Sefiller

By ClassicsTR

75.4K 1.3K 300

Hugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği s... More

Önsöz - I.CİLT
BİRİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
EVİNİ KİME KORUTUYORDU
BİR KISITLAMA
-İKİNCİ KİTAP-
PONTARLIER PEYNİRHANELERİ ÜZERİNE BİLGİLER
DALGA VE GÖLGE
KÜÇÜK-GERVAIS
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
BOMBARDA'NIN YERİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
UFUKTA BELİRSİZCE ÇAKAN ŞİMŞEKLER
MADAM VICTURNIEN'İN BAŞARISI
BELEDİYE ZABITASINA AİT BAZI MESELELERİN ÇÖZÜMÜ
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
ISTIRABIN UYKUDA ALDIĞI ŞEKİLLER
SIMPLICE HEMŞİRE SINAMADAN GEÇİYOR
KANAATLERİN ŞEKİLLENMEYE BAŞLADIĞI BİR YER
-SEKİZİNCİ KİTAP-
İKİNCİ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
SAVAŞLARIN "QUID OBSCURUM"U*
İMPARATOR, KILAVUZ LACOSTE'A BİR SORU SORUYOR
KILAVUZUN KÖTÜSÜ NAPOLYON'A, İYİSİ BÜLOW'A
QUOT LIBRAS İN DUCE?*
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
KÜÇÜK KIZ YAPAYALNIZ
ZENGİN OLMASI MUHTEMEL BİR YOKSULU HANA KABUL ETMENİN HOŞNUTLUĞU
THENARDİER OYUN PEŞİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
ESRARIN BAŞLANGICI
-ALTINCI KİTAP-
NEŞELİ ANLAR
BU KARANLIKTA BİRKAÇ SİLUET
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
JEAN VALJEAN AUSTİN CASTILLEJO'YU OKUMUŞA BENZİYOR
BAŞARILI BİR SORGULAMA
ÜÇÜNCÜ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
HALKIN BAĞRINDA SAKLI DURAN GELECEK
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
DEVRİMCİ OLMAK İÇİN AYİNE GİTMENİN FAYDASI
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
MARIUS'UN UĞRADIĞI ŞAŞKINLIKLAR
-BEŞİNCİ KİTAP-
YOKSULUN SEFİLLE İYİ KOMŞULUĞU
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
KADERİN GÖZ DELİĞİ
SEFALET ACIYA HİZMETİNİ SUNUYOR
MARIUS'UN İKİ SANDALYESİ KARŞI KARŞIYA
ÖNCE KURBANLARI YAKALAMAKTAN BAŞLAMALI DAİMA
II.CİLT -DÖRDÜNCÜ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
TEMELİN ALTINDAKİ ÇATLAKLAR
ENJOLRAS VE YAVERLERİ
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
SAVAŞ BAŞLIYOR
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
-ALTINCI KİTAP-
FİRARIN CİLVELERİ
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
CAB, ÜSTÜNDE GİDER; ARGODA HAVLAR
İHTİYAR KALPLE GENÇ KALP KARŞI KARŞIYA
-DOKUZUNCU KİTAP-
-ONUNCU KİTAP-
-ON BİRİNCİ KİTAP-
-ON İKİNCİ KİTAP-
GRANTAIRE'İN ÜSTÜNE GECE İNMEYE BAŞLIYOR
TOPLULUĞA BILLETTES SOKAĞI'NDA KATILAN ADAM
-ON ÜÇÜNCÜ KİTAP-
-ON DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-ON BEŞİNCİ KİTAP-
BEŞİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
BARİKATIN ÜSTÜNDE GÖRÜLEN UFUK
GEÇİCİ PARILTILAR
MORTUUS PATER FILIUM MORITURUM EXPECTAT*
KAHRAMANLAR
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
TOPRAK ÇÖKÜNTÜSÜ
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
İKİ YAŞLI KİŞİ, KENDİ TARZINDA*
-ALTINCI KİTAP-
AYRILMAZ OLAN
-YEDİNCİ KİTAP -
-DOKUZUNCU KİTAP-
ARKASINDA GÜNDÜZ OLAN GECE
SONSÖZ

-SEKİZİNCİ KİTAP-

227 4 0
By ClassicsTR


Alacakaranlığın Çöküşü

I

AŞAĞIDAKİ ODA

Ertesi gün, akşam olmak üzereyken, Jean Valjean Gillenormandların kapısını çalmaktaydı. Onu Basque karşıladı; sanki emir almış gibi tam zamanında bahçede bulunuyordu. Zaman gelir ki bir hizmetçiye, "Falanca mösyö geldiğinde gözetleyeceksiniz," denir.

Basque, Jean Valjean'ın kendisini toparlamasına fırsat vermeden:

- Baron Hazretleri, mösyönün yukarı çıkmak mı, yoksa aşağıda kalmak mı istediklerini sormamı emrettiler! dedi.

Jean Valjean:

- Aşağıda kalmak isterim, dedi.

Basque son derece saygılı bir uşaktı, alt kattaki salonu açtı.

- Madama haber vereyim, dedi.

Jean Valjean'ın girdiği oda alt katta rutubetli, kubbeli bir yerdi. Gerekirse kiler diye kullanılıyordu; caddeye bakıyordu, tabanı kırmızı taşlarla döşenmişti, demir parmaklıklı pencereden pek az ışık alıyordu. Geniş geniş yayılan, ölü sineklerle süslü, kapkara, güzel bir örümcek ağı, pencerenin camlarının birinde bir yıldız meydana getirmişti. Basık tavanlı bu küçük oda bir köşeye yığılan bir sürü boş şişeyle döşenmişti. Sarı badanalı duvarlar lekelerle doluydu. Dipte siyah boyalı tahtadan dar kenarlı bir ocak vardı.

İçinde ateş yakılmıştı. Bu da göstermekteydi ki, Jean Valjean'dan, "Aşağıda kalacağım," cevabı bekleniyordu. Ocağın iki yanına birer koltuk konmuştu. Koltukların arasına, halı yerine eski bir karyola önü seccadesi serilmişti. Onun da yünden çok ipliği kalmıştı. Odada ışık diye ocağın ateşiyle pencerenin alacakaranlığından başka bir şey yoktu.

Jean Valjean yorgundu. Günlerden beri ne yemek yiyor ne de uyuyordu. Koltuklardan birine yığılıverdi. Basque dönüp geldi, ocağın üzerine yanan bir mum bıraktı, geri çekildi. Jean Valjean'ın başı önüne düşmüş, çenesi göğsüne değiyordu; ne Basque'ı ne de mumu fark etti.

Aniden sıçrayarak doğruldu. Cosette arkasında duruyordu. Onun girdiğini görmemişti ama sezinlemişti. Arkasını döndü. Cosette'i seyretti. Çok güzeldi. Yalnız onun derin bakışıyla seyrettiği güzellik değil, ruhtu.

Cosette:

- A! Bu iyi! diye bağırdı. Şu düşünceye bakın! Babacığım garip yaradılışınızı biliyordum ama bu kadarını hiç beklemiyordum doğrusu. Sizi burada görmemi istemişsiniz. Marius böyle söyledi.

- Evet, ben istedim.

- Böyle diyeceğinizi biliyordum. Güzel. Sizinle kavga edeceğim, haber vereyim. Başından başlayalım. Öpün beni, babacığım.

Yanağını uzattı, Jean Valjean kımıldamadan duruyordu.

- Yerinizden kımıldamıyorsunuz, farkındayım. Suçlu davranışı bu ama zararı yok, ben sizi bağışlıyorum. İsa ne demişti, "Öbür yanağınızı uzatın!" İşte buyurun.

Öbür yanağını uzattı. Jean Valjean gene kımıldamadı. Sanki ayakları yere mıhlanmış gibiydi.

Cosette:

- Mesele önem kazanıyor, dedi. Ben size ne yaptım? Söylüyorum size, küstüm. Bana özür borçlusunuz. Akşam yemeğine kalacaksınız.

- Yemek yedim.

- Doğru söylemiyorsunuz. Sizi Mösyö Gillenormand'a azarlatacağım. Büyükbabalar babalara çıkışmak için yaratılmışlardır. Hadi bakalım. Benimle yukarıya, salona gelin. Derhal!

- Olmaz.

Burada Cosette biraz yenilgiye uğradığını anladı. Emir vermekten vazgeçerek soru sormaya başladı.

- Ama niçin? Beni görmek için de evin en çirkin odasını seçiyorsunuz. Burası berbat bir yer.

- Biliyorsun ki... Jean Valjean kendini topladı. Bilirsizin ki madam, ben garip yaradılışlı bir insanimdir, kendime göre isteklerim vardır.

Cosette o küçücük ellerini birbirine vurdu.

- Madam! Bilirsiniz ki! Bir yenilik daha! Ne demek bu?

Jean Valjean arada sırada takındığı o kederli gülüşüyle baktı.

- Madam olmak istediniz. İşte oldunuz.

- Ama sizin için değil babacığım.

- Bana artık baba demeyin.

- Nasıl?

- Bana Mösyö Jean deyin. İsterseniz sadece Jean deyin.

- Siz artık benim babam değil misiniz? Ben artık Cosette değil miyim yoksa? Mösyö Jean mı? Ne demek bütün bunlar? Ama devrim derler buna! Ne oldu böyle? İyice yüzüme bakın biraz. Bizimle bir arada oturmak da istemiyorsunuz! Benim odama çıkmak da istemiyorsunuz! Ben size ne yaptım? Bir şey mi oldu yoksa?

-Hiç.

- Söyleyin haydi!

- Her şey gene eskisi gibi.

- Adınızı niçin değiştiriyorsunuz?

Jean Valjean:

- Siz pekâlâ değiştirdiniz ya! dedi gene aynı gülümseyişle gülümsedi. Mademki siz Madam Pontmercy'siniz, ben de Mösyö Jean olabilirim, dedi.

- Hiçbir şey anlamıyorum. Bütün bunlar budalaca şeyler. Sizin Mösyö Jean olmanız için kocamdan izin isteyeceğim. Umarım ki razı olmayacaktır. Beni çok üzüyorsunuz. İnsanın garip huyları olur ama Cosetteciğini böyle üzmez. Bu çok kötü bir şey. Siz ki iyi bir insansınız, kötülük etmeye hiç hakkınız yok.

Jean Valjean cevap vermedi.

Cosette şiddetle onun ellerini yakaladı, karşı konulamaz bir hareketle onları yüzüne doğru kaldırarak boynuna, çenesinin altına bastırdı.

- Ah! İyi olunuz! dedi ona. Bununla bakın ne demek istiyorum. Sevimli olun, gelip burada oturun, eski gezintilerimize yeniden başlayalım. Plumet Sokağı'nda olduğu gibi burada da kuşlar var. Bizimle kalırsınız. Homme-Armé Sokağı'ndaki o izbeden ayrılırsınız. Bizi bilmece çözmeye zorlamayın. Herkes gibi olun; bizimle akşam yemeği yersiniz, öğle yemeği yersiniz, gene babam olursunuz.

Jean Valjean ellerini kurtardı.

- Babaya ihtiyacınız yok, kocanız var.

Cosette öfkelendi:

- Artık babaya ihtiyacım yok mu? Böyle şeylerin akla uyar bir yanı yoktur. Doğrusu insan ne diyeceğini şaşırıyor.

Jean Valjean, kuvvetli kanıtlar arayan, her dala yapışan bir insan gibi şöyle dedi:

- Toussaint burada bulunsaydı, benim hep kendime göre davranışlarım olduğunu kabul ederdi. Yeni hiçbir şey yok. Ben yine karanlık köşemi tercih ettim.

- Ama burası soğuk. Etraf seçilemeyecek kadar karanlık. Mösyö Jean olmak istemenize gelince, o berbat bir şey. Bana "siz" demenizi istemiyorum.

- Az önce buraya gelirken Saint-Louis Caddesi'nde bir mobilya gördüm, dedi Jean Valjean. Güzel bir kadın olsaydım, onu kendime alırdım. Çok güzel bir tuvalet masası, şimdiki modaya uygun. Sizin galiba gül ağacı dediğiniz şeyden. Kakmalı. Oldukça büyük bir aynası var. Çekmeceleri de var. Pek güzel.

- Hıh! diye cevap verdi Cosette. Huysuz kurt!

Ve son derece sevimli bir hareketle dişlerini sıkıp dudaklarını açarak Jean Valjean'a doğru üfledi. Kedi taklidi yapan bir zarafet tanrıçasıydı bu.

- Fena halde sinirlendim, dedi. Dünden beri hepiniz beni aldatıyorsunuz. Çok kızıyorum. Hiçbir şey anlamıyorum. Siz beni Marius'a karşı korumuyorsunuz. Marius beni size karşı desteklemiyor. Yapayalnızım. Pek güzel bir oda döşedim. Elimden gelse onun içine Tanrı'yı yerleştiririm. Oda başıma kalıyor. Kiracım verdiği sözü tutmuyor. Nicolette'e güzel bir yemek hazırlamasını emrediyorum. Sizin yemeğinizi istemiyorlar. Madam! Fauchelevent Babacığım kendisine Mösyö Jean dememi, kendisini berbat, eski, küflü bir mahzende karşılamamı istiyor. Duvarlarında sakallar çıkmış billur adında boş şişeleri, perde yerine örümcek ağlan olan berbat bir bodrum! Garip yaradılışlısınız, bunu kabul ediyorum; bu sizin yaradılışınız ama daha yeni evlenen insanlara biraz zaman bırakılır. Hemen garip yaradılışınıza dönmemeliydiniz. Demek ki o iğrenç Homme-Armé Sokağı'nızda hoşnut yaşayacaksınız. Ben orada pek umutsuzdum. Bana karşı neyiniz var sizin? Beni çok üzüyorsunuz. Yazıklar olsun.

Ve aniden ciddileşerek gözlerini Jean Valjean'a dikti:

- Mutlu olduğum için mi darıldınız bana?

Saflık çoğu zaman, farkında olmadan çok etkileyici olur. Cosette için pek sade olan soru, Jean Valjean için çok derindi. Cosette tırmalamak istemişti; oysa bunun Jean Valjean'a olan etkisi parçalanmaktı.

Jean Valjean sarardı. Karşılık vermeden, bir süre sonra anlatılmaz bir sesle kendi kendine konuşarak mırıldandı:

- Onun mutluluğu benim hayattaki tek amacımdı. Şimdi Tanrı dönüş kâğıdımı imzalayabilir. Cosette, sen mutlusun; benim vaktim tamamlandı.

- Ah! Bana "sen" dediniz! diye bağırdı Cosette ve hemen Jean Valjean'ın boynuna atıldı.

Jean Valjean çılgınlar gibi onu bağrına bastı. Onu âdeta geri alıyormuş gibiydi.

Cosette:

- Teşekkür ederim babacığım! dedi.

Kendini bırakması Jean Valjean için çok acıklı olacaktı. Yavaşça Cosette'in kollarından sıyrıldı, şapkasını aldı.

- Ne var? diye sordu Cosette.

Jean Valjean:

- Sizden ayrılıyorum, hanımefendi; sizi bekliyorlar.

Sonra kapının eşiğinde ekledi:

- Size "sen" dedim. Eşinize söyleyin bunu bir daha tekrarlamayacağım. Beni affedin.

Cosette bu acayip ayrılmadan şaşkına dönmüştü. Jean Valjean onu o halde bırakarak çıktı.

II

GERİYE DOĞRU DAHA BAŞKA ADIMLAR

Ertesi gün aynı saatte, Jean Valjean geldi. Cosette ona bir şey sormadı, şaşmadı, üşüdüğünü söylemedi, salondan söz etmedi. Ne baba ne de Mösyö Jean diyemedi. Onun kendisine "siz" demesine ses çıkarmadı. Madam demesine göz yumdu. Yalnız, onda belirgin bir keyifsizlik vardı; kederli olmak elinde olsa kederli kalacaktı.

Öyle konuşmalar vardır ki sevilen erkek istediğini söyler, hiçbir şey açıklamış olmaz ama sevilen kadın bununla yetinir; belki de Marius'la Cosette arasında bu konuşmalardan biri geçmişti. Âşıkların merakı kendi aşklarından pek uzağa gitmez.

Alt kattaki oda biraz süslenmişti. Basque şişeleri, Nicolette de örümcekleri ortadan kaldırmıştı.

Ondan sonraki bütün günler Jean Valjean'ı aynı saatte oraya sürükledi. Marius'un sözlerini harfi harfine kabul etmekten başka bir yol tutmaya gücü yetmediğinden, her gün geldi. Marius işlerini Jean Valjean geldiği saatlerde evde bulunmayacak şekilde düzenledi. Ev halkı Mösyö Fauchelevent'ın bu yeni tutumuna alıştı. Bunda Toussaint'in de payı oldu; "Mösyö hep böyledir," diye tekrarlıyordu. Büyükbabaysa, "Orijinal bir adam bu," diye hüküm verdi. Her şey söylenmiş oldu. Zaten doksan yaşında ilişki imkânsızdır artık, her şey birbirine eklenir; her yeni gelen bir tedirginliktir. Artık yer yoktur, bütün alışkanlıklar yer etmiştir. Mösyö Fauchelevent, Mösyö Tranchelevent ya da her kimse, Gillenormand Baba "bu mösyö"den kurtulmuş olmaktan pek memnundu. Ve ekliyordu: "Böyle orijinal adamlar pek nadir değildir. Her türlü garabeti yaparlar. Neden? Nedeni yok. Canaples Markisi beterin beteriydi. Samanlıkta oturmak için bir saray satın aldı. Bunlar insanların fantastik görünüşleridirler."

Hiç kimse konunun korkunç içyüzünü fark etmedi. Zaten böyle bir şeyi kim tahmin edebilirdi ki? Hindistan'da bataklık vardır; su olağanüstü, anlatılmaz derecede güzel görünür; rüzgâr olmadığı halde ürpertilidir; durgun olması gereken yerlerde dalgalıdır. Yüzeydeki bu yersiz kaynamalara bakılır, dipte sürünen ejderha fark edilmez. İnsanların çoğunda da böyle gizli bir ejder, için için besledikleri bir dert, kemiren bir canavar, onların gecelerine yerleşen bir keder vardı. Adam başkalarına benzer; gider, gelir. Falan adam filan adamlara benzer. Kimse bilmez ki, o sefilin içinde yaşayan ve onu öldüren bin dişli, korkunç bir zehirli asalak vardır. Kimse bilmez ki, bu adam bir gayya kuyusudur. Durgun ama derindir. Arada sırada, yüzeyinde, nedeni anlaşılmayan bir karışıklık olur. Esrarlı bir buruşuk çıkar, yok olur, sonra yeniden belirir; bir hava kabarcığı yükselip patlar. Bu küçük bir şeydir ama korkunçtur. Bilinmeyen ejderin soluk alışıdır.

Herkesin gitmeye başladığı bir saatte gelmek, başkaları kendini gösterirken ortadan kaybolmak, duvar rengi diyebileceğimiz mantoyu sırtından çıkarmamak, ıssız yolu aramak, tenha sokağı tercih etmek, konuşmalara hiç katılmamak, kalabalıklardan, şenliklerden kaçınmak, zengin gibi görünüp fakir gibi yaşamak, çok zengin olduğu halde cebinde anahtarı, kapıcıda mumu bulunmak, arka kapıdan girmek, gizli merdivenden yukarı çıkmak gibi bazı acayip alışkanlıklar, kırışıklar, hava kabarcıkları, yüzeydeki kaçamak buruşuklar çoğu zaman ürkütücü bir derinlikten çıkar.

Böylece haftalar geçti. Yeni bir hayat azar azar Cosette'i sardı; evliliğin meydana getirdiği ilişkiler, ziyaretler, ev işleri, eğlenceler, bütün bu büyük işler. Cosette'in eğlenceleri pahalı değildi, bir tekti; Marius'la birlikte olmak, onunla gezmek, onunla evde kalmak... Hayatın bütün uğraşıydı bu onun için. Yalnız Cosette'in bir derdi oldu: İki yaşlı kız, Toussaint ve Nicolette anlaşamadılar ve Toussaint gitti. Büyükbabanın sağlığı yerindeydi. Marius üzerine birkaç dava almıştı; Gillenormand Teyze, yeni evlilerin yanı başında, kendisine yeten o yan hayatı sakin sakin sürdürüyordu.

Jean Valjean aksatmadan her gün geliyordu. Samimi konuşma kaybolmuştu; Jean Valjean'ın Cosette'i kendisinden ayırmak için aldığı tedbirler başarılı oldu. Cosette gittikçe daha neşeli, daha az duygusal bir hal alıyordu; oysa onu hâlâ çok seviyordu, Jean Valjean da bunu seziyordu. Bir gün Cosette aniden ona dedi ki:

- Eskiden babamdınız, artık babam değilsiniz; amcamdınız, artık amcam değilsiniz; Mösyö Fauchelevent'dınız, şimdi Jean'sınız. Siz neyin nesisiniz? Bütün bunlar hiç hoşuma gitmiyor. Ne iyi bir insan olduğunuzu bilmesem sizden korkardım.

Jean Valjean, Cosette'in bulunduğu mahalleden uzaklaşmaya bir türlü karar veremediğinden, hâlâ Homme-Armé Sokağı'nda oturuyordu. İlk zamanlar Cosette'in yanında bir süre kalıyor, sonra gidiyordu. Yavaş yavaş daha uzun kalmaya başladı. Günlerin uzamasından yararlanıyordu sanki, daha erken gelip daha geç gidiyordu.

Bir gün Cosette'in ağzından "Babacığım" sözü kaçtı.

Jean Valjean'ın yaşlı, üzgün yüzünü bir sevinç ışığı aydınlattı. Cosette'e çıkıştı:

-Jean deyin bana!

Cosette bir kahkahayla karşılık verdi:

- Peki! Sahi, Mösyö Jean!

- Bu iyi işte! dedi Jean Valjean.

Gözlerini sildiğini Cosette görmesin diye başını çevirdi.

III

PLUMET SOKAĞI'NDAKİ BAHÇEYİ HATIRLIYORLAR

Bu son oldu. O ışıktan sonra, tam bir sönüş meydana geldi. Artık teklifliksizler, bir öpücüğe eşlik eden günaydın sözleri, "Babacığım!" deyişler hep bitti. Jean Valjean, kendi isteğiyle, teker teker bütün bu mutluluklardan uzaklaştırılmıştı. Cosette'i bir günde yitirdikten sonra onu, yeniden parça parça kaybetmek acısına da katlandı.

Göz en sonunda mahzen aydınlığına alışıyor. Ne de olsa her gün Cosette'in bir hayalini görmek Jean Valjean'a yetiyordu. Bütün hayatı bu saatte yoğunlaşıyordu. Onun yanında oturuyor, sessizce onu seyrediyordu ya da ona eski yıllardan, çocukluğundan, manastırdan, o zamanki küçük arkadaşlarından bahsediyordu.

Bir gün öğleden sonra -nisan ayının hava artık ısınmış olmakla birlikte gene de serin olan ilk günlerinde, güneşin büyük neşe anlarından birinde Marius'la Cosette'in pencerelerini çevreleyen bahçelerde uyanışın heyecanı vardı- Marius, Cosette'e dedi ki:

- Plumet Sokağı'ndaki bahçemizi görmeye gideceğimizi söylemiştik. Hadi gidelim. Nankörlük etmeyelim.

İki kırlangıç gibi bahara doğru uçuştular. Plumet Sokağı'ndaki o bahçe onlara gün doğuşu gibi geliyordu. Onların da hayatlarında aşk baharı sayılacak, arkalarında bıraktıkları bir şey vardı. Plumet

Sokağı'ndaki ev kontratla tutulmuş olduğundan hâlâ Cosette'e aitti. O eve, o bahçeye gittiler. Orada birbirlerini buldular, kendilerini unuttular. Akşam her zamanki saatte Jean Valjean, Filles-du-Calvaire Sokağı'na geldi.

Basque ona:

- Madam, mösyöyle birlikte dışarıya çıktı, daha dönmedi! dedi.

Jean Valjean sessizce oturdu, bir saat bekledi. Cosette dönmedi.

Jean Valjean boynunu büktü.

Cosette "kendi bahçeleri"ne yaptığı gezintiden öyle sarhoş, "geçmişinden bir gün yaşadığı" için öyle mutluydu ki, ertesi gün o gezintiden başka bir şeyden söz etmedi. Jean Valjean'la bir akşam önce görüşememiş olduğunun farkında bile değildi.

- Oraya nasıl gittiniz? diye sordu Jean Valjean.

- Yayan.

- Peki, nasıl geri döndünüz?

- Kiralık arabayla.

Bir süreden beri Jean Valjean yeni evlilerin kapalı bir hayat yaşadıklarının farkındaydı. Buna üzülüyordu. Marius'un eli pek sıkıydı. Kiralık araba sözünün anlamı Jean Valjean için kesindi. Ağız aradı.

- Niçin kendi arabanız yok? Güzel bir kupa arabası size ayda beş yüz franga mal olur. Zenginsiniz siz.

- Bilmiyorum, dedi Cosette.

- Toussaint de öyle! diye tekrarladı Jean Valjean. Sizin yanınızdan ayrıldı. Yerine başkasını almadınız, niçin?

- Nicolette yetiyor.

- Ama size bir oda hizmetçisi gerek.

- Marius var ya, yetmez mi bana?

- Kendi eviniz, kendi uşaklarınız, arabanız, tiyatroda locanız olmalı. Hiçbir güzellik size fazla değildir. Servetinizden niçin yararlanmıyorsunuz? Zenginlik mutluluğu tamamlar.

Cosette hiçbir cevap vermedi.

Jean Valjean'ın ziyaretleri hiç de kısalmıyordu. Tam tersine, Jean Valjean ziyareti uzatıp saati unutturmak istediği zaman Marius'u övüyor; onu çok yakışıklı, asil, cesur, esprili, güzel konuşkan, iyi huylu buluyordu. Cosette de ona katılıyor, bire bin katıyordu. Jean Valjean yeniden başlıyordu. Lafın sonu gelmiyordu. Böylece Jean Valjean daha uzun bir zaman kalabiliyordu. Cosette'i görmek, onun yanında her şeyi unutmak ona o kadar tatlı geliyordu ki! Yarasının ilacıydı bu. Pek çok kereler Basque'ın üst üste gelip de, "Yemeğin hazır olduğunu Barones Hazretlerine hatırlatmak için Mösyö Gillenormand beni gönderdi," dediği günler oldu.

O günler Jean Valjean evine çok düşünceli dönerdi. Marius'un aklından geçen şu koza benzetmesinde gerçek bir taraf var mıydı acaba? Jean Valjean gerçekten de gelip kelebeğini görmekte direnen boş koza mıydı?

Bir keresinde her zamankinden daha uzun bir süre kaldı. Ertesi gün ocaktaki ateşin yanmadığını fark etti. "Vay canına!" diye düşündü. "Ateş yok." Ve kendi kendine bir açıklama buldu: "Öyle ya. Nisandayız. Soğuklar geçti artık."

Cosette içeri girer girmez:

- Tanrım! Burası çok soğuk! diye bağırdı.

- Yok, hayır, dedi Jean Valjean.

- Ocağı yakmamasını Basque'a siz mi söylediniz?

- Evet, nerdeyse mayısa giriyoruz.

- Ama hazirana kadar ateş yanar. Hele bu mahzende bütün bir yıl yakmak gerek.

- Ateşe gerek olmadığını düşündüm de.

Cosette:

- İşte bu da düşüncelerinizden biri! dedi.

Ertesi gün ateş yanmıştı ama iki koltuk odanın öbür başına, kapının yanına yerleştirilmişti.

Jean Valjean, "Bu da ne demek böyle!" diye düşündü.

Koltukları alarak ocağın yanındaki yerlerine koydu. Ateşin yeniden yakılması ona cesaret vermişti. Konuşmayı ondan önceki günlerden daha da uzattı. Tam gitmeye hazırlanırken ayağa kalkmıştı ki, Cosette:

- Kocam dün çok garip bir şey söyledi bana! dedi.

- Nasıl? Neymiş o?

- Dedi ki, "Cosette, yılda otuz bin lira gelirimiz var. Senin yirmi yedi, üç de büyükbabamın bana verdiği." Ben de, "Otuz eder" dedim. "Üç binle yaşamak cesaretini gösterebilir misin?" dedi. "Evet, hiç gelirimiz olmasa bile yaşarım, seninle bir arada olduktan sonra," dedim. Sonra "Bunları bana niçin soruyorsun?" diye ekledim. "Bilmek istedim de," dedi.

Jean Valjean söyleyecek bir söz bulamadı. Cosette belki de ondan bir açıklama bekliyordu; Jean Valjean kaygılı bir şekilde onu dinledi. Homme-Armé Sokağı'na döndü; öyle derin düşüncelere dalmıştı ki kapıyı şaşırdı, kendi evi yerine bitişikteki eve girdi. Ancak iki kat çıktıktan sonra yanlışını anladı, gerisin geriye indi.

Zihni türlü ihtimallerle dolmuştu. Belliydi ki, bu altı yüz bin frangın nereden geldiği hakkında Marius kuşkulanmıştı, belki de dürüst olmayan bir kaynaktan gelmiş olmasından korkuyordu; kim bilir, bu paranın Jean Valjean'dan geldiğini bile keşfetmişti de bu şüpheli servet karşısında tereddüt ediyordu. Kendisinin ve Cosette'in gayri meşru bir zengin olmasındansa fakir kalmayı tercih ediyor ve o paraya el sürmeyi istemiyordu.

Ayrıca Jean Valjean, belli belirsiz bir şekilde, kapı dışarı edildiğini anlamaya başlıyordu.

Ertesi gün, alt kattaki odadan içeri girince sarsıldı. Koltuklar odadan yok olmuştu; bir tek sandalye bile yoktu.

- A, bu ne? diye haykırdı Cosette içeri girerken. Koltuklar yok! Nereye gitti koltuklar?

- Artık koltuklar kalktı! dedi Jean Valjean.

- Bu kadarı da fazla!

Jean Valjean kekeledi:

- Onları kaldırmasını Basque'a ben söyledim.

- Neden?

- Bugün ancak birkaç dakika kalacağım da.

- Az kalmak ayakta durmak için bir neden değildir.

- Öyle sanıyorum ki Basque'ın koltuklara salonda ihtiyacı vardı.

- Niçin?

- Belki bu akşam misafirleriniz vardır.

- Kimseyi beklemiyoruz.

Jean Valjean bir kelime daha söylemedi. Cosette omuzlarını kaldırdı.

- Koltukları kaldırdınız! Geçen gün de ateşi söndürttünüz. Ne kadar garipsiniz!

Jean Valjean "Allahaısmarladık," diye mırıldandı. "Allahaısmarladık, Cosette," demedi ama "Allahaısmarladık, madam," demeye de gücü yetmedi.

Yıkılmış bir halde çıktı.

Bu sefer anlamıştı.

Ertesi gün gelmemişti Jean Valjean. Cosette ancak geç vakit farkına varmıştı.

- Bak hele, dedi. Mösyö Jean bugün gelmedi.

Yüreğinde hafif bir sıkıntı duydu ama pek farkında olmadı; Marius'un bir öpücüğü onu hemen oyalayıvermişti.

Daha sonraki gün Jean Valjean gene gelmedi. Cosette pek dikkat etmedi. Akşamı geçirdi, gece her zamanki gibi uyudu, ancak uyandığı zaman onun gelmediğinin farkına vardı. "O kadar mutluydu ki!" dedi, Mösyö Jean'ın hasta olup olmadığını öğrenmek için Nicolette'i yolladı. Nicolette Mösyö Jean'ın verdiği cevabı getirdi. Hasta değilmiş, işleri varmış, en kısa zamanda gelecekmiş, zaten bir yolculuğa çıkacakmış; arada sırada yolculuğa çıkmak onun âdetiymiş. Tasa etmesinler, onu düşünmesinlermiş.

Nicolette, Jean'ın evinden içeri girince, hanımın sözlerini ona tekrarlamıştı. Madam "Mösyö Jean'ın dün niçin gelmediğini" öğrenmek istiyordu.

Jean Valjean, tatlı bir sesle: "Ben gelmeyeli iki gün oldu," dedi; ama Nicolette bundaki anlamı kavrayamadı, bu konuda Cosette'e de hiçbir şey söylemedi.

IV

ÇEKİŞ VE SÖNÜŞ

1833 baharının son günleriyle yazın ilk günlerinde Marais Mahallesi'nden tek tük geçenler, dükkân sahipleri, temiz giyinmiş yaşlı bir adamın, her gün aynı saate doğru, hava kararmaya başlarken, Homme-Armé Sokağı'ından Sainte-Croix-de-la-Bretonnerie yönünden çıktığını, Blancs-Manteaux'nun önünden geçtiğini, Culture-Sainte-Catherine Sokağı'na saptığını, Echarpe Sokağı'na gelince sola kıvrılıp Saint-Louis Sokağı'na döndüğünü görüyorlardı.

Adam, orada, başı öne doğru uzanmış, hiçbir şey görmeden, hiçbir şey işitmeden, gözleri hep bir noktaya dikili olarak ağır adımlarla yürüyordu. Burası, ona yıldızlanmış gibi görünen Filles-du-Calvaire Sokağı'nın köşesinden başka bir yer değildi. Bu sokağın köşesine yaklaştıkça bakışları parlıyordu; sevince benzer bir şey gözbebeklerini bir güneş gibi aydınlatıyordu. Büyülenmiş, duygulu bir hali vardı; sanki görmediği bir kimseyle konuşuyormuş gibi dudakları gizlice kımıldıyordu. Belli belirsiz gülümsüyor ve elinden geldiği kadar yavaş ilerliyordu. Kendisini çeken o sokakla arasında ancak birkaç ev kalınca adımlarını yavaşlatıyordu, öyle ki zaman zaman artık yürümüyor sanılırdı. Başının titreyişi, gözlerinin bir noktaya dikilişi kutbu arayan pusula göstergesini hatırlatıyordu. Oraya varmayı ne kadar geciktirirse geciktirsin, sonunda oraya gelmesi gerekiyordu. Filles-du-Calvaire Sokağı'na gelince duruyor, titriyor, kaygılı bir çekingenlikle son evin köşesinden başını uzatıyor, sokağa bakıyordu. Bu acıklı bakışta, imkânsızlığın hayranlığı ile kapısı kapalı bir cennetten vuran parlaklığa benzer bir şey vardı. Sonra göz pınarlarında azar azar biriken, düşecek kadar irileşen bir gözyaşı yanağından aşağıya kayıyor, bazen ağzında duruyordu. İhtiyar adam bunun acı tadını duyuyordu. Sanki bir taş parçasıymış gibi birkaç dakika böylece kalıyordu; sonra aynı yoldan, aynı adımlarla geri dönüyordu; uzaklaştıkça da bakışları kararıyordu.

Bu yaşlı adam Filles-du-Calvaire Sokağı'nın köşesine kadar gitmekten yavaş yavaş vazgeçti; Saint-Louis Sokağı'ında, yarı yolda duruyordu. Bazen biraz daha uzakta, bazen biraz daha yakında. Bir gün Culture-Sainte-Catherine Sokağı'nın köşesinde durdu, uzaktan Filles-du-Calvaire Sokağı'na baktı. Sonra sessiz sessiz başını sağa sola salladı; sanki kendi kendine bir şeyi reddediyordu. Geri döndü.

Kısa zamanda Saint-Louis Sokağı'na kadar bile gelmemeye başladı. Paveé Sokağı'na kadar geliyor, başını sallıyor, geri dönüyordu; daha sonra Trois-Pavillons Sokağı'ndan öteye geçmedi. Sanki artık kurulmayan bir sarkaçtı da duruncaya kadar sallanması, gidip gelmesi kısalıyordu.

Her gün aynı saatte evinden çıkıyor, aynı yolu yürüyordu; ama artık tamamlamıyor, belki de farkında olmadan hep kısaltıyordu.

Yüzündeki ifade şu tek düşünceyi belirtiyordu: Neye yarar? Gözbebekleri sönmüştü. Gözpınarında artık yaş birikmiyordu; kaygılı gözleri kıpkırmızıydı. Başı hep öne doğru uzanmıştı; arada sırada çenesi kımıldıyordu, zayıf boynunun buruşukları insana hüzün veriyordu. Bazen, hava bozuk olduğu zaman koltuğunun altında hiç açmadığı bir şemsiye oluyordu. Mahallenin yaşlı kadınları, "Zararsız bir adam" diyorlardı. Çocuklar gülerek peşine takılıyorlardı.

Continue Reading

You'll Also Like

76.1K 2.7K 18
Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle bugün dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri sayılan Goethe, henüz yirmi beş yaşındayken yazdığı Genç Werth...
69.1K 5.4K 55
On yaşında öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen, ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmek...
63.7K 1.9K 146
Almanya'da dönemin gençliğini etkisi altına alan bu romanın, birçok kişinin intiharına neden olduğu, Werther'in giydiği mavi frak, sarı yelek ve çizm...
37.4K 1.2K 20
Beyaz Diş vahşi bir hayvanın gözünden, hem doğal hayata hem de insanların acımasız dün yasına eleştirel bir bakış... Beyaz Diş Alaska'nın sert doğa k...