YILAN YÜREK

By ahzende

26.4K 2.2K 5.1K

WATTYS 2021 FANTASTİK KAZANANI .•▪︎°☆°▪︎•. Marseha, ateşle yıkanm... More

1 - Saklanan Gerçekler
2 - Yedi Kız Kardeş
3 - Sarayda Saklambaç
4 - Bilekteki Yara İzi
5 - İkna Çabaları
6 - Üçüncü Gün
8 - Orada Olmayan Adam
9 - Aptal Herif
10 - İstenmeyen Değişiklikler
11 - Kalbe Gömülenler
12 - İki İksir Şişesi
13 - Dans Eden Parmaklar
14 - Yıldızlar
15 - Resim Sanatı
16 - Acıyan Bakışlar
17 - Cadının Evi
18 - Kurtarıcı
19 - Elma ile Armut
20 - Yeni Bir Şey
21 - Aslanın Öfkesi
22 - Yıllar Evvel
23 - Yılanın Hikayesi
24 - Evdeki Düşman
25 - Tung ve Sara
26 - Açılan El
27 - Ayrılış
28 - Fil Yumruğu
29 - Karanlıkta İlerlemek
30 - Avcı Hatun
31 - Tek Başına
32 - Serbevne
33 - Kezir
34 - Düşülen Gerçeklik
35 - Her Şeyi Bilen Adam
36 - Boş Nedenler
37 - Kızıl Bir Gece
38 - Rüyadaki Mezar
39 - Çözümlemeler
40 - Tarih Dersi
41 - Tavşan ve Çakal
42 - Dağın Ardı
43 - Ölüm Nerede Bekliyor?
44 - Kim Olduğunu Bilmeyen Kadın
45 - Bir Son Bazen Sadece Bir Sondur
Teşekkürler
DUYURU
DUYURU

7 - Terk Edilen Ev

436 62 92
By ahzende

güncellenmiştir


S A Y E Z E N

.

İtah Şehri

Şafaktan Önce

Uykusuz geçen uzun bir geceden sonra Saye, tüm hazırlığını bitirince boş tezgahına uzun uzun baktı. Bu evde geçirdiği, ona bir ömür gibi gelen zaman boyunca beyaz mermerin bu kadar temiz olduğunu hiç hatırlamıyordu. İksirlerini, ilaçlarını, türlü büyülerini hazırladığı bu yer şimdi örtülmeyi bekleyen bir omuz gibi çıplak kalmıştı. Saye elinde olmadan tezgahı özlemle okşadı. Aslında tüm evi kucaklıyor gibiydi.

Beş yıl önce herkesi şaşırtıp her şeyini geride bırakarak bir balıkçıyla evlenen Saye, bir loncaya ait olmasına gerek kalmadan Hasna'nın da yardımıyla İtah'taki cadı loncalarından izin alıp Büyük Liman'ın cadılarından biri olarak çalışmaya başlamıştı. Bu evin de kirasını hiç zorlanmadan kocasıyla beraber üstlenebilmiş, alt katı kendisi için bir dükkan, üst katı ise iki aşığa yuva olmuştu. Dünyada en çok mutlu olduğu ve hüznün her zerresini kalbine hapsettiği yer burasıydı. Fakat artık bu ev ona bir yabancı olacak, başka bir sevgiliye kucak açacaktı. Saye evin yeni sahiplerini kıskanmadan edemedi.

Son odunlarını yutan soba, küçük odada tüm sessizliğin içinde cızırdıyordu. Evdeki eşyalardan satabildiğini satmış, bazılarını yeni kiracılara hediye niyetiyle bırakmış, işe yarar olanlardan bazılarını da fakir balıkçılara bağışlamıştı. Duvardaki resimler ise yerlerini hiç terk etmeyeceklermiş gibi hâlâ oradaydılar. Hep oradalarmış gibi. Kocasından kalan evdeki son izleri silmek için içindeki gücü toparlamaya çalışıyordu. Önce sandalyesinden, sonra bardağından en son da yastığından kurtulmuştu. Şimdi ise sıra en özel parçalara, yeteneğin gösterilmediği fakat sözde sanatçının büyük bir arzuyla çizdiği resimlere gelmişti. Saye ne yapması gerektiğini bilemez halde etrafına bakındı. Sobaya doğru ilerleyip her zaman soğuk olan parmaklarını ısıtmaya çalıştı.

Evin ilk envanteri olan küçük sağlam demirden soba, kocasının ilan etmesiyle bu evin atan kalbiydi. Fakat Saye için geçerli değildi bu etiket. Sobanın biri tarafından kurulması, içine odun atılması ve ateş verilmesi gerekiyordu. Bunlar olmadan alet, demir yığınından farksızdı. Bu yüzden bu temsili merkez, her an işlevini yitirebilecek olan bir eşya değil; onun, evi bir yuvaya çevirmesi için tüm ihtiyaçlarını karşılayandı. Dört ay önce sobayı bu eve kuranı, onu yakanı, kocasını, bu kapıdan geri dönmemek üzere yolcu ettiğinde, bu soba mecazi anlamda sonsuza kadar yanmamak üzere sönmüştü.

Duvardaki resimlere baktı yine. Ellerinin yeteri kadar ısındığına karar verip, isin beyaz rengini yaladığı beton duvarlara doğru yürüdü. Asılmış, yapıştırılmış bir sürü tabloda Saye'nin, portakal renginde minik gagası ile pençeleri olan, göğsü gri tüylerle kaplı, kanatları ise bulanık bir maviye boyanmış aladoğanı baş örnek olmak üzere çeşitli hayvan çizimleri vardı. Soluk renkli tek bir boyanın kullanılmadığı bu parçalar evin havasını oluşturan en önemli parçalardan biriydi. Hayvan resimlerinin yanı sıra, bahçedeki meyve ağaçlarının çizimleri de vardı. Fakat Saye'nin en sevdiği, beslediği sokak kedilerinin sarı güneş ışığının altında, yemyeşil çimenlerin üstünde birbirlerine sarılıp, tok karınlarının keyfini sürercesine uyudukları resimdi. Rengarenk fırça darbelerinin arasında siyah beyaz iki kedinin acunun sahibiymişçesine, büyük bir zenginlikle orada kıvrılmış olmalarını kendi hallerine benzetirdi.

Özenle topladığı tüm tabloları teker teker sobaya atarken Saye, gözyaşlarının akmasına izin verdi. Canını yakan acı artık çok tanıdık olmasına rağmen alışması hâlâ mümkün olmamıştı.

Kocasının hiç gerçekleşmemiş cenaze töreniydi sanki. Şimdi burada kocasından kalan son parçaları yakarak elveda diyordu. Ondan tamamen kurtulmak, bitmeyen yas dönemini sona erdirmek istiyordu. Bu ıstırabın, eğer kendisi bitiremeyecekse sonsuza kadar sürebileceğini anlayınca harekete geçmeye karar vermişti. Hayatını artık geri gelmeyecek bir adamın kırıntıları arasında geçiremezdi, bunu yapabilmek için çok fazla güçlü, fazla inatçıydı. O yüzden yaşadığı bu beş yılı geride bırakıp ilerlemesi, önüne bakması gerekiyordu. Hasna'ya gidip ondan bir çözüm istemesinin sebebi buydu.

Aniden karnında hissettiği kuşların kanat çırpışlarını andıran kımıldamalarla, bebeğinin Saye'ye itiraz ettiğini anladı. Kızına hak vermeden edemedi. Onun varlığı ile kocasını sonsuzluğa uğurlaması imkansızdı. Dört aydır yok etmeye çalıştığı adam aynı zamanda bebeğinin de babasıydı. Bıraksın resimleri yok etme işini, tüm evi yaksa yine de adamın izleri kızıyla yaşamaya devam edecekti. Bunca zamandır ikisini birbirinden soyutlamış, daha dünyaya gelmemiş olan bebeğini hiç tanımadığı babasının ölümünün yıkımından kurtarmaya çalışmıştı.

Elini karnının üzerindeki belirgin şişliğe koyup kendince özür diledi kızından. Her şeyi onun için yaptığını düşünüyordu ama henüz üstesinden gelemediği bencilliğinin kurbanı olmuştu. Ama yine de daha fazla düşünmeden kedilerin resmini de sobaya attı.

Birkaç parça kıyafet ve yedek çamaşırlarını tıkıştırdığı bez çantasının yanında, yolculuk için hazırladığı erzakını ve suyunu koyduğu bohçası da vardı. Doğacak kızı için minicik kıyafetler ve bezler de aldı yanına. Ayrıca Hasna'nın hazırladıklarıyla bu mevsimde bulmakta zorlanacağı ama lazım olabileceğini düşündüğü kurutulmuş otlarından da almıştı. Kışın son günlerini yaşadıkları için hava sıkı giyinmeyi gerektirecek kadar soğuktu. İç gömleğinin üstüne giyeceği lacivert renginde, uzun kollu kışlık kaftanı yatağının üzerine serilmişti. Başlığı kürklü, siyah paltosu kapının kenarına asılmış, giyilmeyi bekliyordu. Kıyafetlerinin hepsini geniş etekli, at sürmeye uygun olanlardan seçmiş öyle olmayanları da ona göre kısıtlı terzilik becerileri ile onarmıştı.

Aslında yolculuk için heyecanlıydı Saye. Sonunda Ezahir Ormanı'nı görebilecek olması, içinde yıllardır bastırdığı merakın bitmesi demekti. Tüm karşı çıkılmalara inat ne olursa olsun perilerle tanışacaktı. Tümenbaşı bir konuda haklıydı, neyle karşılaşabilecekleri belirsizdi. Periler ne kadar barışçıl olsalar da haklı olarak kendilerine zarar verebilecek olan yabancıları topraklarında istemeyebilirlerdi. Daha da kötüsü ya suyu bozanlar içlerinden biriyse? Ya Ahzem gerçekten haklıysa. Bu Saye'nin tüm planını mahvederdi. Onun Sahipsiz Topraklar'a gitmesi gerekiyordu. Bu ihtimali sanki ortadan kaldırabilecekmiş gibi başını sallayarak kendisinden uzaklaştırdı.

Beş yılını geçirdiği yatak odasına, üzerini değiştirmek için dar, ahşap merdivenlerden çıkarken ateşinin geçen günkü hali canlandı bir an gözlerinin önünde. Yumuşak ama hüzünlü bakışlarının ardında neler sakladığını merak etti çünkü orada bir şeyler olduğuna emindi. Adamın kalın, çaresizlikle çatılmış kaşlarının gölgelediği, açık kırmızı, parlak gözleri sırlarla doluydu. Saye'nin sunduğu her çıkarımda güçlü çenesini hiç açmadan onu dinlemiş, olanca kibarlığıyla esmer yüzünü ifadesiz tutmuştu. Cadı, adam üzerinde oluşturduğu itibarı anlayabilmek için sihrine başvurmak durumunda kalmış ve adamın duygularını gözlemlemişti.

Saye'nin aklı, bir an bir gerçeği hatırladı. Bu son iki gününü o kadar yoğun geçirmişti ki evin işlerini halledip, hazırlıklarını tamamlamaya çalışmasından, yolculuklarına katılacak olan Hükümdaroğlunu tamamen aklından çıkarmıştı. Tehlikeli olabilecek bir bilgi toplama işine Hanımın kendi oğlunu yolluyor olması tuhaf bir ayrıntıydı. Hasna bu haberi kendisiyle paylaştığında da şaşırmıştı ama şimdi tekrar düşününce bu gereksiz tehlikeye davete anlam vermedi. Tıpkı bir tümenbaşının bu görevi yürütecek olmasını da anlamaması gibi. Ülkenin en önemli adamlarından ikisi birazdan çıkacakları yolculukta ona eşlik edeceklerdi.

Çok eğleneceğiz, diye geçirdi aklından Saye.

Yatağa serilmiş kıyafetlerini giydikten sonra pencerenin kenarına yerleştirilmiş, artık üzerinde kendisine ait pek bir şey bulunmayan, aynalı boş masasına son kez oturdu. Aynada, yatakta yatan kocasının onu izleyen merak dolu mahmur gözlerini aradıysa da bulamadı. Örgüyle topladığı uzun saçlarını çözüp, elleriyle dağıttı. Soluk yüzünü biraz pudralayıp, zaten dikkat çeken gözlerini daha da belirginleştirerek, sürmeden dışarı adım atmadığı sürmesi ile gözlerini ve kirpiklerini boyadı. İşini bitirdikten sonra tatmin olmuş bir şekilde kendine baktı, endişeli göründüğünü fark etti. Evden ayrılma vakti yaklaştıkça kalbinin daha hızlı attığını hissediyordu.

Sobayı söndürdükten sonra oyalanacak pek fazla vakti kalmamıştı. Vesl Köprüsü'ne yaklaşık bir buçuk saat sürecek olan yolculuğu için artık evi terk etmesi gerekiyordu. Paltosunu giyip, keçeden diktiği küçük çantasını omuzuna astı. Kapının girişindeki iki çantasını da alıp evin tanıdık kokusunu son kez içine çekti. Göz pınarlarından akan bir damla gözyaşını boş vererek geriye dönüp bakmadan gaz lambasını söndürüp kendini evden dışarı attı. Bugün yerleşecek olan yeni ev sahiplerinin bulması için evin anahtarını, girişteki taşın altına koydu. Her ne kadar görmezden gelse de kapının üzerine çizilmiş olan akrep resmi orada öylece ona bakıyordu. Yeni gelenler cadı değildi. Büyük ihtimalle kapıyı boyayacaklardı. Olsa da boyarlardı ya neyse.

"Her şeyin kayboluyor, git gide yok oluyorsun. Sanki hiç var olmamış gibi," diye fısıldadı onu duymayan kocasına.

Karanlık gökyüzüne kafasını çevirdiğinde aladoğanının oralarda bir yerde olduğunu hissetti. Bahçeyi geçen yoldan yürürken kendisini yaralayacak hiçbir şey düşünmemeye çalışıyordu.

"Sayezen Hatun, umarım geç kalmadım!" Bir adam koşarak ona doğru geldi. Gelenin arabacı olduğunu fark edince elindeki çantaları adama bıraktı.

"Yok, tam vaktinde geldin."

İki atın taşıdığı, üstü açık ahşap kasaya yerleşen Saye, üşüyen omuzlarını ısıtmak için kollarını kendisine sardı. Arabacı gideceği yeri biliyordu. İçinde taşıdığı hüzün ile gereksiz bir muhabbete girmek istemedi, onun yerine şehri izlemeye koyuldu. İtah, Saye'nin hayatı boyunca gördüğü en canlı, en kalabalık, en gürültülü şehirdi. Bu vakitteki sessizliği hiç alışılmış değildi. Limana inen birkaç uykulu balıkçıdan ve geceyi ağaç diplerinde geçirmiş kılıksız sarhoşlardan başka kimseler ortalarda gözükmüyordu. Dalgaların uzaklaşan sesiyle, atların toynak sesi havada yankılanıyordu. Üzerlerinden ayrılmayan martılar ya yuvalarına uçuyor ya da yemek bulabilmek için denize dalıyorlardı. Renk renk müstakil balıkçı evlerinin donattığı bayırı çıkıp, büyük meydanın ağzına geldiler. Muhteşem pazarı henüz kurulmamış Havak Meydanı, üst üste dizilmiş boş kasalar ve üzerleri akşamdan yağan yağmur yüzünden ıslak olan boş sergiler harici sakindi. Bazı esnaflar güne hazırlanmaya başlamıştı. Minik Fırın'dan enfes kokular müşteri çekmek için alanı dolduruyor, dükkanların içini süpürenler, camlarını parlatanlar meydandan geçen at arabasıyla ilgilenmiyordu.

Bu şehri özleyip özlemeyeceğini merak etti Saye. Bir cadıya işi düşen herkes tanırdı onu. Büyük Liman'ın cadısıydı. Buradaki herkese bir iyiliği dokunmuş, hatta bazen ağlanacak omuz olmuştu. Bunları düşününce sabahın serinliğinde hafifçe gülümsedi. Burayı özleyeceğini biliyordu. Tuzlu, balık kokan havasını özleyecekti bir kere. Dost olduğu rüzgarını özleyecekti. Küfürlü şakaları komik bulan sefil denizcilerini özleyecekti. Yaz kış çilek yetiştirmek isteyen komşu teyzesini özleyecekti. Birçok neden saydı zihni tüm yolculuk boyunca. Şehrin yavaş yavaş uyanan her geçtiği sokağında tanıdık bir şeyler arıyor, hatıralarını canlı tutmaya çalışıyordu. Yıllarını verdiği bu şehir onu defediyordu şimdi. Keşke kaybettiği sadece zaman olsaydı.

Sayezen şafağın sökmesiyle geç kalıp kalmadığını merak etmeye başlamıştı. Dar sokaklardan geçerken sayıca azalan evlerin camlarına vuran güneşin ilk ışıkları, kızıl bir hare gibi parlıyordu. Evlerden gelen sesler giderek artıyor, eşler birbirlerini işlerine yolluyor, çocuklar okula gitmemek için hayıflanıyordu. Gün doğumuyla, demişti Tümenbaşı, adamın evine erken gelmesi ile ilgili yaptığı yorumlardan sonra geç kalması uygun düşmezdi. Dest Irmağı'nın sesini uzaktan duymaya başlayınca ufak bir rahatlamayla heyecanının daha da arttığını hissetti.

Vesl Köprüsü, Kuzey'i ve Güney'i birbirine bağlayan sayısız köprülerin ilkiydi. Yakut Sarayı'na en yakın olan bu köprüden sonra Irmak, Sonsuz Deniz'e karışıp kayboluyordu. Köprü üç, belki de dört at arabasının aynı anda geçebileceği genişlikte, karşıdan karşıya yürüyüşün on dakikayı bulabileceği uzunluktaydı. Beş tane kocaman taş kitleler ile desteklenen, insanların zamanında, insanlar tarafından inşa edilmiş, taştan ve betondan tarihi bir yapıydı. Köprünün dibinde balıkçılık ve yolculuk için kayıklar, küçük tekneler gözüküyordu.

Saye sol tarafına döndüğünde ileride, denizin adını hatırlatır bir şekilde sonsuzluğa doğru uzandığını gördü. Doğduğu, annesini gömdüğü vatanı oralarda bir yerde Saye'den habersiz var olmaya devam ediyordu. Güneş acele etmeden hırçın dalgaların üzerinde yükseliyor; uzakta, falezlerin üzerinde, küçücük gözüken Yakut Sarayı'n vuruyordu. Artık köprüye giren araba, yolculuğun bittiğine işaret ederek yavaşlamaya başlamıştı. Saye başını kaldırıp, boynunu uzatarak uzaklarda tanıdık bir yüz aramaya koyuldu ama köprüden geçen birkaç ateşinden başka kimseler yoktu. Geç kalmamıştı.

Arabacı, köprünün sonuna geldiğinde atları durdurdu.

"Sayezen Cadı, dediğiniz yere geldik. Eşyalarınızı indireyim mi yoksa bekleyecek miyiz?"

"İndir lütfen, senin beklemene de gerek yok. Git yoluna."

Saçları erken kırlaşmış genç adam, çantaları dikkatle köprünün taş korkuluklarının dibine koydu. Saye, küçük omuz çantasına uzanıp adamın istediğinden ve hak ettiğinden daha fazla para çıkardı.

"Bu para çok," dedi adam şaşırarak.

"Merak etme ben de fazlası var," diye gülümseyerek parayı adamın eline tıkıştırdı Saye.

Arabacı gittikten sonra çok fazla beklemek zorunda kalmayan Saye, hızla koşan at nallarının sesini duydu. Ahzem ve yabancı bir ateşin dörtnala, uzaklardan yanına doğru gelmekteydiler. Saye, başlığını geriye atıp, omuzlarını dikleştirdi. Yüzüne tatlı bir gülümseme koyabilmek için neredeyse kendisini zorlaması gerekmişti. Anlam veremeyerek çok gergindi.

"Umarım bekletmedik Sayezen," dedi Ahzem, hanımefendiyi bir kenara atmış olmasına sevinmişti. Artık bu kadar resmiyeti kaldıramayabilirdi.

"Merak etme, ben de şimdi geldim. Arabacı yeni gitti," diye temin etti Saye.

"Eşyaların bunlar mı? Dur sana yardım edeyim."

Ahzem koca atından büyük bir ustalıkla inip Saye'nin yanında bitti. Hemen adamın saçlarını kısacık kestirdiğini fark etti Saye. Resmi kaftanından kurtulmuş, onun yerine halka daha rahat karışabilmesi için beyaz iç gömleğinin üzerine siyah deriden uzun kollu, eteği kısa bir kaftan giymişti. Ellerine geçirdiği deri eldivenler haricinde üzerinde bu soğuk havadan etkilendiğini belli edebilecek hiçbir şey yoktu. Eldivenler de soğuk için değildi zaten. Tümenbaşı hafifçe başını eğip Saye'ye gülümseyerek yerdeki çantaları aldı. Diğer atlının arkasında duran sahipsiz üçüncü ata doğru yürümeye başladı.

Saye'nin gözü atından inmeye gerek görmemiş diğer ateşine kaydı. Hükümdaroğlu bu sabah güneşinin altında olabildiğince alımlıydı. Tüm ateşinlerin genelde ortak özelliği olan esmer ten, bu adamda üzerine altın tozlar serpilmiş gibi parlıyordu. Yerde olmadığı için boylarını karşılaştıramıyordu ama Ahzem'in geniş omuzlarının aksine daha zayıf bir yapısı olduğu göze çarpıyordu. Omuz hizasındaki düz saçlarının yarısını toplamış, kemikli yüzünü ortaya çıkarmıştı. Bakış kaçırmanın pek mümkün olmadığı büyük gözlerinin neredeyse turuncuya kaçan parlak kırmızı bir rengi vardı. Geniş ağzıyla birçok yerde resimlerini gördüğü annesine benzediğini fark etti. Uzun, düz bir burun ise bu tabloyu mükemmel bir şekilde tamamlıyordu. Bu yüzün ne bir eksiği ne de fazlası vardı. Her şey olması gerektiği gibiydi.

Kırmızı renkte, omuzları altın sırma işlemeli, kısa, güzel bir kaftan giymiş, beline de orman yeşili renginde balıksırtı desenler olan bir kuşak bağlamıştı. Serbest bırakılmış kuşağın ucu atının kaslı sırtına doğru sarkıyordu. İkisinin de üzerinde rütbelerini ve kim olduklarını belli eden hiçbir şey olmamasına rağmen giymiş oldukları zengin kıyafetler haricinde duruşlarında hiç göstermekten çekinmedikleri özgüven o kadar göze çarpıyordu ki Saye bu ikisinin arasında sırıtacağını düşündü.

"Ben Zeir," dedi kadını ilk kez fark etmiş gibi suratında kocaman bir gülümsemeyle. Hiçbir eksiği olamaz derken gamzeleri tanıtmıştı şimdi kendilerini. "Sizinle uzun bir yolculuğumuz olacak. Umarım hazırsınızdır." Atından, kadına tepeden bakıyordu ama sevimli bir havası da vardı. Kaba olmak için değil de zahmete girmemek için atından inmemiş gibiydi. Hükümdaroğlunun itibarı düşünülünce Saye bunu olağan karşıladı.

Bedenen evet, zihnen asla.

"Tabii Hüküm-" adam bir anda sözünü kesti.

"Zeir de lütfen. Unvanları geride bırakalım. Siz?"

"Sayezen, Saye diyebilirsin." Saye adamın kendisinin kim olduğunu bildiğinden emindi yine de kibarlıkla cevap verdi ama resmiyeti hemen bırakmıştı.

"Diyeceğimden emin olabilirsin," dedi düzgün dişlerini göstermeyi kesmeyerek. Kırmızı gözleri ateş gibi parıldıyordu ama adamın tüm rahat tavırlarının arkasına saklanan öfkeyi hissedebiliyordu Saye. Zeir rahat tavırlarının aksine çok gergindi. Bunu neye yorması gerektiğini bilemeyen Saye korkup Ahzem'e çevirdi kafasını. Onda öyle bir duygu yoğunluğu göremedi, iki gün önceki halinden eser olmadan çantaları heybelere yerleştirirken gayet sakin gözüküyordu. Saye her şeyden habersiz Zeir'in bu endişesini yolculuğa yordu. Belki de ne kadar belli etmese de farklı renkteki gözleri adamı korkutmuştu. Belki karşılaşmalarının öncesinde adamın başına kötü bir şeyler gelmişti.

"Atın hazır Sayezen," dedi Ahzem. "Binmene yardım etmemi ister misin?" Dizginleri elinde tutarak heybeleri dolmuş atı öne doğru çekti.

"Hayır, daha önce ata bindim, sürmesini biliyorum," diye savunmaya geçti, fark etmeden.

"Bu bir Balzen, daha iri bir hayvan. O yüzden sordum. Neyse sen bin ben de üzengiyi boyuna göre ayarlayayım." Ahzem, cadının yükselen sesini duymazlıktan geldi.

Adam yardım etmek istiyor, sakin ol. Saye hiç de içten olmayan bir gülümseme sarf etti. "Biraz yardım alabilirim sanırım," dedi.

At gerçekten de kocaman bir hayvandı. Daha önce bir iki kere Balzen görmüştü ama bu kadar yakına gelmemişti. Baştan ayağa kopkoyu bir kahve tonuna sahip hayvan alnındaki beyaz lekeyle birlikte eşsiz gözüküyordu. Bir an böyle bir atı sürebilecek olduğu için kendisini şanslı hissetti. Elini atın çenesine koyup tanışmak istediyse de başarılı olamadı. Saye, hayvanlarla iletişimde Hasna'nın benzetmesiyle rezalet bir durumdaydı. Ne onlara sözünü geçirebilir ne de onların sözünü kolayca anlayabilirdi. Hamileliği de bu durumu geliştirmek konusunda hiç yardımcı olmamıştı maalesef. Üzerlerinden uçan aladoğanının öttüğünü duydu. Sanki kahkaha atıyordu kuş.

Yapabileceği hiçbir şey olmadığının biliciyle ata binebilmek için hayvanın soluna geçti. At devasaydı ama Saye de uzun bir kadındı. Sol ayağını üzengiye takıp kendisini yukarı çekerken sırtındaki sıcacık ellerin onu kolayca kaldırdığını fark etti. Sağ bacağını atın üzerinden yavaşça savurduktan sonra ona yardım eden ateşine bakmamaya çalıştı. Altında toplanan geniş eteğini kurtararak atın üzerinde serbest bıraktı. Çizmelerinin tabanı üzengiye tam değmediği için Ahzem, Saye'ye bu sefer hiç dokunmadan dikkatle boylarını ayarladı.

İşini bitirip kendi atına yerleşti. Kimse konuşmuyordu.

"Kuzey'den devam edeceğiz," dedi Ahzem.

Dizginleri eline alıp atı hafifçe mahmuzladı Saye. Birbirlerine iki yabancı oldukları için özellikle Saye'nin çok dikkatli olması gerekiyordu.

"İtah sınırlarından çıkmak için bir hafta harcarız diye düşünüyorum. Merkez en kolayı olacak, esas yolculuk buradan çıktıktan sonra başlıyor."

Saye susuyordu, Zeir'in de konuştuğunu duymadı. Güneşi sırtlarına alarak ortada Ahzem, atlarını yavaş yavaş sürüyorlardı. Şehrin bir ucundan diğerine gideceklerdi, bununla da kalmayıp tüm ülkeyi baştan sona geçeceklerdi. Bu gerçek bir an ağır ve korkutucu geldi Saye'ye. Babası ile doğduğu adayı terk edip Marseha'ya geldikleri zaman hissettiği dehşeti hatırladı, toprağından koparılıp hiç bilmediği yolculuğa çıkarak neleri tehlikeye attığını düşündü. Menar'ın ötesinde onu neyin beklediğini düşündü.

"Önümüzdeki bu uzun yolculuğu bu derin sessizlikle geçirebileceğimizi hiç sanmıyorum. Dünden beri çok sessizsin Zeir. Merak etme göz açıp kapayana kadar elde ettiklerimizle burada olacağız. Sen resimlerine kavuşacaksın ben de..." Ahzem sözünü tamamlayamadı.

"Sen de?" Zeir, cümlenin devamını merakla bekliyor gibiydi.

"Hiçbir fikrim yok." Ahzem başını gökyüzüne kaldırmıştı, gözleri bir şeyler arıyordu.

"Emin misin?"

"Ne yapacağımı düşünmek için bolca vaktim olacak."

"Ben ondan bahsetmiyordum." Zeir mırıldandı. Sanki mümkünmüş gibi öncekine oranla daha öfkeliydi ateşin. Sanki sessiz kalmasının tek sebebi de bu öfkeyi içinde tutabilmek içindi. Konuşsa tozu dumana katan bir fırtınaya dönüşecekti o yüzden susmayı tercih ediyordu. Ahzem'e kızgın olabilirdi, belki de bu yolculuğa zorla çıkarılmıştı. Ama yine de adamın ne kadar güçlü olduğunu düşündü Saye, bu kadar katı bir öfkeyi içinde bastırabilmesi için sağlam bir iradesi olması gerekiyordu.

Ahzem, Zeir'in sözlerini duymazlıktan geldi. "Sayezen bu kuş senin mi? Deminden beri tepemizde uçuyor." Saye de adamın baktığı yere baktı. Mavi gri renklerde, doğandan daha küçük tanıdık bir kuş tüm güzelliği ile tepelerinde dairler çiziyordu.

"Evet, aladoğanım. Adı Ilgar. Bize büyük yardımları dokunacak."

"Umarım." Ahzem bu habere pek sevinmiş gibi değildi.

Saye cevap vermedi. Tekrardan yolu düşünüyordu. Gerçekten de bir cadı olmasına rağmen hamileliği ile bu yolculuğu atlatabilir miydi? Hiç tanımadığı diğer iki ateşinin arasında öfke dolu bir gerginlik vardı. Kızını ve kendini tehlikeye mi atıyordu? Buradan ayrılarak kocasına ihanet mi ediyordu? Elini karnına koyup içeride bir hareketlilik aradı. Bir destek bekledi ama kızı daha önemli şeylerle meşgul gibiydi.

"Şimdiden pişman olmuş gibisin, endişeli gözüküyorsun," dedi Ahzem. Cadı nasıl ateşinleri okumaya çalışıyorsa onlar da kendi iç güdülerini onun üzerinde konuşturmaya çalışıyor olmalıydılar.

"Bunun için biraz geç kaldım galiba, yol bir an gözümde büyüdü kusura bakma." Bu sefer hiç savunmaya geçmedi, ne hissediyorsa açık açık söyledi.

"Yolu düşünme varacağın yeri düşün, kendini daha iyi hissedersin," diye güzel bir tavsiye de bulundu Ahzem önüne bakarak. Sanki kendisiyle de konuşuyor gibiydi. Saye de öyle yaptı. Daha önce adım atmadığı, dağların ardında umut vadeden, geniş araziyi düşündü. Kızının sonunda belli ettiği ufak kımıldamalarıyla Sahipsiz Topraklar o kadar da sahipsiz gözükmedi.

Continue Reading

You'll Also Like

1M 68.6K 85
Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne yapardınız? Üstelik tüm varlıkların soyu s...
228K 9.9K 52
Güçlü kadın serisi...
3.8M 309K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
42.2K 1.2K 75
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi