarım yamalak bir vedalaşmayla çıktı ve koşarak arabasına bindi. Görmeyen gözlerle, kalbinin her atışında Dilara'nın sözleri kulağında yankılanırken bir süre kullandı arabayı. Kadının niyeti asla kötü değildi, nereden bilecekti ki Bade'nin yaşadığı acı kaybı?

O kadar tuhaf bir duyguydu ki.. Bazı unvanlar vardı hayatta, insan bir defa sahip oldum mu, hep benim olur, diye düşünüyordu. Bir evlat olarak geliyordun dünyaya. Birinin kızıydın, birinin kardeşi. Sonra gün geliyor, eline minicik bir yaşam verip, "bak bir de annesin artık." diyordu hayat sana. Sanıyordun ki bir kez anne oldun mu, sonsuza dek öyle kalırdın. Öyle olmuyordu. Hayat bebeğini aldığı gibi, anneliğini de alıyordu elinden. Bir defa anne oluyordun ve sonra artık olmuyordun.

Kalbine oturan kapkaranlık düşüncelerle birlikte, şirkete gidemeyeceğine karar verdi Bade. Gidebileceği tek yere sürdü arabasını. Kırk dakika sonra, mezarlığın önündeydi. Arabasından indi, artık ezberlediği yolları yürüdü... sonra ona ulaştı.

Her defasında olduğu gibi, bu küçücük yeri gördüğünde kalbinin göğüs kafesine sığmayacağını, acıdan patlayacağını hissetti. Titreyen bacaklarını sakinleştirmek için diz çöktü mezarın yanında. Eliyle toprağı avuçladı. Altı ay. Altı ay sahip olabilmişti ona. Ömrüne kazınmış altı ay. Hayatının en güzel günleri. Altı aylığına anne olmuştu, sonra almışlardı onu elinden.

"Oğlum.." diye fısıldadı dudakları arasından. Acısı hala tazeydi, ama artık ağlayamıyordu bile. Kalbi sızladı. Bir anne, bebeğinin yokluğuna nasıl alışırdı? Küçükken, bir cenazeye katıldığında insanların 'Allah sıralı ölüm versin' dediklerini duyar, bu lafı anlamaz, isyan ederdi. Annesinden babasından, sevdiği herkesten önce ölmek isterdi küçük aklıyla. O zaman evlat acısının ne demek olduğunu bilmiyordu.

Kaç defa düşünmüştü giden ben olsaydım, diye? Ben ölseydim, ben girseydim toprağın altına.. Rengini kaybetmiş gözleri, toprağın altındayken o kara gün geldi aklına.. Hayatının en kara günü.

Anlamsızca aldığı uçak biletleri geldi aklına. Amerika'ya gideceklerdi oğluyla. Atabey'in yanına. Ellerinde Ata'yla adamın kapısına dikilecek, Atabey onu dinleyene, Atabey onu duyana dek anlatacaktı. Zaten oğullarını görünce yumuşayacaktı Atabey. Bebeğin gözlerine bir defa bakacak, onu bir defa kollarının arasına alacak ve hasret bitecekti. Bade için de, oğulları için de.. Kadının çilesi bitecekti. Hep istediği gibi, bir aile olacaklardı.

Olmamıştı. Sevdiği adamı geri alamamış, oğlunu kaybetmişti. Eğilip toprağı kokladı, belki kokusu gelir burnuma diye.. "Aşkım.. anneciğim.." diye fısıldadığını duydu. İlk zamanlar, babası onu zorla götürene kadar sabahlara kadar bu minik mezarın başında yattığını hatırladı. Babası anlamıyor, Bade'nin de aklı almıyordu. Nasıl uyuyacaktı onsuz? Nasıl uyanacaktı? Allah'ım, dünya bir daha nasıl dönecekti?

Dönmüştü. Bade uyanmıştı, nefes de almıştı. Hep aklı kabuslarında kalmış, aldığı nefesler yarımdı. Ama yaşamıştı bir şekilde. Seneler geçmişti aradan. Acısı bir gram eksilmemişti.

Saatler geçti, sonunda kalkacak gücü buldu kendinde. Kalbinin bir parçasını orada bırakıyormuş gibi hissederken, güçlü durmaya çalışıp arabasına ilerledi, bindi.. Yalnızca mezarlığın çıkışından birkaç metre dayanabildi.

Bomboş, kapkaranlık yolda aniden fren yaptırdı arabasını. Aşağı atlayıp, kapıyı kapatmadan indi ve yolun kenarına çöküp, içindeki her şeyi kustu.

Dizlerinin üzerindeydi, deli gibi kusuyor, gözlerinden boşalırcasına yaşlar akıyor, boğazı deli gibi yanıyordu. "Ata!" diye yanıyordu kalbi. "Ata!"

Arkasından dehşet dolu bir ses duydu, "Bade?" Birisinin yanına diz çöktüğünü, omzundan tutup kadının yaprak gibi titreyen bedenini tuttu. Bade zorlukla bakışlarını kaldırabildiğinde, bu kişinin Atabey olduğunu gördü.

Atabey buradaydı.

Oğullarının mezarından metrelerce uzakta. Adamı görmek ilk defa kötü hissettirmedi Bade'ye, ki şu anda hissettiğinden daha kötü de hissedemezdi zaten. Adamın şaşkın, dehşet ve endişe dolu bakışları kadının suratında geziniyordu. "Bade? Biri bir şey mi yaptı? İyi misin? Bade!"

Hıçkırarak kafasını adamın göğsüne gömdü, elini kaldırıp kalın kolunu sımsıkı tuttu avuçları arasında. Oğlumuzu ziyarete geldim Atabey. Metrelerce ötende yatıyor.

Yine söylemedi adama. Bu defa ona olan öfkesinden değildi, Atabey'in de içi onun gibi yansın istememişti. Adam varlığını bilmediği bebeğinin yokluğuyla sınansın istemedi. Kıyamadı ona.

"Ata..." diye mırıldandı dudakları arasında. "Ata!" Ağladı.

"Tamam, buradayım ben.. Yanındayım güzelim. Geçecek. Geçecek." Atabey'in kollarını etrafına doladığını, kadının saçlarını okşayarak öptüğünü, onu sakinleştirmeye, acısını almaya çalıştığını anladı. "Her şey geçecek.."

Ve bayıldı.

Atabey, sabahtan beri içini kemiren huzursuzluktan kurtulamadığında huzuru bulabileceğini düşündüğü bir yer aramış, anneciğinin mezarını ziyarete gelmek istemişti.

Mezarlığın biraz ilerisinde farları, kapıları açık yolun ortasında durmuş arabanın Bade'ye ait olduğunu anlaması uzun sürmedi. Yolun kenarında eğilmiş, kusarak ağlayan kadının Bade olduğunu anlaması da.

Ödü kopmuştu onu yerde kusarken gördüğünde. Eğilip kadını tuttu omuzlarından, Bade'nin acılar içerisindeki suratı adamı daha da şok etti. Buzdan maskesi tamamen kaybolmuştu kadının. Mavi gözleri, sanki birisi onu ateşlerin içine atmış gibi acıdan alev alev yanıyordu. Bade, tutuk bir çaresizlikle başını adamın göğsüne gömdüğünde donakaldı Atabey. Kadın kısık, acı dolu sesiyle, "Ata!" diye mırıldandığında, ismini söylemeye çalışıyor ama ağlamaktan konuşamıyor, diye düşündü. Kolları kendinden bağımsız dolandı kadının etrafına. Kendine çekti onu, kulağına fısıldadığı sözlerle sakinleştirmeye çalıştı. Birkaç dakika sonra Bade'nin titreyen bedeninin hareketsiz, kolları arasında baygın olduğunu fark etti. "Bade!"

Kadını önce arabasına bindirdi, sonra kadının arabasını kenara çekip anahtarları aldıktan sonra tekrardan süratle kendi arabasına bindi ve hızla sürmeye başladı.

Neydi bu kadar acının sebebi? Hangi maskenin arkasına saklanıyordu Bade? Neden saklanma ihtiyacı duyuyor, neden Atabey gözlerindeki o acıyı gördüğünde kendi nefesinin kesildiğini, kalbine bir hançerin saplandığını hissediyordu? Neden sebebini bile bilmediği acıyı paylaşıyordu kadınla?

Neden artık Bade'nin ihanetinden emin değildi.. ve neden bu onu bu kadar çok korkutuyordu?

"Niye konuşmuyorsun Bade!" dedi hırsla dudakları arasından, "Niye anlatmıyorsun? Ne saklıyorsun benden?"

Senelerce içini yakan öfkeden, kırgınlık ve acıdan başka bir duygu peydah olmuştu adamın göğsüne bir haftadır. İhanetten bile daha ağır bir acıydı bu. Uyutmuyor, düzgün düşündürmüyordu. Atabey'in bildiği hikayenin arkasında bir şeylerin daha gizli olduğunu hissediyor, bu hissiyat adamın ödünü koparıyordu.

Ama öğrenecekti. Artık korkup kaçmaktan vazgeçmişti. Ondan ne saklanıyor, Bade'nin sırları ne, hepsini öğrenecekti.

Öğrenecekti.. öğrenecekti de, cevaplara dayanabilecek miydi, bilmiyordu.

ben geldimm
bebisler, defalarca yazıp sildiğim bir bölüm oldu. her cümleyi yutkunarak yazdım. bir sahne daha ekleyecektim ama ben dayanamadım, siz şuan hiç dayanamazsınız demedim ilerleyen bölümlerde ekleyeceğim.

umarım beğenirsiniz.
yorumlarınızı unutmayın, çok ağlamayın, sizi çok seviyorum

Continue Reading

You'll Also Like

182K 9K 36
Aşkın barut kokan hâli... UYARI! → İncelemekte olduğunuz kitap 16 yaş ve üzeri için uygundur. Olumsuz örnek oluşturabilecek unsurlar içermektedir. →...
225K 10.2K 71
Tamamlandı Bir binbaşı en fazla ne kadar takıntılı ola bilir? Barlas binbaşı Efese ne kadar takık olabilirse...
27.9K 2.3K 26
Gökdeniz 19 yaşında, artık yaşamak için nedeni kalmamış bir gençti. Bir gün int/har etmeye karar verdi ve bir uçurumun kenarına gitti. Orada içinden...
2M 59.2K 71
Çiçek serisi 1 Zengin , güçlü ancak bir o kadar da sert ve soğuk bir adam . Adeta çelikten bir duvar. Hayatında yeniliklere , aşka ve kadınlara asla...