Aynadaki Kan

By krasimiraa

162K 9.6K 17.2K

2020 Watty Ödülleri Tarihi Kurgu Kazananı Tarih #1 (19.09.2020) Hiç kimse yaşattığını yaşamadan ölmezmiş. Geç... More

Giriş
Ülkeler ve Şehirler
1. Kısım: Aynadaki Kan
1. İnci ve Safir
2. Limon Şerbeti
3. Av Sonrası Ziyaret
4. Ateş Bacayı Sarmış
5. Hayaller
6. Sıradan Bir Hatun Değilim
7. Gök Gözlü Gelinim
8. Saray Oyunları
9. Kıyametin İlk Kıvılcımı
10. Savaşçının Kanı
11. Yeni Bir Yol
12. Toparlanmak
13. Yerini Bildirmek
14. Kim Olmak İstiyorum
15. Olmak İstediğim Han
16. Daimi Zadesen
17. Hasbihaller ve İstişareler
18. İncelen İp
19. Birinci Artena Seferi
20. Korsan Müsveddesi
⚜️Aspargon Kızları⚜️
21. Kanımızdan Gelen Darbe
22. Denizden Gelen
23. Kendine Özel
24. Düşteki Düşüş
25. Omena'nın Alameti
26. Kaderin Keskin Yüzü
27. Seni Kaybettim
28. Bedel
29. Yedi Gün
31. Izdırap
32. Acılar ve Kararlar
33. Bazı Dostlar ve Eski Meseleler
34. Ölümcül Tutku
⚜️İki Yol⚜️
35. Omena'nın Kızı ve Quadre'nin Oğlu
36. Doğum Bir Mucize
37. Ölüm Kader mi Yoksa Lanet mi?
38. Eylemler ve Sonuçlar
⚜️Düş ya da Yüksel⚜️
🏆2020 Watty Ödülleri Kazananı🏆
🔆İnanç🔆
⚔️Asperan Hanedanlığı Tarihi⚔️
2. Kısım: Yakuttaki Kan
2.1. Karşılama
2.2. Haber
2.3. Endişe
2.4. Zehirli Sözler
2.5. Tehlikeli Dans
2.6. Kan Tadı
2.7. Sedef Sandık
2.8. Merhem ve Kabus
2.9. İz Peşinde
2.10. Yemin
2.11. Eksik Parça
2.12. Tatsız Meseleler
⚜️Prens, Prenses ve Grandüşes⚜️
2.13. Gerginlik ve Yorgunluk
2.14. İşkızdan Zadesene
2.15. Zambak ve Kılıç
2.16. İhanet
2.17. Han ve Hanım
2.18. Hediye
2.19. Benim Devrim
2.20. Basamaklar
2.21. Hatırlatma
2.22. Bazı Yalanlar
2.23. Dert ve Derman
⚜️Sadakat Neydi?⚜️
2.24. Aslan ve Kaplan
2.25. Uyarılar ve İşaretler
2.26. Küçük Adımlar
2.27. Bir Takım Kararlar
2.28. Hanedan Kanı
⚜️Yüksel ve Yönet⚜️
2.29. Tesadüf
2.30. Sıkıntılar
2.31. Atlar ve Filler
2.32. Görüşmeler ve Kararlar
2.33. Kaybeden Hanım
2.34. Yedek Hanzade
⚜️İtiraf, Hakikat ve Tertip⚜️
2.35. Perdenin Arkası
2.36. Karanlığın En Dibi
2.37. Değişim
2.38. Aşka Şans Vermek
⚜️Hüküm ve Sınanma⚜️
2.39. İntikam Uğruna
2.40. Dönüş
2.41. Meydan Okuma
2.42. Kukla Ustası
2.43. Maskeler
⚠️ÖNEMLİ: Bölümler Neden Geç Geliyor?⚠️
3. Kısım: Safirdeki Kan
3.1. Aspargon Gardiyanı
3.2. Sargunlu Cadı
3.3. İhtiyatlı Hükümdar
3.4. Hanedan Yılanı
3.5. Doğunun Küçük Hanı
3.6. Adil Olamayan
3.7. Gecikmiş Ferman
3.8. Savaşa Doğru
3.9. Onur Meselesi (YENİ BÖLÜM)
Biraz Dertleşelim mi 😕

30. Deniz ve Yıldız

1.3K 100 117
By krasimiraa

1413 Senesi - Kış Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı ve daha başka şehirler...

Gökben Hatun

Daha az önce Korkut'tan kaçmaya çalışıyordum, şimdi ise ona teslim olmuş Suna'dan olabildiğince uzağa gitmeye razıydım. Elini belime dolamış beni yönlendiriyordu. Mutfağa girdiğimizde sinirlerim boşaldı ve ağlamaya başladım. Tekrar buraya hapsolma hissi bedenimi ele geçirmişti. Kaçmam lazımdı. İllio beni bekliyordu. Bir şekilde gitmem lazımdı.

"A-aaa hanzadem, Ulu'nun kutlu eli aşkına."dedi aşçıbaşı beni görünce.

"Aliş Ağa dışarı çık. Boşaltın mutfağı."dedi Korkut sertçe. Herkesi çıkardı. Kapıları kapattı. Bulduğum taburelerden birine oturdum. Başarısız olma korkusu kalbimi yakıyordu. Başaramazsam, kaçamazsam diye düşünmek mideme sancı girmesine sebep oluyordu.

"Gitmem lazım. Benim gitmem lazım."diyordum hıçkırıklarımın arasında. "Korkut lütfen bırak gideyim. Burada yapamam ben. Buraya ait değilim." Karşıma geldi. Dizlerinin üstüne çöktü. Ellerimi tutup yüzümden indirdi.

"Ağlama."dedi usulca.

"Beni biraz olsun sevdiysen izin ver gideyim." Ellerini yüzüme götürdü. Gözlerimdeki yaşları sildi.

"Nereye gideceksin? Ne yapacaksın?" Biraz derin nefes alıp kendimi sakinleştirdim.

"Nereye gideceğimi bilmiyorum. Her yer buradan iyidir." Ona İllio ile buluşacağımı söylemeli miydim? Nasıl tepki verirdi kestiremiyordum. Az önceki tartışmamız o kadar yoğun geçmişti ki Korkut'un öfkesinin sınırlarını tahmin edemiyordum. "Benim bir şekilde meydana çıkmam lazım."

"Altınova çarşısına mı çıkacaksın?" Başımla onayladım. "Çarşıda nereye gideceksin? Suna gittiğini anladığı an peşine düşecektir."

"Biliyorum. Bu nedenle bir an önce çıkmam ve yola koyulmam gerek. Meydanda bir balıkçı varmış. Balıkçı Tereus. O bana yol gösterecek." Derin bir nefes aldı. Bir süre sessizlik çöktü. Bir şey söylemek istiyordu fakat söyleyemiyordu. "Bırak gideyim işte."dedim sabırsızca.

"Gitmene izin vereceğim Gökben. Merak etme. Zorla seni yanımda tutamam." Son cümlesinde sesi kısıldı. "Fakat tek başına bu saraydan çıkman mümkün değil. Ön kapıdan çıksak her türlü haber Suna'ya ulaşır." Biraz durdu. Çenesini kaşıdı. "Seni ben götüreceğim. Başka türlü güvenli bir şekilde gidemezsin."dediğinde şaşkınlığımı atamadım bir süre. Bu ne kadar iyi bir fikirdi ki? İllio ve Korkut karşı karşıya gelmemeliydi. Fakat buradan çıkmam için başka bir yol gelmiyordu aklıma. Elimi kolumu sallayarak çıkamazdım. Hem dışarıda Suna'nın adamlarıyla karşılaşma ihtimalim çok yüksekti.

"Peki o zaman. Bir an önce yola koyulalım."dedim ayağa kalkarak. O da kalktı ve kapıyı açtı.

"Aliş Ağa!"diye seslendi. Tombul, güleç adam koşar adım kapıda göründü.

"Buyur hanzadem."dedi geniş bir gülüşle.

"Ulaş Bey'e haber ver buraya gelsin."

Aliş Ağa paytak yürüyüşüyle uzaklaşırken bana döndü. Ulaş Bey'e ne kadar güvenebilirdik ki? Suna'yla yakınlardı. "Suna'ya haber uçurmayacağından emin misin?"diye sordum.

"Amcam kardeşlerini sever elbet fakat yeğenlerini ayrı sever. Ona güvenebiliriz. Amcam her zaman doğrunun yanındadır." Şüpheyle bakıyordum ona. Onun yokluğunda Toygar'la ayda iki kez yanımıza gelirlerdi. Ben Toygar'la ilgilenirken Suna ve Ulaş Bey bol bol konuşurdu. Suna Yaman'dan daha çok güvenirdi Ulaş Bey'e. Yüzümdeki ifadeyi anlamış olacak ki, "Ona güvenmiyorsan bana güven."dedi donukça.

Ulaş Bey kızgın bir ifadeyle kapıda göründü. Kaçacağımız için kızgın olduğunu düşündüm. "Neler oluyor Korkut? Suna ne yaptı böyle?"

Korkut hızlıca anlattı olanları. Ulaş Bey'in kaşları çatıldı dinlerken. Fakat durumu analiz edecek zaman yoktu. Bu yüzden hemen kaçış planına geçti. Güvendiği adamlarını hazırlamasını ve gizli çıkışın ucunda bizi beklemelerini söyledi. Ulaş Bey başıyla onayladı ve çıkmak için hazırlandı.

Korkut, "Son derece dikkatli ve olabildiğince hızlı ol amca. Handan Suna'nın hiçbir şeyden haberi olmayacak! Sana güveniyorum."

Birlikte çıktık. Koridorun ortasında ayrıldık. Ulaş Bey başka koridora giderken biz ara kapıdan girdik. İçerisi kilere benziyordu. Korkut birkaç eşyanın yerini değiştirip taşların bir kısmıyla oynayınca gizli bir kapı açıldı.

"Ulaş amcamın keşfettiği bir geçit."

Kalbim heyecanla hızlandı. Dışarıya çıkıp İllio'yu görene dek kaçışıma fazla alışmamaya çalışıyordum. Her an Suna bir yerden çıkacak ve önümüzü kesecek gibi hissediyordum. Fakat her adımda özgürlüğe yaklaştığımı düşünmek içimi kıpır kıpır ediyordu. Eğer kaçmayı başarırsam Korkut'un bana yaptığı bu iyiliği hayatım boyunca unutmayacaktım.

Kapıdan geçtik ve uzun bir koridora girdik. Başta aşağı doğru indikçe indik. Sonra uzun bir süre düz devam ettik. Önce sağa kıvrıldık ve hafif yukarı eğimle böyle yürüdük. Sonra sola kıvrıldık. Bu defa eğim arttı. Sona doğru çıkmak iyice zor olmaya başlamıştı. Bir iki kez eteğime bastığım için ayağım kaydı ve Korkut'a çarptım. Fakat sıkıca tuttu beni. Tekrar tırmanmama yardım etti. Sonunda bu dik yokuş bittiğinde dar ama düz bir açıklığa çıktık. Korkut öne geçti ve demir kapağı açtı. Biraz dardı fakat ikimiz de geçmeyi başardık. Dışarıdaydık. Artık kalbim daha da hızlı atıyordu.

Hava buz gibiydi. Fakat içimdeki heyecan bu soğukluğu bastırıyordu. Biraz ileride Ulaş Bey ve birkaç kişi atları üstünde bekliyordu. Bir tane de boş at vardı. Korkut bana döndü. Biraz titrediğimi görünce hemen üstündeki kaftanı çıkardı ve bana uzattı. "Bir süre seni tutar."

"Sen ne olacaksın? Üstün incecik." Umursamadı. Kaftanı giydim. Ata bindi. Elini uzattı ve beni de arkasına oturttu. İlerlemeye başladık. Biz önde diğerleri arkamızdaydı.

Dışarıda birkaç kişi dolanıyordu. Bizi görenler dönüp dönüp bakıyordu. Korkut ve ben oldukça göze batıyorduk. Peşimizden de bir grup atlı geliyordu. Fakat şu an hiçbir şey umurumda değildi. Özgürlüğüme giden yolda beni iki gün sonra unutacak insanların bakışlarını takmaya niyetim yoktu.

Boş sokaklarda bir süre daha gittik. Dükkanlar çoktan kapanmıştı. Çarşıda üç beş kişi vardı sadece. Boş bir tezgahlardan birinin önünde durduk. "Burası. Balıkçı Tereus'un dükkanı bu."dedi Korkut. Dükkanın üstündeki eski mavi boyalı tabelada beyaz yazıyla 'Tereus'un Yeri' yazıyordu.

Attan indik. Korkut da benimle birlikte beklemeye başladı. Ulaş Bey ve adamları etrafımızdaydı. Dikkatle onlara bakıyordum. Burada beklemeyi mi düşünüyorlardı?

"Buradan sonrasını ben hallederim. Beklemenize gerek yok. Her şey için çok teşekkür ederim."dedim Korkut'a. Kaşları çatıldı. Yüzü gerildi.

"Kim alacak seni buradan?"diye sordu mesafeli bir tonla. Bu sorulara ne gerek vardı. Ondan istediğim tek şey beni buraya getirmesiydi. İllio ile karşılaşmasını ve bir tatsızlık çıkmasını istemiyordum.

"Onu merak etme sen."dedim sakince. İstemeden sesim sitemli çıkmıştı. İllio her an burada olurdu. Korkut'un hala gitmiyor oluşu beni germeye başlamıştı. Heyecanım gerginliğime karışıyordu.

"Nasıl merak etmem? Ellerimle aşık olduğum hatunu birine teslim edeceğim!"diye bağırdı. At üstündekiler huzursuzca kıpırdandı. Bu ani çıkışı sesinin sokakta yankılanmasına sebep olmuştu. Bir süre kendini sakinleştirmeye çalıştı. Bağırmadan fakat öfkesini tamamen bastıramadan devam etti, "Kim olduğunu nasıl merak etmem? Seni koruyabileceğinden emin olmam lazım!" Gözleri kor gibi yanıyordu sanki.

"Sana bunu yaşattığım için özür dilerim."demiştim ki yaklaşan at nalı sesleri duyduk. Seslerin geldiği tarafa döndük. İllio üstüne koyu renk bir pelerin giymiş yanında bir arkadaşıyla buraya geliyordu. İşte şimdi olanlar olacaktı. İkisinin karşı karşıya gelmesini istemiyordum. Umarım bir terslik çıkmazdı. Rüyamdaki gibi onun başını almaya kalkarsa? O zaman ben de onu buracıkta öldürürdüm!

Kalbim bu düşüncelerle çarparken Korkut ters ters ona bakıyordu. İllio yaklaşınca yavaşladı. Diğerlerini dikkatle inceleyerek aralarından geçti ve yanımızda durdu. Arkadaşının Milo olduğunu gördüm. İllio atından tek hamlede indi. Korkut'u umursamadan,

"Eldoris'im."dedi şefkatle, bana yaklaştı. Gözleri gözlerimdeyken hafifçe gülümsedim. Onunla gitmeme anlar kalmıştı. Fakat Korkut alayla güldü. İllio ters bir ifadeyle ona döndü.

Korkut, "Bu mu seni alacak kişi?"diye sordu küçümser bir edayla.

"Bir sorun mu var?"diye sordu İllio sertçe. Bir kavga koptu kopacak gibi gerginlik vardı. Diğerleri ikisinin de umurunda değildi. Ulaş Bey atından inip yaklaşmıştı. Korkut eliyle durmasını işaret etmişti. İllio bana döndü. "Seni rahatsız mı ediyor?" Korkut gülmeye başladı.

"Ben mi Gökben'i rahatsız edeceğim?"diye tersledi.

"Korkut, lütfen."dedim kolunu tutarak. O an İllio'nun kaşları havalandı.

"Şu meşhur Korkut sensin demek." Korkut ona doğru bir adım attı.

"Beğenemedin mi?" Ulaş Bey gidişattan hoşlanmadı ve iyice yakına geldi.

İllio ise Korkut'un kılık kıyafetini şöyle bir süzdü. "Ha sen hanzade olan Korkut'sun." Alaycı bir gülüş yerleşti yüzüne. Ne yapmaya çalışıyorlardı?

"Sen de korsan bozuntusu Aquilo olmalısın."

"Beğenemedin mi?"dedi İllio Korkut'u taklit ederek.

İkisi dik dik birbirine bakarken gerilim Korkut'un İllio'ya kafa atmasıyla koptu ve ikisinin yumruk yumruğa yere yuvarlanmasıyla devam etti. Ulaş Bey ve Milo kollarıyla araya girmeye çalıştılarsa da olmadı. Yırtıcı aslanlar gibi birbirlerine girmişlerdi. Diğer adamlar da indi atlarından ayırmak için.

"Durun! Ne yapıyorsunuz? Durun!"diye bağırdım. Hepsi onları ayırmaya çalıştı. Fakat mümkün değildi. İçlerinden birer canavar çıkmıştı. Kıyasıya dövüşüyorlardı. Adamların kollarından kurtulup bir daha birbirlerine girişiyorlardı. Sonunda ikisi de birbirinin yakasına yapıştı. Ulaş Bey'in kolları ikisinin ortasından geçmişti. İki yanlarında adamlar onları bellerinden tutmuş ayırmaya çalışıyordu.

"Korkut! Dur!"dedi Ulaş Bey fakat Korkut'un gözü İllio'dan başka bir şey görmüyordu.

"O kızın başına bir şey gelirse sana yemin olsun kelleni bizzat ben alırım!"dedi Korkut son derece sert bir ses tonuyla.

"Hiç kimse benim yanımdayken ona dokunamaz! Canımı veririm onu vermem!"dedi İllio dişlerinin arasından. Birbirlerini boğacak gibi hırsla bakıyorlardı. Elleri yavaşça gevşedi. İllio bana döndü. "Çıkar o kaftanı."dedi sertçe.

"Kızı daha şimdiden dondurmayı mı düşünüyorsun?"diye sordu Korkut. İllio onu duymazdan geldi.

"O kaftanı çıkar." Atına yürüdü. Eyere astığı çuvaldan siyah bir top kumaş çıkardı. Yaklaşırken kumaşı açtığında bana göre kalın bir pelerin olduğunu gördüm. "O şaşalı şeyle şehirden çıkarken çok dikkat çekersin. Suna bu gece peşine düşecektir. Kaftanın ışıltılı dedikodusunu takip etmeleri yeter seni bulmaları için." Kaftanı çıkardım. Korkut'a uzattım. Yanağının orası kızarmıştı. Moraracak gibiydi. Gözlerinin içine bakarken ne diyeceğimi bilemiyordum.

"Git."dedi Korkut gözlerimin içine bakarken. "Her zaman benim gök gözlüm olarak kalacaksın."diye fısıldadı. Kaftanı aldı. Pelerini üstüme giydim. Başlığı gözlerime kadar çektim. "Ulaş Bey, Altınova'dan güvenle çıktıklarına emin olun. Sınırı geçtikten sonra buraya dönün. Kimse bir şey duymayacak."dedi bir hanzade edasıyla. İllio ters ters ona döndü.

"Gerek yok. Bana ayak bağı olurlar."dedi küçümser bir şekilde.

"Altınova her yanı dağlarla çevrili bir vilayettir. Her dağ arasında senin gibi haydutlar vardır. Hele bu vakitler daha sinsi ve acımasız olurlar. Gökben'i yanında hiçbir güvenlik önlemi almadan göndereceğimi sanıyorsan yanılıyorsun."dedi Korkut kesin bir dille. Bakışlarında artık başka bir şey vardı Korkut'un. Ses tonu farklıydı.

"Hanzade Korkut haklı."dedi Ulaş Bey. "Gecenin bir vakti Altınova'dan ayrılmayı düşünüyorsanız dağ yolları güvenli olmaz."

İllio gözlerini devirdi. Tekrar atına yaklaştı, yay ve içi ok dolu sadak çıkardı. Sadağı boynumdan geçirdi. O da önlemini almıştı.

"Gitmeden önce son bir şey var."dedi İllio. Atın eyerine astığı torbadan beze sarılı bir şey çıkardı. Kaşlarım çatıldı. Uzattığı şeyi aldım. Bez parçalarını açtığımda gördüğüm şey karşısında o kadar duygulandığımı hissetmiştim ki... Gümüş kaplı basit, eski bir ayna duruyordu ellerimde. Suna'nın benim için ödediği bedel buydu. Her defasında hatırlattığı, aklıma yazdığı gümüş kaplı ayna buydu.

"Sen, bunu,"dedim ama konuşamadım.

"Bununla ne yapmak istersin?" Kaşlarım bu defa öfkeyle çatıldı.

"Bana bir hançer ver."dedim hınçla. Anlamadan yüzüme bakmaya başladı. Ve bir parça kağıda ihtiyacım var. Kimseden ses çıkmamıştı. Milo cebinden bir rulo çıkardı. İllio'ya uzattı.

"İstediğin evraklar bunlar."dedi Simir Makos dilinde. İllio omuz silkti.

"Bunlardan bir parça işini görür mü?"diye sordu.

"Görür."dedim ve bir parça kopardım. İllio'nun bana uzattığı yeni hançere bakarken muzipçe gülümsedim. Önceki hançerin Bozok'ta kalması hiç iyi olmamıştı. Elimdeki hançerle diğer elime bir kesik yaparken İllio beni engellemeye çalışsa da artık çok geçti. Avucumda kanım birikmeye başlamıştı. Hançerin ucunu kullanarak kağıda 'artık sana ait değilim' yazdım. Yazmam zor olmuştu fakat yazmıştım. Son olarak baş parmağımı avucumdaki kana değdirip aynaya bastırdım. "Şimdi bunu o kadına gönderebilirsin."dedim İllio'ya bakarak. Gülümsedi.

"Ben de öyle düşünmüştüm."dedi. Aynayı ve notu Milo'ya teslim etti. Boreas'a götürmesini emretti. Atına bindi, beni arkasına aldı. Korkut gözleri puslu fakat duruşu dik bir şekilde bize bakıyordu. Yola koyulduğumuzda gözden kaybolana kadar orada bekledi. Onu göremeyecek hale geldiğimde ellerimi İllio'nun beline daha sıkı doladım. Başımı sırtına yasladım. Yanımızda dört kişilik grupla ilerledik kaderimize. Çok daha özgür hissediyordum kendimi şimdi.

Heyecanlanmaya hala korkuyordum fakat sanki bu defa olmuştu. Bu defa başarmıştık. Altınova'dan olabildiğince uzaklaştığımızda çok daha rahat edecektim. Yine de her katedilen mesafe içimde hınzır bir sevince sebep oluyordu. Suna'nın esaretinden kurtulmanın, kaderimi kendi elime almanın sevinci içimden taşacak gibiydi. Çok daha önemlisi varlığıyla aidiyet duygumu tamamlayan adamla birlikteydim.

Meydandan çıkmamız uzun sürmedi. Merkezden uzaklaştıkça binalar küçüldü ve seyrekleşti. Soğuk hava yüzümüze çarpıyordu. Fakat ben İllio'ya sarılırken üşüdüğümü hissetmiyordum.

Yerleşim yerleri geride kaldı. Sert bir sessizlik çöktü. Her yerin karla kaplı oluşu bu sessizliği daha boğucu hale getiriyordu. Biraz yavaşladık. İllio başını kaldırıp gökyüzüne baktı. "Yarın hava güzel olacak." Ben de kaldırıp baktım.

"Nasıl anladın?"

"Gökyüzü berrak, yıldızlar net. Pus yok."

"Nereye gidiyoruz?"diye sordum. Rahatsızca etrafa baktı. Planını açıklamaya niyeti yoktu. Onların hiçbirine güvenmiyordu. Bu yüzden cevap vermedi.

"Bu yol Hasırova'ya çıkar."dedi Ulaş Bey yanımızdan. İllio koyu gözlerini onunkilere dikti. "Oradan sonra nereye gitmeyi düşünüyorsunuz?"

"Seni ilgilendirmez." Ulaş Bey bir şey demedi. Çok daha sabırlı bir adamdı. İllio ile tartışmayacak kadar olgundu.

"Gökben hatun."diye seslendi bana. Ona döndüm. "Bu yola girmek istediğinden emin misin?" Neden sormuştu bunu? Kendi kararımı veremeyecek birine mi benziyordum? Suna'nın boyunduruğundan çıkıp İllio'nun boyunduruğuna mı girdiğimi düşünüyordu?

"Buraya kadar gelmeme rağmen hala bu sorunun cevabını mı merak ediyorsun Ulaş Bey?"dedim mesafeli bir tonla. "Bizi Suna'ya satmaya mı niyetlisin yoksa?" Kaşları çatıldı.

"Suna doğru olmayan işler yaptı. Ayıca ne olursa olsun benim sadakatim Hanzade Korkut'adır."dedi sertçe. "Daha gençsin."dediğinde gözlerimi devirdim. "Verdiğin karardan pişman olmanı istemem."

"Merak etme, pişman olmam. Asıl kalmam pişman edici bir karar olurdu." Başka bir şey söylemedim. O da sormadı.

Söylemek istediğim çok şey vardı. Fakat susmaya karar verdim. Ulaş Bey benim bir şeyim değildi ve düşüncelerimi ona açıklamak zorunda değildim. Ben bu yola neden girdiğimi biliyordum. Suna'nın zincirleriyle yaşayamazdım. Onun emrindeyken hayatımda hiçbir şey yolunda gitmemişti. Azaptan başka bir şey görmemiştim. Şimdi ise kendi bildiğim yolda ilerleyecektim. Hata yapacaksam kendi kararlarımla yapacaktım.

Kaderimi Suna değil ben çizecektim. Eğer İllio için hissettiklerimi Korkut için hissetseydim kimseyi umursamaz Korkut'a giderdim. İsterlerse bana casus desinler umurumda olmazdı. Fakat olmamıştı işte. Korkut için böyle hissetmemiştim. Kaderimde İllio vardı. Arabamızın önünü kestiklerinde kendimizi savunmak için arabadan fırladığımda kılıcımı sırtına saplamaya çalıştığım bu korsan benim kaderimdi. Sırt sırta çarpıştığım birine aşık olacağımı nereden bilebilirdim ki?

Uzun bir süre daha yola devam ettik sessizce.  Dağlık bölgelerden geçerken herkes dikkat kesilmişti. Kar boğucu bir sessizliğe sebep oluyordu. Dikkatle etrafı tarıyordum. İlk defa her şey sorunsuz gibi hissediyordum. Derken peşimize takılan iki atlı gördüm. "Haydutlar!"dedim korkuyla.

"Hızlanın!"dedi Ulaş Bey.

Hepimiz hızlandık. Dört nala koşuyorduk şimdi. Arkamızdakilere iki kişi daha eklendi. Biri yaklaşmaya başlayınca adamı göğsünden vurdum. Yere düştüğünde diğeri üstünden geçip gitti. Hızlanarak yaklaşıyordu. Bizim arkamızdakiler kılıçlarını çekince haydutlar da aynısını yaptı. Yaklaşmaya çalıştıkça kılıçların şangırtısı artıyordu. Adamlar oldukça iyiydi. Onlardan kurtulmayı başardılar.

Önümüze çok daha kalabalık bir grubun inmesiyle aniden durduk. Arkamızdakiler gitmişti fakat önümüzde en az on beş kişi vardı. Ulaş Bey ve diğerleri iyice bize yaklaştı. Gergin bir andı. Okumu aldığım gibi nişan aldım ve içlerinden birini vurdum. Fakat onların da okçuları vardı. Bizlerden birini vurdular. Hızlı olmaya çalışıyordum. Ulaş Bey ve diğerleri onların üstüne giderken biz de peşlerinden gidiyorduk.

Kısa bir süre içinde hepimiz attan inmiş yerde kılıçlarla çarpışıyorduk. Ulaş Bey öyle acımasızdı ki en az İllio kadar öfkeyle saldırıyordu haydutlara. Ben de nişan imkanı buldukça salıyordum okları parmaklarımın arasından. Zorlu çarpışma bitip ayakta kaldığımızda Ulaş Bey vurulan adamlarının yanına gitti. İkisi fena yaralanmıştı. "Dayanabilecek misiniz?"diye sordu onlara.

"Dayanırız Ulaş Bey."dediler dişlerini sıkarak. Yola devam etme kararı verdik.

"Yaman dövüşçüymüşsün."dedi İllio Ulaş Bey'e.

"Sen de fena değilsin yaşına göre."dedi Ulaş Bey onu inceleyerek. Korkut ve Toygar'ın kılıç ustasıydı Ulaş Bey aynı zamanda.

"Bizde yirmisine gelip de yiğitçe dövüşemeyen erkeğe etek giydirirler." İki erkek kendi arasında güldü.

"Bizde de hareme ağa ederler."dedi Ulaş Bey. İllio daha beter kahkaha attı. Kaşlarım çatılmış bir şekilde ikisine baktım. Erkekler... Düşmanlıkları kesinlikle biz kadınlarınki gibi değildi. Daha yoldayken beni bu kararım için sorgulamıştı. Şimdi ise İllio ile şakalaşıyordu.

Dağ yolunun sonuna gelince yavaşladık. Altınova'nın sınırına gelince durduk. İllio Ulaş Bey'e döndü. "Güzel dövüştü." Ulaş Bey başıyla onayladı.

"Yolunuz açık olsun." İllio yumruk yaptığı elini kalbinin olduğu tarafa iki kez vurdu, işaret ve orta parmağını birleştirip diğer parmaklarını avucuna kapatarak kolunu Ulaş Bey'e doğru uzattı. Ulaş Bey bu selamı kabul ettiğini belli ederek elini yumruk yapıp kalbinin üstüne koydu.

Böylece muhafızlardan ayrıldık. Boş arazilerde ilerliyorduk. Tek tük evler önümüze çıkıyordu. Küçük bir köye gelmiştik. Diğer evlerden en uzak olana yaklaştık. "Geceyi burada geçireceğiz. Biraz dinlenelim. Sabah devam ederiz."dedi İllio. Ev küçücüktü. Terk edilmiş gözüküyordu. Bakımsızdı. İçeri girdim. Buz gibiydi. "Sen otur. Ben etraftan birkaç odun yürüteceğim."

Gözlerimi büyüterek ona döndüm, "Başkasından odun mu çalacaksın?"

"Ben bir korsanım. Unuttun mu?"dedi gülerek ve çıktı. İçerideki eski sedire oturdum. Üzerimdeki pelerine sarıldım sıkıca. İçeriyi inceledim. Ay ışığında görebildiğim kadarıyla burada uzun zamandır kimse yaşamıyor diyebilirdim. Toz kokusu burnumu tıkamaya başlamıştı. Birkaç kez hapşırdım. "İyi yaşa."diyerek kapıda göründü İllio. "Tabii sen alışık değilsindir bu şartlara."

Onun karşısında küçük hanımlık taslamaya hiç niyetim yoktu. Benim için sarayların önemli olmadığını anlamamış mıydı hala? "Umurumda değil. Seninle her şeye varım."dedim kalkarak. Ona sarıldım sıkıca. "Ben bu elbiseleri, o sarayları, o lüksü istemedim İllio. Bana verildi hepsi. Fakat senin dediğin gibi altın kafesteki kuştum ben." Gözlerimi kaldırdım. Gözlerine baktım uzun uzun. "Uçamayacaksam ne işime yarar altınlar, saraylar?" Saçlarımı okşadı.

"Ben sadece pişman olmanı istemem." Başımı iki yana salladım.

"Kalbimi dinledim ben. Pişman olmam."

Şömineye yaklaştı. Odunları içine bıraktı. Çakmak taşlarıyla ateş yaktı.

"Umarım baca açıktır." Bir süre bekledik. Alevin dalgalanmasını izledik. "Açık görünüyor. Sabah gözlerimizi açamazsak mutlu ölmüş oluruz."dedi alayla. Özgürlüğe giden yolda gelen ölüm... Güzel olabilirdi.

Ateş güçlenince şömineye yaklaştım. Ellerimi uzattım. İllio etraftan topladığı minderleri şöminenin önüne dizmeye başladı. "Buyurun prenses."

"Deme, öyle bir şey deme lütfen. Adımı söyle sadece."diyerek oturdum. Yanıma geldi. Kolunu omzuma attı. Elini her hattımı inceler gibi yavaşça belime indirdi. Kalbim heyecanla atarken ateşi izliyordum. Derim bir iç çektim.

"Eldoris."diye fısıldadı. Bana taktığı isme itirazım yoktu. Beni en iyi anlatan isim buydu. "Biraz uyu." Başımı omzuna yasladım. Saçlarımı öptü. Odunların çıtırtısından başka ses duyulmuyordu. Biraz daha ona döndüm ve elimi beline sardım. Yavaşça uzandı. Böylesi daha rahattı.

"Suna asla peşimi bırakmayacak."dedim iç çekerek.

"Bedelini aldı. Bırakmak zorunda."

"Sahi, o adamı nasıl buldun? Nasıl konuşturdun? Aynayı hala saklıyor muymuş?"diye sordum merakla. Bu konuyu konuşamamıştık. Şimdi sorabilirdim detayları.

"Kimi nasıl konuşturacağımı iyi bilirim."dedi özgüvenli bir şekilde. "Aynayı bir gümüşçüye satmış. Gümüşçüyü sorguladığımda onun da sattığı müşteriyi öğrendim. İlginç bir konuşmanın sonunda aynayı aldım."

Bu gece için yaptığı planı da anlattı. Taşlı'da kendi gemisini arkadaşlarına bırakmıştı. Sanki gemiyle kaçıyormuşuz gibi göstermişti. Suna onu küçümsediği için basit düşünecek ve ilk iş limana bakacaktı. Bir korsan başka nasıl kaçabilirdi çünkü değil mi? Orada bir sürü arkadaşını toplamıştı İllio. Taşlı'dan, Simir Makos'tan dostları bizim için Suna'yla çarpışacaktı. Suna tuzağa düşecekti.

Büyük bir minnetle bakıyordum ona. Suna'dan tam anlamıyla kurtulmamı sağlamıştı. Basit bir aynanın benim hayatımı karşılayabileceğini düşünerek hata etmişti Suna.

Yavaşça yaklaştım İllio'ya ve dudaklarından öptüm. "Seni seviyorum."diye fısıldadım. Gülümsedi. Saçlarımda gezindirdi ellerini.

"Ben de seni seviyorum."dedi sakince. "Hadi biraz uyu." Başımı göğsüne yasladığımda kalbinin hızını duyarak gülümsedim. "Evet beni heyecanlandırıyorsun."diye itiraf etti. Sıkıca sarıldı. Güvenle gözlerimi kapattım onun kollarında. Bir süre sonra dalmışım.

Dalgaların sesini duyuyordum. Geminin kayarcasına ilerlediği denizde keskin bir yosun kokusu vardı. Hava güneşliydi. Rüzgar arkamızdan esiyordu. "Eve dönüyoruz."dedi bir adam. Başımı kaldırdığımda babamın mavi gözlerine bakıyordum. Kıvırcık kumral saçları gözlerinin önüne dağılmıştı. Yanıma çömelip bana sıkıca sarıldı. "Arbatun günleri bitti artık. Sargun bizi bekliyor." Kucağına aldı beni. "Evini özledin mi Lisa?"

"Özledim. Ama dadıları ve öğretmenleri özlemedim. Çok sıkıcılar. Ders anlatırken uykumu getiriyorlar."

"Edwardsların uğuru, altın kızım benim."dedi ve alnımdan öptü.

"Lisa? İçeri gel. Üşüteceksin."dedi bir kadın. Babamın arkasından geliyordu. Uzun, dalgalı sapsarı saçları vardı. Annemdi. Beni babamın kucağından aldı. "Ablaların kart oynuyor sen de onları izle." Yanağıma öpücük kondurduktan sonra beni indirdi. Kamaraya yürüdüm. Adımımı atmamla bir gümbürtü koptu.

Ablalarım çığlık atarak ayağa fırladı. Biri beni kaptığı gibi başka köşeye çekti yere yatırdı.

"Neler oluyor?"diye bağırdı genç bir oğlan. Abimdi. Güm.

"Korsanlar! Henry!"diye bağırdı babam. "Simir Makos korsanları! Kardeşlerini güvene al! James nerede?"

"Baba! Baba!"

Sıçrayarak uyandığımda bir kez daha "Baba!"diye bağırdım. Nefes nefeseydim.

"Ne oldu?"diyerek İllio da fırladı yattığı yerden. Derin derin soluk alıp veriyordum. Gördüklerim neydi öyle? Kabus mu? Hatırlamak için her şeyimi vereceğim ailem miydi onlar gerçekten? Arbatun'dan Sargun'a gidiyorduk. Eve dönüyoruz demişti babam.

"Benim evim Sargun'da."diye fısıldadım transa girmiş gibi. "Ben Edwards ailesine mensubum. Adım Lisa."

"Emin misin?" Başımı salladım. Gözleri pencereye gitti. "Güneş doğmaya başlamış. Artık yola koyulsak iyi olur."

Köyün merkezine geldiğimizde sıcak ekmeğe tereyağ sürdük. İçine tulum peyniri kattık, afiyetle yedik. Gece yaşanan karmaşa midemi epey kazındırmıştı. İştahla yedim. Hala inanamıyordum. Kaçmıştım. İllio ile beraberdim. Büyük bir macera bizi bekliyordu.

Güneş kendini gösterdikçe masmavi gökyüzü daha çok dikkatimi çekti. "Haklıymışsın. Bugün hava güzel." Başını yana eğdi bilmiş bir gülüşle, "Evet, sen bir korsansın." Ben de başımı yana eğdim. "Benim korsanım."dedim fısıldar gibi. Derin bir iç çekti.

"Kaçak konumunda sayılırız ve senin yaptığına bak."

"Suna'nın gözünde kaçak oluşumuz hanlık meselesi haline gelmeyecektir."dedim umursuzca. Yine de temkinli olmakta fayda vardı. İllio'nun dediği gibi dün gece limanda fena bir pusuya düştüyse peşimi asla bırakmayacaktır. Bedelin ödenmesi zerre umurunda olmayacaktır. Tüm imkanlarını beni bulmaya adayacaktır. Çünkü o derece hasta ve takıntılı bir kadındı.

İllio'ya göre bizi arayacakları yerler liman şehirleriydi. Bu yüzden limanlara yaklaşmayacaktık. Batıya gidemezdik. Güney hiç olmazdı. Yeşiltepe onun şehriydi. Beni görenler ona haber uçurmadan önümüzü keser beni hapsederdi. Şimdilik gidebileceğimiz ilk yer İlgibey vilayetiydi. Oradan Sangür'e sonra Kartalkale'ye geçmeye karar verdik. Sangür'e geçince biraz daha rahatlayacağımıza inanıyorduk. Suna liman liman beni ararken orada bir süre kalabilir, daha sonra kuzeye gidebilirdik. Bizi oralarda arayacağını sanmıyordum.

İllio bana bir at bulup yola koyulduğumuzda bu deniz kokan korsanla maceralarımızın sonunun gelmeyeceğini düşünüyordum.

***

İlgibey Şehri - İlgibey Kervansarayı

Güneş batarken geniş bir kervansaraya rastladık. İllio buranın İlgibey Kervansarayı olduğunu söyledi. Atlarımızla içeri girdik. Kervansaraydan sorumlu bir bey bizi karşıladı. Atlarımızı teslim edip kendimizi tanıttık. "Sylvio Ashaio, Eldoris Ashaio." Simir Makos'tan gelen gezginler.

Gerçek isimlerimizi kullanamazdık. Ne Aquilo Estesakis ne de Bozoklu Gökben olarak tanıtamazdık kendimizi. İşte Suna'nın gözündeki değerimi bir kez daha hatırlamıştım. Bana bir soyadı bile bahşetmemişti. Önemsiz, basit insanlar gibi yaşadığım şehirle anılıyordum. Hızla çıktım bu düşünceden. Artık Suna yoktu. Onunla ilgili hiçbir şeyi düşünmek zorunda değildim. Geçmişi geçmişte bırakmanın vakti gelmişti.

Atlarımız ahıra götürülürken bize bir oda tahsis edildi. Odamıza girerken kervansarayın geniş avlusunu incelemeye başladım. Birkaç küçük dükkan kurulmuştu. Bakır kaplar, toprak çömlekler, renkli işlemeli kumaşlardan elbiseler, dokuma halılar, savaş aletleri...

Gözüm elbiselere takılmıştı. Üzerimizdekilerin üç gündür kullanılacak yanı kalmamıştı. Beyaz tonlarındaki elbisemin etekleri çamur içindeydi. Ayakkabılarım yıpranmıştı. İllio bakışlarımı fark edince odaya gitmekten vazgeçti. Kıyafet dükkanına girdik. Uygun fiyatlı birkaç kıyafet ve kışlık deri binici çizmesi aldık.

Odaya geçtiğimizde derin bir nefes aldım. "Hamama gitmem gerek."dedim. İllio güldü.

"Buraya neden geldik sanıyorsun? Bir hamam sefamız olmayacaksa İlgibey'e gelmenin anlamı ne?"

Yeni kıyafetlerimizi yanımıza alarak hamamın yolunu tuttuk. O erkek tarafına ben kadın tarafına girdim. Eşyalarımı girişte bir sepete bıraktım ve hamam görevlisi kadından bir peştamal aldım. Perdeli kabinde elbisemi çıkardım ve peştamalı vücuduma doladım.

Hamamda tek başıma otururken Burçin'i düşündüm. Günleri nasıl geçiyordu acaba? Son zamanlarda bir dostluk gelişmişti aramızda. Geç kalınmış bir dostluktu. Keşke daha önceden aramız böyle olsaydı. Belki her şey çok daha farklı olabilirdi. Fakat Suna beni öyle yüceltmişti ki Burçin'in bana soğuk davranmasına sebep olmuştu. Burçin beni annesinin sevgisini paylaşmak zorunda kaldığı bir üvey kardeş gibi görmüştü. Zamanla o da anlamıştı Suna'nın sevgisinin yapay olduğunu.

Son yarım sene de olsa Burçin'le dost olabilmek güzeldi. Geride bıraktıklarım arasında en çok onu özleyecektim. Ona yazmayı çok isterdim fakat bu çok tehlikeli olurdu. İllio Boreas'ın bir yolunu bulabileceğini söylese de ne onları ne bizi riske atamazdım. Tek isteğim Burçin'in de Boreas'la mutluluğu bulabilmesiydi.

Derin bir nefes aldım ve görevli kadının getirdiği sıcak suyu ılıştırarak yıkanmaya başladım. Beni keselemek üzere içeri bir natır girdi. Kirlerimden iyice arındıktan sonra son kez suyla durulandım ve perdeli kabine gidip yeni kıyafetlerimi giydim. Şimdiye kadar giydiğim en sade uzun elbiseydi. Kolları boldu. Dekoltesi yoktu. Sıradan bir hatun elbisesiydi.

Saçlarımın suyunu başka bir peştamalla sıkabildiğim kadar sıktım. Sonra eski kıyafetlerimi de alarak odamıza geçtim. İllio çoktan gelmiş kenardaki masaya oturmuş eski bir kağıt parçasını inceliyordu.

"O nedir?"diye sordum.

"Babamın haritasıydı." Yanına geldim. Ellerimi omuzlarına yerleştirip biraz ovdum. "İşaretlerine bakılırsa bu kervansarayda bir adet gömüsü var."dediğinde kaşlarım ilgiyle havalandı.

"Senin baban da mı korsandı?"diye sorduğumda bu, duyduğu en saçma şeymiş gibi bana döndü.

"Kara Yılan Dolius."dedi haritanın alt köşesine çizilmiş siyah yılan figürünü göstererek. "Pek çok yeri gezmiş. Sayfalarca haritaları var. İstikametimizi bana bıraktığı miraslara göre belirledim."dedi sırıtarak. Gülmeye başladım.

"Çok da fakir değilmişsin demek."diyerek takıldım. Güldü. "Peki ne oldu ona?"diye sordum haritayı işaret ederek.

"Her korsan gibi denizlerde hayatı son buldu. Yani deniz oldu." Derin bir iç çekti.

"Peki bunları sana nasıl verdi?"

"Anneme bırakmış son macerasından önce. Öleceğini hissetmiş gibi. Beş sene önce de annem bana verdi. O zamandan beri mirasımızı topluyorum. Tabii yeni miraslar da oluşturuyorum." Aquilo cidden bir korsandı. Hem de gerçek bir korsan. Şimdiye kadar onun eğlence peşinde biri olduğunu sanıyordum. Fakat o bu işi ciddiye alıyordu.

"O halde yolunun Taşlı'ya düşme sebebi de miraslardan biri miydi?"diye sordum.

"Öyleydi." Elini omzundaki elimin üstüne götürdü. Tenime temasıyla bedenimin titrediğini hissettim. "Küçük bir pusulaydı. Fakat asıl vurgun kesinlikle sendin."dedi sakince. Haritanın köşesindeki antika pusulayı gösterdi sonra. Elime aldım. Kapağının üstünde bizim dilimizde bir yazı vardı. Bazen kendini bulmak için kendini kaybetmen gerekir.

"Neden Aspargon dilinde?"

"Balaban Reis'e aitmiş."dediğinde beynimde bir nokta uyuştu sanki. "Babamla sıkı dostlarmış. Asper Han'ın saklı bir hazinesi varmış ve bu pusula o hazine için yapılmış."dediğinde şaşırmıştım. Aspargon'un kurucusu Asper Han saklı bir hazineye mi sahipmiş yani?

Derken küçük bir kız çocuğunun minnet dolu sesi çınladı kulağımda. Kocaman iri bedenli, kapkara saçları olan bir adama sıkıca sarılmış, "Balaban Reis sen çok yaşa. Canımı sen kurtardın."diyordu. Yerde uzanan kel kafalı cesedin boğazından fışkıran kanlara bakıyordu küçük kız.

Derin bir nefes aldım. Son dokuz ayda zihnimdeki tıkanıklık iyice açılmıştı. Geçmişimden parçalar ara ara gözümün önüne geliyor veya rüyama giriyordu. Bazen küçük bir anıyı anımsıyordum. Kim olduğumu hatırlamaya başlıyordum. Fakat her şey bölük bölüktü. Yüzler bir tülün ardından görülüyor, netlik kazanması için başka şeyleri de hatırlamış olmam gerekiyordu.

Bu süreçte belki kim olduğumu çözebilirdim. Buna ihtiyacım vardı. Kim olduğumu, nereden geldiğimi, annemi, babamı, kardeşlerimi, evimi bilmek istiyordum. Suna'dan önce kimdim? Bozoklu Gökben'den önce yaşamış olan Lisa Edwards kimdi?

"Ne oldu sevgilim?"diye sordu bana dönerek.

"Balaban Reis ismi bana çok tanıdık geldi."dedim sakince. Kaşları çatıldı.

"Yoksa seni köle pazarına o mu sattı? Korsanlar arası köle değişimleri yaygındır." Dudaklarımı büktüm. Emin değildim. Fakat anılarımda onun da olduğunu biliyordum. Derken dışarıdan üflemeli bir çalgı sesi yükseldi. Bu sese telli çalgılar karıştı. Tefler eşlik etti.

"Eğlence var herhalde. Bakalım mı? Hem çok acıktım."dedim. Sorusunu yanıtsız bırakmama bozulmuştu fakat cevapları ben de bilmiyordum ki.

Odamızdan ayrıldık. Sesler kapalı salondan geliyordu. Salona girdik. Ortada üç kişi neşeyle müzik çalıyor, beş kadın tüllü kıyafetlerle ortada dans ediyordu. Yanlarından geçerken kızlardan biri İllio'ya göz kırpınca kaşlarım çatıldı. Fakat İllio hiç oralı olmamıştı. "Ne o? Hoşuna gitti herhalde."dedim ters ters.

"Ne hoşuma gitti?"diye sordu şaşkınca.

"Kadın sana göz kırptı. Göğüslerini gözüne sokmaya çalışıyordu."

"Hangi kadın?" Yan yan baktım. O da etrafına bakındı. Oynayanları görünce, "Şunlar mı?"diye sordu ve gülerek bana döndü. "Senden başkasını gözümün göreceğine inanıyor musun gerçekten?" Elini belime doladı ve sıkıca kendine çekti. "Kalbim, ruhum, bedenim, her şeyim sadece sana bağlı Eldoris."diye fısıldadı gözlerimin içine bakarak. Gülümsedim.

Boş masalardan birine oturduk ve sipariş verdik. Kızarmış tavuk, patates, kırmızı şarap. İllio şarap fikrine itiraz etmemi bekler gibi gözlerime bakmıştı fakat itiraz etmedim. İlk deneyimimin onunla olmasını istiyordum. Daha önceden konuştuğumuz gibi.

Siparişlerimiz geldiğinde testideki şarapları toprak bardaklara doldurdu. Bardağı elime alırken, "Küçük yudumlarla, azar azar."dedi. Gülümsedim. Önce kokusuna baktım. Çömlek kokusuyla birleşen keskin kokunun çok hoşuma gittiğini söyleyemezdim. Fakat üzümün mayhoş kokusunu alınca ağzıma yaklaştırıp küçük bir yudum aldım. 

"Değişik."dedim kaşlarım çatılırken. Ekşi gibi tatlı gibi biraz da keskin bir tadı vardı.

"Afiyet olsun."dedi ve o da bardağından bir yudum aldı.

Karnımızı güzelce doyurduğumuzda ben ilk bardağımı yeni bitirmiştim. O ise üçüncü bardağındaydı. Şimdiden beynimde tuhaf bir gevşeme hissediyordum. Kışta olmamıza rağmen üşümüyordum. Yanaklarımın yandığını hissediyordum.

"Bir bardak daha dolduracağım. Fakat yine yavaş içeceksin."dedi. Başımı aşağı yukarı salladım bardağımı doldururken.

"Aslında şimdi düşündüm de tadı gayet güzelmiş."dedim sakince gülümseyerek. O da güldü. İki büyük yudum aldığımda,

"Yavaş."diye uyardı. Bardağımı bıraktığımda genişçe gülümsedim.

"Tamam. Yavaş." Mideme inen sıcaklık vücuduma yayıldıkça içimin kaynadığını hissediyordum. Kuş gibi hafiftim işte. Her yudum beni biraz daha özgür kılıyordu. Bardağımı bitirdiğimde İllio testiyi bitirmişti.

"Şimdi sen hiçbir şey hissetmiyor musun?"diye sordum merakla ona yaklaşarak.

"Ne gibi bir şey?"diye sordu o da bana yaklaşarak.

"Böyle sersem gibi. Beyninde hiçbir şey yokmuş gibi. Her şeyi yapabilirmişsin gibi. Biraz da dünya dönüyormuş gibi." Keyifle güldü.

"Senin ilk bardağının yarısında hissettiğin gevşemeyi hissediyorum sadece. Kafam rahat. Bedenim dingin."

"Dünya dönmüyor mu peki?"diye sordum gözlerimi merakla açarak. Başını iki yana sallarken ellerimi tuttu.

"Şaraptan değil ama gözlerine bakarken, kokunu içime çekerken dünya kesinlikle dönüyor."dedi çapkınca gözlerime bakarak. Ayağa kalktım.

"Dans."dedim elinden tutup çekerken. Fakat zemin ayaklarımın altında yumuşuyor ve akıyordu. Bedenim bir tarafa doğru süzülürken belimden tuttu ve beni kendine çekti.

"Gel buraya seni çılgın."dedi ve birlikte piste çıktık. Tıpkı Taşlı'daki meyhanede olduğu gibi dans etmeye başladık. Bizimle birlikte başkaları da kalktı. Az önceki kıvrak kızlar ise boş erkeklere dadanmıştı. İyi de olmuştu. Biri benim sevgilime bakacak olursa onların gözlerini delerdim. Bu düşünceyle kahkahayı patlattım. "Ne oldu?"diye sordu İllio.

"Hiç."dedim uzatarak. "Biri sana bakarsa gözlerini delmeyi düşünüyordum. Komikti."

"Peki ya biri sana bakarsa? Ben de ciğerlerini deşeyim mi?"diye sordu. Bu fikir daha da komiğime gitti. Neşeyle dans etmeye devam ettik. O kadar dans ettik ki müzik sustuğunda neden sustuklarına bile isyan ettim.

"Çalın, aşk için çalın, özgürlük için çalın." Fakat kimse beni dinlemedi.

"Artık herkes yatacak."dedi İllio. Yüzüm asıldı.

"Biz de mi yatacağız."

"Bu saatte yapılacak başka bir şey mi var?"

"Yıldızlara bakabiliriz."dedim. Odamıza dönmek üzere yola koyulduk. İllio bana destek oluyordu yürürken. Çünkü zemin o kadar hareketliydi ki bir sağa yatıyordu bir sola. "Hani yıldızlar yok?"

"Odadayız çünkü." Beni yatağa oturttu. Ortadaki şömineye yaklaştı. Yemekten önce yaktığı odunlardan çok az köz kalmıştı. Yeni odunlar attı üstüne ve alevi harladı. Odunlar iyice yanmaya başlayınca ayağa kalktı. "Söyle bakalım, ilk deneyimin nasıldı? Ne hissediyorsun?"diyerek bana döndüğünde tam karşısındaydım. Sessizce gözlerine bakıyordum. Beni görmeyi beklemiyordu. Sessizlik başladı.

"Yıldızlar burada."diye fısıldadım gözlerimi gözlerinden ayırmadan.

Deniz kokusunu alırken ona çekiliyordum. Parmak uçlarımda yükselirken gözlerimi kapattım. Dudaklarını öptüm usulca. Şaraba bulanan tadı başımı döndürüyordu. Dudaklarım onun dudakları arasında kıvrılırken dilim dudakları üzerinde gezindi. Nefeslerimiz birbirine karışırken elleri saçlarımın arasına karıştı.

Karanlık odadaki tek ışık odunların aleviydi. Üzerindekini çekiştirerek çıkarmak istedim. Benim yerime o tek seferde çıkardı. Ortaya çıkan teninde siyah dövmeler gördüm. Kollarında, sırtında, göğsünde değişik şekillerde dövmeleri vardı. Ellerimi her bir çizginin üstünde gezdirirken boğazımda bir yumru varmışçasına yutkundum. Daha derin bir şekilde öpmeye başladı. Dudaklarımdan boynuma ilerledi. Nefesi tenime her değdiğinde bacaklarımın daha çok titrediğini hissediyordum.

Boynumdan omuzlarıma gitmek istedi. Elbisem onu engelledi. Parmakları sırtımda gezintiye çıktı, düğmeleri yukarıdan aşağı tek tek çözerken ellerim omuzları üzerinde ilerliyordu. Düğmelerle işi bittiğinde yavaşça omuzlarımdan sıyırmaya başladı kumaşı. Her açılan nokta nemli dudaklarıyla taçlanıyor ve kasılmama sebep oluyordu.

Kumaşlar bedenimden aşağı indiğinde elleri çıplak kalan tenimin her noktasını keşfe çıktı. Bu keşfe dudakları eşlik ederken ateşin çatırtısına hızlanan nefeslerim karıştı. Dudaklarının rotası göbeğimden kasıklarıma doğru çizilirken kalbim kaburgalarımdan fırlayacakmış gibi hissediyordum.

Başımın dönmesiyle ben de dizlerimin üstüne çöktüm. Kollarımı boynuna doladım. "İllio."diye fısıldadım kulağına. Boynunu öptüm uzun uzun.

"Eldoris."dedi saçlarımı geriye doğru çekerken. Başımın arkaya gidişiyle açığa çıkan boynumda hissettim dudaklarını. Kalçalarımdan sıkıca kavradı ve yavaşça zeminde bıraktı. Üstümdeyken eliyle yerden destek alıyor gözlerimin içine bakıyordu.

"Eğer ben denizden geldiysem sen yıldızlardan geliyorsun."diye fısıldadım. "Beni yıldızlara götür İllio."derken hareketlendim ve dudaklarından öptüm.

Kollarımı boynuna doladım ve onu kendime çektim. Bu hareketimle bana doğru ilerledi ve dudaklarımdan ilk iniltim fırladı.

Birbirimize karıştığımızda başım sadece şaraptan dönmüyordu. Sarhoşluğum aşktandı. Mutluluktandı. Bazen kendini bulmak için kendini kaybetmen gerekiyordu. Nefeslerimiz, bedenlerimiz birbirinde kaybolmuştu önce ve şimdi birbirini bulmuştu ruhlarımız.

Ben onun içindim, o benim içindi. Ben ona aittim, o bana aitti. Bu gerçeği hiç kimse değiştiremezdi. Bizim kaderimiz bir yazılmıştı ve biz bu kaderi yaşayacaktık.

***

Yine uzun ve çok yönlü bir bölüm oldu.

-Korkut'un Gökben'i nasıl gönderdiği bir soru işaretiydi ve bu bölümde bunun cevabı ortaya çıktı. Nasıl bir ayrılıktı sizce? Korkut ve İllio karşılaşması nasıldı?

-Ulaş Bey'i hep yan karakter olarak görüyoruz. Seviyor musunuz onu? Sizce nasıl biri?

-İllio ve Gökben ikilisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir gelecekleri olur mu?

-Gökben'i daha çok kime yakıştırıyorsunuz? Korkut mu İllio mu?

Sonraki bölüm Korkut'tan olacaktır.

Continue Reading

You'll Also Like

AŞIK CİNİM By Gece....

Historical Fiction

28.2K 1.5K 25
Nefret ettiği bir insanoğluna aşık olmuş bir cin aşık bir cini olan kız Peki sizce bu aşka ne olacak başlamadan bitecekmi yoksa büyük bir yasak a...
5.6M 230K 54
#1 in Genç Kız Edebiyatı 6.11.2015 ©Tüm Hakları Saklıdır. Bir kadın kendini değiştirmek istediğinde, ona engel olabilecek hiçbir yemek yoktur. Öykü...
Algon Orhol By serro45

Historical Fiction

17.9K 707 52
arkadaşlar hikaye tamamen benim kurgum ve benim fikrimi
56.6K 7K 27
-Antik Tanrılar Serisi -2- Kronos ve Rhea'nın oğlu, gökyüzünün ve yıldırımların tanrısı, bütün tanrıların ve bir zamanlar insanların kralı olan Zeus...