KELEBEK

By drunkonblood

11.9M 386K 53.8K

Mitolojide kelebek ateşi simgeler, ateşe koşan pervane böceğinin yanıp ateşle bağdaşmasıdır. Eski Yunan'da is... More

KELEBEK
1.Bölüm - Yağmur
2.Bölüm - İnek Tanrıçası
3.Bölüm - İstenmeyen
4.Bölüm - Shift+Delete
5.Bölüm - Uçak
6.Bölüm - Tercihler
7.Bölüm - Sistem Geri Yükleme
8.Bölüm - Bukalemun
9.Bölüm - Morpheus
10.Bölüm - İnfluenza
11.Bölüm - Makaron
12. Bölüm - 108 Numara
13.Bölüm - İnterfaz Evresi
14.Bölüm - Güncelleme
15.Bölüm - Profaz Evresi
16.Bölüm - Kabulleniş
17.Bölüm - Einstein-Rosen Köprüsü
18.Bölüm - Canavarlar
19.Bölüm - Metafaz Evresi
20.Bölüm - Anafaz Evresi
21.Bölüm - Telofaz Evresi
22.Bölüm - Soğuk Duş Etkisi
23.Bölüm - DNA Mutasyonu
24.Bölüm - Cep Evren
25.Bölüm - Persephone
26.Bölüm - Sona Kalan
27.Bölüm - Venüs
28.Bölüm - Senkron Tutturma Yeteneği
29.Bölüm - Argiphontes
30.Bölüm - Cinnet Algoritması
31.Bölüm - Juno
32.Bölüm - Protein Yıkımı
33.Bölüm - Vulturus
34.Bölüm - Guest Hesabı
35.Bölüm - Minerva
36.Bölüm - Negatif Yük Dağılımı
37.Bölüm - Stymphalian Kuşları
38.Bölüm - Pisagor Teoremi
39.Bölüm - Nar Taneleri
40.Bölüm - Yastık İnkübasyonu
41.Bölüm - Pluton
42.Bölüm - 'Fe' Oksitlenmesi
44.Bölüm - Drakaina
45.Bölüm - Tulpar
46.Bölüm - Pavola
47.Bölüm - Eddie
48.Bölüm - Lux
49.Bölüm - Zihin Kontrolü
50.Bölüm - Kelt
51.Bölüm - Generatio İnferiorum
52.Bölüm - Gollum
53.Bölüm - Radix
54.Bölüm - Cerebrum
55.Bölüm - İnsan Ormanı
56.Bölüm - Ön Hazırlık
57.Bölüm - Dindymon
58.Bölüm - Petal
59.Bölüm - Harpia Kulesi
60.Bölüm - Tenebris
61.Bölüm - Ara Ürün
62.Bölüm -2015
63.Bölüm - Habitat
64.Bölüm - Ametist
65.Bölüm - Finem
66.Bölüm - Serotonin
67.Bölüm - Báthory
68.Bölüm - Caravaggio
69.Bölüm - Lo!
70.Bölüm - Svizzera
71.Bölüm - Primo
72.Bölüm - Teumessian
73.Bölüm - Cauda
74.Bölüm - Pinna
75.Bölüm - Lamiosa
Kelebek Kitap Oluyor!
76.Bölüm - Fibonacci
77.Bölüm - Athene noctua
78.Bölüm - Lagos
79.Bölüm - Spero
Duyuru
Kesit - 1
Kesit - 2
Kesit - 03
Kitapla İlgili Önemli Duyuru!
Kapağımız Belli Oldu!
İstanbul Tüyap Kitap Fuarı ve Birkaç Küçük Not
-YILBAŞI ÖZEL-
*İkinci Kitap Hakkında*
KELEBEK II - DÖNÜŞÜM
*İkinci Kitap ve İzmir Kitap Fuarı ile İlgili*
Dönüşüm'den Bir Kesit ve Duyuru!
-Dönüşüm-
* Küçük Bir Sürpriz *
Dönüşüm Raflarda!
* Üçüncü Kitap ve Bir Sürpriz *
*Üçüncü kitap ve İzmir Kitap Fuarı ile ilgili*
*KOZA*
Koza Çok Yakında Raflarda!
Koza Çekilişi ve İmza Günü Duyurusu!
Kelebek - *ÖZEL BÖLÜM*

43.Bölüm - Holometabol

122K 4.1K 602
By drunkonblood

“Sen kimsin?” Olenka adamın açtığı kafesten çıkmayı reddetmişti. Yeni bir tuzak kurulduğu ihtimalinden korkuyor olabilirdi. Fakat adam kapıyı açmışken, onun yerinde ben olsam çıkardım. Herhalde Bertilda veya Isaac’ten daha tehlikeli olamazdı. Ayrıca eli yüzü düzgündü, bizim kafesimizi açarken onu inceleme fırsatı bulmuştum. Belirgin bir çenesi ve elmacık kemikleri vardı. İfadesi ciddiydi, zaten gülüyor olması garip olurdu. Mavi gözlüydü, yine her zamanki gibi karizmatik ve yakışıklıydı. Artık sıkılmıştım. Bir tane de benim gibi güzel olmayan biri gelemez miydi? Aslında ben de fena değilim be. Bunları düşünürken adam kafesin kilidini açmıştı bile. O diğer kafese giderken İnci’yi bileğinden yakalayıp kendimle birlikte dışarı çıkardım.

“Hadi çıksanıza siz de!” Hala kafeste duruyor olan Hector ve Olenka’ya gelmelerini işaret ettim. Adam üçüncü kafesi de açıp son kafese ilerledi.

“Bu arada kim olduğun sorusuna hala cevap vermedin.” dedim ve adama doğru bir adım attım. Son kilidi de açtıktan sonra İnci ve benim yanıma geldi.

Bize sırtını dönüp diğerlerine baktı. “Çıkmanız için davetiye mi vermem lazım?” dedi adam alaycı bir şekilde. Haklı olduğunu düşünüp başımı salladım.

“Jane, İnci ikiniz de kafesinize geri dönün.” Hector’ın emrinin üzerine adam bizi arkasına alıp gitmemizi kibar sayılacak bir şekilde engelledi.

“Ben düşman değilim. Zamanımız daha fazla azalmadan çıkın şu kafeslerinizden.” Bence yine haklıydı, onlar yüzünden biz de yakalanacaktık şimdi.

“Düşman olmadığını nereden bilebilirim?” Adam Hector’ın sorusuna karşılık sırıttı.

“Size kendimi tanıtmadım. Madem çok istiyorsun, adım Theodore.” Duraksadı ve bize döndü. “Siz bana Ted diyebilirsiniz.” İnci ile bir saniyeliğine bakışıp aynı anda başımızı yana yatırmış ve gülümsemiştik.

“Poseidon’un oğluyum.” Ağzım şaşkınlıkla açıldı. “Denizlere hükmeden Tanrı!” dedim gülerek.

“Çok havalı!” İnci Ted’in omzuna vurdu. Ted bu alışıldığın dışında tepkisine afallasa da, İnci’ye yine de gülümsedi.

“Eğer Poseidon’un oğlu olsan bilirdim. Benim listemde yoktun.” Hector inanmayı reddetmişti. Ayrıca diğerleri hala kafeslerinden çıkmamışlardı.

“Senin listende yoktum.” dedi Ted, ‘senin’ kelimesini bastırarak.

“Kanıtla.” Hector’ın meydan okumasına karşılık Ted başını memnuniyetle salladı. Kollarını iki yana açtı. Sanki bir tank dolduruyorlarmış gibi gelen su sesine anlam verememiştim. Ted’in kollarını kendine doğru çekmesiyle duvardan fışkıran sular kafestekileri ıslattı. Ted’in önündeki görünmez duvar sayesinde su sadece onları ıslatmış, bize ulaşmamıştı. İnci ile bu duruma kahkaha atmadan durmamız ihtimal dahilinde bile değildi. Bütün benlikleriyle ıslanmış olan arkadaşlarımı teker teker süzdüm. İnci Olenka’nın yanına gittiğinde ne yapacağını anlamaya çalışırcasına ona baktım. Yüzüne yapışmış olan saçını kaşlarının üstüne doğru çekip Olenka’yı tek kaş yapmıştı. Bundan duyduğu mutluluğu yüzünde görebiliyordum. Sonra bir ceylan gibi seke seke yanımıza geri döndü.

“Bu ıslanmanızın tek bir açıklaması var, sanırım Poseidon’u kızdırdınız.” dedim ciddi bir ifadeyle. Ted bana dönüp sırıttıktan sonra aynı mutlu ifadeyle Hector’a baktı.

“Ne diyorsun, inandırmayı başardım mı?” Ted’in koluna dokunup dikkatini çektim. “Çok kızdırma, yağmur yağdırır. Biz de ıslanırız.” dedim fısıldayarak. Ted dediğimi önemsememiş gibi önüne döndü.

“Artık gidelim mi?” dedi durumdan sıkılmış olmalıydı. Birkaç saniye hepsine göz gezdirdikten sonra kapıya yöneldi. İnci ile onu takip ettik. Diğerleri de elbet geleceklerdi. Bu kadar naz yapmalarının sebebini anlayamıyordum. Birden ıslak bir insanın arkamdan sarılmasıyla kendimi küfür etmekten alıkoyamadım. Sırtıma yapışmış varlık, karnımda bağladığı kollarını kaçmamam için iyice sıkılaştırdı. Bir hain olduğuna şüphem yoktu.  Güçlüydü de pislik. Sarılmasıyla öne savrulup koluma yapışan ıslak kızıl saçlarını görebiliyordum.

“Adriana!” dedim dişlerimin arasından. Kıkırdamakla yetindi. Soluma döndüğümde İnci’ye de Dianna’nın sarıldığını görmüştüm. Bu yaptıkları yakışmış mıydı? Yakışmamıştı. Sonunda benden ayrıldığında arkamı dönüp ona saf öfkeyle baktım.

“Hak ettiniz.” Dianna ile aynı anda aynı şeyi söylemeleri ürkütücü olsa da umursamadım ve ilerlemeye devam eden Ted’e yetişmek için adımlarımı hızlandırdım. Adriana bir koala gibi sırtıma tırmandığından, aramızdaki mesafe biraz açılmıştı. Ona yetişince kafamdaki soruyu sormaya karar verdim.

“Burada bir sürü insan yok muydu? Hepsi neredeler? Bizim sesimizi duymuyorlar mı?” Uzun koridordan sola döndük ve yolun sonunda bir kapı olduğunu gördüm.

“Eğer bayılmamış olsalar duyarlardı.” Cevabı yeterince açıktı fakat aklıma takılan bir şey daha vardı.

“Tek başına mı yaptın?” dedim şaşkınca. “Arkadaşlarımdan yardım aldım.” Daha fazla eşelememeye karar verdim. Kapıdan çıktıktan sonra dışarıda diğerlerini beklemeye başladık. Evde kimseyi görmediğimi sanıyordum fakat bu açıdan koridorun sağ tarafındaki odada yerde uzanıyor olan birçok adamı fark etmiştim. Sabırla 72 saniye boyunca diğerlerinin gelmesini bekledik. En sonunda geldiklerinde Ted cebinden anahtarını çıkardı ve arabasının kilidini açtı. Onun arabasının önünde park etmiş arabadan Martin inince şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Muhtemelen hepimiz şaşırdığımızdan, Ted “Ben haber verdim,” diye açıklamasını yaptı. Yani o bizim her şeyimizi bilirken biz onun varlığından haberdar bile değildik. Martin hızla yanımıza ilerledi ve Adriana’ya sarıldı. Yüzüme bir sırıtış yayılırken yanımda dikilen İnci’ye dirsek atmak için hamle yaptığımda, o çoktan bana dirsek atmıştı bile. Böyle zamanlarda belki de benim ruh eşim İnci’dir diye düşünmeden edemiyordum. İnci romantik çifti yalnız bırakmamız gerektiğini anlayınca beni de alıp Martin’in arabasına doğru sürüklemeye başladı. Ne yazık ki o koca gruptan bunu anlayan tek ikili biz vardık. İnci ön koltuğa kurulunca onunla rahatça konuşabilmek için arka tarafa geçip ortaya kaydım.

“Yakışıyorlar.” dedim sırıtarak. “Bir sarılanımız bile yok Jane…” dedi İnci düşünceli bir şekilde. Hüzünle başımı salladım. Birden “Ben sana sarılırım.” Yüzümdeki ifade umutluydu. İnci aramızdaki sevgiyi tescilleyecek şekilde gülümsedi. Bu duygusal andan çıkmamızın sebebi iki kapının da açılıp iki yanıma Leonard ve Hector’ın oturmasıydı. Sonunda eve gidiyorduk. Neden her şeyi bu kadar ağırdan aldığımız hakkında hiçbir fikrim yoktu. Leonard yavaş bir hareketle kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. Şaşkınlıkla başımı kaldırıp ona baktım.

“Yeterince ıslanmamışsın sen.” dedi gülümseyerek. Tam ona itiraz edecekken İnci’nin kolumdan çekip beni kendine yaklaştırmasıyla susmak zorunda kaldım.

“Şuradaki kız lisedeki sınıf arkadaşım Öykü’ye benzemiyor mu?” Parmağıyla kaldırımda duran bir kızı işaret etti. “Cidden, tıpkı ona benziyor.” Kendi varsayımına başını salladı. Bileğimi ondan kurtarıp sırtımı tekrar koltuğa yasladım. İnci ne yaptığımı kontrol edercesine başını arkaya çevirdi ve duruşumdan tatmin olunca önüne döndü. Başımı sol tarafıma döndürdüğümde Hector’ın düz bir ifadeyle bana bakıyor olduğunu fark etmiştim.

“Niye yeni arkadaşınızla gitmediniz?” Sadece bana değil, İnci’ye de kızıyordu anlaşılan. Biz cevap vermeyince devam etti. “Çok iyi anlaştınız.” O kadar ciddi görünüyordu ki gülme isteğiyle dolmuştum. Yine de yüzümü sabit tutmayı başardım.

“Ona sadece şans tanıdık. Senin yerinin bizim için çok daha ayrı olduğunu biliyorsun.” Hector İnci’nin sözlerine omuz silkmekle yetindi. Bakışlarını cama çevirmişti. Martin’in arabaya binmesiyle nihayet eve doğru yola çıktık.

*

Eve gittiğimizde evin arkasında saklanan Fred ve Emily’i arayışımız korkulu dakikalar geçirmeme sebep olmuştu. Neyse ki, ikisi de iyiydiler. Adamlar geldiğinde Fred yarattığı küçük çaplı fırtınayla dikkatlerini dağıtmış ve hızlı koştuğu için Emily’i de taşıyarak adamlar gidene kadar güvenli bulduğu bir yere saklamıştı. Gerçi adamlar gidene kadar değil biz onları bulana kadar oradan çıkmamışlardı. Emily Fred onu kurtardığı için ona minnet duyuyordu ve Fred’in yaşadığı gurur paha biçilemezdi. Sonunda yemek yemiş ve ben de mutluluğa erişmiştim. Onları aşağıda bırakıp uyumadan önce biraz araştırma yapmaya karar verdim. Hector çalışma odasındaki bilgisayarları yolduğundan, onun odasındaki bilgisayarı kullanacaktım. Üstüme rahat bir şeyler giyip Hector’ın odasına gittim. Kapıyı çalmadan rahatça içeri girmiştim çünkü kendisi benim onun odasında olacağımdan habersiz bir şekilde aşağıda oturuyordu. Mini çalışma odasındaki masada duran bilgisayarı alıp yatağa oturdum. Kendi yastığımı tanımıştım. Bilgisayarın açılmasını beklerken yastığı sırtıma koyup arkama yaslandım. Bilgisayar açılır açılmaz ona rahatlaması için birkaç saniye verdikten sonra hızla araştırmama giriştim. Aramada çıkan ilk iki siteye tıklayıp yazıları içimden okumaya başladım.

“Yunan mitolojisi deniz tanrısı Poseidon, Kronos ile Rhea'nın oğlu, Zeus'un iki erkek kardeşinden biridir. Bu yüzden adları Zeus ile birlikte anılan Olympos Tanrıları grubunda yer alır. Sembolleri balık, at, boğa, yunus balığı ve üç dişli yaba olan deniz tanrısı Poseidon, genellikle keçe saçlı, kırçıl sakallı, yaşlıca bir adam olarak tasvir edilir. Yunan mitolojisinde Poseidon Tanrısı, hem bütün denizlere hükmeder hem de yabasıyla karalardan kopardığı kara parçalarını denize fırlatmak suretiyle, adaları meydana getirir. Enginlere açılmış bir geminin kaderi Poseidon'un ellerindedir. Bu yüzden, demir alınmadan önce Poseidon'a yakarılır, atlar kurban edilir (kan akıtılmaz, hayvanlar suda boğulur.) Poseidon, bu kadarla da kalmaz, öfkelendiğinde yabasını yere vura vura korkunç depremler oluşturabildiği için ‘yeri titreten’ unvanını da hak eder. Roma mitolojisindeki adı Neptün olan Poseidon'un karısı, deniz perilerinden (nereid) olan Amphitrite'dir. Poseidon, Yunan mitolojisi deniz tanrısıdır, fakat onu Okeanos ile de, Pontos ile de karıştırmamak gerekir. Pontos, denizin ‘Tanrısı’ değil, ta kendisi, yani Yunan mitolojisindeki kişileşmesidir. Zeus Poseidon’a denizlerin, deniz canlılarının ve tüm akarsuların hakimiyetini vermiştir. Depremler yaratır ve karaları sarsar. ). Deniz tanrısı olmakla birlikte Poseidon'un atların da atası olduğu düşüncesiyle kendisine ‘atların seyisi, terbiyecisi’ unvanı verilmiştir. Nitekim Pegasos ve Arion gibi ölümsüz, efsanevi atların babası mitolojiye göre Poseidon'dur. Tunç nallı atların çektiği arabası ile hem denizin altından hem de üstünden gidebilir. Yunus balığının yanı sıra Poseidon'un elinde taşıdığı üç çatallı yaba onun simgesidir (atribu). Bu yabayı fırlattığı zaman, denizde fırtınalar ve korkunç dalgalar yaratabilir.  Atina'da ki Erekhteion'da, Poseidon'la Athena arasındaki yarışın izleri görülür; Poseidon, üç dişli asasını vurunca kayada koca bir yarık açılmıştır. Zeus'un kızı olan Athena'ya  Atina'da yenilmiştir.”Athena da az değildi. Bu son okuduğum cümle gereksiz bir gurur hissetmeme neden olmuştu. Kendi kendime sırıtmaya dalmıştım ki, Hector’ın sesiyle sıçradım.

“Ne araştırıyorsun?” dedi yanıma yerleşirken. Cevap vermedim, ekranda Poseidon olduğunu görmüştü zaten. Ona bakarken aklıma bir fikir gelmişti. “Zeus’u araştıralım!” dedim heyecanla. Bütün heyecanımı silip atacak sakinlik ve ciddiyetle bana döndü.

 “Ben daha önce araştırmıştım.” Cevaben somurttum. Bu cevabın yeterli olmadığına inanıyordum. “Ben araştırmadım.” diye ekledim ve Zeus’u arattığımda da karşıma çıkan sırayla ilk üç siteyi açtım. Sesli bir şekilde okumaya başladım.

Yunan mitolojisinde en güçlü ve önemli tanrıdır.” Kaşlarımı kaldırarak Hector’a baktım. Sırıtıp omuz silkmekle yetindi. Okumaya geri döndüm.  “Gökyüzünün, şimşek ve gök gürültülerinin tanrısıdır. Çoğu zaman elinde bir şimşek ile resmedilmiştir. Bereket ile özdeşleşmiştir, yağmur ondan beklenir. Titan Kronos'un ve eşi Rheia'nın oğludur. Tanrıça Hera'nın kocasıdır. Simgesi şimşeğin yanında boğa, kartal ve meşe ağacıdır. Aynı zamanda tanrıların kralı olduğu için taht ve asa ile de sık sık betimlenir.  Kronos, çocuklarından birinin kendisinin iktidarını elinden alacağı korkusuyla çocuklarını yer. Rhea, Zeus'a hamile kalınca Girite kaçar, çocuğunu İda dağında doğurur. Kronos'a da çocuğu diye beze sardığı taşı verir; çocuğu sanarak taşı yutar. Zeus babasını yener ve onu kusturarak kardeşlerini kurtarır. Kardeşlerinden Hades; Yeraltı dünyası, Poseidon; Okyanusların Tanrısı olur.
Zeus, Olympos dağında oturur, Gök Tanrısıdır. Yağmurları yağdırır, şimşekler çaktırır, gök gürletir, yıldırımları düşürür. Adaleti ve huzuru sağlar. Zorla evlendiği ilk karısı titan Metisten onu tuzağa düşürerek kurtulur.”
Omzuna vurdum.

“Büyükanneme bunu yapmaya utanmıyor musun?” dedim sinirle. Athena’nın annesi Metis’ti. Beni meydana getiren Athena ise Metis de büyükannem sayılırdı.

“Zeus Metis’i yiyor.” Bu derece soğukkanlı şekilde bilgimi tazelemesi gerçekten çok yardımcı olmuştu.

“İyi, afiyet olsun o zaman.” dedim ve bakışlarımı tekrar bilgisayar ekranına yönelttim.

Sadakat tanrıçası olan ikinci karısı Hera, Zeus'un kaçamaklarıyla mücadele eder. Son derece kıskançtır. Zeus'un bir özelliği de kılıktan kılığa girebilmesidir. Zeus'un Hera'dan ve kaçamaklarından olan pek çok çocuğu vardır. Zeus’un Leda için kuğu, Antiope için satir, Aegina için ateş, Danae için altın yağmuru, Alkmene için kocasının kılığına, Hera için guguk kuşu, İo için bulut, Europa için boğa oluşu kudretine en iyi örnektir.” Bu kadar araştırmanın yeterli olacağını düşünüyordum.

“Sen de şekil değiştirebiliyor musun?” dedim merakla. Başını olumsuzca salladı. Tam önüme dönecektim ki açıklamaya başladı. “Bir keresinde aslana dönüşmeyi denemiştim.” Duraksadı ve yüzünü buruşturdu. “Fakat yalnızca kediye dönüştüm ve iki gün boyunca eski halime dönemedim.” Ne tepki vereceğimi kestiremiyordum. Onun gülüyor olmasından cesaret alarak ben de gülmeye başladım.

“Kedi olmak ne kadar zor, bilmiyorsun. Pireler o kadar çok kaşındırıyor ki kendimi tırnakladığımı hatırlıyorum.” Kötü anılarını uzaklaştırmak istercesine başını iki yana salladı. “Bir de, söylemek istediğin çok şey var, fakat yalnızca miyavlıyorsun. Zor.” Bundan sonra her kediye şüpheyle yaklaşacaktım, Hector olabilme tehlikesi vardı.

Bilgisayarı kucağımdan indirip kenarı koyduktan sonra ona döndüm. “Bir daha denesene.” Ellerimi koluna koyup dikkatini bana vermesi için onu sarstım.

“Bu sefer kendine daha yakın bir şeye dönüş. Bir insana!” Yüzündeki onaylamayan ifadeyi tanımlamak zor değildi. “Hayır.” Yüzümdeki hayal kırıklığını silip ifademi en sevimli olacağını düşündüğüm şekle getirdim. “Lütfen!” Sesim mırlar gibi çıkmıştı. Ona kediyi hatırlatıyor olabileceğim fikriyle toparlandım ve daha düzgün bir şekilde yeniden konuştum. “Mesela Johnny Depp?” diye bir öneride bulundum.

“Söylerken gözlerin parladı, ona dönüşsem benden faydalanırsın sen.” Keşke Johnny Depp’e olan derin aşkımı bu kadar göz önüne sermeseydim… Pişmandım, fakat yapabilecek bir şey yoktu. Düşünceli bir ifadeyle başımı eğdim.

“O zaman Adriana’ya dönüş! Onunla çok farklı görünüyorsunuz, böylece değişimi daha kolay anlarız. Ne dersin?” Başını olumsuzca salladı.

“Hayır, derim. Bir kıza dönüşmem Jane.” Başımı yana yatırıp sırıtarak ona baktım.

*

“Şimdi ben sana Hector mı Adriana mı diyeyim bilemedim güzellik.” dedim Hector’ın, yani Adriana’nın yanağından makas alırken. Elimi sertçe ittirmesiyle kahkaha attım.

“Yakıyorsun ortalığı,” Göz kırptım. Hector aynaya bakmayı reddediyordu. Tabi ona hak veriyordum. Sonuçta şuan Adriana’nın ikiz kardeşi olmuştu. Başımı eğip her şeyin yerinde olup olmadığına baktım.

“Bakmasana!” Ellerini göğsünün üzerine siper edip bakmamı engellemişti. Sesinin de Adriana’ya dönüştüğünü duymam gülerken kendimi arkaya atmama neden oldu. Yatakta bir varil gibi yuvarlanarak gülmekteyken, Hector yanımdan kalkıp aynaya yöneldi. Oturur pozisyona geçmiş ve merakla kendini göreceğindeki ifadesini beklemeye koyulmuştum. Boy aynasına dikkatle baktı. Yüzünde hem mutsuz, hem başarısından memnun bir ifade vardı. Yerimden kalkıp ona ilerledim.

“Güzelliğinle aynayı çatlatacaksın şimdi.” Onunla alay etmek o kadar eğlenceliydi ki, bir ay boyunca gülmesem şimdiki gülmelerim bana yeterdi. Önüne geçip onu ciddi bir şekilde süzdüm. Cidden başarıyla Adriana’ya dönüşmüştü. Fakat dikkatli ve yakından bakınca gözlerinin aynı kaldığını fark ettim. Tek değişmeyen şey gözleriydi. 17 saniye boyunca ciddi durmuştum. Bu kadar yeterdi.

“Sen yalnız başına dışarıya çıkma, seni harcarlar. Asıl faydalanmayı o zaman görürsün.” Bu sefer o ittirmeden yanağından bir makas alabilmiştim.

“Bak, bu aramızda kalacak tamam mı?” Adriana gibi göründüğü sürece beni korkutması zordu. Yine de başımı sallayarak onayladım.

“Emily’e de söylemeyeceksin.” Yüzüm düşmüştü. “İyi.”

“İnci’ye de.” Bu sefer omuzlarımı da düşürdüm. “Tamam, kimseye söylemem.” Bu anıyı kimseyle paylaşamayacağım için bir yanım buruktu. Fakat bunu asla unutmayacak ve ona da unutturmayacaktım. Bana yapmamam için bir söz verdirmemişti. Bu fikirle sırıttım.

*

Yaklaşık iki saattir umutsuz bir şekilde eski haline dönmeye çalışan Hector’ı izliyor ve hala gülüyordum. Gülüyor olduğumu görmesin diye elimi ağzıma kapattım.

“Jane bu komik değil.” Nasıl komik olmayabilirdi ki? Şuan saçı ve göğsü olmayan bir Adriana karşımda duruyorken asıl sorulması gereken şey neyin komik olmadığıydı.

“Tamam, gülmüyorum.” dedim kıkırdamalarımın arasında.

“Bana söz verdin, unutma.” Uyarısıyla içimdeki gülme isteği o kadar kuvvetli değildi artık. Kapıdan gelen tok tıklatılma sesiyle sıçradım. Açmamayı planlıyordum ki, kapı bir kez daha ısrarla çalındı.

“Sen burada bekle ve sakın çıkma.” Hector’ı uyardıktan sonra kapıya ilerleyip kapı kolunu çevirdim. Odanın çok az kısmı görünecek şekilde kapıyı aralamış ve o kısmı da kendi varlığım ile doldurmuştum. Olenka’yı karşımda görünce yüzümde istemsizce bir bıkkınlık ifadesi oluştu. Onun da yüzünde şaşırtıcı şekilde aynı ifade vardı.

“Yine sen,” dedi Olenka imalı bir şekilde. “Yine sen,” dedim onu taklit ederek.

“Çekil de içeri gireyim.” Beni ittirmek için bir hamle yapmıştı fakat onu geri püskürttüm. “Hayır, Hector burada değil.” Aklıma ilk gelen yalan buydu.

“Her yere baktım Jane. Ayrıca Leonard’a odasına gideceğini söylemiş. Şimdi, çekil.” Elimi kapının pervazına koyup girmesini engellemek adına bir set daha çektim.

“Fakat Hector hiç müsait değil.” Gözlerini devirdi.

“Senin odada olabileceğin kadar müsait değilse benim de odada olabileceğim kadar müsait değildir. “ Karmaşık cümlesini kavramam normalden 1 saniye daha fazla aldı. Beni böyle afallatıp içeriye doğru bir adım daha attı.

“Bir şey mi söyleyecektin Olenka?” Hector’ın sesini duyduğumda rahat bir nefes aldım. Sonunda eski haline dönmüş olmalıydı. Arkamı dönüp yüzünün halini gördüğümde erken sevindiğimi anladım. Yüzü henüz tam manasıyla değişememiş, çeşitli yerlerde renk uyumsuzluğu ve çiller vardı. Olenka kesin bir gariplik olduğunu fark edecekti. Hector yanıma geldiği anda Olenka daha onu göremeden kendime çekip başını boynuma gömdüm. Bir yandan kedi sever gibi başını okşarken bir yandan Olenka’yı yollamam lazımdı. Neden bunu yaptığımı anlasın diye sadece Hector’ın duyabileceği şekilde fısıldadım. “Yüzün hala değişmemiş.” Ardından Olenka’ya döndüm. Ağzı açık bir şekilde bana bakıyordu.

“Ne iyi bir insan ya. Cidden. Sen ne diyecektin?” Hector’ın başını dövercesine seviyordum eğer tam dönüşmeden gelmese bunu yaşamak zorunda kalmazdık. Olenka çok öfkeli görünüyordu.

“Artık kendim çiçek oluşturabildiğimi söyleyecektim. Bazılarımızın oyun oynamak harici yapacak önemli işleri var çünkü.” Sinirli bir ses çıkarıp topuğunu yere vurdu ve hızla uzaklaştı. Biz sanki burada oyun oynuyorduk. Deli. Kendi kendine sinirlenmişti. Hector benden ayrılınca hızla kapıyı kapattım.

“Nefessiz kaldım.” dedi derin soluklar alırken. “İyi oldu.” dedim dişlerimin arasından. Yüzü tam anlamıyla eski haline dönmüştü.

“Ben gidiyorum.” Başka hiçbir şey demeden odayı terk ettim. Bu komik anıyı kimseye anlatamayacağım için mutsuzdum. Tek istediğim uyuyabilmekti.

*

Aslında, tek istediğim uyumak değildi.

“Paulo neden sen o köpeğe yemini verirken ben beklemek zorundayım? Uykum var. Biraz atıştıracağım işte niye güvenmiyorsun?” Paulo sanki ben bile kendime güvenmemeliymişim gibi bir bakış attı. Birkaç saniye o bakışla beni süzdükten sonra elindeki mamadan kaba döktü ve mutfaktan çıktı. Neden benim az bir şey yiyeceğime inanmayıp başımda durmak konusunda ısrar ediyordu anlamıyordum. Kollarımı göğsümde birleştirip onu takip ettim. Evin kapısından bahçeye çıkınca adımlarımı hızlandırdım ve merdivenleri ikişer ikişer inip ona yetişmeye çalıştım. Tam kapıdan çıkacakken adımın seslenildiğini duydum ve arkamı döndüm.

“Nereye gidiyorsun?” Hector bana doğru ilerlerken yanında duran Leonard ve Frederick merdivenlere ilerledi.

“Paulo köpeği besleyecek, ben de onu bekleyeceğim.” Yüz ifadesi kafası karışmış gibiydi. Yine de basit bir soru sormakla yetindi.

“Niye?”

“Çünkü yemek yiyeceğim ve benim az bir şeyler yiyeceğime inanmıyor.”

“Haklı.” dedi kısaca. Gitmek için arkasını döndüğünde kapıyı açtım ve dışarıya doğru bir adım attım. Bir şeyin köpek olamayacak kadar güçlü bir sesle hırladığını duyunca eşikte donakaldım. Ne ileriye doğru bir adım atabiliyor ne de içeri girebiliyordum. En sonunda hareketsizliğimden kurtulabildiğimde bir adım geriledim ve tekrar evin içine girdim. O sesin bir köpekten gelmediğine emindim. Farklı bir şeyden geliyordu. Düşünürken bir adım daha geriye atmış olacaktım ki sırtım bir gövdeye çarptı. Hızla arkamı döndüğümde karşımda tahmin ettiğim gibi Hector’ı buldum.

“Dışarıda bir yaratık var.” dedim hızlı hızlı. Gitmeye yeltenmişti. Kollarını tuttum ve gitmesini engelledim. Bunu gücümle yapamayacağımı ben de biliyordum, sadece şaşkınlığından duraksamıştı.

“Nereye gittiğini sanıyorsun? Dışarıda bir yaratık var.” Cümlemi aynen tekrar etmiştim. Cevap vermeden yeniden hareketlenince kolundaki ellerimi bir öncekinden daha sıkı hale getirdim. Dışarıda her ne varsa, çok güçlü olduğunu bilmem için görmeme gerek yoktu. Gitmesi resmen intihar etmek demekti.

“Gitmesene.” dedim bencilce olduğunu bilsem de. “Bana bir şey olmaz.” İtirazıyla kolunda duran ellerim gittikçe zayıfladı. Paulo’nun acı çığlığıyla birden bire aklımdan çıkan gerçeği hatırlamıştım. O dışarıdaydı. Onu kurtarmamız gerekiyordu.  Hector, “Git ve diğerlerini çağır.” dedikten sonra hızlı bir şekilde dışarıya çıktı. Merdivenlerden yukarıya doğru koşarak çıkarken ikisine de bir şey olmaması için dua ediyordum.

Multimedia'da Ted var. :) Ted hakkında ve bölüm hakkında yorumlarınızı, son sahneyle ilgili tahminlerinizi bekliyoruz. :)

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 69.4K 85
Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne yapardınız? Üstelik tüm varlıkların soyu s...
23.8M 1.4M 78
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
2.5M 77.1K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
327K 4.4K 24
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...