YAKALA BENİ (devam edecek)

By haleythedevil

297K 23.2K 4.2K

Erkek egemen iş dünyasında kendine yer açmaya çalışan hırslı ve başarılı bir iş kadını Bade Aslım Aslan'ın, n... More

prolog
karakterler
bölüm bir
bölüm iki
bölüm dört
bölüm beş
AÇIKLAMA&İLERİDEN KESİT
bölüm altı
bölüm yedi
bölüm sekiz
bölüm dokuz
bölüm on
bölüm on bir
bölüm on iki
bölüm on üç
bölüm on dört
bölüm on beş
bölüm on altı
bölüm on yedi
bölüm on sekiz
bölüm on dokuz
bölüm yirmi
bölüm yirmi bir
bölüm yirmi iki

bölüm üç

12.3K 922 106
By haleythedevil

Atabey, Türkiye'ye geri döndüğünden beri tanıdık bir kabusun içine hapsolmuş gibi hissediyordu kendini.

Babasının ölüm haberini almadan birkaç ay önce bile, içmekten kafası bulanmış bir halde dolanıyordu etrafta. Birkaç ay önce aldığı haberle birlikte, üniversitede aldığı yaradan beri onu sürekli zorlayan sırtının artık bittiğini öğrenmişti. Son zamanlarda antremanlarda artan sırt ağrıları zaten ona gerçeği çok önceden fısıldamıştı, ama çektiği acıya rağmen Atabey oyunu bırakmak istememişti. Basketbol onun hayatıydı, hep öyle olmuştu, fakat doktoru sert bir dille ya basketi bırakırsın, ya da felç kalırsın dediğinde, artık savaşmak için şansı kalmamıştı.

Otuz bir yaşındaydı, zaten önünde oynamak için uzun seneleri de kalmamıştı ama oyunu terk etmesinin bu şekilde olmasını istemezdi.

Hayatındaki tek amacı da bu şekilde elinden alındıktan sonra, Amerika'dan ayrılmamış ve yarını yokmuş gibi partilemeye devam etmişti. Ta ki o telefonu alana dek... "Atabey, baban vefat etti."

Tamer Zorlu. Soyadı gibi çok zorlu bir adamdı, hiçbir zaman yakın bir baba oğul ilişkisine sahip olamamışlardı, bu Tamer Bey'in mükemmelliyetçi tutumu ve Atabey'in doğasından gelen asilik ve serseriliğin bir sonucuydu. Gençlik zamanlarında babasını gururlandırmak için çok uğraşmıştı, ama hiçbir zaman yıldızları barışmamıştı işte. Atabey senelerce, her maça çıkışında, deli gibi adını bağıran ve alkışlayan insanların arasında babasının da olmasını beklemişti. Adam hiçbir zaman gelmemişti. Destekleyici bir kelime söylemediği gibi, hiçbir zaman basketbol hakkında yerici bir kelime de kullanmamıştı ama Atabey babasının bu oyunu hep küçümsediğini biliyor, bakışlarından anlıyordu. Zaten o da bir vakitten sonra, babasını ne kadar iyi bir oyuncu olduğuna inandırmaktan vazgeçmişti. Annesinin vakitsiz ölümünün ardından da bağları tamamen kopmuştu, Atabey içindeki acıyla Amerika'ya gitmişti, Tamer Bey çok değerli şirketi ve biricik evlatlığıyla burada kalmıştı...

Atabey onun cenazesine gitmemişti. İçinden gelmemişti. Ona bunu borçlu değildi. O adama hiçbir şey borçlu değildi.

Şimdi neredeyse tüm çocukluk ve gençliğinin geçtiği bu koca köşke bakarken, içinden bu evi ateşe vermekten başka hiçbir şey geçmiyordu. İçinde zavallı anneciğinin anıları olmasa, yapardı da.

İstanbul'a döneli iki hafta olmuş olsa da, burada kalmak ve şirketteki işlerin başına geçmek konusunda bir sürü soru işaretine sahipti, açıkçası Tuğrul şirketi alıp bir tarafına sokabilir, ya da orayı bir geneleve çevirebilirdi. Umurunda değildi. Babasının mirasına ne olacağını umursamıyordu, hele ki bu miras çocuğundan ve karısından daha çok sevdiği şirket olunca.. Fakat Tuğrul'a olan, maziye uzanan nefreti, adamı yerme isteği ve rekabetçi mizacı bu lanet şehri de, bu lanet şirketi de terk etmesine izin vermiyordu.

Yardımcılardan birisinin, onu yemeğe çağırmasıyla birlikte bahçedeki çardakta oturup, gözlerini eve dikmekten vazgeçti ve içeride hazırlanmış, büyük yemek masasındaki yerine oturdu. Masanın başındaki, babasına ait yer hala boştu, adam öldüğünden beri oraya kimse oturmamıştı. Açıkçası Atabey oraya oturursa, babasının hayaletinin ona saldırmasından korkuyordu. Takıntılı yaşlı piç.

Masada sadece dört kişilerdi, babasının annesinden sonraki eşi Hülya Hanım, onun kızı ve Atabey'in de kardeşi oluyordu, abisine sürekli kaçak bakışlar atarak onu tanımaya çalışan on yaşındaki küçük Derya, ve elbette ki Zorlu evinin vazgeçilmezi Tuğrul Bey.

"Afiyet olsun," diyerek sessizce yemeklerini yemeye başladılar. Hülya Hanım, hala yas tuttuğunu göstermek ister gibi, Atabey'in gelişinden beri olduğu gibi, siyahlara bürünmüştü. Kırklı yaşlarının başındaki kadınla Atabey'in bir problemi yoktu, onun gidişinden sonra evlendikleri için Hülya'yı pek tanımıyordu ama tatlı bir kadındı, neden babası gibi bir huysuzla olduğunu anlamayacak kadar tatlı, fakat biraz pasif bir karaktere sahip olduğu da belliydi. Zavallı kadın, Tamer Zorlu'nun baskın karakteri altında ezilmiş olmalıydı. Küçük Derya ise, kumral tenli bir kadın olan annesinden çok babasına benziyordu. Tamer'in ve dolaylı yoldan Atabey'in sarı saçlarını ve mavi gözlerini almıştı. Atabey onun kardeşi olduğunu biliyordu, ama kızı tanımıyordu bile. Doğduğunu öğrendiğinde, onu görmeye gitmemiş, yine de kabalık olmasın diye bir hediye göndermişti. Kızı en son gördüğünde üç yaşındaydı. Son zamanlarda bu konuda biraz vicdan azabı çekmediği söylenemezdi, babasıyla olan problemlerinde Derya'nın bir suçu yoktu. O sadece küçük bir kızdı, aynı zamanda onun kardeşiydi. Onu tanımak için daha çok uğraşabilirdi, burada tek suçlu Atabey'di.

Çorbasını yudumlarken, kafasını kaldırdı ve çekingen gözleriyle onu süzen Derya'ya bir bakış atıp, kızın güzel suratına gülümsedi, abisinin ona gülüşüyle Derya'nın beyaz teni anında tatlı bir pembeye dönüştü ve gülerek, başını tabağına eğdi.

"Atabey, bugünkü toplantıyı da gelmediğin için ertelemek zorunda kaldık. Yönetim Kurulu sabırsızlanıyor, acaba şirkete ne zaman teşrif edeceksin?" Tuğrul'un ciddi sesiyle söylediği sözler, Atabey'in tatlı gülümsemesini suratından sildi, yerine her zamanki alaycı adam geldi. Sandalyesinde geriye yaslanıp, alaycı gözlerle Tuğrul'u süzdü, "Sabırsızlanan sen misin, yönetim kurulu mu acaba? Bu acelen ne Tuğrul Bey, babacığın yeni ölmüşken sen şirketi ele geçirmek için şimdiden sabırsızlanıyor musun?"

Tuğrul, çenesini sertleştirerek tuttuğu çatalı sertçe sofraya bıraktı.

"Olayı seviyesizleştirme. Ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsun, ortaklarımız senin keyfini beklemekten yoruldu. Amerika'daki aylak hayatına alışmış olabilirsin, bu senin bileceğin şey, ama senin için bahane üretmekten sıkıldım."

Atabey ters bakışlarla adama baktı,

Kafasını hafifçe yaklaştırıp, sertçe konuştu, "Geldiğin yeri, senin kim olduğunu ve özellikle benim kim olduğumu sakın unutma Tuğrul. Babam tam tersini ummuş olabilir, ama sen gerçek bir Zorlu değilsin. Yani, şirketime ben ne zaman istersem, ne zaman uygun görürsem gelirim. Siz geri kalanlar da benim keyfimi beklemek zorundasınız." Tekrar arkasına yaslanıp, alayla sırıttı ve küçümser bir tonda, "Ha, ama beklemek istemiyorsan da bu senin bileceğin iş. Kapının yerini biliyorsun."

Tuğrul bir an yumruk atacakmış gibi sertçe Atabey'i süzdü, sonra da Hülya Hanım'a dönüp, kibar bir sesle, "İzninizle.. afiyet olsun." dedi ve masadan kalkıp gitti. Hülya Hanım, bu gergin konuşma boyunca yemeğini yemeye devam etmiş ve bakışlarını tabaktan ayırmamıştı, umursamaz tavırları bu benim meselem değil, der gibiydi. Diğer yandan az önce abisine çekinik de olsa gülümseyen Derya korku dolu bakışlarla oturduğu sandalyeye çökmüştü. Atabey kucağındaki peçeteyi masaya fırlatıp, keyifsiz bir sesle, "İştahım kaçtı. Size afiyet olsun." diyerek kalktı ve tam arkasını dönüp, iki adım atmıştı ki.. duraksadı.

İç çekip, geri döndü ve Derya'nın sandalyesinin önünde eğildi. Elini uzatıp, kızın gözüne düşmüş sarı saçını geriye itti ve az önceki sert sesine ters yumuşacık bir sesle, "Annen bana voleybol oynamayı çok sevdiğini söyledi. Bu doğru mu?" diye, bildiği yerden girerek, kardeşiyle bir iletişim kurmaya çalıştı. Şükürler olsun ki, Derya zor bir çocuk değildi. Sevdiği bir şeyden bahsedilince, mavileri parıldamıştı, "Öğretmenim harika manşet atışlarım olduğunu söylüyor, kolum çok güçlüymüş," diye böbürlendi, sonra bir anda utanarak fısıldadı, "Ama babam böyle oyunların bir kız için uygun olmadığını söylüyor."

Babanın cehennemin dibine kadar yolu var,  diye içinden geçirse de dışından homurdanmakla yetindi. Sonra gülümseyip, "Onun ne dediğini boşver. Manşetlerinin harika olduğuna eminim, yarın bana gösterir misin?" Çapkınca sırıtıp, kaşlarını kaldırdı, "Her zaman voleybol oynayan tatlı kızlardan hoşlanmışımdır." Derya bu iltifatla kıkırdadı, sonra da sevinçle başını salladı. Atabey ona göz kırpıp, kalktı ve odasına doğru ilerledi.

Odası hala bıraktığı gibiydi. O gittiğinden beri temizlenmek dışında hiç dokunulmamış gibiydi. Genç adam bir süre yatağına uzandı, aklındakini yapmamak için çok uğraşmıştı ama sonunda iki haftadır kaçtığı şeyi yapıp, çekmecesine uzandı ve siyah kutuyu dışarı çıkardı. Kutu da en son bıraktığı gibi kalmıştı. Kutunun kapağını aralayıp, içeride duran resimleri çıkardı.

Eline gelen ilk resimlerde, bir avuç genç bir partide, kameraya bakmış neşeli suratlarıyla sırıtıyorlardı. Atabey en kenardaydı, hemen yanında da belinden tutmuş olduğu Bade vardı.. Fakat kızın gözleri kameraya değil, Atabey'e odaklanmıştı. Adama gülerek bakıyordu. Aşkla. Atabey dudağının kenarının kıvrılmasını engelleyemedi, yalancı. Diğer bir fotoğrafta ise, bu defa kızla başbaşalardı. İkisinin de gözleri birbirlerindeydi, Atabey bu fotoğrafın çekildiği zamanı hatırlıyordu. Fotoğraf çekildikten hemen sonra, aklında olan şeyi yapıp kızın dudaklarına yapışmıştı. Arkadaşlarının gülerek alkışladığı tutkulu bir öpücükten sonra, Bade suratı kızararak geri çekilmişti. O kadar masumdu ki.. O kadar güzel, o kadar saf..

Hepsi yalandı. Bade Aslım Aslan koca bir yalandı.

Ama bir zamanlar Atabey bu yalana inanmıştı. O yalana sığınmıştı, o yalanı sevmişti. O yalanı çok sevmişti. O kadar çok ki, bir zamanlar o kıza bakarken kalbi patlayacak gibi hissediyordu. Ama onca aşktan, sevgiden sonra Bade'yi düşündüğünde aklına tek gelen duygu nefretti. Fotoğrafları kutunun içine tıkayıp, kapağı sertçe kapattı ve kutuyu çekmeceye geri koydu. Bu aptal fotoğrafları niye bir ergen gibi sakladığını, atmadığını bilmiyordu bile. Geriye kalan her şey gibi onları da atmalı, hatta yakmalıydı ama.. bunu yapamıyordu. Gerçi, o fotoğrafların orada olması iyiydi. Ona eskiden olduğu aptal, aşktan gözü dönmüş çocuğu hatırlatıyordu. O fotoğraflar orada durdukça, Atabey bir daha asla o çocuk olmayacaktı.

Birkaç gün önce üniversiteden eski bir arkadaşı olan Cüneyt ile karşılaşmışlardı, Cüneyt bu akşam yapılacak olan nişan partisine gelmesi için ısrar etmişti. Cüneyt'in müstakbel eşinin Bade'nin en yakın arkadaşı Sinem olduğu düşünülürse, kesinlikle kadın da bu akşam orada olacaktı. Atabey bunu neden umursadığını bilmiyordu, ama seneler sonra Bade'yi görecek olmak tuhaf hissettirmişti.. Bunun üzerine fazla düşünmeden, hazırlandı ve siyah Aston Martin'ine atlayıp, davetin yapılacağı mekana sürdü.

İstanbul sosyetesi, İstanbul sosyetesiydi.

Atabey içeri girdiği anda ona yönelen gözleri fark etti, herkes ona bakıp fısıldaşıyor, kadınlar göz süzerek kıkırdıyordu. Bir elini pantolonunun cebine koyup, rahatça gülümsedi. O Atabey Zorlu'ydu, ilgi her zaman hoşuna giderdi. İçeri doğru özgüvenli birkaç adım attı, birisi arkadaşça omzuna vurduğunda, yan tarafına döndü ve şaşkınlık içinde, bu kişinin eski bir arkadaşı olan Asaf Ali olduğunu fark etti, "Asaf Ali?" diye şaşkınlık içinde söylenirken, karşısında duran adamın iri cüssesini süzdü, "Bu sen misin?"

"Kanlı canlı karşındayım!" diye sırıtarak, seneler sonra gördüğü arkadaşına sarıldı genç adam. Bir süre sonra ikisi de geri çekilip, hala şaşkın bakışlarla birbirlerini incelediler. En sonunda, insanların meraklı bakışlarından ayrılıp bir masaya ilerlediler, ikisi de ellerinde tuttukları kokteylleri yudumlarken, konuşuyorlardı, Asaf Ali, elindeki kokteyle suratını buruşturarak baktı ve homurdandı, "En azından içine bir rom koyamazlar mıydı?"

Adamın homurdanmasına hafifçe gülerek karşılık veren Atabey, hala şaşkınlık içerisinde yılların içerisinde arkadaşının girdiği değişimi inceliyordu. Onu en son gördüğünde kaç yaşındalardı ki? On sekiz mi? Asaf Ali, her zaman yapılı bir çocuktu ama şimdi kaslı ve iri bir adam haline gelmişti, sarı saçları karmaşıktı ve sarı sakalları uzamıştı. Adam içinde bulunduğu takım elbiseyle o kadar uygunsuz bir aura yayıyordu ki, her an Hulk'a çevrilip kıyafetlerini yırtacak gibiydi. "Vay canına!" diyerek, şaşkınlığını dile getirdi Atabey. "Görüşmeyeli ne kadar oldu? On yıl mı? Daha fazla mı? Neler yapıyorsun? Senden uzun süredir haber alamıyorum, en son Özel Kuvvetlerdeydin.." Asaf Ali'yi tanıdığından beri, adamın tek istediği asker olmaktı. Bunun, senelerce Deniz Kuvvetlerinde çalışmış bir Albay olan bir babaya sahip olmasıyla da alakası olabilirdi.

Adam arkadaşına yarım, sahte bir gülümsemeyle karşılık verdi, fazla konuya girmeden, eliyle sağ bacağına hafifçe dokundu ve, "Artık bacağım böyle aksiyonlar için yaşlandığıma karar verdi." dedi. "Peki sen?"

Atabey omuz silkti, "Ne tesadüf. Aynı uyarıyı benim sırtım verdi."

Sessizce güldüler. Asaf Ali ciddileşerek, "Baban için üzgünüm kardeşim." dedi, "Başın sağ olsun." Atabey başını sallayarak karşılık verdi, şu anda babası veya onun ölümü hakkında konuşmak istediği en son şeydi. Bir süre ikisi de, birbirlerini incitmeyecek basit konulardan bahsettiler, Atabey konuşma esnasında Asaf'ın beş dakikada bir tek gözünü sanki canı acımış gibi hafifçe kıstığını ve elinin düzenli hareketlerle sağ dizine gidip, ovduğunu fark etti ama bu konuda yorum yapmadı. Tıpkı aynı bacağın, adam adım atarken hafifçe aksadığını fark ettiği gibi.

Dakikalar geçtikçe, konuşmalarına eski arkadaşları da dahil olmuştu. Kimisi liseden, kimisi üniversiteden idi.. Bir zamanlar her anını geçirdiği bu adamlara, bu ortama şimdi yabancı kalmak kendini biraz tuhaf hissettirmişti. Çoğu evlenmiş, çocuk sahibi olmuş, boşanmış, kilo almış veya kelleşmeye başlamışlardı. İki çocuk sahibi, evli bir adam olan üniversiteden dostu Ceyhun, adamın fit haline gülerek, biraz da imrenerek baktı, "Vallahi geçen yıllar bir tek sana yaramış, Atabey! Bir sana bak, bir bize! Hala üniversitede gibisin maşallah!"

Atabey, gülerken arkadaşının göbeklenmiş haline baktı, ve kadehini önemli bir konuşma yapacak gibi kaldırıp, "Fit vücudumu bekar geçen yıllarıma ve beni yoracak birden fazla güzel kadına borçluyum, dostum." diyerek dalga geçti, adamın bu sözleriyle herkes kahkaha attı.. Atabey onların gülmelerine katılıyordu ki, bir anlığına başını çevirdi ve buzdan bakışlara sahip mavi gözlerle göz göze geldi..

Gülümsemesi suratında dondu kaldı.

Hiç değişmemişti.

Uzun, adamın bir zamanlar parmaklarını gezdirmeye doyamadığı ve yumuşacık olduğunu bildiği sarı saçları hala ahenkle dalgalanıyor gibiydi. Beyaz teni, çıkık elmacık kemikleri, küçük burnu ve güzel dudakları.. Üzerinde daracık, tüm hatlarını cesurca ortaya seren, ten rengiyle uyumlu kırmızı bir elbise vardı. Elbise derin bir göğüs dekoltesine sahipti, sanki Atabey'e ona dokunduğu zamanları ve bu güzel bedene bir daha asla sahip olamayacağını göstermek ister gibi meydan okuyordu elbise. Yıllar sonra, onca şeye rağmen bir kadın hala içini titretebilir miydi? Çünkü Bade bunu yapabiliyordu.

Fakat hemen sonra, kadına bakarken gözlerindeki perde kalktı, kadının ona yaşattığı her şey gün yüzüne çıktı.

Şu anda birlikte olabilirlerdi. Ona uzaktan bakmak yerine, yanında durabilirdi, bu kahrolası nişan partisi onlara ait olabilirdi. Ama hiçbiri olmamıştı. Bade bu hayallerin hepsini mahvetmişti.

Tekrardan kadına bakarken, suratında alaycı bir gülümseme belirdi. Gözünü ilk kaçıran Bade olmuştu, ama Atabey elbette bunun bu kadarla bitmesine izin vermeyecekti. İçinden, intikam almak için, rahatını bozmak için diyordu kendine ama Bade'nin yanına gitmesinin asıl amacının, kadının kokusunu içine çekmek, ona biraz daha yakından bakabilmek olduğunu da içten içe biliyor, bundan da nefret ediyordu. Birkaç adımda yanlarına yaklaştı.

İlk durağı Sinem oldu, üniversiteden beri görmediği, fakat pek de değişmeyen Sinem'in şaşkın bakışları eşliğinde, elini nazikçe tutup öptü, "Cüneyt ve senin adına çok mutluyum Sinem. Nişanınıza katılamadığım için üzgünüm ama düğününüzde burada olacağımdan emin olabilirsin," Sözler ağzından çıktığı anda kendisi de şaşırdı, gerçekten burada olacak mıydı? Bunun üzerine fazla düşünmemeye karar verdi. Daha Sinem tepki veremeden, Bade'nin hemen yanında duran Melis'in gıcık bir sesle homurdandığını duydu, "Lütfen gel!" Atabey buna şaşırmadan, dudak altından bir sırıtmayla gözlerini devirdi, Sinem ise arkadaşının kabalığını yatıştırmak ister gibi kibarca gülümsedi, ama bu ortamdan onun da rahatsız olduğu kesindi.

Hala Bade'ye bakmadan, Melis'e döndü. Melis, her zamanki Melis'ti. Görenlere parmak ısırtacak kadar ateşli bir kızıldı, fakat Atabey onun ne kadar tahammül edilemez bir insan olduğunu da en iyi bilenlerden birisiydi. Üniversitede, Bade ile bir anda samimi arkadaş oldukları için neredeyse sürekli birlikte takılırlardı ama Melis o zaman bile laflarıyla, bakışlarıyla Atabey'den hoşlanmadığını ve onu arkadaşına eşit görmediğini belli ederdi. O zamanlar birbirlerine sadece Bade için katlanırlardı. Gerçi Atabey onun zehir zemberek bakışlarını ve laflarını o zaman da umursamazdı, tıpkı şimdi de umursamadığı gibi.

Bir kolunu bara yaslayıp, Melis'i baştan aşağı süzdü ve bir ıslık çaldı, "Her zamanki gibi çok..." Ne diyeceğini bilemezmiş gibi sustu. İçinden gelen kelime, şirretti, ama içindeki sesi susturdu ve yerine, iltifat edermiş gibi alaylı bir sesle, "ateşlisin Melis." diye tamamladı.

Melis tek kaşını kaldırıp, adama her an eteğinin içinden çıkardığı bıçağı saplayacakmış gibi bakışlarla, "Sen de her zamanki gibi sinir bozucusun Atabey." diye karşılık verdi.

Atabey onunla daha fazla laf yarışına giremeyecekti, üstelik gözlerinin görmek istediği başka bir kadın varken.. Suratındaki tüm alaylı gülümseme silindi kadına bakarken. Düz, anlaşılmaz bir tonda, basitçe, "Bade." dedi. Kadının adı seneler sonra ilk defa çıkıyordu ağzından. Gerçi ona eskiden Bade demezdi, kimsenin seslenmediği ama Atabey'in çok sevdiği ikinci adıyla seslenirdi. Aslım. Sanki ona aitmiş gibi.

Tabi sonradan öğrenmişti, Bade hiçbir zaman gerçekten onun olmamıştı.

Bu düşünceler içinde bir öfke yangınını alevlendirdi, kadına bakarken bilenmesine engel olmadı.

Bade karşılık vermeden, adamın sanki bir an önce gitmesini ister gibi bıkkınca baktı ona. Bu bakışlar Atabey'i daha da öfkelendirdi, ona tahammül bile edemiyor muydu? Yine de öfkesini kadına göstermedi, aksine tatlı bir gülümsemeyle, kadını süzdü ve kendi vücudundaki, öfkeden bağımsız alevlenmeyi es geçerek, "Çok güzelleşmişsin." dedi.

Bade'nin bakışlarında en ufak bir değişme bile olmadı. Tatsız bir sesle, "Teşekkürler." dedi. Sonra da belirgin bir küçümsemeyle, "Sen de çok.. her zamanki gibisin." diye karşılık verdi.

Kadını süzdü.. Az önce onun hiç değişmediğini düşünmüştü, ama şimdi baktıkça ne kadar değiştiğini fark ediyordu.. Eski Bade karşısında olsa ona bu kadar soğuk bakar mıydı? Onun Bade'si tatlıydı. Kendi güzelliğinin ve gücünün hep farkında olsa da, kimseyi küçümsemez, herkese iyi kalbiyle karşılık verirdi.

Atabey kendini durduramadan, "Benim tanıdığım Bade böyle bir ortamda bulunmaktansa, bir barda dağıtmayı tercih ederdi." dedi. Bunu her ne kadar küçümser bir sesle söylediyse de, aslında sadece basit bir gerçeği bildirmek istemişti. Bade her zaman eğlenmeyi bilen bir kız olmuştu. Onunla gittikleri her yerde eğlenirlerdi, birlikteyken zincirlerinden kopar, soyadlarının tüm ağırlığını bir kenara bırakır ve sadece iki aşık genç olurlardı. Bade eskiden olsa böyle davetlerden, sosyeteye katılmaktan nefret ederdi ve bir zamanlar Atabey'in onunla ilgili en sevdiği şeylerden birisi buydu.

Bade'nin bakışları bu sözlerle değişti.. Fakat kadın karşılık veremeden, arkadan adamın omzuna dokunan birisi onu durdurdu. Bu Cüneyt'ti. Cüneyt, ona sarılarak ve gülerek bir şeyler anlatarak adamı başka yöne çekti, Atabey hala Bade'nin bakışlarında, onu çarpan anlamdan dolayı şaşkın bir halde olsa da, Cüneyt'in gevezeliklerine gülerek karşılık verdi.

Gecenin ilerleyen saatlerinde, Atabey özellikle Bade'nin olduğu taraflara bakmamaya özen gösterdi. Daha ilk dakikadan kafası karışmıştı, kadını görmenin ona iyi gelmediği belliydi. Fakat ayrıca, Bade'nin parmağında bir yüzük görememişti, ya da yanında bir eş. Bu da, kadının bekar olduğu anlamına geliyordu, ki Atabey senelerdir ara sıra aklına gelip, kalbini, beynini kurcalayan soruya kendince bir çözüm bulmuştu. İnternete ismini yazsa, onunla ilgili binlerce haber bulabilirdi ama istememişti. Onunla hiçbir bağlantısı olsun istememişti. Yine de senelerce merak etmekten de kendini alamamıştı. Evlenmiş miydi? Çocuğu var mıydı?

Aşık olmuş muydu?

Bu soruların ona yıllarca büyük baş ağrısı vermişliği vardı.

Arkadaşlarıyla konuşur, eskiyi yad ederken bir an başını çevirdi ve gördüğü manzarayla donduğunu hissetti. Vücudu gerilirken, gözleri kısılmış, şahin bakışlarla karşısındaki manzarayı kesmeye başlamıştı. Arkadaşları gülerek bir şeylerden bahsediyorlardı ama Atabey konudan tamamen uzaklaşmıştı. Gözlerini, Tuğrul ve Bade'nin gülüşerek konuşmalarından ayıramıyordu.

Bu niye onu bu kadar sinirlendirmişti, bilmiyordu. Artık Bade'yle hiçbir alakası yoktu, kadını seneler sonra ilk defa bugün görmüş, birbirlerine saldırmadan iki dakika konuşmayı bile becerememişlerdi. Ve Tuğrul'u onun yanında görmeden önce, Atabey buradan çıktıktan sonra Bade'yi bir daha görmemek için elinden gelen her şeyi yapacağına dair kendine söz vermişti. Fakat kadın gülerek bir şeyler anlatırken Tuğrul'un ona hayran bakışları.. Birlikte olabilirler miydi? Bu ihtimal bile adamın kanını dondurdu.

Olay Bade değildi, olay Tuğrul'a olan nefretiydi. Babasını, evini, şirketini ele geçirdiği yetmiyormuş gibi şimdi bir de eski sevgilisinde mi gözü vardı?

Kollarını kenetleyip, Tuğrul'un sevimsiz suratına bir yumruk atmamaya çalışarak kendini dizginledi. Sonunda adam Bade'nin yakınlarından uzaklaştığında, Atabey ne zamandır tutmakta olduğunu bilmediği nefesini salmıştı. Kendini durduramadan, sert adımlarını arkasını dönmüş Bade'ye ilerletirken buldu. Elini kaldırıp, kadının sırtına dokundu. Yıllar sonra ona ilk defa dokunuşundan sonra, bilinmeyen, tuhaf bir his bedenini sardı. Kadına dokunduğu, onu öptüğü, onunla seviştiği her an sanki bir anda beynine dolmuştu. Bade'nin, beline dokunmasıyla irkildiğini fark edince, anında elini geri çekti. Kadın ona dönerken havalanan saçları, havaya güzel bir koku yaymıştı. Atabey ona belli etmeden kokuyu içine çekti.

Bade kafası karışık bakışlarla ona bakarken, Atabey ilk zehirli tohumu atmak için harekete geçti, "Ne o Bade?" dedi buram buram alay kokan sesiyle, "Zorlulardan uzak duramıyor gibi bir halin var, ama seni uyarmalıyım, her ne kadar sevgili babacığım tam tersini hayal etse de, mükemmel Tuğrul Bey gerçek bir Zorlu değil." Sonlara doğru sesi sinirle kalınlaşmıştı, kahretsin, bir daha onunla konuşmak bile istememişti ama kadın bunu yapmaya onu zorlamıştı! Bade onun ezelden beri Tuğrul'a olan nefretini biliyordu, ne demeye onunla konuşuyor, gülüşüyordu? Artık birbirleriyle alakaları yoktu belki ama bunun Atabey'in damarına basacağını bilmesi gerekirdi.

Bade bu defa sessiz kalmadı, Atabey'den daha küçük bir adamın toplarının büzüşeceği, buz gibi bir bakış attı adama ve burnunu zarif bir küçümsemeyle kaldırdı, gülümseyerek, ipek gibi yumuşak sesiyle, "Bunun için üzgün değilim, aksine şükran doluyum Atabey. Sonuçta, Zorlu düşündüğün kadar soylu bir soyadı olsaydı, ona sen değil, Tuğrul sahip olurdu, değil mi?" Kadının bu aman vermez sözleriyle, Atabey beynine kan sıçramış gibi hissetti.

Bu sözlerin, aşağılanmanın ve Bade'yi dünya üzerinde en nefret ettiği insanla birlikte görmenin verdiği hınçla, "Belki de zavallı Tuğrul'u uyarmam gerek. Seni etkilemek için bu kadar numara çekmesine gerek yok, yalnızca o güzel bacaklarını aralaması yeterli olacaktır. Öyle değil mi, tatlım?"

Sözlerinden sonra, Bade'nin güçlü savunmasının devrildiğini ilk defa o zaman gördü. Kadının gözlerinde, duygularını geride tutan cam parçası patlayıp devrilmiş gibiydi. Adamın gözlerine öyle yoğun bir bakış attı ki, Atabey utanarak başını çevirmek istedi. Sanki bakan gözler aşık olduğu o kızın masum gözleriydi.

Bir anlığına Bade'nin ona bir tokat patlatacağını düşündü. Bunu hak etmişti.

Ama kadın sadece suratına "Benden uzak dur Atabey!" diye nefretle tıslamakla yetindi. Ve hemen sonra arkasını dönüp gitti..

Atabey orada öylece kalakaldı. Bir süre, arkasından gidip ettiği terbiyesiz laf için özür dilemeyi düşündü, ama ne fayda edecekti? Bu saatten sonra aralarının daha iyi, daha sorunsuz olması için bir yol var mıydı? Atabey'in ondan nefret ettiği kadar, Bade'de adamdan nefret ediyordu. Hikayenin sonu.

Yine de vicdanı adamı rahat bırakmadı. Kalabalık onu boğmaya başladığında, Cüneyt ve Sinem'i son bir defa tebrik edip, arabasına atladı ve eve geri döndü. Ev sessizdi, herkes uyumuş olmalıydı. Buzdolabından bir bira alıp, balkona çıktı ve birasını yudumlarken, önünde uzanan İstanbul boğazını seyretti..

Bir süre sonra arkasında bir ayak sesi duydu, birkaç saniye sonra da onun gibi korkuluklara yaslanan Tuğrul yanına gelmişti. Adamı fark edince bedeni gerilse de sessiz kaldı. Onunla konuşmak istemiyordu ama Tuğrul aynı fikirde değildi.

"Biliyor musun, ilk defa bu eve geldiğimde çok korkmuştum. On bir yaşındaydım, bir gecekonduda yaşıyordum ve burayı ilk gördüğümde... vay demiştim. Filmlerde gördüğüm saraylara benziyordu, şok olmuştum ama korkutucu bir şok. Tanımadığım insanlar, kocaman bir yer.. Sonra seni gördüm. İçim rahatlamıştı. En azından benim yaşımda bir çocuk var, diye düşündüm. Seninle yakın arkadaş olacağımızı düşündüm, ve ilerleyen yıllarda da sen benden ne kadar nefret edersen et, bunu düşünmeye devam ettim Atabey. Günün birinde benim kötü biri olmadığımı anlayacaktın ve bir şekilde arkadaş olacaktık, kardeş gibi. Ama artık bunun bizim için mümkün olmadığını biliyorum. Benden nefret ettiğini ve beni incitmek için her şeyi yapabileceğini de." Adamın bakışları ona çevrildi, "Ama bana olan hıncını babanın yarattığı şeyden çıkarma Atabey. Binlerce insan çalışıyor o yerde. Bana olan nefretin ya da kazanma isteğin yüzünden oraya, o insanlara zarar verme."

Atabey alayla hafifçe güldü, "Her zamanki Tuğrul, her zamanki süslü sözleri.. Hep iyi niyetlisin, öyle değil mi Tuğrul? Hep kendinden daha çok başkalarını düşünürsün." Gözlerini devirdi, "Babam burada değil dostum. Başkası da yok, suratındaki maskeyi çıkarabilirsin, sıkıntı değil."

Tuğrul dişlerini sıkıp, adama döndü. "Allah aşkına derdin ne Atabey? Ne alıp veremediğin var benimle bu kadar?"

Nasıl anlatacaktı? Anlatsa ondan ne kadar nefret ettiğini anlayacak mıydı? Yedinci sınıfta o babasının maçına gelmesini deli gibi beklerken, adamın Tuğrul'un projesinde kazandığı ödül törenine gitmesini mi? Babasının ona her bağırışında, her niye Tuğrul gibi değilsin, deyişinde öfkesinin daha da körüklendiğini, nefretinin arttığını nasıl anlatacaktı?

Bunların hiçbirini söylemeyip, basitçe omuz silkti. "Bilmem. Senden nefret etmek hoşuma gidiyordur belki. Belki de bu da benim hobimdir?"

Tuğrul sessiz kalıp derin derin nefesler aldı. "Yarın şirkete gel Atabey. Lütfen."

"Bade ile aranda ne var?"

Birden, kendini durduramadan ağzından kaçmıştı bu soru. Tuğrul ona şaşkınca baktı, "Bade mi? Bunun konumuzla ne alakası.."

"Sana bir soru sordum Tuğrul," diye sertçe çıkıştı. "Ona nasıl baktığını gördüm. Aranızda bir şey mi var?"

Tuğrul, Atabey'in bir açığını yakalamış gibi gözünü kıstı, "Diyelim ki var.. diyelim ki ondan hoşlanıyorum. Bundan sanane?"

Atabey öfkeyle dişlerini sıktı. "Ondan uzak dur." diye homurdandı. Niye birden mağara erkeği gibi davranmaya başlamıştı bilmiyordu ama zaten adamdan bu kadar nefret ediyorken, bir de Bade'yi onun yanında görmeye dayanamazdı.

Tuğrul inanamazmış gibi başını iki yana salladı, "Kiminle birlikte olacağıma dair senden izin almıyorum Atabey."

"Kiminle birlikte olduğun umurumda değil! Ama ondan uzak duracaksın."

Tuğrul birkaç saniye sessiz kaldı, sonra hafifçe gülümseyip başını iki yana salladı ve adamın gözlerine bakıp, "Hiç sanmıyorum." diye fısıldadı.

Ve sonra arkasını dönüp gitti. Geride öfkeden deliren bir Atabey bırakarak.

Fakat o gece Tuğrul, Atabey'e vermemesi gereken bir motivasyon vermişti. Kazanma hırsı.

Atabey o gece İstanbul'da kalacağına ve Tuğrul'u Bade'ye yaklaştırmamak adına her şeyi yapacağına dair söz verdi.



Continue Reading

You'll Also Like

5.5M 293K 30
!Acemi bir dille yazılmıştır! Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar t...
821K 16.2K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
118K 581 5
mesleğini eline alamayınca kendini barlarda escort ilan etmiş bir kızın aşk hikayesi...
64.6K 2.6K 21
UYARI: Kitap içerisinde nude gönderme gibi olaylar var, etik kurallarınıza uymuyorsa okumanızı tavsiye etmem. Şahsıma edilen en ufak hakarette engell...