YERALTI CEHENNEMİ

Von Mervelien

188K 10.9K 6.3K

"Geceleri geleceğim sana," diye devam etti konuşmaya. "Geceleri seveceğim seni. Beni asla göremeyeceksin." Sa... Mehr

YERALTI CEHENNEMİ
Tanıtım Videosu
1. KADEH
2. RUHAN
3. RUZENİN
4. "KALARATLİ"
5. "LEİLA"
7. "GEÇMİŞ"
8. "JÖRMUNGANDR"
9. "VAROLUŞ"
10. "HİSLER"
11. ''FREYA''
12. ''ZİNCİRLER''
13. ''LİLY''
14. ''POSEIDON"
15. "FENRİR"
16. "KARANLIK"
17. "GÜL TOHUMU"
18. "BAŞLANGIÇ"
19. " GERÇEKLER"
20. "MÜHÜRLÜ RUH"
21. "KAYBOLUŞ"

6. "HELLHEİM"

7.8K 542 381
Von Mervelien

6. BÖLÜM
"HELLHEİM"

Takhisis'e baktığım da korkuyla bana bakıyordu. "Seni öldüreceğim," dedim nefretle. "Bedenini parçalara bölüp Hellhelim'in soğuk zindanların da yılanlarıma ziyafet sunacağım.''

Vücudum da hissettiğim sıcaklık bana güç veriyordu. Karşımda diz çöken yaratıkların arasından geçip Takhisis'e doğru ilerledim. Yan tarafında silik bir şekilde yerde yatan Eylem ve Berfin'in görüntüsüyle bedenim daha fazla yanmaya başladı. Alev alan bedenime şaşırsam da içimde var olan güce engel olamıyordum.

''Bunun bedelini ödeyeceksin,'' dedim kin dolu bir sesle. ''Seni öldüreceğim.''

Takhisis hala olduğu yerde durmuş bana bakmaya devam ediyordu. Alev alan vücuduma baktığım da ellerimi kaldırıp yumruklarımı sıktım. Soluklarım hızlandığı zaman alevler etrafım da yayılmaya başladı. İçimde tuttuğum öfkemi artık kontrol edemiyordum. Gözlerimi kapatıp açtığım da çığlığım kulaklarım da çınladı.

Yerden yükselen bedenim alevlerin arasında kaybolmuştu. Gözlerim Takhisis'i bulduğunda göğsümün ortasından fırlayan alevleri üzerine doğru savurdum.

Çığlığı kulaklarım da yankılandığın da büyük bir haz almıştım. Kendini toparlayıp ayağa kalktığın da  alevleri tekrar onun üzerine savurmuştum. Dizlerinin üzerine çöktü. Acıyla kıvrılan bedenine acımadım. Yaratıkları onun önünde durup salyalarını akıtarak üzerime doğru hırlayarak atlamaya çalıştılar ama alevlerin etraflarını sarıp onları yakmaya başladı.

Takhisis, onların acı çığlığını duyduğun da ismimi haykırdı.

''Hel!!'

Ona baktığım da siyah saçlarını geriye doğru attı. Kızıl rengine dönen saçlarının ardından gözlerinde oluşan koyu halkalar da koyu kımızı rengini aldı. Boynunda yanıp sönen hac işareti yılana dönüşerek boynuna dolandı. Dudakları alayla yukarı doğru kıvrıldı.

''Geçen sefer de aynı cümleyi kurmuştun, fakat ölen taraf sen oldun.''

Üzerime doğru gelmeye başladı. '' Benim kim olduğumu biliyor musun?''

Cevap vermeyince kahkaha atmaya başladı. ''Beni alev saçan vücudunla durdurabileceğini sanıyorsan aptalın tekisin.''

''Kes sesini,'' diye hırladım.

''Ben ateşin kendisiyim Hel. Krynn dünyasının kötülük tanrıçasıyım. En önemlisi de ejderhaların yaratıcısıyım.''

Kaşlarım çatılırken dudaklarından dökülen kelimelerle bedenim yere savruldu.

''Δράκοι του λυκόφωτος'' (Alacakaranlığın Ejderhaları.)

Takhisis'in arkasında beliren beş başlı ejderhaların sesiyle ürkerek geriye doğru emekledim.

''Benim kanım safkanların temsilcisi,'' dedi alaylı bir sesle. ''Sen ise iki aşığın tohumları sonrası doğan bir piçsin.''

Sözleri canımı yaksa da ayağa kalkıp karşısında durdum.

''Dragon,'' dedi karanlık bir sesle. Kırmızı ejderha öne doğru çıktı. Diğer ejderhalar seslerini yükselttiler. Ejderhanın siyah gözleri kırmızıya döndüğü zaman bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım.

''Ona ateşe hükmedenin kim olduğunu göster.''

Üzerime doğru gelen ateşten kaçacak fırsatım yoktu. Dizlerimi kendime doğru çektiğim de bedenimin yanmasını bekledim ancak hiç bir şey olmamıştı. Yumduğum gözlerimi açtığım da Kuday alevi savurmuştu. Elini uzattığını bir süre sonra fark edebilmiştim. Titreyen ellerimi avucuna bıraktım. Kollarının arasına aldığı bedenim gevşemişti.

''Arkadaşlarım,'' dedim titrek bir sesle. ''Onları öldürdü.''

Saçlarımı okşadı. ''Merak etme kimseye bir şey olmadı. Onlar şuan gayet iyi durumdalar.''

Takhisis'in kahkahası yeniden kulaklarım da yankılandı.

''Kurtarıcın gelmiş Hel,'' dedi keskin bir sesle. ''Tıpkı bir zamanlar beni kurtardığı gibi seni de kurtarmaya geldi...''

Söyledikleriyle Kuday ters bir şekilde konuştu. ''Kes sesini Takhisis!''

''Sana zevk bile vermiyordur. Beni özlemedin mi, Kuday. Beraber sabahladığımız zamanları özlemiş olmalısın.''

Duyduklarımla bedenimi saran adama baktım. Bana bakmak yerine keskin gözlerini Takhisis'e dikmişti.

"Seni gebertmem için bu kadar çok çabalamana gerek yok. Seni zaten öldüreceğim. "

''Hel,'' dedi Takhisis bağırarak. ''Beni terk ettiği gibi seni de ölüme sürükledi. Sen acı içinde kıvranırken arkasına bile bakmadı. Aciz bir tanrı gibi seni öldüren adamın kollarında titriyorsun. Gerçek düşmanın kim olduğunu biliyor musun?''

Dilim tutulmuş bir şekilde onların atışmalarını izliyordum. Kuday'ın bakışları bana döndüğün de yüzünde ki pişmanlığı kavrayamamıştım. Düşüncelerimden geçen tek şey zamanında ben ne yaşadım da bu şekilde savruldum.

''Ona gerçeği anlatmamı ister misin, Kuday?''

Takhisis'in alaylı sesini Kuday'ın buz gibi sesi kesti. ''İstersen önce ailesinden başla Takhisis.''

''Yeter,'' diye bağırdım. ''Hafızamdan silmek istiyorum bunları. Hayatımdan defolup gidin!!"

Kuday, kolumu sertçe çektiğin de göğsüne doğru savruldum. Ne olduğunu anlamadan kendimi Demeter'in evinin kumsalın da buldum. Başım dönünce koluna tutundum. Midem bulanınca dizlerimi büküp nefes alıp vermeye başladım. Rüzgar estikçe yavaş yavaş kendime geliyordum. Kara saçlarının arasında damlayan ter damlaları ay ışığının yüzüne vurmasıyla parlıyordu. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan ona doğru ilerleyip burnunun dibine girdim.

''Hel'i sen öldürdün,'' dedim göğsümü parçalara ayıran kelimeler istemsizce dudaklarımdan döküldü.

''Ben...'' dediği sırada Berfin'in sesini duydum.

''Buldum onları.''

Kaşlarım çatılırken Berfin ve Eylem dışında iki erkek de buraya doğru geliyorlardı. Kuday'dan uzaklaştığım da onlara doğru ilerleyip ikisini de kollarımın arasına aldım. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatsa da aldırmadım. İkisi de yaşıyordu benim için önemli olan buydu. Eğer onlara bir şey olsaydı benim de yaşamama gerek yoktu. Dudaklarımı birbirine bastırıp kollarından sıyrıldım.

Eylem, kaşlarını çatmış bana bakıyordu. ''iyi misin?''

Daha sonra arkam da duran Kuday'a baktı. ''Sana zarar falan vermedi değil mi?''

Başımı iki yana salladım. ''Hayır sadece içimden geldi.''

Berfin konuyu kapatmak istediğimi anladığından yanıma gelip kulağıma doğru fısıldadı.

''İşte sana bahsettiğim seksi komşularımız.''

Şaşırarak ona baktığım da Eylem de omuz silkti. İçlerinden sarışın ve mavi gözlü çocuk elini uzattı.

''Merhaba ben Alec.''

Türkçe konuşması beni şaşırtmıştı. Ona cevap vermeyince Berfin popomu cimcik attı. Ses çıkarmamak için dişlerimi birbirine geçirdim. Ters bir şekilde Berfin'e baktım.

''Kocama selam versene lan,'' dedi sadece benim duyabileceğim bir tonda.

Gözlerimi devirip sarışın çocuğun uzattığı eli sıktım.

''Bende Miray.''

Esmer ve ela gözlü olan elini uzatmak yerine başıyla selam verdi.

''Bende Brandon.''

Aynı şekil başımla selam verdim. Berfin, tekrar kulağıma doğru eğildiğinde kaşlarımı çattım. "Yalnız Winx Club da ki Brandon değil ama onun kadar yakışıklı bence. ''

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu kız bazen gerçekten nerede ne konuşacağını bilmiyordu. Kuday'a döndüğüm de onun da dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Onu duymuştu. Eylem araya girdiğin de bakışlarımı ondan çektim.

''Sanırım tanıştınız.''

''Hayır henüz tanışmadık,'' dedi araya girerek.

Ben hala olayı kavrayamamıştım. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. Elini uzattığın da öylece durup ona baktım.

''Savaş,'' dedi düz bir sesle.

Uzattığı eli tutmak yerine onları es geçip Demeter'i bulmak için yanlarından ayrıldım. Hala az önce yaşadığım sahnenin şokunu atamamıştım. İleri de duran eve baktığım da başımı iki yana salladım. Bu saçmalığın hemen bitmesi için kütüphanenin olduğu yere geldim ve kapıyı açıp içeri girdim. Demeter, kapının açılma sesini duymamazlıktan gelip okuduğu kitaba devam ediyordu.

''Buna inanabiliyor musun?''

Gözlüklerinin arasından bana bakıp tekrar kitabına döndü. Oflayarak yanına geldim.

''Takhisis ve beş başlı ejderhasıyla karşı karşıya geldim. En yakın arkadaşlarımın öldüğünü gördüm. Daha sonra vücudumun her yerinden alevler çıktı. Takhisis ve Kuday'ın bir ilişkisi olduğunu da öğrendim. En komiği ise Kuday diye tanıdığımız tanrı az önce sizin yan eve taşınmış. Kendini de Savaş diye tanıttı. Türk bir isimle. Buna inanabiliyor musun, sence kafayı sıyırmam normal değil mi?''

Demeter, gülmeye başladığın da şaşkın bir şekilde ona bakıyordum. ''Neden gülüyorsun Allah aşkına,'' dedim sakince. ''Ben burada kafayı sıyıracağım.''

''Seni korumak için dünyaya ayak basması çok romantik,'' dedi gülümseyerek. ''Belki de artık rüyalar yerine burada olması daha iyi olur.''

''Bana Hel ve onun ilişkisini anlatmıştım. Hel'i öldüren kişi Kuday değil mi?''

Gülüşü soldu ve durup bana baktı. ''Gizli bir ölümün altında yatan sebebi bilemezsin."

''Kimseye güvenemem,'' dedim düz bir sesle. ''Önce geçmişim de ne olduğunu bulmak zorundayım.''

''Ona sor. Tüm doğru cevaplar onda.''

Gözlerimi kaçırdığım da konuşmasına devam ediyordu. "İstemesen bile bencil bir kız olman gerekecek. Bugüne kadar cesur biri değilsen bile artık olacaksın. Her yaşadığım olaya sessiz kalmayacaksın. Çığrından çıkmış fırtınanın içinde direnen, yaralı bir martı gibi kurtulmak ve ölmek arasında gidip gelmeyeceksin."

Ayağa kalktığın da yanıma gelip ellerimi tuttu. ''Ondan duyacağın gerçeklerden korkuyorsun ama o gerçekler seni ruhuna kavuşturacak. Bu yüzden kanatlarımı kurutup yeniden uçamayı deneyeceksin."

''Korkmuyorum,'' diye fısıldadım. ''Ondan duyacağım gerçeklerden korkmuyorum.''

''Bundan emin misin?''

''Bana yalan söylemeyeceğinin garantisini veremeyiz. Bu yüzden kendim öğreneceğim. Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum ama bir şeyi istiyorsam o istediğim şey olana kadar devam edeceğim.''

Cevap vermeyince konuyu değiştirdim. ''Takhisis ve Izanami arasında ne tür bir bağ var?''

''Onunla karşılaştığına göre ruhunu ondan almış olmalı.''

''Neden bahsettiğini anlamıyorum.''

Arkasını dönüp kitaplıktan bir kitap çıkarıp sayfaları karıştırdı. Sayfayı bulduğun da gülümsedi. Koltuğa oturduğun da yanına geçtim.

''Takhisis ve Izanami aslında aynı kişi. Bunu ilk başta anlamamıştım ama bana bugün Takhisis ile karşılaştığını söyleyince daha iyi kavradım. Yıllar önce iki tanrı arasında bir anlaşma imzalandı. Izanami öldüğü zaman bedeni ve ruhu Takhisis' ait olacaktı. ''

Kafam karışmıştı. ''Bunu baştan anlatırsan sevineceğim. Hiç bir şey anlamadım.''

''Şimdi beni iyice dinlemen gerekiyor. Bundan sonra karşına sadece Takhisis çıkacak ama sandığından daha güçlü bir şekilde. Bunun sebebi Izanami ona güçlerini vermiş olması.''

Başımı usulca salladığım da elinde ki kitabın sayfasını çevirdi. ''Izanami, gökyüzü ile yeryüzünün  ayrışmasından sonra ortaya çıkan kardeş tanrıların sekizincisi. Sonuncu olduğu için aslında zayıf halka gibi göründü. Annesi melekler kadar iyi ve mükemmelken o tam tersi içinde ufacık bir iyilik bile bulunmazdı. Bu yüzden yaptığı kötülükler yüzünden cezalandırıldı. Takhisis, Izanami ile dost olmasının sebebi sadece ölülerle kurduğu ilişkiden arınabilmek için; denize girerek yıkandığı sırada birçok tanrı ortaya çıkardığı içindi. Takhisis, ölmüştü ama Izanami sayesinde tekrar yaşama döndü. Izanami bir ölüyle ilişkiye girerek Takhisis'i yeniden doğurdu. Izanami ona hayranlık besliyordu. Onun gibi karanlığa hükmetmek için her şeyini yapardı. Takhisis bunu bildiğinden asla kendini ondan geri çekmedi. En son Izanami yerinde durmayınca güçlerini alarak onu kendi denizinde boğarak öldürdü. Bunu duyan Zeus Takhisis'i sana gönderdi. Aslında sen Takhisis'i zindanlarında acı çektireceğin yerde Izanami'ye çektiriyordun. Takhisis, onun ruhuna sahip olduğundan güç toplamak için yıllardır ejderhalarıyla uyuyordu. ''

Sözünü kestim. ''Nasıl yani Helheim de acı çeken kişi Izanami olduğunu kimse anlayamadı mı?''

''Hayır anlayamadı. Bunun nedeni Izanami kendi denizin de ölmesiydi. Takhisis ise bunu avantaja çevirip ortadan kayboldu.''

''Ben şimdi kiminle savaşıyorum.''

''İki ruhla birden savaşıyorsun,'' dedi sıkıntılı bir sesle. ''İki ölümcül ruhla.''

''Öleceğim,'' dedim korkarak. ''Daha kiminle savaştığımı bilmeden öleceğim.''

''Bu kadar korkak olma,'' dedi sertçe. ''Kim olduğunu unutuyorsun. Sen Yeraltının Kraliçesi Hel'sin. Dokuz diyarın sahiplerinden birisin. Takhisis ve Izanami'nin gibilerine diz çöktüren bir kraliçe hemde...''

Derin bir nefes alarak başımı koltuğa yasladım. Başım düşünmekten çatlamak üzereydi. Öğrendiğim her bilgiyi zihnime kazıdım.

''Zor olduğunu hissedebiliyorum,'' dedi üzgün bir sesle. ''Ama bir yerden başlaman gerekiyor. Güçlerin hakkında hiçbir fikrin yok. Ben eskisi gibi genç değilim yoksa güçlerin konusunda sana ders verebilirdim. Bunu onun yapması lazım.''

Kimden bahsettiğini biliyordum. Gözlerimi açıp Demeter'in mavi gözlerine baktım.

''Nasıl hissettiğimi tahmin bile edemezsin,'' dedim düz bir sesle. ''Bu karmaşanın içinde kimlerle savaştığımı bilmeden boğuşuyordum. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki zifiri karanlığın içinde benliğimi kaybettiğimi bile sanmıştım. Yaşanan olaylar hayal gücümün bile üstünde. Yine de teşekkür ederim. En azından deli olmadığımı senin sayende anlıyorum. Ondan uzaklaşmak istesem de sanırım bu imkansız. Bu yüzden ondan yardım alacağım.''

''Senin için en iyisini diliyorum kızım...''

''Teşekkür ederim.''

Son kullandığı kelime içimi ısıtmıştı. Ayağa kalkıp kütüphaneden çıktım. Kumsala doğru gittiğim de kızlar orada yoktu. Odanın ışıklarının yandığını fark ettiğim de eve geçtiklerini anlamıştım. Kollarımı birbirine dolayıp denizi izledim. Adıö seslerini duyduğum da başımı çevirip gelen kişiye baktım. Yan tarafımda durduğun da az önce benim baktığım gibi denize bakmaya başladı.

''Savaş,'' dedim alayla. ''Tam sana yakışan bir isim bulmuşsun.''

Yandan ters bir şekilde bana baktı. ''Sana uyum sağlıyorum.''

''Bana hiç bir şekilde uyum sağlayamazsın,'' dedim ters bir şekilde.

''Tartışmaktan sıkıldım,'' dedi net bir sesle. ''Konuşmamız gereken konular var.''

Yere oturduğun da öylece ayakta durup ona baktım. Başını kaldırıp bana baktı. Gözlerimi ondan çekmedim. Sinir bozucu gözüksem de umurum da değildi.

''Senin yüzünden günlerce uyuyamadım. Bu yüzden rahat bir uyku çekmek istiyorum. Artık burada olduğuna göre rüyalarıma girip dengemi bozmazsın.''

Zindan karası gözlerini yüzümden çekmedi. Omuz silkip ondan uzaklaşmak için adım attım ama bileğimden tutarak buna engel oldu.

''Konuşacağız,'' dedi sertçe. ''Susup beni dinleyeceksin.''

Kolumu çekmek istediğim de bırakmayıp bu sefer daha sert çekti. Kucağına düştüğüm de belimden tutup kendine çevirdi. Kara saçlarının arasında gizlenen zindan karası gözleri, gözlerime zincirlerini geçirdi. Elini kaldırıp yanağımı okşadı. Ona yapma diyemeyecek kadar güçsüzleşmiştim.

''Bana büyü yapıyorsun,'' diye fısıldadım.

Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. ''Bedenin beni istiyor,'' dedi boğuk bir sesle. ''Tüm hücrelerin bana ait olmak için çığlık çığlığa bağırıyor. Onları duyabiliyor musun?''

''Duyuyorum,'' dedim soğuk bir sesle. ''Seni öldürmem için çığlık çığlığa nefretle haykırıyorlar.''

Gözlerinde ki sıcaklığın yerini soğukluk aldı. ''O günü asla unutmayacaksın değil mi?''

Kaşlarımı çattım. ''Hangi günden bahsettiğini bilmiyorum ama sana nefretimi eğer o gün kazandıysan. İçimde hala o güne ait nefret kol geziyor ve gidecek gibi değil.''

Gözlerini yumup açtı. Sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu. Çenemden tutup alnını alnıma yasladı. Dudaklarıma doğru fısıldadı.

''Nefretini sonuna kadar hak ettim.''

Dudaklarından dökülen cümlelerle üzerinden kalktım. Dizlerime yapışan kum tanelerini temizlediğim sırada o da ayağa kalktı. Başımı kaldırıp ona baktım.

''Arkadaşların da senin gibi mi?''

Gözlerini devirdi. ''Onlarda bizim gibi.''

Parmağımı ona doğru salladım. ''O zaman onlara pençelerini arkadaşlarımdan çekmelerini söyle. Onları bu aptal duruma asla düşürmeyeceğim.''

''Aslında tam tersi olacak. Arkadaşlarının pençelerini benim arkadaşlarımın üzerinden çekmen gerek. Berfin, Alec'in üstüne atlamak için dünden hazır.''

Siktir!!! Koca avcısı Berfin. Yakışıklı erkek gördüğün de kendinden bu kadar geçmenin cezasını sana büyük bir mutlulukla vereceğim.

''Berfin sıcak kanlı bir insandır. Onun kurduğu çoğu cümleyi dikkate alma. Eğlencesine söylüyor. Yoksa vampir arkadaşın Alec'den etkilenmesi imkansız.''

Öyle etkilenmişti ki eve gittiğin de sabaha kadar ondan bahsedeceğine emindim ama bunu Kuday'ın bilmesine gerek yok.

Yüzünde muzip bir ifade belirdi. Onun da buna inanmadığı belliydi. Konuyu değiştirmek istedim.

''Onlar nerenin kralları,'' diyerek dalga geçtim.

Benim alaylı sesimi aldırmadan düz ve ciddi bir sesle yanıt verdi. ''İkisi de en iyi şekilde yetiştirilmiş savaşçılar.''

''Güçlerinin olup olmadığını merak ediyorum.''

''Alec için en güçlü büyücüler tarafından kılıç ve kalkan yapıldı. Akıllı olan biri onunla savaşmak istemez. Brandon içinde kılıç yapıldı ama ona ait bir özellik var. Savaştığı kişi onun gözlerinin içine baktığında karşı tarafın bilincini yönetebiliyor.''

Brandon'a şaşırsam da başka soru sormak istemedim. Eve doğru ilerlediğim de bu sefer beni durdurmadı. Bakışlarını üzerimde olduğunu hissediyordum. Eve girdiğim de sessiz bir şekilde odaya çıktım. Kızlardan ses çıkmadığına sevinmiştim. Üzerimi değiştirip uyumak istiyordum. Öncelikle telefonumdan teyzemin mesajlarına yanıt verdikten sonra saten gri geceliğimi üzerime geçirip yatağa girdim.

Vücudum o kadar çok gerilmişti ki uyumam neredeyse imkansızdı. Yatakta dönüp dolaşıyordum. Sonunda dayanamayıp oflayarak yataktan çıktım. Pencereye yaklaştığım da yan evin en üst katında ki odanın ışığı yanıyordu. Pencerede ki hareketliliği fark ettiğim de içeri girmek yerine orayı izledim.

''Uyuyamıyor musun?''

Sesini duyduğum da irkildim. Cevap vermek yerine pencereden bakmaya devam ettim.

''Yatağa geç ve uyu. Kimsenin sana zarar vermesine izin vermeyeceğim.''

''Kimseden korkmuyorum,'' dedim ters bir şekilde. ''Sadece uyku tutmadı.''

Gülüşü kulaklarım da yankılandı. ''Yatağa geç ve uyu güzelim. Hemen yanı başında seni koruyacağım.''

Güzelim kelimesine kaşlarımı çatsam da bir şey söylemedim. Perdeyi çekmeden yatağa geçtim. Çarşafı üzerime çektiğim de sesi tekrar kulaklarım da yankılandı. ''Çok güzelsin.''

"Bal rengi gözlerin o kadar derin bakıyordu ki adeta, Stiks (Cehennem) nehri gibi. Sana baktıkça nehrin içinde yüzüyor gibi hissediyordum... Stiks nehri, yeryüzünde yenilmezliğe kavuşmanın yollarından biridir seni ölümsüz kılmaz fakat, seni yenilmez birine dönüştürür vücudundan bir zırh yaratır adeta. Sende bunu bana yapıyorsun. bana sonsuz güç veriyorsun ama sonunda ölümsüzlüğün olmadığını ve Aşil'imin (zayıf noktamın) beni bir gün yok edeceğini hissediyorum."

Boğuk bir sesle devam etti. ''Bana yasak olan bir güzelliğin var ve ben bu yasağı umursamayacak kadar kötü bir adamım.''

Tuttuğum çarşafı sıkı bir şekilde kavradım. ''Kötü bir adam olduğunu bu kadar çok vurgu yapmana gerek yok.''

Göğsüm seni her gördüğün de yeterince kötü biri olduğun için bana acı çektiriyor.

''Bana sunulan kaderin çizdiği yolda yürüdüm,'' dedi soğuk bir sesle. '' Pes etmek istemediğim her anımda yeniden ayağa kalkmak zorunda bırakıldım. Ruhuma güçlü olması gerektiğini haykırsam bile bedenim benim için çizilmiş olan yol karşısında itaatkar davranıyordu. Bu konuda ne yapabilirdim ki?"

Derin bir nefes alıp sözlerine devam etti. "Benim içilen çizilen bu yolda umutsuzca yürümek zorunda bırakılmışken ölümsüzler yaşanan bütün bu olayları sessizce izliyor, kaybettikleri bu savaşı başkasının kazanıp kazanmayacağını merak içinde beklerken iyi biri olmamı beklemek aptallık olurdu.''

Yanağımda sıcaklığını hissettiğim de irkilsem de belli etmedim. ''Bu yüzden nereye gittiğini sorgulamıyor ya da umursamıyorum. Artık istediğimi yapmakta özgür kıldım kendimi. Kaçmak istediğim bu bedeni eğitmek için daha istekli ve acımasız bir olup çıktım. Önümde kim varsa ezip geçtim. Kaybettiğim tek bir savaş bile olmadı.''

''Her zaman kazandın mı?''

Bir süre sessiz kaldı. Daha sonra soğuk sesini yeniden duydum ''Bir kere kaybettim. Ruhumu da bedenimden ayırıp geride bıraktığım zaman kaybettim. Bana karşı olan bu savaşta bütün cepheler birer birer düştü ve hepsinin kırmızıya boyanması benim güçsüz olmamın birer eseriydi. Eserimin arkamdan attığı çığlıklara, sessiz gözyaşlarına aldırmadan oradan imzamı atarak uzaklaştım. Artık yeni bir ben ve yeni bir ruh vardı. Arkamda bıraktığım ruhun zincileri boynuma dolandığından nefes alamıyordum. Tutunacak bir dal aradım ama zincirler birer birer kopmaya başladı. Sadece çaresiz ve yalnızdılar, fakat ikisi de özgürdü. Onlar özgür kaldığı zaman üzerime geçmişleri yıkıldı. İşte o zaman o savaşı kazandığımı zannederken aslında kaybettiğimi anlamıştım.''

''Kaybettiğin savaş hangi savaştı?"

Sorunun cevabını bilmem rağmen ondan duymak istemiştim.

Dudakları hareket ettiği zaman cehennem örtülmüştü gizli bir mahşerin en karanlık vuslatını yolluyordu ruhuma. Bir müebbetin firarı gibi korku cinayetleri işliyordu sıcak nefesi. Kalbim de bana ait olmayan bir hissin varlığı kol geziyordu.

''Kazandığım aynı zaman da kaybettiğim savaşım sendin...''

Zindan karası gözlerinin içine baktığım da hava da dağılan gölgesi yok olmuştu. Ona soracağım sorular ise düşüncelerim de takılı kalmıştı. Oflayarak başımı yastığa gömdüm.

"Uyu," diye fısıldadı. "Yanındayım."

"Yanımda olduğunu devamlı hatırlatmana gerek yok. Burada olduğunu hissediyorum."

"Demek öyle," dedi gülerek. "Biraz daha hissetmeni sağlamamı ister misin?"

"Bana yaklaşırsan seni öldürürüm."

"Bu cümleyi bir daha kurma," dedi sertçe. "Sinirlerim bozuyor."

"Neden," dedim yalandan bir merakla. "Öldürmek senin işin değil mi?"

"Kes," diye hırladı. "Aptal aptal konuşup sinirlerimi bozma ve uyu."

"Sinirlerini ben bozmuyorum. Bildiğin gerçekler senin sinirlerini bozuyor."

Cevap vermeyince onu takmadım ve çarşafı sıkıca kavradım. Ortam sessizleşince onunla ilgili düşüncelerimi şimdilik susturdum. Tekrar bir rüyanın içinde kaybolmak istemiyordum ama yorgunluğum ağır bastığından gözlerimi yumdum.

Korkarak gözlerimi açtığım da dizlerinin üzerine çökmüş bir adamı fark ettim. Saçları yoktu. Kel kafasın da kırmızı bir boya vardır. Kulakların da ise zincirden küpeler vardı.

"Hellheim diyarına hoş geldiniz Kraliçem," dedi kalın bir sesle. "Uzun zamandır sizi bekliyoruz."

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Kendime geldiğim de uzandığım yerden ayağa kalktım. Karşımda ki adam hala dizlerinin üzerinde kafası aşağıya eğikti. Ne yapacağımı bilmiyordum. Bu yüzden içgüdülerime uyarak hareket ettim.

"Ayağa kalk."

Adam kılıcını yerde alıp karşım da dik bir şekilde durdu. Yüzünün yan tarafların da dövme vardı. Gözleri tıpkı gökyüzü mavisiydi. İçim de oluşan sıcaklığa anlam veremedim.

"Bana kendini tanıtabilir misin?"

Karşımda iki metre büyüklüğün de ki adam söylediklerime şaşırmıştı. Kaşları istemsizce çatıldı ve daha sonra kılıcını çıkarıp üzerime doğru yürüdü.

"Sen kimsin," diye gürledi. "Kraliçemiz nerede?"

Ayağım takıldığın da yere düştüm. Kılıcı yanıma sapladığın da oturduğum buz çatladı. Korku dolu gözlerle üzerime eğilen adama baktım.

"Ben Hel'im," dedim kendime söylemekte zorlandığım cümleyi sesli bir şekilde söylemiştim. "Hel'im ama hiçbir şey hatırlamıyorum."

Adam kılıcını çekip kolumdan tuttu. Beni peşinden sürüklerken sesim çıkmıyordu. Etraf karanlık olduğundan tam olarak göremiyordum. Saçlarım rüzgârın esintisiyle yüzüme çarpmaya başladı. Denizin kokusunu aldığım da karanlık olan etraf yavaş yavaş aydınlanmaya başladı. Kolumu tutan adam beni kumların üzerine yavaş bir şekilde bıraktı. Omuzlarımdan tutup ona bakmamı sağladığında gözlerin de gördüğüm mavilik ürpermeme sebep oldu. Bu ürperti korktuğumdan dolayı değildi. Farklı bir histi ama tarif edemeyeceğim kadar da anlamsızdı.

"Umarım gerçekten Hel'sin. Seni öldürmek zorunda kalmak istemem," dedi kararsız bir sesle.

Yutkunduğum da benden uzaklaştı. Ne olduğunu anlamadan etrafım da aynı yüze sahip sekiz kadın çember şeklinde ellerini birleştirerek dönmeye başladılar. Sessizce mırıldandıkları sözleri anlayamıyordum. Daha sonra mırıldandıkları sözleri sesli bir şekilde söylediklerin de başımın sağ tarafına bir ağırı girdi.

Ay uğulduyordu geceye
Ayın altında çığlıklar atıyordu ölü bedenler
Şafak sökmeden karanlığa hükmetmeli kraliçe

Söyle bize...
Gece ve gündüzün prensesi
Karanlığın efendisi
Yeraltının Kraliçesi

Karanlıklar ülkesin de derin uykudan uyuyana güzeller güzeli Hel, derin zindanların buz kesmiş puslu varlığıyla karanlığa hükmeden kraliçemiz. Omzunda ki simgeleşen yılanlarını göster bize.

Yeraltının varlığını bize hissettir.

Göster bize varlığını..

Hissettir bize pusulu gecenin aydınlığında var olan bedenini...

Ateş ve buza hükmettiğin gibi bize de hükmet
Savur ruhlarımızı aydınlığın ve karanlığın kraliçesi.

Yaşayan ve yaşamayanların son nefesi ol, nefesimiz ol Hel.

"Söyle bize," diye fısıldadılar. sonra bağırmaya başladılar. "Yeraltının varlığını bize hissettir."

Beynimin içinde yankılanan sözlerle bedenimden yayılan güce engel olamıyordum. Hissettiğim güç ve burada olmanın verdiği hissiyatla birlikte gözlerim açtım. Gördüklerimle istemsizce gülümsedim. Taşların arasında mavi ışıklar oluşmaya başladı. Avucum da yanan ışığın verdiği güçle ayağa kalktım. Karanlık olan buzul mağaraların hepsi aydınlanmaya başladı. Karanlığın yoğun olduğu bölge de ışıklar çoğaldıkça iştihamlı kale görünmeye başladı.

Daha sonra bedenim de bir hareketlilik hissettim. Uzun kumral saçlarım belime kadar uzamıştı. Kumral olan saçlarımın arasında buz mavisi renkler parıldıyordu. Elbisem beyaz rengin de göbeği açıktı. Ellerim saçlarıma gittiğin de buzdan tokayı hissedebiliyordum. Tenim normalden iki ton daha beyazlaşmıştı. Önümde diz çöken iki kişiyi aldırmadan buzdan kayalıkların orasına geçip yüzüme baktım.  Yüzümde değişen hiç bir şey yoktu. Sadece bal rengi gözlerim eskisi gibi soluk değildi.

Arkamı döndüğüm de beni buraya sürükleyen adama doğru ilerledim. Beyaz elbisem rüzgardan savruluyor bacaklarımı ön plana çıkarıyordu.

Diz çökeceği şurada izin vermedim. "Bunu yapmana gerek yok."

"Seni yeniden burada görmekten mutluluk duydum. Seni buraya kadar getirmek istemezdim ama emin olmam gerekiyordu. Senin yerine geçmiş başka biri olsaydı burası için iyi olmazdı."

Yaptığı şeyi umursamadım. Benim için pek önemli değildi. Benim için önemli olan şey burası neresiydi ve ben kiminle konuşuyordum. Bu yüzden daha fazla beklemedim.

"Kimsin," dedim en çok merak ettiğim soruyu sorarak.

Gülümsedi. "Ben sizin koruyucunuz Klantus. Dokuz diyara hükmedilmek için beraber savaştık."

Ağrıyan başımı ovaladım. "Okuduğum mitolojik kitaplardan oldukça farklı bir dünya ile karşı karşıyayım."

Karşımda koruyucum olduğunu söyleyen adam kaşlarını çattı. "Anlayamadım."

"Emin ol hâlâ bende anlamış değilim," dedim sıkıntılı bir sesle. "Sen bile benden daha çok şey biliyorsundur."

"Uzun zamandır sizi bekliyorduk," dedi arkadan beliren uzun siyah saçlı kadın. "Sizi yeniden burada görmenin verdiği rahatlığı anlatamam."

Kadının gri gözlerine takılı kaldım. "Peki, sen kimsin?"

Kadın öne eğilip selam verdi. "Ben Hellheim diyarının yaşlı büyücüsü Amanda."

Genç vücudunu süzdüğümü anladığı zaman elinde ki asayı kaldırıp yere vurdu. Az önce ki görüntüsü yerine uzun ak saçlı bir kadın belirdi. Ona benzeyen tek şey gözlerinin gri oluşuydu. Şaşkınlığımı kenara bırakıp aklıma gelen fikirle ona doğru yürüdüm.

"Hellheim'in büyücüsü olduğunuzu söylediniz. O zaman bana burada neler döndüğünü söyleyebilirsiniz."

Amanda konuşacağı sırada Klantus araya girdi. "Bir büyüye ihtiyacınız yok. Burada yaşanan her şeyi size anlatabilirim."

Klantus'a döndüm. "Dinliyorum."

Eliyle buzdan kaleyi gösterdi. "İsterseniz kalenize geçelim. Orada anlatmam daha doğru olur."

Başımı salladığım da Klantus eliyle mağaranın girişimi gösterdi. Beraber yürüdüğümüz de istemeden geriliyordun ve devamlı arkama bakıyordum. Mağaranın bazı yerleri aydınlık bazı yerleri ise karanlıktı. Arkamız da bizi takip eden Amanda köşe de duran meşaleyi alıp yaktı.

Merdivenlere çıktığımız da arada buz duvarların şeffaflığın da görünen yeni görüntüme bakıyordum. Daha bir kaç gün önce üniversite öğrencisi olarak hayatıma devam ediyordum ama duyduğum sesler yüzünden buralara kadar geldim. Kuday'ın ve Demeter'in varlığı olmasaydı kesinlikle delirdiğime ben bile inanırdım.

Merdivenler sonunda bittiğin de kalenin kapısının önünde durduk. Klantus kapıyı açtığın da gülümsedi.

"Uzun zamandır sizi bekliyorduk."

İçeri adım atmamla göğsüm sıkışmaya başladı. İstemeden olsa acı bir şekilde inleyip duvardan destek aldım. Gözümden akan yaşlarla zihnim bir anda kayboldu. Amanda omzuma dokundu.

"Anıların birazdan zihnini işgal edecek. Biraz acıtacaktır."

Ona soru soracağım sırada boş olan alan da bedenim yerde kanlar içinde yattığını görmemle donup kaldım. Kendime gelip duvardan destek alarak yerde yatan bedenime yaklaştım. Elimi tutan Kuday ağlıyordu. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandığın da arkasında beliren Takhisis omzuna dokundu.

"Bunu çoktan hak etti. Ona acımayı bırak. Şimdi yok etmemiz gereken bir krallık daha var."

Kuday başını göğsümden kaldırdığın da etrafına baktı. Kılıcını da aldıktan sonra Takhisis ile birlikte açılan kara delikten kaçarak kayboldular.

Soluklarım hızlandığın da gözlerimi açıp boş olan odada gözlerimi gezdirdim. Tahtın olduğu tarafa gittiğim de yerde yatan benimin olduğu kısım da durdum.

Arkamda bana bakan Amanda ve Klantus'a döndüm. "Burada öldüm," dedim titrek bir sesle. "Beni burada öldürdüler."

Amanda omzuma dokundu. "Sadece bedenini öldürdüler. Ruhun her zaman yaşadı."

"Bedenim öldükten sonra ruhumun yaşamasının bir anlamı yok," dedim kırgın bir sesle. "İkisi birbirine ait. Biri öldüğün de diğerinin yaşamak için bir anlamı yok."

Klantus öfkeyle sessiz bir şekilde mırıldandı. "O Kuday denen adama güvenmemen gerektiğini söylemiştim."

Onu duyamayacağımı sanıyordu ama duymuştum. Amanda'nın kolunu çekip Klantus'un karşısın da durdum.

"Neden bana bunu yaptı?"

Klantus, gözlerini kaçırdı. "Sana neden bunu yaptığını bilmiyorum."

"Yalan söyleme, dedim keskin bir sesle. "Bana burada yaşanan her şeyi anlat."

Kılıcını köşeye bırakıp yere oturdu. Sırtını da buzdan duvara yaslayıp derin bir nefes aldı. Gözlerimin içine baktığım da onda gördüğüm sevgi ve saygıyı hissedebiliyordum.

Karşısına geçip oturduğum da bir dizini kendine doğru çekti.  "Kuday buraya Zeus tarafından gönderildi. Bunun verdiği merakla onu görmeye gittin. İlk başlar da senden nefret ediyordu ve sen bu nefretin nedenini öğrenmek için her şeyi yapıyordun. Bir keresin de Zeus bunun farkına varıp bir daha onunla görüşmemen gerektiği dile getirip onu en soğuk zindanlarından birine atmanı emir verdi. İlk başta ona karşı çıkmanı anlamamıştım, fakat daha sonra Kuday'a karşı hislerinin yoğunluğunu kavradım. Seni defalarca uyardım bu konuda. Ona ilgin olmasının nedeni seni her seferin de istememesinden kaynaklanıyordu. Zeus'a tekrardan gelelim. Onun emirlerini yapmak zorundaydın. Uymadığın taktirde sözleşme bozulacak ve sen Hellheim'den sürgün edilecektin. Tekrardan tanrılarla birlikte yaşamak seni korkutmuştu. Bu kararla birlikte Kuday'ı soğuk zindanlara atıp yılanlarınla işkence yapmaya başladın. Her gün senin için daha zor oldu. Sonra bir gün daha fazla dayanamayıp onu oradan çıkardın. Yılanlarının ısırdığı bedenini iyileştirip ona bakmaya başladın. Gerisi ise sen ve onun arasında kaldı. Kimseyi içeri almayıp sadece Kuday'la zaman geçirdin. Onunla geçirdiğin bazı günler çok mutlu olurdun, bazı günler sabaha kadar ağlardın. Bunun sebebini hiç bir zaman anlatmadın."

Derin bir nefes alıp yüzüme baktı. Ne zaman aktığını bilmediğim gözyaşlarımı sildim. "Hiç bir şey hatırlamıyorum," dedim zorlukla. "Keşke hatırlıyor olsaydım."

"Bazı şeyleri hatırlamamak senin adına belki de en iyisidir," dedi düz bir sesle.

"Öldüğüm gün," dedim zorlukla. "Tam olarak ne oldu."

Bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra devam etti. "Ben buraya geldiğim de sen Takhisis ile savaşıyordun. Onu öldürmek üzereydin ancak Kuday kalbine kılıcını geçirdi."

Klantus'un son cümlesiyle kalbimin ortasında hissettiğim acıyla dişlerimi sıktım."Seni öyle yerde yatarken gördüğüm de ikisini de öldürmek istedim."

Gözlerim kararmaya başladığın da Amanda yanıma gelip omzuma dokundu. "Bu kadarlık yeter Klantus. Kraliçemiz artık burada bizimle. Her şeyi ona yavaş yavaş anlatırsın."

"Hatta son zamanlar da sana olan sevgisine bile inanmıştım," diyerek sözlerine devam etti. "Onu her yerde aradım. Bulmak için dokuz diyarı da dolaştım ama ona dair hiç bir iz yoktu. Defalarca Zeus'a yalvarıp onun gerçekte kim olduğunu bana söylemesini istedim. Senin intikamını alabilmek için her yolu denedim ama başarılı olamadım. En son Zeus bu çabalarım için senin ruhunu evrende yeniden var edeceğini söyledi. Bize gelmen zamanını alacağını da dile getirdi ama umursamadım. Sonuçta bize gelecektin. Yeniden Hellheim'in kraliçesi olup adalet dağıtacaktın."

Amanda'a iyi olduğuma dair gülümseyip ayağa kalktım. Bir kaç kez sendelesem bile aldırmayıp Klantus'un yanına ilerledim. Elimi omzuna koyduğum da hissettiğim sevgi karşısında gülümsedim.

"Benden hiç bir zaman vazgeçmediğin için teşekkür ederim Klantus."

Ayağa kalkıp bir dizinin üzerine çöküp kılıcını da bana uzattı. "Sen benim kraliçem dışında benim kahramanım oldun. Zeus tarafından haksız yere ömür boyu cezalandıracağım soğuk zindanlarının kapılarını benim için hiç bir zaman açmadın. Haklı olduğuma dair kanıtlar bulana kadar asla durmadın. Benim sana bir can borcum yok. Benim sana hayatım boyunca ödeyemeyeceğim bir can borcum var."

"Klantus," diye fısıldadım. "Bunları hatırlamıyor olmam hissetmediğim anlamına gelmiyor. İçimde sana olan sevgiyi iliklerime kadar hissediyorum."

Neredeyse iki metre büyüklüğünde ki adam ayağa kalkıp gözünden akan gözyaşlarını sildikten sonra eğilerek bana sarıldı.

"Seni özledim," dedi boğuk bir sesle. "Seni gerçekten özledim Hel."

Kollarımı sırtına yaslayıp aynı şekilde sarıldım. Ayrıldığımız da yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamıyordum. Sonra aklıma dank eden şeyle birlikte donup kaldım.

"Ben yine gördüğüm rüyaların içindeyim. Uyandığım da buradan kaybolacağım."

Klantus kaşlarını çattı. "Bu ne demek oluyor."

"Geldiğim yer ve şimdi ki yer arasında dağlar kadar fark var."

İkisi de kaşlarını çattığın da devam ettim. "Sanırım Zeus beni yeniden var ettiğin de hafızamın hepsini silmiş. Aynı zaman da burayla olan köprülerimi de kırmış. Normalde gördüğüm rüyalar Kuday ve Takhisis ile olurdu ama ilk kez buraya geldim. "

"Ne rüyasından bahsediyorsun," dedi Amanda.

"Kuday benimle iletişime geçti. Nasıl oldu bilmiyorum ama beni korumaya başladı. Takhisis bana defalarca ulaşmaya çalıştı."

"Seni korumaya başladı," dedi dişlerinin arasından tıslayarak. "Başından beri onu koruyan seni tam kalbinden vurdu."

Sözleri canımı yakıyordu. "Merak etme Klantus. Ona güvendiğim falan yok."

Amanda yeniden araya girdi. "Takhisis ile yollarını ayırdıkları konusunda haklısın. Aralarında ne geçtiğini bilmiyorum ama Zeus Takhisis'i cezalandırdığın da Kuday için bir ceza vermedi."

Sonra bastonunu alıp o da bizim gibi yere oturdu.

"Aslında Kuday cezasını çoktan kendi elleriyle vermişti."

Klantus, hırladığın da Amanda sopasıyla bacağına vurdu. "Bana boşuna hırlama. Ben sadece gerçekleri konuşuyorum."

"Cezası neydi peki..."

Amanda güldü. "Hiç değişmemişsin. Hâlâ cevabını bildiğin soruları emin olmak için başkalarından duymak istiyorsun."

Omuz silktim. "Huylu huyundan vazgeçmez."

"Ne söylemek istedin," dedi Klantus anlamsız bir sesle.

"Boşver bizim oralardan bir iki havalı laf. Sonra sana öğretirim."

İkisi de güldüğün de tuhaf davranışıma bende gülmeye başladım. İlk kez bir rüyam da bu kadar huzurluydum. Kaçmak ya da korkmak yoktu. Yıllardır olmak istediğim yerim burasıymış gibi hissediyordum. Diğer rüyalar gibi uyanmak istemiyordum. Elimden geldiğince uyumak ve bu rüyanın anılarını yaşamak istiyordum. Amanda'nın sesiyle ona döndüm.

"Onun en büyük cezası sendin..."

Klantus, gerilince istemsizce bende gerildim. Amanda onu takmayarak konuşmaya başladı. "Sana olan nefreti kadar sevgi de içinde barındırıyordu. "

"Nefreti sevgisini öldürdü," dedim sertçe. "Şimdi onu her gördüğüm de içimde olan öfkeye neden hakim olamadığımı anladım."

"Onu artık görebiliyor musun?"

Klantus'un sert sesiyle yutkundum. "Beni korumak için artık yanımda kalacakmış, fakat bugün gördüğüm o sahneden sonra yanımda kalmasını asla istemiyorum."

"Seninle geleceğim."

"Gelip gelemeyeceğini bilmiyorum Klantus. Öyle bir şey olsa bile orası çok farklı bir yer. Değer verdiğim insanlara bunu açıklayamam."

"Hayatın söz konusu," dedi sertçe. "Ne olacağını umursaman gerekiyor. Sana ikinci kez yaşamam için şans verildi. Zeus üçüncü kez sana bu şansı vermeyecektir."

Başım çatlayacak gibi olmaya başladığın da uyanacağımı anlamıştım. "Sanırım gitme zamanım geliyor," dedim zorlukla.

"Buraya yeniden gelebilmek için elimden geleni yapacağım," dedim kendimden emin bir sesle.

"Evime geri döneceğim..."

Gözlerimi açtığım da odaya vuran güneşle birlikte gözlerim yeniden kısmak zorunda kalmıştım. Dizlerimi kendime doğru çekip başımı da dizime yasladım. Burnumdan damlayan sıvıyı hissetmemle başımı kaldırmam bir oldu. Burnuma dokunduğum da kan akıyordu. Elimle akan kanı durdurmaya çalışsam da durmuyordu. Lavaboya hızlıca girip suyu açtım. İyice yıkadıktan sonra peçete ile silmeye başladım.

Başım yeniden dönmeye başladığın da midem bulandı. Kusacağımı anladığım da klozete eğilip içimde ki her şeyi boşalttım. Ayağa kalktığım da ağzımı çalkalayıp dişlerimi de fırçaladıktan sonra üzerimi değiştirip aşağı indim.

Bahçeden sesler gelince oraya ilerledim. Masa da gülüşme sesleri gelince başımı kaldırıp oraya baktım. Kuday ve arkadaşlarını da masa da görünce istemsizce gerildim. Beni fark eden Helen, gülümsedi.

"Uyuyan güzelimiz de uyanmış."

"Merhaba," dedim çatallaşmış sesimle.

"Yüzün solgun görünüyor," dedi Eylem endişeli bir sesle. "İyi misin?"

"İyiyim," dedim gülümseyerek. "Sadece proje ödevim beni biraz zorluyor."

Masaya oturduğumuz da bakışlarını üzerimde hissetsem de o tarafa bakmadım. Masa da bulunan herkes bu gerilimi hissetmişlerdi. Yiğit abi araya girip bizi tanıştırmak istediğin de Eylem araya girerek dün gece tanıştığımızı söyledi.

Bir kaç lokma bir şey yedikten sonra bakışlarımı Demeter'e çevirdim. "Kahvaltıdan sonra kütüphane geçelim mi?"

"Tabi ki," dedi sıcak bir sesle. "Geçen sefer anlattıklarım yarım kalmıştı."

"Buraya tatile mi, geldiniz," dedi Yiğit abi.

Onu cevaplayan Kudaydı. "Evet," dedi mesafeli bir sesle. "Bir süre kafa dinledikten sonra gideceğiz."

Tabağımdan başımı kaldırıp ona baktığım da zindan karası gözleri zaten üzerimdeydi. Ona bakmaya devam ederken kalbim de keskin bir acı hissettim. Elimde ki çatal yere düştüğün de sıkışan kalbimi ovalamaya başladım.

"İyi misin, Miray?"

Helen'in sesiyle ona döndüm. "Kalbim," dedim, daha sonra gözlerimi başımda duran adama çevirdim. "Kalbim de keskin bir acı hissediyorum. Biri hançer batırıp çıkarmış gibi..."

Sözlerimden sonra kalbim de hissettiğim acı daha çok şiddetlendi. Burnumdan damlayan kanı Helen'in sesiyle farkına varmıştım. Demeter, saçlarımı okşamaya başladı. Başımı göğsüne yasladığım da derin derin nefes almam için kulağıma doğru fısıldadı.

"Hastaneye gidelim," dedi Berfin endişeli bir sesle. "Son bir kaç gündür devamlı solgun."

"İyiyim," dedim zorlukla. "Hastaneye gitmemize gerek yok."

"Ne demek gerek yok," dedi sertçe Eylem. "Her zaman böyle sorumsuz olmak zorunda mısın?"

Başımı Demeter'in göğsünden kaldırıp Eylem'e baktım. "Ne zaman sorumsuz davrandım. Daima aptal gibi davranıyormuş hissini bana vermenden bıktım."

Eylem şaşırarak bana baktı. "Sorumsuz bir insan olmak dışında başka bir şey yapmıyorsun. Senin endişelenen insanları geri çeviriyorsun. Her zaman bu böyle oldu. Aileni kaybettiğin zaman sende ölmüş gibi davrandın."

Duyduklarımla şaşıran bu sefer bendim. Berfin araya girip Eylem'i durdurmak istediğin de ona sertçe bağırdı. "Araya girme Berfin! Biri artık Miray'a dur demesi gerekiyor. Şımarık davranışların yüzünden senin için devamlı endişeleniyoruz. Teyzen seni tekrardan hayata döndürmek için her şeyi yaptı. Bu insanları umursamayarak bencilce davranıyorsun. "

"Bencilce," diye mırıldandım. "Bencilce davranıyorum, öyle mi?"

Sertçe ona baktığım da gözlerimden yaşlar akıyordu. Bu zamana kadar kimseye söylemediğim içimde tuttuğum savaşı haykırdım.

"O gece ne olduğunu biliyor musun," dedim sertçe.  "Arabamız alevler içinde yanarken annemin cansız bedenini o arabadan çıkartırken yaşadığım acıyı biliyor musun?"

Gözleri şaşkınlıkla irileşti. "Bu bencil kızın o güçsüz vücuduyla alevlerin içinde anne ve babasının cansız bedenini nasıl çıkarmaya çalıştığını biliyor musun?"

Ellerimi gösterdim. "Annemin açık ama boş gözleri bana bakarken ona seslenmeme rağmen bana cevap vermiyordu. Gözleri açıktı ama bana cevap vermiyordu. Onu ellerimle oradan kurtarmaya çalıştım ama çok küçüktüm ve güçsüzdüm."

Cevap vermeyince göğsüne parmağımla sertçe vurdum. "Bencil bir insan olmak istemedim. Sadece yaşadıklarım benim için çok zordu. Beni anlamanı isterdim ama sanırım yıllarca  bencil olarak görüp teselli etmişsin. Keşke iki yüzlü gibi davranmak yerine bunları bana başında söyleseydin."

"Ben.." dediği sırada onu itip oradan uzaklaştım. Sızlayan kalbimin aldırmadan koşmaya başladım. Evden uzaklaştığım da iskeleye doğru ilerledim. Nefesimi düzene koyduğum da yere oturup hıçkıra hıçkıra ağladım. Arkamda duran varlığını hissediyordum ama dönüp bakmadım.

"Ağlama," dedi sertçe. "Bu dünya da ki insanlar için üzülmene değmiyor."

Gözyaşlarımı silip ayağa kalktım. Alayla onu süzdüm. "Sanırım başkaları tarafından devamlı hayal kırıklığına uğruyorum. Aslında bir döngünün içinde gidip geliyorum."

Gözlerini gözlerimden çekmedi. Üzerime doğru yürüdüğün de kaçmadım. Ayakkabılarımızın ucu birbirine değdiği zaman durdu. "Hayal kırıklığını yaşaman için karşında duran kişinin senin için değerli olması gerekiyor. Eylem'in senin için değerli biri olduğunu anladım."

Yüzüme dağılan saçlarımı kulağımın arkasına götürdü. "Seni hayal kırıklığına uğrattığım için özür dilerim Ruzenin."

"Beni hayal kırıklığına uğratman için hayatım da bir değerin olmalı," dedim acımasızca. "Ama senin benim hayatım da hiçbir değerin yok."

Yutkunduğun da gözleri karardı. "Yalan söylemek sana hiç yakışmıyor."

Sinirlenmemek için kendini tutuyordu. Onu umursamayarak zehirli kelimelerimi tek tek kalbine saplanması için elimden geleni yaptım.

"Seni Helhelim'in soğuk zindanların da işkence ettiğim günleri çabuk unutuyorsun."

Gözleri karardı ve kolumu sertçe tutup göğsüne yasladı. "Sabrımı sınama Hel. Canımı yakmak için aptalca cümleler kurmana gerek yok. Zaten o günden beri yanıyorum."

"Hangi gün," dedim alayla. "Söylesene canın hangi günden beri yanıyor."

Cevap vermeyince sinirlendim. "Sana söylememi ister misin?" Kolumu sertçe çekip onu ittim. " Kalbime sapladığın hançer beni öldürdü. Sonra kalbime hiç saplamamış gibi acı çekme diye beni teselli ediyorsun."

Alayla gülmeye devam ettim. "Bir an Ezel çektiğimizi düşündüm ve arka fonda Tuncel Kurtiz'in herkes öldürür sevdiğini sözlerini duyar gibi olacağım sandım. "

Gözlerini bana çevirmiş sertçe bakmaya devam ediyordu. Onu takmayarak omzuna çarpıp yürümeye başladım. Sinirden titreyen ellerimi birbirine geçirdiğim de omzumdan sertçe tutup kendine çevirdi. Belimden de tutarak kaçmama engel oldu.

"Ne yaptığını sanıyorsun," dedim çekingen bir sesle. "Saçmalamayı bırak ve kollarını üzerimden hemen çek!"

"Çekmeyeceğimi biliyorsun. Hatırlamasan da birazdan olacakları az çok tahmin edebilirsin."

"Hiç bir şey tahmin etmiyorum ve hissetmiyorum."

Kollarında çırpınmaya başladığım da tek eliyle vücudumu sabitleyip diğer elini kaldırıp çenemden tuttu.

"Eğer beni öpersen seni buna pişman ederim."

"Seni öptükten sonra beni öldürmen umrumda bile değil."

Dudaklarıma doğru boğuk bir şekilde fısıldadı. "Uzun zaman oldu. Çok ama çok uzun..."

Dudakları dudaklarıma temas ettiğin yer ayaklarımın altından kaydı. Bir anda yüzümü iki avucunun arasına aldı. Tepki bile veremiyordum. Ruhumu da bedenimi de geceleyin bir denizin dalgalarının kumları sürüklediği gibi savurdu. Akrep ve yelkovan birbirini kovalamaya devam ederken beynimin uyuştuğunu hissediyordum. Kalbim işlevini yitirmiş parça parça kayboluyordum. Elleri yanaklarımdan usulca saçlarıma dokundu. Dudaklarım, dudakları artık hangisi benim ayırt edemiyordum. Ne olduğunu kestiremiyorum. Bir his, bir duygu bilmiyorum. Sadece bütün gücünü veriyor gibi hissediyorum. Yaklaşıyor, dayanamıyorum. Bitiriyor, bitiyorum. Meçhul bir boşluktaydım.

Dudaklarını dudaklarımdan çekmedi. Sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu.

"Kaburgalarından var ettiğin Adem Havva'ya kavuştu," dedi boğuk bir sesle. "Bundan sonra bir daha asla kimse kaburgalarımızı bizden alamayacak."

BÖLÜM SONU.

INSTAGRAM: Mervelien

VOTE VE YORUM YAPMAYI LÜTFEN UNUTMAYIN!!💕

SEVİLİYORSUNUZ.

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

36K 463 24
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...
72.1K 3.9K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
917K 20.8K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
76.4K 2.3K 82
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi