ÇEPNİ Tuğrabozan

By 6EmreYavuz1

56.7K 6K 369

(2020 Wattys TR Tarih Kategorisi Kazananı...) Gök Sultan ile Tuğrabozan'ın arasındaki sevgi kıvılcımı mutlu s... More

GİRİŞ
İZİN
KUTLU HABER
YENİ PUSATLAR
CENEVİZLİLER
TUĞRABOZAN
HAK
GİZLİ SEVDA
KURT
TUZAK
AK ÖRGÜ
GÖNÜL OKU
KAVUŞMA
YARIŞMAYA DOĞRU
ZEHİR
YARIŞMA (1)
YARIŞMA (2)
HABER
HAİN
İNTİKAM
FETİH YOLUNDA
KUTLU
BEKLENMEDİK
ULA - FİNAL
TEKERRÜR - YENİ ÇALIŞMAYA GEÇİŞ: 1. KISIM
KUTLU'NUN YOLU - YENİ ÇALIŞMAYA GEÇİŞ 2. KISIM
3. KİTABIM // ULA // ÇIKTI
EKLENECEK SAYFA [DEDEM KORKUT & ATAM SARI SALTUK]
YENİ KAPAK & MEZAMORTA'YA DAİR
EKLENECEK SAYFA
EKLENECEK SAYFA
EKLENECEK SAYFA
EKLENECEK SAYFA

SAVAŞ

971 161 2
By 6EmreYavuz1

Hadis 36: Bişr el-Ğanevî (r.a)'den nakledildiğine göre o, Nebî (s.a.v)'i şöyle buyururken dinlemiştir:

"İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; o ordu ne güzel ordudur..." [Kaynak: Buhârî, Hâkim, Taberânî]

Hadis 37: Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem parmakları yalayıp tabağı silmeyi emrederek şöyle buyurdu:

"Yemeğinizin neresinde bereket bulunduğunu bilemezsiniz." [Kaynak: Müslim]

Hadis 38: Vahşî İbni Harb şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ashâbı:

"Yâ Resûlallah! Yemek yiyoruz, fakat doymuyoruz." dediler. Resûl-i Ekrem onlara:

"Herhalde ayrı ayrı yiyorsunuz." diye sorunca:

"Evet, öyle yapıyoruz." dediler. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem de:

"Yemeği birlikte yiyiniz; besmele çekiniz; yemeğiniz bereketlenir." buyurdu. [Kaynak: Ebû Dâvûd,İbni Mâce]

^

Gülnur ile Korkut'un kaçtığı gecenin sabahında Gülbahar, nihayet aylar üstüne Şifa ve olay üzerine atılan adamın obaya gelmesiyle beraber, obada bulunan kişileri toplayıp gece olanları anlatıyordu. Diğer taraftan Alarcın ile Gök Sultan ise Gök Sultan'ın elinin iyileşmesinin ardından birlikte talimlerde bulunuyorlardı. Birbirleri ile yaptıkları talimler sıkı sıkıya geçerken obada gözcülerin birbirlerine seslenip sevinç içerisinde 'Beylerimiz geliyorlar. Geliyorlar.' dediklerini işittiler. Bunu duyan herkes hemen ahvalden haberdar olmak için obanın girişine yöneldi.

Alarcın ile Gök Sultan gözcünün söylediklerini duyunca talimlerini yarıda bıraktılar. Terli ve yorgun şekilde obanın girişine doğru hız adımlarla yürümeye başladılar. Girişe gelince tıpkı obanın diğer ahalisi gibi Gülbahar'ın da tebessümü yüzünde orada beklemekte olduğunu gördüler.

Nihayet Salih Efendi obanın girişinde göründü. O an ahalinin kalbindeki heyecan yerini mutluluk bağrışmalarına bıraktı. Salih Efendi'nin sağ yanında Hadisci, sol yanında Mehmet vardı. Hau ile Alakurt ise arkalarından, birbirlerine takılır şekilde obaya doğru geliyorlardı. Fakat kalabalık şekilde gittikleri gibi gelmemişlerdi. Erlerin çoğu şehit olmuştu.

Mutluluk bağrışmaları eşliğinde erleriyle beraber obanın girişinden içeriye girdi Salih Efendi. Kalabalığın onlardan heyecanla haber bekliyordu. Bunu bildiği için obanın ortasına geldi. Atından inerek onu bağlaması için erlerinden birine verdi. Hau, Mehmet, Alakurt ve Hadisci'de onu takiben attan indiler. Ardından Salih Efendi konuşmaya başladı;

"Doksan dokuz adına hamd ettiğim şükrettiğim Allah'ın adıyla başlıyorum. Beylerim, erlerim, yiğitlerim, güzelliği dillere destan savaşçılarım. Uğrunda nice erimizi şehit olarak hakka yolcu ettik. Ettik lakin onların sayesinde ninnilerimiz, hikayelerimiz gerçek olmuş, Konstantiniyye fethedilerek İslâmbol olmuştur. Ey bunca yoldan oraya niye gidiyoruz, sanki fethedilecek diyen gafiller ey. Duyun ki Konstantiniyye fethedilmiş, adı İslâmbol olmuştur. Bu uğurda Sultan Mehmet Han, Fatih ünvanına kavuşmuştur. İşte odur o ki peygamber övgüsüne mazhar olan." dedi ve erlerini göstererek sözlerine devam etti. " İşte odur o ki peygamber övgüsüne mazhar ordudan bir parça. Alemlerin rabbi olan Allah'a hamd olsun." dedi.

Bu sözleri duyan herkes mutluluktan ağlamaya başlayıp 'Yolun yolumuzdur beyim. Fetih hayırlı olsun.' gibi cümleler bağırmaya başladılar. Bu bağrışmalar eşliğinde Salih Efendi ağırca topallayarak yürümeye başladı. Gülbahar ile Alarcın hemen onun yanına gelerek koluna girdiler. Böylece birlikte çadırlarından içeriye girdiler.

Gök Sultan ise Mehmet'e bakıp hoşgeldiklerini, sağ salim geldiklerine, hayırlısıyla fethin gerçekleşmesine yardımcı olduklarına sevindiğini söyledi. Adsız ile İrice'de başta Mehmet olmak üzere heyecanla tüm erlere sarılıp hoş geldiklerini söyledi. Ardından Adsız, tekrar Mehmet'in yanına giderek yorgun olduğunu ama konuşmaları gerektiğini söyledi. Mehmet onu onaylayıp ayaküstü dediklerini dinledi. Adsız, söylediklerine Mehmet'in sinirleneceğini düşünse de bu böyle olmadı. Mehmet, Adsız'ın omzuna dokunup birazdan toyda konuşmalarının daha iyi olacağını söyleyerek düşünceli şekilde çadırından içeriye girdi.

Öte yandan Hadisci, obada olanlardan habersiz Adsız, İrice, Hau ve Alakurt'u çadırına davet etti. Onların onaylamasıyla birlikte Hadisci'nin çadırına vardılar. Çadırından aylarca uzakta kalmasına rağmen çadırın tertemiz tutulduğunu görünce mutlu oldu Hadisci. Bu mutlulukla beraber arkadaşları ile sohbet etmeye başladı.

Obada kendi yokken olanları ailesinden dinleyen Salih Efendi, yaşanmış olan şeylerden dolayı canı sıkkın vaziyette en acilinden toy toplanılmasını Alarcın'a söyledi. Çünkü yoldan gelen beylerini daha fazla yormak istemiyordu. 

Alarcın, babasının sözüne uyarak toy için erlere seslendi. Kısa süre içinde toy toplandıktan sonra Salih Efendi, toy çadırına doğru ilerlemeye başladı. Bu toy Salih Efendi içinde iyi olmuştu. Çünkü o hem padişah ile aralarında geçen hadiseleri, hem de artık yorulduğunu, merkezdeki faaliyetlerini bir başkasına devredeceğini obadaki ahaliye aktaracaktı.

Aradan geçen dakikaların ardından herkes toya toparlanınca ağır adımlarla herkesin toplanmış olduğu toya gitti. Besmele çekip hamd etti. Konuşmaya başladı;

"Duydum ki biz obadan ayrılır ayrılmaz bazı gafiller canlarımıza, cananlarımıza kastetmeye çalışmış, kısmen de olsa başarılı olmuşlar. Emrimdir. Yarından itibaren tüm erler, tüm eli kılıç tutan kişiler bu hainleri arayıp bulup obamıza getirmek için canla başla çalışacaklar. İkinci husus ise artık yaşlılığımdan dolayı merkezdeki faaliyetlerimi devrettiğimle alakalıdır. Artık merkezdeki yerime Mehmet bakacaktır." dedi. Hadisci'ye bakarak sözlerine devam etti; "Hadisci demircilik işlerini Mehmet hallederken sen de kılığını değiştirip merkezde gezeceksin. Yıllardır güvendiklerimize gizlice anlattığımız İslâm dinini aynı şekilde anlatmaya devam edecek, Mehmet'in yanında yardımcı olarak çalışıp onun ahaliye yardım için hazırlayacağı şeyleri ahaliye dağıtacaksın. Ta ki ben sana açıktan İslam'ı anlatmanın artık vakti geldi diyene kadar bu böyle devam edecek. Allah'ın izniyle bu işin üstesinden geleceğine inanıyorum." dedi Salih Efendi.

"Emrin olur beyim. Yaparım Allah'ın izniyle." dedi Hadisci, yüzü gülümseyerek. Biliyordu ki peygamber övgüsüne mazhar olan orduya Salih Efendi'nin sebep olması sayesinde katılmıştı. Bu sayede de Salih Efendi'ye olan sevgi ve saygısı katbekat artmıştı. Bu yüzden o ne derse canını dişine takarak yapardı.

Hadisci sözlerini bitirince konuşmaya devam etti Salih Efendi;

"Bir diğer husus Fatih Sultan Mehmet Han ile ilgilidir. Savaşa katılıp etkin rol oynamamızdan memnun olmuş, bizlere kasa kasa altınların yanında başka değerli hediyeler de vermiştir. Bu hediyeler ile birlikte obamız hiç olmadığı kadar zenginleşmiştir. Birazdan tüm ahaliye payları olan altınlar dağıtılacaktır. Bunun yanında yine Fatih Sultan Mehmet Han burada ne için olduğumuzun sizler tarafından da bilinmesini istemiş, çabalarımızı takdir ettiğini sizlere iletmiştir. Yakında çabalarımızın netice vereceğini, ondan haber beklememizi söylemiştir. Allah onlardan razı olsun, Allah rahmet eylesin evet, belki büyüklerimiz çok çileler çektiler ama Allah'ın izniyle bugün meyvelerini bizler yemeye başladık." dedi.

Orada bulunan beyler ve erler, sırasıyla 'Allah razı olsun. Rabbimize seni bize bağışladığı için hamd olsun.' gibi sözler söyleyerek Salih Efendi'ye memnuniyetlerini belirttiler.

"Son olarak Hadisci." dedi Salih Efendi.

"Buyur beyim."

"Vaden dolmuştur. Hanıma, bakması için ak örgünü getiresin."

Obada ona olanları öğrendiğinden bu yana Şifa'yı görmek için can atan Hadisci'nin, duydukları sözler karşısında kalp atışları hızlandı. Mutluluktan öyle bir gülümsedi ki gözleri görünmeyecek kadar küçüldü.

"Tamam beyim." dedi. 'Sonunda gözlerini memleketim bellediğim, orda doğduğum, orada öleceğim toprak gözlüme kavuşacağım. Sonunda hasret bitecek, gözlerine doyasıya bakacağım. Alemlerin rabbi olan Allah (c.c)'nun doksan dokuz adına şükürler olsun, hamd olsun.' diye geçirdi içinden.

  Orada bulunanlar Hadisci'yi tebrik ederken, Salih Efendi yorgun olduğunu, bir söylenecek yoksa toyu bitireceğini söyledi. Kimse bir şey söylemeyince Asr suresini okuyup toyu bitirdi. Obadaki erlerine altınların hakkıyla dağıtılması emrini verdi. Adsız, İrice, Alarcın ve Gök Sultan'a bu dağıtım başında olmalarını söyleyip dinlenmek üzere çadırına geçti. Onların gelmesiyle birlikte hüzün obadan ayrılıp yerini mutluluk ve sevince bırakmıştı. Bunca olaydan sonra bu durum Alarcın'ı sevindiriyordu. Artık babası ve abisi yanındaydı. Oba zayıf halinden tekrar eski güçlü haline kavuşmuştu.

7 saat sonra.

Akşam karanlığı çökmeye yakın olmasına rağmen Mehmet, bir yandan erleriyle beraber talim yapıyor, diğer yandan kalbinden mülk suresini okuyordu. Derken gözcülerin bağırışmalarıyla talimi bıraktı. Çok geçmeden gözcülerden biri Mehmet'in yanına geldi.

"Beyim kalabalık bir grup pusatlanmış obamıza doğru geliyorlar. En önde hain Gülnur ile Korkut var." dedi.

Hiddetlendi Mehmet. Orada bulunanlara hemen savunma pozisyonuna geçmelerini emredip babasının çadırına doğru ilerledi. Tam babasının çadırının önüne geldiğinde gözcüleri duyan babasının çadırından çıktığını gördü. Ona durumu anlattı. Babası da tam düşündüğü gibi savunmada beklemelerini, onlar saldırmadan karşı tarafa saldırmamalarını emretti. Bu esnada Alarcın ile Gök Sultan ise kadın erlerini savaş pozisyonunda tutuyordu.

Nihayet silahlarını kuşanmış bu grup obaya iyice yaklaştığında Salih Efendi ile Mehmet'i görüp morali bozuldu Gülnur'un. Ama bir kez buraya kadar gelinmişti. Artık dönüşü yoktu.

Boylan yanındaki erlerden birine obalarındaki hainlerini teslim etmelerini, yoksa acımadan savaşacaklarını onlara iletmesini söyledi. Er dediğine uyarak obanın içerisine gelip Salih Efendi'ye Gök Sultan, İrice, Adsız, Hüma ve Eçine'yi teslim etmelerini aksi takdirde savaşacaklarını söyledi. Salih Efendi ere, eğer Gülnur ve Korkut'u teslim etmezlerse hepsine zarar geleceğini söyledi. Er bu dediğini iletmek üzere Boylan'ın yanına gitti. Bu arada Gülnur, kendilerini teslim etmemelerini, beyleri öldürürse obadaki altınların yarısını ona vereceğini ve birlikte çok iyi ittifak olabileceklerini yineleyerek söylüyordu ona. Boylan, Gülnur'un bu dolduruşlarına uyarak oğlu Dumrul'a onlarla savaşmalarını söyledi. Annesi böyle söyleyince Dumrul, 'Saldırın.' diye bağırdı. Böylelikle savaş başlamış oldu.

Mehmet, Adsız, İrice, Hau ve Alakurt hep birlikte hemen en öne, Korkut ile Dumrul'un bulunduğu safa giderek onlarla savaşmaya başladılar. Bu arada obanın içerisindeki ve ormandaki gözcüler de Boylan'ın okçuları obaya ok atamadan onları indirmeyi başardılar. Ardından kılıçlarını bellerinden çıkarıp dört bir yandan onlara saldırmaya başladılar.

Gök Sultan, Boylan'ı görünce gözlerini ateş bürümüştü. Beklediği o an gelmişti. Keza Alarcın'da Şifa'ya yaptıklarının intikamını Gülnur'dan almak uğruna onu gördüğünden beridir yerinde duramıyordu. İkisinin de kalbini onlarla savaşma arzusu yakıp kavuruyordu. 

Nihayetinde ikisinin de istedikleri oldu. Alarcın ile Gök Sultan hemen Boylan ve Gülnur'un bulunduğu yere gidip onlarla savaşmaya başladılar. Biraz sonra Eçine ve Hüma'da gelip onlara destek verdiler. Bu sefer Gülnur ve Korkut'un kaçmasına izin veremezdi Alarcın. Boylan'ın erlerini Gök Sultan'la birlikte tek tek etkisiz hale getirip birlikte Gülnur ve Boylan'ın yanına geldiler. Bekledikleri anın gelmesinin verdiği hırsla onlarla savaşmaya başladılar. Savaşırken de birbirlerine sözler sarf etmekten geri kalmadılar.

Öte yandan Adsız'da Dumrul'la savaşıyordu. Korkut ise sürekli erlerini öne sürüp Mehmet ve yanındaki Hau'dan kaçıyordu.

Savaş başlayalı çok olmamıştı ki Adsız ile Dumrul'un çetin çarpışmasından sonra Dumrul'un ölmesiyle sarsıldı Boylan. Onun ölmesine hem üzülüp hem de sinirlenerek daha bir hırsla saldırdığı sırada da Gök Sultan onun açığını yakaladı ve bir hamlede onun boğazını kesip;

"Sana kurt görmüş gibi sesinin kesileceğini söylemiştim Boylan." dedi.

O, bu sözleri söylerken Boylan, boğazının kesilmesinin verdiği acıyla gözleri fal taşı gibi açılarak ona baktı. Kısa bir bakışın ardından yere düşüp oracıkta öldü.

Bu esnada Korkut'u, Alakurt yakalamış, Korkut daha ona kılıcını indiremeden Alakurt onu bayıltmıştı. Gülnur ise sonunun geldiğini anlayıp kaçmaya yelteneceği sırada arkalardan gelen bir okla sırtından yaralandı. Alarcın oku kim attı diye geri dönünce karşısında yayıyla birlikte Ayla'yı gözleri yaşlı şekilde gördü. Ayla, normalde neşeli birisi iken Orhan öldükten sonra üzüntüsünden içine kapanmış, kimseyle konuşmamıştı.

Alarcın, okuyla Gülnur'u yaralayan Ayla'nın halini görüp hemen yanına giderek ona sıkı sıkıya sarıldı. Ayla'da ona sarılarak kendini ancak toparlayabildiğini söyledi. Alarcın ise ona gözleri yaşlı şekilde sırf erlere güçlü görünmek için kendisinin de bu şekilde durduğunu söyledi ve Ayla ile birlikte onun çadırına dertleşmek üzere gittiler.

Boylan'ın ve Dumrul'un öldüğünü gören Boylan'ın erleri, moralleri bozuk biçimde cesaretlerini toplamaya çalışıp savaşmaya devam ettiler. Ettiler ama çok geçmeden Salih Efendi'nin erleri onları da etkisiz hale getirmeyi başardı.

Nihayet Boylan, hain erleri ve Dumrul ölmüş, Gülnur ile Korkut'ta obaya getirilmişti. Gök Sultan için artık obasına dönmesinin de önü açılmıştı. Gülnur ve Korkut için ise tahmin etmedikleri son gelmişti. Salih Efendi zaman kaybetmeden onların yaptıkları suçları toyda ahali ile görüştü. İbret olsun diye herkesin önünde asılmaları üzerine anlaşıp cezalarını kesti. Kısa süre içerisinde Gülnur ile Korkut yalvarmalarının eşliğinde ahali önünde asılarak öldürüldüler. Salih Efendi'ye kalsa onları orada bir müddet asılı bıraktıracaktı. Fakat obada çocuklar vardı. Bu durum onları etkileyebilirdi. Bu nedenle erlerine onların bir an önce göz önünden alınması talimatını verdi. Ahaliye döndü. Konuşmaya başladı.

"Canımıza kasteden hainlerin sonu budur. İbret alın. Alın ki bir daha kimsenin aklından böyle bir şey geçmesin." dedi. Yıllardır ahali Salih Efendi'yi naif biri olarak bilirdi. İlk defa bu kadar sert ve kurt bakışlı bir konuşma yapmıştı. Konuşmasının akabinde erlerine tüm ölen hainlerden obayı ve dışarısını temizlemeleri emrini verdi Salih Efendi. Kendi de namaz kılmak üzere çadırından içeriye girdi.

Aradan bir saat kadar geçip olaylar kısmen de olsa durulunca Salih Efendi ile ailesinin bulunduğu çadıra, Gülbahar'dan izin isteyerek girdi Gök Sultan. Niyeti artık obasına gitmesinin önünde bir engel kalmadığını anlatmaktı. O içeriye girdiğinde Gülbahar'ın yanında Salih Efendi ve Mehmet vardı.

"Hoş geldin kızım. Bizde seni çağıracaktık." dedi Gülbahar. 

Gök Sultan duruma şaşırmış şekilde Gülbahar'ın yanına oturdu.

"Kızım obana dönüşün için bir mani kalmadı. Sende bunun için geldin sanırım." dedi Salih Efendi.

"Biraz bunun için geldim. Bir de sizlere söylemek istediğim bir şey var." dedi Gök Sultan.

"Hayır olsun kızım söyleyesin." dedi Gülbahar.

"Bugüne kadar bana sahip çıktınız. Allah razı olsun. Çok emeğiniz geçti hakkınızı helal edin. Bu hainler yüzünden obamızın mevcudiyeti ve askeri gücü çok zayıfladı. Obamı sizin obanıza katıp şenlendirmek isterim." dedi Gök Sultan.

Bu habere sevinen Gülbahar;

"Helal olsun kızım sende helal et. Bizde bu meseleyi konuşuyorduk. Kalp kalbe karşıymış." dedi, yüzünde güller açan bir tebessümle.

Salih Efendi, hanımını onaylar nitelikte;

"Bu meseleyi bir an önce obanla da konuşasın kızım. Bu konuda hızlı olasın. Obanın başsız durduğu her vakit yeni çıbanların çıkmasını hızlandıracaktır. Mehmet ve erleri yol boyunca sana eşlik edecekler. Obanda bulunan ahali bu konuda olumsuza kanaat getirirse üstlerine gitmeyesin. Ne de olsa senelerdir oradalar. Ak örgü vaadi dolana kadar onları alttan alıp bu obanın güzelliklerini anlatasın. Nasip olur, vaad kazasız belasız aslına erer, fakat hala olumsuz düşünürseler işte o zaman bir şeyler düşünülür, gerekirse er desteği yapılır." dedi.

Salih Efendi ve Gülbahar'ın ona kızım demeleri Gök Sultan'ın çok hoşuna gidiyordu. Dediklerini yapmak için Gök Sultan;

"Eyvallah. O zaman bir an önce yola çıkayım." dedi.

Bunun üzerine Salih Efendi;

"Yarın sabah namazından sonra çıkman daha uygun olur kızım. Gecenin ne getireceği belli olmaz." dedi. Haklıydı Salih Efendi. Gece yola çıkmak eşkiyaların kol gezdiği bu topraklarda tehlikeli olabilirdi. Bu yüzden Gök Sultan, onun dediklerini kafası ile onaylayıp meseleyi kapattı. Mehmet'e bakıp gülümsedi. Onun gözlerindeki can suyuyla ömrüne ömür katan Mehmet'de ona aynı şekilde karşılık verince utanarak oradan ayrıldı. Bu meseleye müteakip Mehmet, oba meseleleri ve Hadisci'nin ak örgü vaadi ile ilgili konu açınca gerekse bu meseleler, gerekse de ileride ne yapacaklarına dair konuşmalarına devam ettiler.

Öte yandan Alarcın ile Ayla, bir aydan fazla süre geçmesine rağmen dinmeyen acılarını konuşarak dindirmeye çalışıyorlardı. Alarcın, Ayla'ya bunun onun kaderi olduğunu, sabretmeleri gerektiğini, ölenle ölünmediğini ona söylüyordu. Haklıydı Alarcın. Bir an önce toparlanmak zorundaydı. Hem Orhan onu bu halde görse kızardı. Zira o bir beyin hanımıydı. Güçlü olmak zorundaydı. Nihayetinde herkes bir gün ölecekti. Fakat beyi öldü diye yaşarken kendini toprağa koymak nedendi?

Derken bir anlığına Ayla'nın midesi bulandı. İçi bir tuhaf oldu. Alarcın, onun bu halini sorduğunda beş on gündür bunun böyledir devam ettiğini, yediği bir şeyin dokunmuş olabileceğini söyledi. O beş on gündür devam ediyor diye söyleyince Alarcın, hemen çadırın dışına çıkıp dışarda bulunan hanımlara, obanın hanımlarından bir hekim çağırılmasını söyledi.

Biraz sonra bu çağrıya bitkilerle arası iyi olan Şifa geldi. Ayla durumunu ona anlatınca, Şifa bitkilerle birkaç test uyguladı. Testlerin beklediği gibi çıktığını görünce de yüzüne bir tebessüm hakim oldu. Şifa'nın bu hali Alarcın'ın ve Ayla'nın tuhafına gitmişti. Zekiliğini her daim belli eden Alarcın, halâ durumu anlayamamıştı. Onların anlamadığını gören Şifa, Ayla'nın hamile olduğunu söyledi. Bu durum çadırdaki hüznü şaşkınlık ve mutluluğa çevirdi. Alarcın sevincinden hemen Ayla'ya sarıldı. Onu tebrik ederek işte tam da bu yüzden artık dimdik durması gerektiğini söyledi. Ayla ise mutluluk gözyaşları akıtarak karnına dokundu. Haklıydı Alarcın, artık dimdik durmalı, Orhan'dan geriye kalan biricik bebeğine iyi bakıp, onu iyi büyütmeliydi.

Sonraki günün sabahında namazdan sonra Gök Sultan, Eçine, İrice, Adsız, Mehmet ve obadan birkaç er, hep birlikte yola koyuldular. Hüma, Alarcın'a obadaki işlerde yardımcı olmak adına gelmemeyi seçmişti. Gönlü artık bu obadan yana olmuştu. Oraya gittiğinde tatsız anıları hatırlayacak, bu da canını sıkacaktı. Bunu istemiyordu. Gök Sultan'da onu anlayışla karşılamıştı. Zira o da aynı acıları şimdi obaya gidince bir kez daha yaşayacaktı. Yıllardır güzel anılar biriktirdiği topraklarda tek bir kötü anı tüm iyi anılarını silip süpürmüştü. Artık orada ne olursa olsun hep acıyı hissedecekti. Bu ise asla istemediği bir şeydi. Bir yandan bunları düşünüyor bir yandan da obayı birleştirme fikrini ilettikten sonra obada çıkabilecek sorunları düşünerek çözüm arıyordu. Bu şekilde yol boyunca pek ses çıkarmadı Gök Sultan.

Obasına vardığında onu sağ salim gören ahali beklediğinden çok daha fazla ona hürmet gösterdi. Çünkü onlar da Dumrul ve annesinden çekmişti. Obaya varıp ahali ile tek tek hasret giderdi Gök Sultan. Ardından hızlıca toy toplayıp obanın hainlerinin icabına bakıldığını, fakat oba bunlar yüzünden savunmasız kaldığını, ciddi sıkıntılar çekebileceklerini sarf edip kararını söyledi. Söyledikleri toyda bulunanlara sanki yıllardır özlemini çektikleri bir yemek gibi taptatlı geldi. Dumrul ve annesinden hoşnut olmayıp obayı terk etmeyi düşünen çok kişi olduğunu söylediler. Evet belki birçoğu doğma büyüme bu topraklardaydı ama çektikleri çileler onları yıllardır yaşadıkları bu topraklardan soğutmuştu. Bu yüzden bir an önce böyle bir şey yapılması gerektiğini de sözlerine eklediler. Gök Sultan, durumdan gayet hoşnut şekilde akşama kadar toplanma işlemi bitip yola çıkmaları emrini verdi. Sonrasında babasının gömüldüğü yere Mehmet ve diğer erlerle birlikte giderek Kur'an okuyup dualarda bulundu.

Ahali, Gök Sultan tekrar obaya döndüğü için mutluydular. Şiirler eşliğinde çadırlar toplanmaya başlandı, çeşitli nameler okundu. Nihayetinde akşam olunca herkes yola çıktı. Kazasız belasız yapılan yolculuğun ardından sonunda Salih Efendi'nin obasına varıldı ve obalar birleştirildi. İki obanın birleşmesi ile birlikte obada çadır sayısı bir hayli genişlemişti. Adeta mini bir şehir olmuşlardı.

Salih Efendi'nin obasında bulunanlar yeni gelen ahaliye canla başla yardım ettiler. Altınlarını ve eşyalarını onlarla paylaştılar. Sanki yıllardır beraberlermiş gibi dostluklar kurdular. Hatta obanın kadınları öyle kaynaşmışlardı ki birbirlerine yaptıkları farklı yemekleri, ninnileri anlatıp bol bol sohbet etmeye başladılar. Obanın kalan erleri de talimhaneye gidip diğer erlerle kaynaştılar.

Gök Sultan, bir anlığına obasında bulunanlara yardım etmeyi bırakıp obadaki kaynaşmayı izledi. Obasından olan insanların en ufak bir endişesi bile olmadığını görünce çok mutlu oldu. Bu tatlı kaynaşma yüzünden, o sert yapılı kızın gözlerinden mutluluktan dolayı yaş geldi. Ama bu göz yaşlarını kimse görmeden hemen silip mutlulukla kaldığı yerden işlerine devam etti.

Obadaki bu mutluluk ve neşe Salih Efendi'ye de sirayet etmişti. O da bu durumdan mutluydu. Yıllardır verilen emeğin meyveleriydi bunlar. Bu yaşlı halinde bunları yaşattığı için Allah'a defalarca şükretti, hamd etti.

Biraz sonra gözlerinden mutluluk göz yaşları dökülen Gülbahar yanına geldi. Ayla'nın hamile olduğunu öğrenmişti. Salih Efendi onun bu durumunu sorduğunda o da Ayla'nın hamile olduğunu öğrendi. Gönlünde pınarlar çoşup gözlerine vurdu. Gözlerinden yaş gelerek Gülbahar'a sarıldı. Gözlerinin yaşını silerek erlere seslenip onlara üç gün boyunca obada en besili kurbanların kesilip dağıtılması ve yeni gelenlere de daha önce dağıtılan altınlardan dağıtılması emrini verdi. Erler de onun emrine uyarak obayı adeta bayram alanına çevirdiler.

Akşam üstü toy çadırları büyütüldü. Hadisci'nin Şifa ile düğünü büyük bir kalabalık eşliğinde yapıldı. Düğünün ardından yeni toplanan ahalinin beyleri ile birlikte büyük bir toy yapıldı. Salih Efendi kendini ve ailesini tanıttıktan sonra birbirlerinin kardeşleri olduğunu, bu durumdan çok mutlu olduklarını ve hedeflerini söyledi. Bu hedef, yeni gelen tüm beylerin hoşuna gitti. Sonuna kadar beraber aynı hedef doğrultusunda çalışacaklarını Salih Efendi'ye söylediler. İçlerinde bir çoğu balıkçıydı ve artık onlarda merkezde tüccarlık yapmaya başlayacaklardı. Bu ise merkezde güçlü olan Salih Efendi'yi bir o kadar daha güçlü yapacaktı. Lakin güçlü yapmasının yanında daha dikkatli olmasını da gerektirecekti. Yine de hedefleri hiç olmadığı kadar yakın olduğu için mutluydu Salih Efendi. Zira artık yapılacak tek bir şey kalmıştı. Güçlerine daha da güç katıp zenginleşerek Fatih Sultan Mehmet'ten gelecek haberi beklemek, haber gelir gelmez hayallerindeki fethi gerçekleştirmek...

Continue Reading

You'll Also Like

291K 38.5K 50
Geçmiş hayatınızı yaşama şansınız olsaydı ne yapardınız? On yıllık ilişkisi büyük bir ihanet ile son bulduğunda Eda artık bir gerçeği kabul etmek zor...
1.2M 118K 68
| WATTYS 2021 KAZANANI | Melis Aksoy, her yerde görebileceğiniz türde sıradanlığa sahip bir genç kızdı. Onu diğerlerinden ayıran mükemmel bir dış gör...
Bir Erik Meselesi By Manjima

Historical Fiction

21.1K 1.4K 17
"Bey bir şey demeyecek misin, Ne oldu, Ne kararı alındı?" Dedemin bakışları ben dışında tüm aile üyelerinde gezindi. Baktığı herkes yerinde kıpırdanı...
109K 9.5K 37
Bedenim tir tir titremeye başlamıştı. Gözlerim dolmuş neredeyse ağlayacaktım. Etrafta yeni yeni fark ettiğim geçmişe ait şeyler vardı. Tabelalar, ara...