bölüm beş

13.5K 1K 134
                                    

Atabey ile yaşadıklarından iki gün sonra, Bade bir Pazartesi sabahı erkenden uyandı. Sporunu yapıp, duşunu aldıktan ve kahvaltı ettikten sonra giyinme odasına çıkıp, yüksek belli, siyah kumaş pantolonunu ve beyaz dökümlü gömleğini giydi, üzerine kısa siyah ceketini geçirip yüksek topuklu siyah ayakkabılarını giydi ve saçlarını toplayıp, suratına hafif bir makyaj yaptıktan sonra aynanın karşısına geçip kendisine baktı.

Hazırdı. Maskesini kuşanmıştı, şimdi savaş vaktiydi. Şirkete buz gibi bir surat ifadesiyle, yani her zamanki şekliyle, girdi. Artık her an her yerde Atabey ile karşılaşabileceğinin bilincinde, son yaşadıklarının ardından adamın karşısında bir daha hiçbir şekilde gardını düşürüp, ona yenilmek istemiyordu.
Haftasonunu kendisine acıyarak, öfkelenerek ve yaptığı şeyden pişman olarak geçirmişti. Nasıl istikrarsız birisi gibi anında Atabey'in kollarına atılabilirdi? Yaşadığı onca şeyden hiçbir şey mi öğrenmemişti? Haftasonunu İstanbul'da, ona dik dik bakan ve 'randevusuyla' ilgili bilgileri öğrenmek isteyen babasıyla geçirmektense, kafasını toparlamak adına Melis ve Sinem hariç kimsenin bilmediği, Riva'daki evine gitmişti. Ormanlık alanda, gözlerden uzak olan ev Bade'nin aklını başına toplayabileceği tek yerdi. İki gün boyunca orada tek başına geçmişiyle yüzleşmişti. O ev, kadının en zor, en mutsuz ve en mutlu anlarını geçirdiği evdi. Kazandığı ve kaybettiği ev...

Asistanı Burak'ın getirdiği filtre kahveyle odasında dosyalara boğulduktan bir saat sonra, kadının alışkın olmadığı bir şekilde kapı çalınmadan açıldı ve hemen ardından kapandı. Bade, buna cesaret edenin hangi hadsiz olduğuna bakmak için kaşları havalanmış bir halde başını kaldırdı, fakat karşısında lacivert takım elbisesi içerisinde reddedemeyeceği kadar yakışıklı gözüken Atabey'in olduğunu görünce, gözlerini devirdi ve asık bir suratla, "Yediğin darbelerden olsa gerek, görgü kurallarını unutmuşsun Atabey. Bu yaştan sonra kapıyı çalman gerektiğini mi öğretmem gerekecek sana? Ardından da altını nasıl silmen gerektiğini öğretmemi ister misin?" dedi alaylı, can yakıcı ses tonuyla.

Atabey hiç utanıp çekinmeden tatlı tatlı sırıttı kadına, "Sabah sabah yine tam modundasın, Bade." Ellerini cebine sokup, rahat bir tavırla kadının geniş ofisini süzdü, tam başını sallayarak etrafı inceliyordu ki kapı bu defa çalınarak açıldı ve Burak'ın mahcup yüzü gözüktü, "Özür dilerim Bade Hanım. Beyefendiye girmemesi gerektiğini söyledim ama," Ters ters Atabey'i süzdü, "Kendisi bunu kabul etmemekte direndi!" dedi imayla.

Bade başını salladı, yumuşak bir sesle, "Önemli değil Burak." dedi. Asistanının, Atabey gibi laftan anlamaz, hayırı kabul etmeyen bir adam karşısında hiç şansı yoktu zaten. Atabey'de gülen bir ses tonuyla, sanki kendisine laf düşermiş gibi, "Evet Burak, önemli değil. Bade Hanım ve ben böyle şeylere önem vermeyecek kadar... nasıl desem... yakınızdır."

Bade gerilen bedeniyle, Atabey'i o 'yakınızdır' derken kullandığı cinsel imanın içinde boğarak öldürmek istedi.

Burak ters ters adama son bir kez daha bakıp, Bade'den gözleriyle onay aldıktan sonra kapıyı kapatıp çıktı. Bade elinde tutup sıkmakta olduğu dolmakalemi sertçe masanın üzerine bırakıp, sertleşen sesiyle, "Derdin ne Atabey? Niye sürekli etrafımdasın? Benden ne istiyorsun?"

Adam rahat birkaç adımda masaya yaklaşıp, kenarda duran pahalı dolmakalemi eline alıp sanki çok ilginç bir şeymiş gibi inceledi, o anlarda Bade kalemi elinden kapıp şahdamarına sokmamak için kendini çok sıkmıştı. "Öncelikle, hayatım, artık ortağız. Yani bu da birbirimizi sık sık göreceğimiz anlamına geliyor. Hem İstanbul küçücük bir yer, birbirimizden nasıl kaçabiliriz ki?" Ses tonu o kadar masumdu ki, başkası ona rahatlıkla kanabilirdi. Ama Bade değil. Suratındaki masum, her şeyden bir haber adam sırıtmasını silip, yerine züppe gülüşünü yerleştirdi. "Hem ayrıca, geçen seferki karşılaşmamız güzel anlara da vesile oldu, öyle değil mi?"

YAKALA BENİ (devam edecek)Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum