The Minus | Taekook

Galing kay XeniaKunis

355K 32.3K 40.4K

❝Park Jimin güzeldi ama Kim Taehyung o kadar güzel değildi.❞ Higit pa

Giriş
2| Bügünüm Ve Yarınım Yokmuş Gibi
3| Sonu Gelmezcesine
4| Ómorfo Arsenikó
5| Kafesin İçindeki Özgürlük
6| Korkunun Esareti
7| Hatıraların Darağacı
8| Yıldızlar Ağlasın Yerime
9| Lavanta Cenettinde Açmış Menekşeler
10| Homo Homini Lupus
11| Kucak Dolusu Lavantalar
12| Ruhun Yıkıntıları
13| Günahkâr Şeytanlar
14| Nihil Lacrima Citius Arescit
15| Yürekte Şakıyan Serçeler
16| De Profundis Clamavi
17| Pembe Lotus Çiçeği
18| İmkansızlık Şiiri
19| Uçurtma Katili
20| Kimsesiz Bir Çocuğun Tebessümü
21| Güz Kuşları Da Ölür Mü?
22| Ölümü Fısıldayan Adam

1| Ona Aşık Mısın?

22K 1.8K 1.3K
Galing kay XeniaKunis

Hatalarım varsa affola. İyi okumalar!

[Billie Eilish - 6.18.18]

Ağzımda altın bir kaşıkla doğmuştum; burnuma ilk anne teninin kokusu yerine, kağıdın keskin kokusu dolmuş, gözlerim şefkatle sarmalanan bir kucaktan ziyade yeşil paraların içinde açılmıştı. Bebekliğim gibi çocukluğum, ergenliğim ve hatta hayatımın her saniyesi paraların göz kamaştırıcı ışığı altında geçmişti; kimi açıdan güzel sonuçlar doğursa da nefeslerim bile bir bir paranın uğruna harcanır olmuştu. Annem ve babam büyük evimizin en uzak köşelerinde odalarına çekilirken ben bakıcıların kucaklarında büyümüş; ailesini sadece özel davetlerde, aile yemeklerinde, after partilerde görecek kadar şanslı bir çocukluk geçirmiştim. Her şey o zamanlar daha rahat ve kısıtlamasız bir döngüdeydi benim için; zira dış görünüşüme önem veren bir annem, itibarını zedelememem için sürekli ağzımı kapatan bir babam yoktu.

Çocukluğumu para dolu süs havuzunda geçirerek büyümüştüm; ayda ancak bir iki kez gördüğüm ebeveynlerim artık tüm sorumluluğumu üstlerine alarak altın kafesimin kapısını sıkı sıkı kilitlemişlerdi. Ergenlik, yanında birçok sorunu da beraberinde getirerek omzuma yeni yükler bindirmekten gocunmamıştı; sivilcelerim çıkmasın diye kullandığım ilaçlar, kilomu korumak adına uymak zorunda kaldığım diyetler, her kreasyona göre düzenlenen dolabım, sürekli mükemmel olmak zorunda olan notlarım ve bunların yanında ailemin benimle övünebilecekleri yeteneklerimi geliştirmek gibi farklı farklı yeni kurslar hayatıma girdiğinde henüz on dört yaşındaydım. Her akşam diyetime göre hazırlanan besinleri yerken zihnimde dönen pizzalar, hamburgerler ve daha nice yemekler lokmalarımı boğazıma dizerdi, ancak ben yine de hep kilo alır ve ardından daha ağır diyetlere tabi olurdum; haftasonları annemle birlikte bakım evine de gitsem, notlarım sınıfın en iyisi de olsa, birbirinden farklı müzik aleti de çalsam asla onların gözünde istedikleri çocuk olmamıştım.

Bütün bunları bir yana atabilir, üstünü de kapatabilirdim, çünkü ruhumun altın parmaklıklara esir olduğu yıl hayatıma giren Jimin belki de sığınabildiğim tek limandı. Henüz liseye yeni başlamıştım, o zamanlar ailemin koyduğu kurallara alışmaya çalışsam bile ruhumu kaybetmemiş, içimdeki çocuğu hâlâ yaşar umuduyla muhafaza etmiştim; iyi ki de etmiştim, zira Jimin'in günden güne artan dostluğu o zamanlar bana bir merhem gibiydi. Ne zaman annemin baskılarından, babamın bağrışlarından, kursların boğuculuğundan kurtulmaya çalışsam sürekli Jimin'in yanına gider, içimdekilerin üzerini örterek onun güzel sözlerine sarılırdım.

Kısacası hayatım herkesin isteyeceği hayat, dostum da herkesin sahip olmak istediği kişiydi; ama ben yine de tüm bunların içinde kaybolmuş, kendi benliğimi kaybetmiştim ve ne yazık ki bulmaya da cesaretim yoktu.

"Burada dur, okula yürüyerek gitmek istiyorum." Tok sesim birinci sınıf deriyle kaplı arabanın içinde dağıldı, dikiz aynasından bana bakan bir çift gözü hissettiğim halde dışarıyı seyretmek artık alıştığım bir rutindi. "Babanızın kesin talimatı var efendim, sizi okulun kapısına kadar bizzat ben eşlik edeceğim." Şoförümüz Bay Kang'ın babama olan bağlılığı her seferinde gözlerimi yaşartıyordu, onu öz oğlundan bile daha fazla sevip koruması bazı zamanlar tüylerimi ürpertidi. Sessizliğim bir yenilginin mutlak habercisi olmuş, omuzlarıma çöken sıkıntılar yerlerinden oldukça memnunmuş gibi biraz daha sinmişlerdi içime.

Araba durar durmaz kendimi bir hışım dışarıya attım, arkamdan soförün açılan kapısı ve yankılanan ayak sesleri bir kez daha ailemin bana güveninin en büyük kanıtıydı. Üzerime dikilen gözler üstünde ruhumda barının küçük çocuğun içine kapanma isteğini göz ardı ederek omuzlarımı dikleştirdim, güçlü olmak ilk nefesimden itibaren değişmeyen tek kuraldı. Okulun ihtişamlı kapısından girer girmez şoförümüzün gelmeyeceğini lakin ben okula girene kadar beni gözetleyeceğini biliyordum, günlük rutin işlerimin sadece bir tanesiydi bu. O yüzden insanların bakışları altında yuvarlak gözlüklerimi burnuma tam oturtup kumral saçlarımı biraz daha gözlerime düşürdüm, tek isteğim bir an önce sırama gitmek ve belki de Jimin'in yumuşak kolları arasında uyumaktı.

Kendi cehennemime girer girmez koridorlardan yankılanan öğrencilerin sesleri tam bir gürültü kirliliğiydi, bunun yanında sürekli etrafta şakalaşan erkekleri gördükçe içimde yanan o imrenmenin soğuk ateşleri her daim beni derinden yaralardı. Annem ve babamın yoğun baskıları nedeniyle hiçbir zaman kendi başıma hareket edememiş, kendi arkadaşlarımı bile seçememiştim, keza dışarıda çizdiğim beyefendi çizgisini annem, arkadaşlarımı da onların çıkar ilişkileri belirlerdi. Yine de bu süre boyunca başıma gelen en güzel şey Jimin'di, ve de ailemin onay verdiği tek kişi; onunla tesadüf eseri tanışmış olsam bile hayatıma yeni renkler ve soluklar getirdiği için ona minettardım.

Yavaş adımlarla kendi sınıfımın katına çıktığımda hemen köşede bir kızla konuşan Jimin'in pamuk kadar yumuşak bakışları bana takıldı, pembeye boyattığı saçlarının arasından gözüken narin kaşları güzelce gerilmiş, dudakları sıcak bir gülümsemeye ev sahipliği yapmıştı; konuşmasını, kesinlikle oldukça kibar bir şekilde, bitirip aceleyle bana gelir gelmez küçük gözlerini iri iri açarak baktı bana. "Dün neden telefonlarımı açmadın Taehyung, başına bir şey geldi diye çok üzüldüm." Dolgun dudaklarından düşen sesindeki kırıklar hayatımın tek gerçeğiydi, beni düşünen sadece oydu. "İyiyim Minie, telefonum bozuldu." Yalan söylemekten gocunmadım, Jimin'e kendim hakkında anlattığım tek gerçek ismim ve duygularımken ona asla hayatımın gerçek yüzünü gösteremezdim.

"Öyle mi, ben de seninle pirinç keki yemeye gelmedim diye bana kızdın sanmıştım," Melekleri kıskandıracak kadar güzel gülümsedi, gözleri aya dönüştü ve elmacık kemikleri allaştı; muazzam bir görüntüydü. "Ama telefonun bozulduğunu duyunca çok sevindim Taehyungie, seni üzmekten nefret ettiğimi biliyorsun." Sözlerinin gerçekliğini biliyordum, en az benim sevdiğim kadar severdi beni, ancak benden ziyade onun geniş arkadaş çevresi ve insanlarla ilişkileri varken beni kendine arkadaş seçmesi her zaman şaşırtı içimdeki ruhu. Kirpiklerinin altından bana masum masum bakarken daha fazla burada durmak istemediğim için ağır ağır sınıfa yöneldim. "Önemli değil Jimin, başka zaman yeriz."

"Evet! Mesela yarın ya da ondan sonraki gün de yiyebiliriz, söz veriyorum senden daha fazla yemeyeceğim." Sadece kafa sallamakla yetindim; ona, uyguladığım sıkı diyetler yüzünden ayda sadece bir kere pirinç keki yediğimi söyleyemezdim. Kendi kendine gülüp koluma girdi, yanımızdan geçen tanımadığım öğrencilere bile selam vererek en sonunda sınıfa girdiğimizde derin bir nefes verdim. İnsanların dikkatli bakışları sanki tüm hayatımı görüyormuş gibi içime işler, tüm endişeler damarlarıma dolardı; korkardım onlardan, zaten yeterince sevilmezken gerçek hayatımı bilmelerinden çok korkardım.

Kendi sırama geçip kafamı kollarıma gömdüm, Jimin de kafasını omzuma yaslayarak nefeslerini kulağıma veriyordu. "Az sonraki derste yüzme salonuna ineceğiz, yine kaptanlık seçimleri varmış ve eleme yapacaklarmış." Boğuk gelse bile söyledikleri sıkıntılı bir nefes vermeme neden oldu, okulun hiçbir faliyetine katılmadığım gibi yaptıkları işlerle de ilgilenmiyordum. "Ama yine de sonuç belli, Jeongguk varken kimse kaptan olamaz." İnce sesi dünden aşina olduğum ismi söylediğinde vücudumun kasılmasını engelleyemedim, neyse ki Jimin bunu fark etmemişti. "Jeon'u tanıyor musun? Yani, tanıştınız mı hiç daha önce."

"Jeongguk'u herkes tanıyor Taehyung, okuldaki sayılı ve en iyi burslulardan bir tanesi. Ayrıca onunla daha önce hiç konuşmadım, o oldukça popüler biri." Sadece bir kere hayatın bana kolaylık sağlamasını istemek günah gibiydi, Jimin'in aşka olan güçlü inancı tüm işlerimi baltalıyordu. Cevapsız bırakmam umrumda olmadı, gözlerimin kapandığını bile fark etmeden bana sarılarak konuşmaya devam etti, zira sesi bu denli kadife yumuşaklığındayken kulaklarıma ninni gibi çalardı. Dün tüm gece eksik olduğum konuları çalışırken kaçırdığım uykular intikamlarını alırcasına üzerime biniyordu, kaç gece kapıma dayanan uykuları kovup sabah ziyaretlerine izin verdiğimi anımsayamıyordum bile.

Tatlı rüyamın kollarından saçlarım okşanarak kaldırıldığımda gözlerimi açar açmaz Jimin'in güzel yüzü girdi görüş açıma, gözleri her gülüşünde olduğu gibi ay şeklini almıştı. "Herkes yüzme salonuna iniyor, en son biz kaldık." Gerinerek sıradan kalktım, benimld birlikte peşimden gelen Jimin de koluma girerek yürümeme yardımcı olurken gerçekten de koridorların epey boş olduğunu fark ettim. "Geceleri ne yaptığını merak ediyorum, her zaman okulda uyuyorsun." Sesi kısık olsa bile boş duvarlarda devleşti, ona okulun en iyisi olmak için akşamın sabaha gebe kaldığı her an çalıştığımı söyleyemezdim; bu, onun gözünde kendi ellerimle inşa ettiğim mükemmel hayatımı yine kendi ellerimle yıkmamın sebebi olurdu. Bunun yerine dudaklarıma kendinden emin ve Jimin'in yüzündeki endişeyi yok etmek adına gülümseme takındım, sahte maskeme de en iyi bu gülüşler yakışırdı.

"Ben iyiyim Jimin. Asıl sen söyle, şan derslerin nasıl gidiyor?" Son dört aydır hevesle gittiği kursu duyduğunda heyecanlandığı için kolumu sıkması bile sadece ona özel detaylardan biriydi, her kusuru bile onda bu derece ahenkle durduğu için elimden gelen tek şey güzelliği önünde eğilmekti. "Çok iyi gidiyor ama bu hafta modern dansla çakıştığı için ertelemek zorunda kaldım." Okuldan çıkar çıkmaz yüzüme vuran temiz hava ciğerlerimde güz rüzgarları estirdi, uzun süredir bahar yaşamamış ruhum sonbaharın hain yüzüne bile razıydı.

"Üniversitede çok yetenekli bir öğrencisi olduğundan bahsetti, adı Yongyae gibi bir şeydi sanırım. Neyse, beni ona yönlendirdi Taehyung, inanabiliyor musun?" Önüne bakmadan yürüdüğü için takıldığında belinden tutarak onu kendime çektim, bazen böyle sakarlıkları bile gözüme sevimli geliyordu. "Dikkat et." diye homurdanmamı umursamadı bile, kaldığı yerden anlatmaya devam ederken gözlerim keskin kahverengi gözlerle buluştu bir anlığına; salonun duvarına yaslanmış, elleri göğsünde bağlı şekilde bizi izleyen Jeongguk'un bakışlarındaki öfkeyi aramızdaki mesafeden bile seçebiliyordum. Ancak neye bu kadar sinirlendiğini anlayamamıştım, daha kötüsü Jimin'in yanında saçma imalar yapmayacak kadar akıllı olması için tanrıya dualar ediyordum.

Jimin'in her şeyden habersiz konuşması içinde Jeongguk'un keskin gözlerinin odağında olmak hiç hoşuma giden bir detay değildi, zira okulun yıldız çocuğunu ilk kez bu kadar öfke dolu görmek beni şaşırtmıştı. Onca düşünceme rağmen Jimin'le birlikte yanından geçip salona girer girmez tuttuğum nefesi rahatlıkla verdim, ensemden akan endişenin terleri sırtıma yol alırken çoktan tribünlerin olduğu alana çıkmıştık bile. Çoktan yerleşmiş öğrencilerin arasına girmeden Jimin'i en arka sıraya sürükledim, uykunun hâlâ damarlarımda dolaştığı sırada insanların konuşmalarına maruz kalmak istemiyordum.

"Uykun var değil mi Tae?" Havuzun başında ısınan yüzücülerden gözlerimi çekip Jimin'e bakmam bile her şeyi anlaması için yetmişti, dudaklarından ufak kıkırtılar çıkarken başımı yavaş hareketlerle omzuna yaslayıp soluklandım. Onlarca ağızdan çıkan seslerin ağır kalabalığı canımı yakarcasına beynime üşüştü, uyuyamadığım her uyku daha da derinlerde yaralar açarken aslında asıl meselenin hiçbir zaman alamadığım uykular olmadığını bilmek belki de açılan yaradan sızan kanların sebebiydi. Herkese gösterdiğim ancak kimsenin görmediği maskelerim çatlamak için yer ararken sakin kalabilmek, hiçbir şey yolunda değilken her şeyin yolunda olduğuna inandırabilmek ve en acısı da en yakınım dediğim insana bile siyah yalanlarımı bulaştırmaktı; bir acı silsilesi tekrar göğüs kafesimi yokladı, belki de ölmekti bu ama yine de aldığım nefesi geri verdim.

Amaçsız gözlerim gezindi herkesin üstünde, en sonunda havuzun köşesinde gergin bir şekilde duran yarıçıplak Jeongguk'a takıldığında kasılmış sırtından ve sürekli boynunu sağa sola eğmesinden öfkesinin geçmediğini anladım. Koyu kahverengi saçları yandan ayrılmış şekilde alnına dökülmüş gözlerini örtüyordu, şekilli vücudu ışıkların altında parıl parıl parıldarken yanındaki çocuktan aldığı su şişesinden bir yudum içip yerine geçti. Uykuya yenik düşmek üzere olan gözlerim Jimin'in saçlarımı usul usul okşamasına daha fazla dayanamadı, tam gözlerimi kapatacakken yarışçıların yerlerine geçerek pozisyon aldığını gördüm lakin gözlerim sadece bir kişinin üzerinde gezinir haldeydi.

Sonunda koç yarışı başlatmak için tetiği çekti, aynı anda suya atlayan altı çocuk suyun mavilikleri ardında belli belirsiz parlarken yüzeye çıkan Jeongguk'un kolları kulaçlar atarak bedenini suyun üzerinde ileriye taşıdı. Sadece saniyeler içinde diğer uçtan dönerek başladığı noktaya dönen Jeon'u diğerleri izledi. Sudan ilk çıkan Jeongguk'un adı tribünlerde coşkulu şekilde yankılandı, belli ki bu senede kaptanlığı kimseye kaptırmayacaktı.

"Jeongguk gerçekten yetenekli biri." Gözlerim havluyla kurulanan Jeongguk'un üzerinden bir an olsun gitmezken belli belirsiz mırıldandım, Jimin dediklerime katılırcasına kafasını salladı. "Evet, burslu olmasına rağmen birçok kişiden daha yetenekli." Söylediklerine cevap vermedim zira verecek bir kelimem bile yoktu, Jeongguk'a boşuna yıldız çocuk demediklerini biliyordum.

Gözden kaybolan Jeongguk'un ardından uykuya yenik düşen gözkapaklarım Jimin'in rahat omzunda güzel bir uykuya gömüldüler. Acılardan tek kaçışım değildi bu; kaç kez diyette uymayıp kendimi kusturmuş ve ardından gözlerim parçalanana kadar ağlamıştım; defalarca kez uymadığım her kural için aç bırakılmış, günlerce odamdan çıkmamıştım; bu yüzden sadece uyuyarak kaçtığım acılar gözlerim açıkken canımı yakacak kadar acımasızdı. Dibine battığım bu bataklıktan kurtulmak adına sadece bir kez cesaretime uyup beyaz ışığa koşmuş, ancak bana umut veren renkli onlarca daire hastanede vücudumdan atılmıştı; onlar bile gitmeme izin vermemişken koştuğum beyaz ışık sonsuza değin karanlığa gömülmüştü.

Ani bir hareketle sarsılan kafam boşluğa düştüğünde irkilerek uyandım. "Özür dilerim Tae, bilerek yapmadım." Jimin'in üzgün sesini çoşkulu alkıştan zar zor işittim, yüzüne bakınca gördüğüm saf üzüntü ve mahcupluk affetmenin ne demek olduğunu asla bilmemiş kalbimi yumuşattı. "Önemli değil. Sınıfa gitsem iyi olacak, bitince gelirsin." Gitmeden önce saçlarını karıştırarak merdivenlere yöneldim, arkamdan bir şey diyecek oluyor olması bile o an için önemli değildi; tek istediğim bir an önce sessiz bir yerde kafa dinlemekti. Merdivenleri usul usul inerken açılmış uykumdan kalan izleri silmek için yüzümü ovdum, gitgide azalan sesler daha da rahatlamamı sağlıyordu.

Kimsenin olmadığı koridorda yankılanan ayak seslerim bir süre yalnızken ikinci bir adım sesinin ne olduğunu düşünemeden kolumdan kavrayan sıkı bir tutuş güçsüz bedenimi kapalı bir kapının ardına sürükledi. Sırtım kapının soğuk yüzeyine değer değmez omuzlarımda hissettiğim sert tutuş ve sıcak nefesler tüm bedenimi korkuyla titretti. Gözlerim küçük pencereden az çok giren gün ışığla aydınlanan bedene bakmak için yukarı tırmandığıda beni karşılayan çatık kaşlarının altındaki parlak gözlerin sahibi Jeongguk olmuştu; dinmemiş öfkesi mengene misali omuzlarımı sıkan ellerinden güç alıp daha da bastırdı bedenimi kapının yüzeyine. "Ona mı aşıksın?" Dünün aksine kat kat sertleşen sesi bıçak misali tüm tenimi kesti, irislerindeki soğuk ve bir o kadar yangın yeri gibi yakan bakışları beni şaşkınlık sularına bastırmaktan başka bir işe yaramadı.

"N-ne?" Fısıltım sanki hiç uğramamış gibi bedenimi tekrar sarstı güçlü bir şekilde, canımı yakan tutuşundan kurtulmak için soğumuş parmak uçlarımı sert göğsüne koyup ittirmeye çalıştım ancak bu çabamam güçlü bir rüzgara karşı uçan narin bir kelebek kadar saçmaydı. "Jimin'e mi aşıksın?" Bağırmıyordu, hakaret etmiyordu fakat basit kelimeler ve kısık sesiyle tüm hücrelerime kadar korkuyla doluyordum. Duyduklarım birkaç saniyenin ardından beynimin ücra duvarlarına kazınırken anladığım soruyu hiç duymamış olmayı dilerdim, böyle bir soruyu işitmek yerine binlerce kez babamdan hakaret yemeyi bile göze alabilirdim ancak yine de bunu duymak istemezdim.

Tüm kalbim acı ve öfkenin acısıyla çalkalandı, az önce güçsüz düşen ellerim birden bire güçle dolarak Jeongguk'un göğsüne sertçe indiler; sadece birkaç adım gerileyen bedeni aynı hızla üzerime gelip tüm vücuduyla beni kapıya bastırdığı zaman dudaklarımdan tek bir kelime düştü. "Aptal." Duydukları hoşuna gitmemiş olacak ki hırıldayarak biraz daha yaslandı üzerime, ruhum da aynı kafese girse bile sahte maskesi yüzündeyken güçsüz düşmeyi göze alamayarak başını dikleştirdi. "Tam bir aptalsın Jeon, en yakın arkadaşıma aşık olacağımı düşünecek kadar aptal."

"O sana sarılıp öperken ne düşünmemi bekliyordun?" Öfkesi ruhumun güçlü maskesini kıramadı, dudaklarımda en az onun gibi tehlikeli bir tebessüm belirirken birden bire gülmem kaşlarının biraz daha çatılmasını sağladı. "Onu çok seviyor olsaydın bizim hep öyle olduğumuzu bilirdin Jeon ve elindeki tek şansa böyle davranmazdın." Gülüşüm büyüdü, güçsüzken bile güçlü gibi davranmaya alışık olduğum için kendimden asla açık vermeden devam ettim. "Uzaklaş benden." Uzaklaşmadı lakin bu durum bedenlerimizin tamamen birleşik olduğu gerçeğini yüzüme vurdu, o saniyeler içinde dudaklarıma çarpan nefesleri de üşüyen ruhumu ısıtırcasına kalbimi sarıyordu.

"Birini hiç sevmediğin o kadar belli ki, eğer sevseydin en yakın arkadaşın bile gözüne farklı görünürdü." Sözlerini bileğlemeden, körelmiş ucunu tenime sabırsızca bastıran çocuk hiç sevilmemişliğimden bihaberdi, doğruların can yakan tınısı kalbimde gitgide yankı bulurken dudaklarımdan titrek bir nefesi içimdeki yangına su olsun diye aldım. Sükûnet çığ gibi büyürken neredeyse düştü düşecek olan maskemi ellerimden kaymadan hemen önce sıkı sıkı tuttum ve gülümsedim. "Yarın okuldan sonra buluşalım, sana ilk bilgini vereceğim Jeon,"

Buğulanan gözlük camlarımın ardından koyu gözlerindeki yıldızlara çarptım sertçe, sanki ona dünyadaki tüm mutluluğu vermişim gibi mutlulukla karşımda gülüyordu. "Ama kimsenin bizi görmesini istemiyorum." Kırıktı kelimelerim, onunla kapı arasından sıyrılıp kendimi serin koridora atar atmaz boğazıma oturan cümleleri ve gözlerinde gördüğüm mutluluğun yakıcı parlaklığı sancılı yaşları çıkardı gözpınarlarıma.

Attığım her adımda sevmenin ne demek olduğunu içimde sorgulayarak sustum, belki dışımdan ağlamadım ancak ruhumun dinmek bilmeyen gözyaşları benim içinde akıyordu. Sevilmemiş ve sevmek nedir bilmeyen bir çocuktum, bununla da hep kaçarak baş ediyordum lakin sözlerin ağırlığı altında bu sefer gidecek bir yerimin olmaması ve gerçeklerin mutlak gücü karşısında tek bir gözyaşı kurtulabildi gözlerimden, zaten o da hemen kurumuş ve maskemin altında silik bir iz bırakmıştı. Tıpkı benim gibi.

•••

Yazar notlarında hep başarısızım, o yüzden siz nasıl olduğunu belki bana anlatabilirsiniz?


Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

220K 21.8K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
61.9K 3.1K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
12.1M 589K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
28.6K 1.2K 38
Bu kitap Yabani dizisinin 28. bölümünden sonra ASLAZ cephesinde yaşanan olayları konu aldığım bir kitaptır. Görmek istediğimiz fakat tüm beklentileri...