BEKLENMEDİK

325 22 0
                                    

Yirmi dört ay sonra...

1458 yılı, dördüncü ayının ilk haftasıydı. Soğukluğunu her fırsatta gösteren kış mevsimi, nihayet yerini ilkbaharın neşesine bırakmıştı. Baharın geldiğini haber veren çiçekler obanın dört bir tarafını donatmış, doğa, üzerindeki gelinliği çıkarıp yeşil, çiçeklerle bezeli mutluluk elbisesini giymişti. Çiçeklerin kokusu, obada bulunan her bireyin burnundan girmek suretiyle kalbine kadar ulaşmış, bu koku istisnasız hepsinin kalbinde şükür ve hamd olarak yerini almıştı.

İki sene önce yaşamış olduğu ve onu ölüme daha önce hiç olmadığı kadar yaklaştıran zehirli ok olayından iki hafta sonra Mehmet, Hadisci'nin doğru tedavileriyle dimdik ayağa kalkmayı başarmış, üç hafta sonra ise tamamen eski formuna kavuşmuştu. Zehirli okları yediği o günden sonra, bir daha hiçbir zaman Hadisci'nin ona hediye ettiği tılsımlı yeleği giymemezlik yapmamıştı. Zira yelek hediye edildi edileli sadece bir gün giymemişti ve zehirli okları yediği, yeleği giymediği o bir günde, ölüme hiç olmadığı kadar yaklaşmıştı.

Ayağa doğrulmasının üzerinden geçen bir haftanın sonunda zehri, zarar veremeden tamamen vücudundan atmayı başaran Mehmet, sonraki gün de Gök Sultan'ına kavuşmuştu. Bu kavuşma gecesi dillere destan olmuş, o gün sanki yüzyıllardır plânlanan fetih olmuşçasına obaya sevinç hâkim olmuştu.

Gök Sultan'a kavuşması akabinde, daha büyük yaralar açamasın diye Hera'yı, Alarcın'ın ve Gök Sultan'ın da yardımıyla arayıp durmuştu Mehmet. Fakat ne o, ne de Gök Sultan ile Alarcın, Hera'ya dair bir iz bulamamıştı. Adeta sır olup ortadan kaybolmuştu Hera. Bu kayboluş hayra alamet değildi. Zira biliyorlardı ki bir gün mutlaka yarım bıraktığı işi tamamlamaya çalışacaktı. Gözü açık olunmalıydı.

Mehmet ile Gök Sultan'ın evlenmesinin üzerinden geçen üç ayın sonuna gelindiğinde, aynı hafta içerisinde üç mutlu olay obaya neşe katmıştı; Hau ile Eçine, Aygüzel ile de Adsız evlenmiş, Hadisci ile Şifa'nın da bir kız çocuğu doğmuştu. Bu kız çocuğuna Ayşe adını vermişlerdi. Vermişlerdi lâkin halâ Hera'ya dair bir iz bulamamışlardı.

Aradan geçen ayların sonunda şimdi ise, iki gün önce Gök Sultan ile Mehmet'in ilk çocuklarının doğması şerefine verilen üç günlük yemek ziyafetinin son günüydü. Gök Sultan'ın duası üzerine bir de Mehmet, rüyasında doğacak ilk çocuğunun erkek olduğunu ve Gök Sultan'ın onu kucağına almış, kendinin zehirli ok yedikten sonra yapmış olduğu duayı ona anne sevgisi ile bakarak anlatmasını gördükten sonra, Gök Sultan'ın isteğini hiç itiraz etmeden onaylamıştı ve ilk çocuklarının adını "Dua" anlamına gelen Kutlu koymuşlardı. Ve adını koydukları o ilk an rüyasında gördüklerini bizzat gözü önünde yaşayınca kendi kendine "Vardır bir hikmeti" demiş, rüyasını hiç kimseye anlatmamıştı.

Öte yandan obada sadece Gök Sultan ile Mehmet'in ilk çocukları adına ziyafet yapılmıyor, bir yandan da oba işlerinden dolayı sürekli ertelenmek zorunda kalan Alakurt ile Alarcın'ın birbirlerine kavuşmasına hazırlık yapılıyordu.

Elinde, Alarcın'ın ona vermiş olduğu ak örgü, obalarının kuzey ucu sınırındaki ormanlık alandaki yaşlı bir ağacın dibinde tek başına oturuyor, Alarcın'ı her gördüğünde utancından ve heyecanından dolayı saçmalamamak adına ondan kaçmasından hayıflanıyordu Alakurt. "Hey deli gönlüm hey." diyordu içinden, kendi kendine. "Hey ki sana hey. Onlarca düşmanı alt ettin de gittin bir güzel yüzlüye yenildin. O kadar farklı dil öğrendin de bir çift ceylan göz karşısında tutuldun kaldın. Çok sevdin. Amma çok sevdin de onu görünce heyecandan sağa sola kaçıverdin. Söyle gönül kavuşuyorsun artık halâ nedir derdin? Nedir bu çekimserliğin? Çık karşısına çık da bir güzel kelâm ededur ona. Nedir her gördüğünde kaçmak?"

ÇEPNİ TuğrabozanWhere stories live. Discover now