“Planın işe yarayacağından emin misin?” Sanki kapalı kapıdan görebilecekmişim gibi kapıya bakmayı sürdürdüm.
“Zorluk çıkaran kendisi. Eğer baştan konuşsaydı buna gerek kalmazdı.” Hector’ın sözleri biter bitmez içeriden Dan’in çığlığı duyuldu. Daha fazla dayanamayacaktım. Hızla kapıya ilerlerken kapı Leonard tarafından açıldı.
“Sadece seninle konuşacağını söyledi.” Leonard’ın niye bu kadar sinirli göründüğüne anlam verememiştim. Başımı sallayıp odaya girdim. Leonard da arkamdan gelmişti. Odanın ortasında duran bir sandalyeye bağlanmış adama doğru bir adım daha attım.
“Dan, benimle konuşmak istemişsin.” Eğik başını büyük bir sırıtışla kaldırdı. Yüzünden tişörtüne akmış kanı görünce somurttum ve arkamda duran Leonard’a sinirle baktım. Niye hemen dövmüştü ki?
“Evet, ekonomik boy sarışın, seninle konuşmak istedim. Hector’ın evcil, daha doğrusu yabani köpeğiyle pek de iyi anlaşamadık.” Leonard’ın neden hemen dövdüğünü anlamak zor değildi. Dayak yemekten hoşlanıyor olmalıydı.
“Bertilda’yı nerede bulabilirim?” dedim sanki o az önce hiç konuşmamış gibi. Başını yana yatırdı.
“Evinde.” Yüzündeki alaycı gülüş hiç silinmiyordu. Derince iç çektim.
“Evi nerede?”
“Evinin olduğu yerde.” O devam ederse, ben de ederdim.
“Evinin olduğu yer neresi?” Kaşlarını kaldırdı.
“Isaac’in takımı bırakmamasına şaşmamalı. Sabırlısın ve takdir ediyorum, sana yeri söyleyeceğime dair hala inancın var. İnanç konusunda sorunların olduğunu düşünüyorum. Bak mesela, Hector’ın köpeği, bu konuda bana hiç inanmadı. Bir kemik daha kazandın dostum.” Son cümlesini Leonard’a bakarak söylemişti. Dayak yiyeceğinden adım gibi emindim ama yine de durdurmak istemiştim. Bence birilerini dövmek son çare olmalıydı. Hatta bir çare bile değildi. Hiçbir açıklaması da yoktu. Ben bunları düşünürken çoktan Dan’e ulaşmış olan Leonard’ı kolundan yakalayıp geriye çektim. Kolunu tutmayı bırakmamıştım. Her an saldırabilecek gibi görünüyordu. Taktik değiştirmemiz gerekiyordu. Dan’in konuşmayacağı çok açıktı.
“Kirke’yi biliyor musun?” Başını salladı. Hector’ın notları ilk defa işime yarayacak gibi görünüyordu.
“O, bizimle birlikte. Başına gelebilecekleri az çok tahmin ediyorsundur herhalde.” Yüzündeki alaycı ifadenin tamamen silinmiş olması beni gülümsetmişti. Ona doğru bir iki adım attım.
“Büyücü Tanrıça… Yapabilecekleri seni korkutuyor mu? Çünkü korkutmalı. Benim iyi bir arkadaşımdır ve az önce dediklerini pek onaylamayacaktır.” Alnında yavaş yavaş ter damlaları belirmeye başladı.
“Ona nasıl ulaştınız? Onun olmadığını sanıyordum.” dedi kekeleyerek. Konuşabilmek için ağzını bulabilmesi uzun zaman almıştı. Gülüşüme engel olmaya gerek duymadım.
“Alay edemeyince ne kadar da komiksin. Neyse, gidip sana onu getireyim. Böylece ne kadar var olduğunu gözlerinle görürsün.” Zaman kaybetmeden kapıya doğru ilerledim.
“Ben Alay Tanrıçasının çocuğuyum. Bu elimde değil.” Acınası hale gelmişti.
“Köpeğe dönüştüğünde konuşamayacak olman çok yazık. Demek tek yeteneğin boş konuşmaktı.” Durmadan kapıya doğru son bir adım daha attım. Kapının kulpunu çevirdiğimde adımı söyleyerek arkamdan seslendi. Ona doğru dönerken Leonard’ın güldüğünü görmüştüm.
“Charlestown, 13.sokağın sonunda bir ev göreceksiniz. Bertilda pis işlerini hep orada yapar. Muhtemelen Isaac’i de oraya götürmüştür.”
“Yalan söylüyorsan-“ derken sözümü kesti.
“Köpeğe dönmek gibi bir niyetim yok.” Gülümsedim.
“Aferin oğlum, bir kemik kazandın.” Dedim gülüşümü bozmadan. Bana hakaret etmemek için kendini zor tutuyor olmalıydı. Ondan gözümü ayırmadan kapıya doğru yürüyor ve havalı olduğumu düşünüyordum. Tam daha düşüncem soğumadan duvar gibi bir şeye tosladım. Hızla başımı Dan’den çevirip önüme döndüm.
“Hector niye dikiliyorsun önümde?” Bütün havalı duruşumu yok etmişti.
“Beni gördün sandım. Nereden bileyim?” Ona ters ters baktıktan sonra yanından geçip odadan çıktım. Hector’ın arkamdan geldiğini ayak seslerinden anlayabiliyordum. Tahmin ettiğim gibi kolumdan çekip beni durdurdu.
“Kirke, aklına nereden geldi?”
“Senin odanda araştırma yaptığım akşam dosya kağıdı ararken notlarını buldum. Büyücüler her zaman ilgimi çekmiştir.” Kolumu bıraktığından rahatça ilerleyebildim. Eklemek istediğim bir şey daha vardı.
“Harry Potter okuduğumdan beri.” dedikten sonra ellerimi ceketimin ceplerine koyup arabaya doğru yürüdüm.
*
Telefonumun çalmasıyla cebimden çıkarıp cevapladım.
“Jane, adama Büyücü Tanrıçanın ben olduğumu söyledim.” Kısık sesle konuşuyordu. Gülmeye başladım.
“Harikasın İnci. Martin ne yapıy-“ Dan’in acıyla bağırması nedeniyle Martin’in tam olarak ne yaptığını anlayabilmiştim. Dan, benim biricik şoför dostumu sinirlendiriyor olmalıydı.
“Siz evi bulabildiniz mi?” dedi İnci konuyu değiştirmek istercesine.
Derince iç çektim. “Hector’ın adres bilgisi o kadar da iç açıcı değil.” Paulo hafifçe koluma dirsek attı. Yaptığımın tehlikeli olduğunu ben de biliyordum.
“Martin beni çağırıyor. Şimdi kapatıyorum. Kötü kız olma zamanı.” diyerek telefonu suratıma kapattı.
“Bu işte sandığınız kadar kötü sayılmam. Hadi, inin. Geldik.” Hector’a cevap vermeden arabadan inmeyi tercih ettim. Sokağın başındaydık. Olenka saçını düzelttikten sonra köşeyi döndü ve hızla ilerlemeye başladı. Arkasından sanki yoldan geçiyorlarmış gibi çeşitli mesafeler bırakarak Hector ve Leonard da onu takip etti. Kulaklıktan Olenka’nın sesi duyuldu.
“Acaba 1st Ave’e nereden gidebilirim? Tarif edebilir misiniz?” Tam bir turist gibi aksanını iyice belli ederek kırık cümleler kurdu. Adamın homurdanma gibi gelen seslerinin ardından yeniden Olenka konuştu.
“Anlamıyorum. Bana gösterebilir misiniz?” Başımı kırmızı binadan biraz ileriye uzatıp onları görmeye çalıştım. Olenka bir adamın koluna girmiş onu ilerletiyordu.
“Gidelim.” Elimle Paulo’ya işaret edip hızla yürümeye başladım. Olenka adamı bize doğru ilerletiyordu. Tam yanımızdan geçtiklerinde Paulo sessizce adama yaklaştı ve eter içeren gazlı bezi adamın burnuna kapadı. Biraz çırpındıktan sonra adam yere yığılmıştı. Paulo ilerlerken ona seslendim.
“Onu sokağın ortasında bırakamayız!” diye karşı çıktım.
“Peki, sen git. Biz Olenka ile onu taşırız.” Ona cevap vermeden hızlı hızlı sokağın sonundaki eve doğru ilerledim. İçeri girdiğimde yan yana yatan iki koruma daha görmüştüm. Onların üstünden atlayarak koridorda yürümeyi sürdürdüm. Koridorun sonuna geldiğimde hangi yöne gideceğime karar vermeye çalışırken sağ tarafımdan gelen ses ile sıçradım.
“Sol tarafa git. Bu tarafta hiçbir şey yok.” dedi Leonard baygın bir adamı çekiştirirken. Sanırım hiçbir şey olmaması onun sayesindeydi. Başımı sallayıp sol tarafa döndüm. Parmak uçlarımda ses çıkarmamaya özen göstererek elimden geldiğince hızlı bir şekilde ilerledim. Bu kez sol tarafımdan fırlayan bir adamla burun buruna gelmiştim. Eğer kalp krizinden ölmezsem iyiydi.
“Sen de kimsin?” dedi adam dişlerini sıka sıka. Ben daha hiçbir şey diyemeden adamın ağzına kapanan gazlı bez ile bu sorun çözüldü.
“Her yerde onu arıyordum. İlerdeki sağdan ikinci odada Bertilda var. Sen git, ben hemen geleceğim.” dedi Hector ve elinde hareketsiz duran adamı yere sertçe bıraktı.
“Biraz nazik ol.” Onu azarladıktan sonra dediği odaya doğru sessizce yöneldim. Kapı aralık duruyordu. Odaya dalmadan önce Hector’ı beklemeye karar verdim. Fakat bu konuşmalarını dinlememe engel değildi. Nefesimi tuttum ve kapıya biraz daha yaklaştım.
“Bir bardak daha?” Bertilda’nın sorusuna karşılık hiçbir ses gelmemişti. Şıngırdayan bardak seslerini dinledikten sonra tekrar konuşmaya başladı.
“Bu kadar çabuk olacağını düşünmemiştim. Sana kafayı o kadar çok taktılar ki, neredeyse her işleri aksadı. Tam istediğim gibi.” Karşısındakinin Isaac olduğunu anlamıştım. Onun suçlu hissetmesine neden olmaya çalışıyordu. Odaya dalmamak için zor duruyordum.
“Sana aşkın zayıflık olduğunu söylemiştim Isaac. Gerçekten de öyle. Kalbi olmayan insanlar her zaman kazanır. Çünkü sevgi insanı kör ediyor, seni yapman gereken şeylerden alıkoyuyor. Zaman kaybı. Bir gün Hector’a teşekkür etmem gerekiyor sanırım, benim bunları fark etmemi sağladı. Eğer Savaş Tanrısı Ares’in kızı olduğum için benimle oyun oynamış olmasaydı salak gibi onunla olmaya devam ederdim. Savaşmaktan vazgeçerdim. Kaybederdim. Ares’e karşı gelirdim. Beni gerçekten sevseydi, bunların hepsini yapardım.” Neden bunları anlatıyordu ki? Sözlerine devam etti.
“Benim yaşadıklarımı o da yaşasın istedim. Fakat onun kimseyi sevemeyeceğini biliyordum. O kendinden başka kimseyi sevmezdi.”
Isaac geldiğimden beri ilk kez konuştu. “Ta ki, ona zarar vermenin yolunun yanındakilere zarar vermek olduğunu fark edene kadar. Bu yüzden bana geldin.” Her Bertilda ile konuşurken olduğu gibi ürkütücü ses tonuyla konuşuyordu. Bertilda kısaca güldü.
“Çünkü sen de Hector gibisin. Kimseyi sevmezsin, kimseye bağlanmaz ya da değer vermezsin. Bu nedenlerden dolayı seni seçtim.” Yanılıyordu. Kendini kandırıyordu sadece. Onu aslında olmadığı biri olduğuna ikna etmeye çalışıyordu.
“Peki, neden Jane? Niye başkası değil?” diye sordu Isaac. Bertilda yine güldü fakat rahatsız olduğunu hissedebiliyordum.
“Ben onu yanıma gelmeye davet ettim ama o reddetti.” Bu kez Isaac ona gülmüştü.
“Bunun tek neden olmadığını biliyorum ama seni zorlamayacağım. Nedeni ne olursa olsun, onun gibi ikna etmesi çok kolay olan birini seçtiğin için teşekkürler. İşimi kolaylaştırdın. Parkta yanıma geldiğinde ve o sahte kavgayı yaptığımızda artık bir şeyleri fark edeceğini düşünmüştüm. Ona rağmen inanmayı sürdürdü. Beni burada bulduğunda eskisinden daha da çok bağlanacaktır. Bu konuda rahat olabilirsin. Şimdi her yerde beni aradığına ve çok üzüldüğüne eminim. ” Geriye doğru birkaç adım attım. Daha fazla duymak istediğimden emin değildim. Sırtım birine çarpınca hızla başımı çevirip kim olduğuna baktım. Çarptığım kişi bütün olanların sorumlusu olan Hector’dı. Yüzümdeki ifadenin nasıl olduğunu bilmiyordum fakat Hector bana acırmış gibi bakıyordu. Ellerini omuzlarıma koyunca onu sertçe ittirip, “Buradan gidiyoruz.” dedim ve koşarak evin çıkışına ilerledim.
Multimedia'da Dan var. :)
Isaac hakkında ne düşünüyorsunuz? :D