Sefiller

By ClassicsTR

75.4K 1.3K 300

Hugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği s... More

Önsöz - I.CİLT
BİRİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
EVİNİ KİME KORUTUYORDU
BİR KISITLAMA
-İKİNCİ KİTAP-
PONTARLIER PEYNİRHANELERİ ÜZERİNE BİLGİLER
DALGA VE GÖLGE
KÜÇÜK-GERVAIS
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
BOMBARDA'NIN YERİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
UFUKTA BELİRSİZCE ÇAKAN ŞİMŞEKLER
MADAM VICTURNIEN'İN BAŞARISI
BELEDİYE ZABITASINA AİT BAZI MESELELERİN ÇÖZÜMÜ
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
ISTIRABIN UYKUDA ALDIĞI ŞEKİLLER
SIMPLICE HEMŞİRE SINAMADAN GEÇİYOR
KANAATLERİN ŞEKİLLENMEYE BAŞLADIĞI BİR YER
-SEKİZİNCİ KİTAP-
İKİNCİ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
SAVAŞLARIN "QUID OBSCURUM"U*
İMPARATOR, KILAVUZ LACOSTE'A BİR SORU SORUYOR
KILAVUZUN KÖTÜSÜ NAPOLYON'A, İYİSİ BÜLOW'A
QUOT LIBRAS İN DUCE?*
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
KÜÇÜK KIZ YAPAYALNIZ
ZENGİN OLMASI MUHTEMEL BİR YOKSULU HANA KABUL ETMENİN HOŞNUTLUĞU
THENARDİER OYUN PEŞİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
ESRARIN BAŞLANGICI
-ALTINCI KİTAP-
NEŞELİ ANLAR
BU KARANLIKTA BİRKAÇ SİLUET
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
JEAN VALJEAN AUSTİN CASTILLEJO'YU OKUMUŞA BENZİYOR
BAŞARILI BİR SORGULAMA
ÜÇÜNCÜ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
HALKIN BAĞRINDA SAKLI DURAN GELECEK
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
DEVRİMCİ OLMAK İÇİN AYİNE GİTMENİN FAYDASI
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
MARIUS'UN UĞRADIĞI ŞAŞKINLIKLAR
-BEŞİNCİ KİTAP-
YOKSULUN SEFİLLE İYİ KOMŞULUĞU
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
KADERİN GÖZ DELİĞİ
SEFALET ACIYA HİZMETİNİ SUNUYOR
MARIUS'UN İKİ SANDALYESİ KARŞI KARŞIYA
ÖNCE KURBANLARI YAKALAMAKTAN BAŞLAMALI DAİMA
II.CİLT -DÖRDÜNCÜ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
TEMELİN ALTINDAKİ ÇATLAKLAR
ENJOLRAS VE YAVERLERİ
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
SAVAŞ BAŞLIYOR
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
-ALTINCI KİTAP-
FİRARIN CİLVELERİ
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
CAB, ÜSTÜNDE GİDER; ARGODA HAVLAR
İHTİYAR KALPLE GENÇ KALP KARŞI KARŞIYA
-DOKUZUNCU KİTAP-
-ONUNCU KİTAP-
-ON BİRİNCİ KİTAP-
-ON İKİNCİ KİTAP-
GRANTAIRE'İN ÜSTÜNE GECE İNMEYE BAŞLIYOR
TOPLULUĞA BILLETTES SOKAĞI'NDA KATILAN ADAM
-ON ÜÇÜNCÜ KİTAP-
-ON DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-ON BEŞİNCİ KİTAP-
BEŞİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
BARİKATIN ÜSTÜNDE GÖRÜLEN UFUK
GEÇİCİ PARILTILAR
MORTUUS PATER FILIUM MORITURUM EXPECTAT*
KAHRAMANLAR
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
TOPRAK ÇÖKÜNTÜSÜ
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
-ALTINCI KİTAP-
AYRILMAZ OLAN
-YEDİNCİ KİTAP -
-SEKİZİNCİ KİTAP-
-DOKUZUNCU KİTAP-
ARKASINDA GÜNDÜZ OLAN GECE
SONSÖZ

İKİ YAŞLI KİŞİ, KENDİ TARZINDA*

165 8 0
By ClassicsTR

*COSETTE MUTLU OLSUN DİYE HER ŞEYİ YAPIYOR

Evlilik için her şeyi tamamladılar. Danışılan hekim, şubatta olabileceğini bildirdi. Aralık ayındaydılar; mutlulukla dolu güzel birkaç hafta geçmişti. Büyükbaba onlardan daha az mutlu değildi. Cosette'in karşısına geçip saatlerce onu izliyordu.

- Harika güzel kız! diye haykırıyordu. Ve de ne denli iyi bir insan! Canımın içinden başka söyleyecek tek söz yok doğrusu; hayatımda gördüğüm en sevimli kız bu. Sonraları menekşe kokulu özellikleri de çıkacaktır ortaya. Bir lütuf bu, öyle ya! Böyle bir yaratıkla ancak bir soylu hayatı yaşanır. Marius, oğlum, baronsun, varlıklısın, avukatçılık yapma, yalvarırım.

Cosette ile Marius birdenbire gömülü oldukları yerden cennete geçmişlerdi. Geçiş pek hazırlıksız olmuştu; gözleri kamaşmamış olsaydı bu olaydan serseme dönerlerdi.

Marius Cosette'e:

- Sen bundan bir şey anlıyor musun? diyordu.

Cosette de:

- Hayır, diyordu. Yalnız, Tanrı bize bakıyormuş gibi geliyor bana.

Jean Valjean her şeyi yaptı, her şeyi yoluna koydu, her şeyi uzlaştırdı, her şeyi kolaylaştırdı. Cosette'in mutluluğuna Cosette'in kendisi kadar ivecenlikle, görünüşte sevinçle koşuyordu. Geçmişte belediye başkanlığı yapmış olduğundan, gizini kendisinden başkasının bilmediği ince bir konuyu, Cosette'in kimlik kayıt işini çözebildi. Gerçeği açıkça söylemek, kim bilir, belki de evliliği engelleyebilirdi. Cosette'i tüm güçlüklerden kurtardı. Hiçbir itirazla karşılaşmamak için, ona hepsi de ölmüş kişilerden bir aile kurdu. Cosette sönüp giden bir ailenin son çocuğuymuş, kendi öz çocuğu değilmiş ama bir başka Fauchelevent'ın kızıymış. İki Fauchelevent kardeş Petit-Picpus Manastırı'nda bahçıvanlık etmişler. O manastıra gittiler, bu konuda gayet güzel bilgiler aldılar, saygıdeğer sözler duydular. Saf rahibeler, babalık konularına pek akılları ermediği ve bu gibi konulara ilgi duymadıkları için, hileden, dalavereden anlamadıklarından, küçük Cosette'in iki Fauchelevent'dan hangisinin kızı olduğunu hiçbir zaman tam olarak kestirememişlerdi. İstenileni söylediler. Hem de büyük bir çaba ve istekle söylediler. Resmî bir belge düzenlendi. Cosette yasa karşısında Matmazel Euphraise Fauchelevent oldu. Öksüz olduğu yazıldı. Jean Valjean kendisinin, Fauchelevent adı altında Cosette'e koruyucu olarak atanmasını sağladı. Gillenormand da ikinci vasi oldu. Beş yüz seksen dört bin franga gelince, bu parayı adını açıklamak istemeyen ölmüş birisi Cosette'e miras bırakmıştı. Asıl miras beş yüz doksan dört bin franktı ama on bin frank Euphrasie'nin eğitimine kullanılmıştı, bunun da beş bin frangı manastıra ödenmişti. Bir üçüncü kişinin güvencesine verilen bu miras, Cosette'e erginlik yaşına geldiğinde ya da evlendiğinde verilecekti. Görüldüğü gibi tüm bunlar onaylanabilir şeylerdi, hele ortada yarım milyondan çok bir para olunca. Ortada bazı gariplikler yok değildi ama onları görmediler; ilgililerden birinin gözleri aşkla, ötekilerin de altı yüz bin lirayla bağlanmıştı.

Cosette uzun süredir baba dediği bu ihtiyar adamın kızı olmadığını öğrendi. Ne var ki bir akrabanın, bir başka Fauchelevent'ın kızıymış. Başka zaman olsa çok üzülürdü ama içinde bulunduğu anlatılmaz saatlerde bu ancak bir parça gölge, hafif bir karartı olabildi; öylesine neşeli ve sevinçliydi ki bu bulut pek kısa sürdü. Onun Marius'u vardı. Delikanlı geliyor, yaşlı adam siliniyordu. Hayat böyledir işte.

Ve uzun yıllardan beri çevresinde bilmeceler görmeye alışmıştı; gizemli bir çocukluk devresi geçirmiş olan her insan bazı özverilere katlanmaya hazırdır. Ama Jean Valjean'a "baba" diyordu yine.

Kızcağız göklerde uçuyordu. Bu arada Gillenormand Baba'yı da pek seviyordu. Gerçek şu ki, o Cosette'i şiirlere, armağanlara boğuyordu. Jean Valjean Cosette'e toplum içinde doğru dürüst bir durum, her türlü tehlikeden uzak bir kimlik sunmaya çalışırken, Mösyö Gillenormand da çeyizle ilgileniyordu. Eli açık olmak kadar hiçbir şey onu hoşnut etmezdi. Bu arada, Cosette'e büyükannesinden kalma bir giysi de vermişti.

- Bunlar yeniden moda oluyor, diyordu. Antikalar pek ilgi görüyor; yaşlılığımın genç kadınları, çocukluğumun yaşlı kadınları gibi giyiniyorlar.

Yıllardan beri açılmamış olan yuvarlak karınlı, Coromandel lake, ağırbaşlı konsollarını boşaltıyordu:

- Bu ihtiyarların günahını çıkartalım, diyordu. Bakalım iri göbeklerinde neler var!

Bütün eşlerinin, bütün sevgililerinin, bütün ninelerinin giysileriyle dopdolu olan karınlı çekmecelerin hayatına gürültüyle giriyordu. Çin canfesi, Şam kumaşları, ipekliler, menevişli kumaşlar, yanar-döner kalın Tours ipeklisinden giysiler, yıkanabilir sırma tellerle işlenmiş Hint mendilleri, tersi yüzü bir çiçekli ipekliler, Cenova Alençon dantelleri, antika bilezikler, minimini savaş sahneleriyle bezenmiş fildişi şekerlikler, süsler, kurdeleler... Her şeyi Cosette'e bol bol veriyordu. Cosette de hayranlık içinde, Marius'a âşık, Mösyö Gillenormand'a minnetle dolup taşarak, satenler, kadifeler giyinmiş sonsuz bir mutluluk düşlüyordu. Ruhu göklere dantelden kanatlarla yükseliyordu. Dediğimiz gibi, büyükbabanın hayranlığı sevgililerin esrikliğine eşti. Filles-du-Calvaire Sokağı'nda şenlik vardı sanki. Her sabah büyükbabadan Cosette'e adaklar yağıyordu. Akla gelen her türlü süs, genç kızın çevresinde görkemli bir biçimde açılıp saçılıyordu. Marius mutluluğunun arasında ciddi konuşmalar da yapıyordu. Bir sabah bilmem hangi olaydan ötürü şunları söyledi:

- Devrimin adamları öylesine büyüktürler ki, Caton gibi, Phocion gibi, yüzyılların saygısını şimdiden kazanmışlardır; onların her biri eski bir anı gibidir.

Yaşlı adam:

- Eski zaman işi menevişli kumaş! diye haykırdı. Sağ ol Marius. İşte bu tam benim aradığım şey!

Ertesi gün eski zaman işi menevişli kumaştan çay rengi görkemli bir giysi Cosette'in çeyizine ekleniyordu. Büyükbaba bu eski kumaşlardan birtakım buluşlar yapıyordu:

- Aşk, iyi bir şey bu, ama yanında bunları da ister. Mutlulukta yararsız sayılan şeyler de bulunmalıdır. Mutluluk, ancak zorunlu olandır. Onu gereksizle bol bol süsleyin bana bakayım. Bir saraylı onun yüreği. Onun yüreğiyle Louvre Sarayı. Onun yüreğiyle Versailles'ın büyük suları. Çoban kızını verin bana ve uğraşın da düşes olsun. Başında peygamberçiçeklerinden tacıyla Philis'i getirin, ona yüz bin lira da gelir ekleyin. Mermer dikmeler arasında bana göz alabildiğine bir kır hayatı gösterin. Köy hayatına da, mermer ve altın cümbüşüne de razıyım. Kuru mutluluk yavan ekmeğe benzer. İnsan doyar ama yemek yemiş olmaz. Ben gereksizi, çok olanı, aşırı olanı, hiçbir işe yaramayanı isterim. Strasbourg Katedralinde, üç katlı bir ev yüksekliğinde saati bildiren, saati bildirme iyiliğinde bulunan ama hiç de bu iş için yapılmışa benzemeyen bir saat gördüğümü anımsıyorum. Öğleyi, gece yarısını, güneşin saati olan öğleyi, aşkın saati olan gece yarısını ya da istediğiniz herhangi bir saati çaldıktan sonra, size aynı yıldızları, toprakları, denizi, kuşları, balıkları, Phebus ve Phoebe'yi, bir yuvadan çıkan yığınla şeyi, on iki havariyi, İmparator Şarlken'i, Éponine'le Sabinus'u, daha bir sürü yaldızlı, üstelik de trampet çalan küçük adamcağızları gösteriyordu. Nedendir bilinmez, her durumda çevresine yaydığı neşeli sesler de cabası. Saatleri göstermekten başka bir marifeti olmayan bu kötü kadran, bu kadar şeye değer mi? Ben Strasbourg'un kocaman saatiyle aynı düşüncedeyim, onu Kara Orman'ın guguklu saatine yeğlerim.

Mösyö Gillenormand özellikle de düğün konusunda çok saçmalıyordu; düzensiz sözlerinde 18. yüzyılın bütün köhnelikleri karmakarışık bir durumda geçiyordu.

- Siz eğlence sanatını bilmiyorsunuz! Bu zamanlarda bir eğlence günü yaratmasını bilmiyorsunuz siz! diye haykırıyordu. Sizin 19. yüzyılınız güçsüz, çabasız. Onda aşırılık eksik. Varsılı bilmiyor, soyluyu bilmiyor. Her konuda da dibinden kırpılmış. Sizin halk tabakanız tatsız, kokusuz, renksiz bir şey. Evlenen kadınlarımızın bütün düşü, onların dediği gibi söyleyeyim, pelesenk ağacından eşya ile hassa kumaşıyla yeni süslenmiş sevimli küçük bir salon. Savulun! Savulun! Bay Grigou Bayan Grippesou ile evleniyor. Ne debdebe, ne soyluluk! Mumlardan birine bir altın yapıştırdılar. İşte devir bu. Sarmatlardan daha öteye kaçmak istiyorum. Ah! Daha 1787'de, Leon Prensi, Chabot Dükü, Montbazon Dükü, Soubise Markisi, Thouars Kontu, Fransa senato üyesi Rohan Dükü'nün Longchamps'a tahtırevanla gittiğini gördüğüm gün, her şeyin yıkıldığını derhal anlamıştım; meyvelerini verdi işte. Bu yüzyılda herkes iş görüyor, borsa oyunlarına katılıyor; para kazanıyor, cimrilik ediyor. Dış görünüş temizlenip cilalanıyor; herkes iki dirhem bir çekirdek, yıkanmış, sabunlanmış, perdahlanmış, tıraş olmuş, cilalanmış, düzeltilmiş, parlatılmış, fırçalanmış, temizlenmiştir ama hep dıştan; bir çakıl taşı parlaklığında, ağzı sıkı, saygılı, aynı zamanda da yemin ederim ki, vicdanın derinliklerinde eline sümküren sığır çobanını ürkütecek gübre yığınları, çirkef çukurları. Bu devre ben şu özlü sözü ihsan ediyorum: "Pis temizlik." Kızma Marius, izin ver de konuşayım. Görüyorsun, halkı kötülüyor değilim, senin halkınla gırtlağıma dek doluyum; ama burjuvaya bir parça şamar atmamı hoş görüver. Ben de onlardanım. Şu var ki, çok seven iyi cezalandırır. Şimdi, bak açıkça söylüyorum: Bugün evleniyorlar, ama evlenmesini bilmiyorlar. Ah! Gerçek bu, eski geleneklerin sevimliliğini özledim; her şeyi özledim. O güzellik, o şövalye ruhu, o ince, güzel davranışlar, herkeste neşeli bir süsleniş, müzik düğünün bir parçası, yukarıda senfoni, aşağıda trampet, danslar, sofra başına kurulmuş keyifli yüzler, süzme şiirler, şarkılar, havai fişekler, içten gelen gülmeler, kocaman kurdele fiyonkları. Gelinin çorap lastiğini özledim. Gelinin çorap lastiği Venüs kuşağıyla kardeş çocuğu olur. Troya Savaşı'nın dayandığı şey nedir? Kuşkusuz Helena'nın çorap bağına dayanır. Niçin çarpışıyorlar? Niçin kutsal Diomedes on sivri uçlu tunç miğferi Merionea'nın başında kırmıştır? Niçin Akhilleus'la Hektor koca koca mızraklarla birbirlerine saldırıyorlar? Çünkü Helena çorap bağını Paris'e kaptırdı. Cosette'in çorap lastiği ile Homeros İlyada Destanı'nı yaratırdı. Şiirine benim gibi bir geveze yerleştirir, adını Nestor koyardı. Eski devirde, o sevimli eski devirde, insanlar sanatçı gibi evlenirlerdi dostlarım. Sağlam bir sözleşme yapılırdı, sonra da yenilip içilirdi. Cujas çıkar çıkmaz Gamachegirerdi. Ama ne yaparsınız? Mide -alacağını isteyen, kendisi de bayram etmek isteyen mide- sevimli bir aptaldır. Eksiksiz şölen olurdu; masada, yanı başınızda gerdanını pek saklamayan, dantel yaka kullanmayan güzel bir hanım olurdu. Oh! O gülen geniş ağızlar! O devirde herkes ne kadar neşeliydi! Gençlik bir çiçek demeti gibiydi; her delikanlı sözünü bir leylak dalı ya da bir demet gülle bitirirdi; savaşçı bile olsalar, gönül çobanıydılar; söz gelişi dragon süvari yüzbaşısı idiyseler, Florin adını taşımak çaresini bulurlardı. Güzel olmaya önem verirlerdi, işlemeler, süsler kullanırlardı. Bir beyefendi çiçeğe benzerdi, bir marki değerli taş gibiydi. Pantolonların ayak kayışı yoktu, çizme giyen yoktu. Delikanlılar, parlak, menevişli, mor renkli kumaşlarla pek incelikli giyinirlerdi, daldan dala konan, sevimsiz züppe bir durumları vardı ama kılıç taşımalarına engel değildi bu. Dişli, pençeli sinekkuşu. Indes Galantes operalarının zamanıydı o zaman. Yüzyılın bir yanı incelikli, öbür yanı görkemliydi ve inanın, herkes de eğlenirdi. Bugün insanlar asık yüzlü. Burjuva eli sıkıdır, burjuva erdem taslar; sizin yüzyılınızın yazgısı kötü. Hani nerdeyse perilerini yakalan çok açık diye kovacaklar. Ne yazık! Güzelliği bir çirkinlikmiş gibi gizliyorlar. Devrimden beri her şey pantolonlu, dansözler bile. Meydan soytarısı asık yüzlü olmak zorunda. Sizin dans havalarınız papaz kılıklı. Görkemli olmak gerek. Bir delikanlının çenesi boyunbağının içinde olmazsa üzülüyorlar. Evlenen yirmi yaşındaki haylazın amacı Mösyö Royer-Collard'a benzemektir. Ve bu görkemle insan nereye ulaşır, bilir misiniz? Küçük olmaya. Şunu öğrenin: Neşe yalnız neşeli değildir, büyüktür. Neşeyle tutkunlaşın, a canım! Evlenin bakalım, evlendiğiniz zaman da ateşiyle, çılgınlığıyla, gürültüsüyle, patırtısıyla evlenin! Kilisede ağırbaşlılık, peki. Ama tören biter bitmez, hayda! Yeni gelinin çevresinde bir düşler evreni savrulmak Bir evlenme görkemli olduğu denli de düş dolu olmalıdır; evlenme kendi törenini Reims Katedrali'nden Chanteloup Pagodası'na taşımalıdır. Korkak bir düğünden hiç hoşlanmam. Hiç olmazsa o gün, Olimpos Dağı'nın doruğuna çıkın canım! Tanrılaşın. Ya! İnsan hava perisi, aşk ve oyun tanrısı, Büyük İskender'in koruma askeri olabilir; onun yerine birer pinti oluyorlar! Dostlarım, her yeni güvey Aldobrandini Prensi olmalıdır. Hayatın bu tek güzel anından yararlanmak ertesi gün kurbağaların kentsoyluluğuna düşmek bedeliyle de olsa, kuğularla, kartallarla birlikte tanrıların bulunduğu yedinci kat gökyüzüne uçun. Evlilik üzerinde cimrilik etmeyin; onun pırıltılarını kemirmeyin; ışıdığınız bugünün üzerine pazarlık etmeyin. Düğün ev yönetmek değildir. Ah! İstediğimi yapabilseydim çok hoş olurdu; ağaçlardan bile keman sesleri gelirdi, işte benim programım: Gök mavisi, gümüş rengi cümbüşe kır tanrılarını katardım; orman perileriyle su perilerini de çağırırdım. Deniz tanrıçası Amphitrite'nin düğünü, pembe bir bulut; süslü, çırılçıplak periler; tanrıçaya dizeler sunan bir akademi üyesi; deniz canavarlarının çektiği bir utku arabası.


Denizkızı önden gider, kabuğundan sesler salar,

Öyle güzel seslerdir ki, bayılırlar hep duyanlar.


- İşte size bir şenlik programı; hem de ne biçim! Ya da ben hiçbir şeyden anlamıyorum demektir, atın çöp sepetine!

Büyükbaba şiirsel coşkunluğa dalmış, kendi söylediğini kendisi dinlerken, Cosette ile Marius birbirlerini serbestçe seyretmenin sarhoşluğuna dalmışlardı. Gillenormand Teyze bütün bunları o sarsılmaz sükûnetiyle izliyordu. Beş, altı aydan beri epeyce heyecan geçirmişti; dönüp gelen Marius, kan içinde getirilen Marius, bir barikattan getirilen Marius, ölü ve sonra da canlı Marius, barışan Marius, nişanlanan Marius. Altı yüz bin frank onun en son şaşırması olmuştu. Ondan sonra ilk kez dinsel ayine katılan masum kızcağız ilgisizliğine dönmüştü. Hiç kaçırmadan kilisedeki ayinlere gidiyordu; evdeyken de tespihini çekiyor, dua kitabını okuyordu; evin bir köşesinde I love you diye fısıldarken, öbür köşesinde Ave duasını mırıldanıyordu. Marius ile Cosette'i belli belirsiz iki gölge gibi görüyordu. Gerçekte gölge kendisiydi.

Cansız bir dindarlık hali vardır ki, ruh uyuşukluğun elinde nötralize olur. Yaşamak sorunu diyebileceğimiz şeye yabancılaşır; depremlerin, felaketlerin dışında hiçbir insanca duygu duymaz; ne hoşa giden duyguları ne de kederli olanları. Gillenormand Baba kızına, "Bu dindarlık," diyordu, "nezleye benzer. Hayatın hiçbir şeyini duymuyorsun. Ne pis koku ne de güzel koku."

Ayrıca altı yüz bin frank ihtiyar kızın kararsızlığını büsbütün derinleştirmişti. Babası onu o kadar az hesaba katmaya alışmıştı ki, Marius'un evlenmesi konusunda onun görüşünü sormamıştı bile. Büyükbaba alışık olduğu üzere bir an heyecanla davranmış, zorbayken köle olmuştu; Marius'u hoşnut kılmaktan başka bir şey düşünmüyordu. Teyzeye gelince, babası onun varlığını, onun da bir düşüncesi bulunabileceğini aklına bile getirmemişti; kuzu gibi bir insan olmasına karşın bu onu gücendirmişti. İçinden oldukça öfkelenmiş, başkaldırmıştı ama üzüntüsünü hiç belli etmemişti. Kendi kendine, "Babam, evlenme konusunu bensiz sonuçlandırıyor; ben de miras sorununu onsuz çözümlerim," diyordu. Gerçekten de kendisi zengindi, babası değildi. O da kararını bu konuya saklamıştı. Bu evlenme yoksul bir evlenme olsaydı, onu öylece o yokluğun içinde bırakabilirdi belki. "Oh olsun yeğenim mösyöye! Bir dilenciyle evleniyor, o da dilenci olsun varsın." Ama Cosette'in yarım milyonu teyzenin hoşuna gitti, bu bir çifte karşı onun iç durumunu değiştirdi. Altı yüz bin frank saygı görmeye değer. Demek ki artık ona gereksinimleri yoktu, varlığını bu gençlere bırakmaktan başka bir şey yapamayacağı besbelliydi.

Eşlerin büyükbabanın evinde oturmaları kararlaştırıldı. Mösyö Gillenormand evin en güzel odası olan kendi yatak odasını onlara vermekte ısrar etti. "Bu beni gençleştirir," diyordu. "Eski bir tasarıdır. Odamda cümbüş yapmak düşündüğüm bir şeydi." Bu odayı bir yığın eski çapkın bibloyla süsledi. Tavanı yeniletti, duvarları pek değişik bir kumaşla kaplattı; kendisinde parça halinde bulunan bir kumaş vardı ki Utrech kumaşı sanıyordu; parlak sarı üzerine kadifeden ayı tabanı çiçek serpili bir kumaş.

"La Roche-Guyon'da Anville Düşesi'nin karyolası işte bu kumaşla kaplı," diyordu.

Ocağın üzerine, çıplak karnının üzerinde bir manşon taşıyan, Saxe porseleninden bir heykel koydu.

Mösyö Gillenormand'ın kütüphanesi, Marius için çok gerekli olan avukat yazıhanesi oldu; anımsanacağı gibi, bu yasal bir zorunluluktu.

VII

MUTLULUĞA KARIŞAN DÜŞ İZLENİMLERİ

Sevgililer her gün görüşüyorlardı. Cosette, Mösyö Fauchelevent'la birlikte geliyordu. Gillenormand, "Dünya tersine döndü," diyordu. "Gelin, böyle damadın evine gelsin de kendine kur yaptırsın!'" Marius'un iyileşme devri buna yol açmıştı. Ayrıca Filles-du-Calvaire Sokağı'nda başbaşa kalmak için oturdukları koltuklar, Homme-Armé Sokağı'ndaki koltuklardan daha rahat olduğundan bu alışkanlık haline gelmişti. Marius ile Mösyö Fauchelevent birbirlerini gördükleri halde konuşmuyorlardı. Bu sanki kararlaştırılmış gibiydi. Her genç kızın bir koruyucuya gereksinimi vardı. Mösyö Fauchelevent olmasaydı Cosette dışarı çıkamazdı. Mösyö Fauchelevent, Marius'un gözünde Cosette'in ayrılmaz bir parçasıydı. Bunu kabulleniyordu. Siyasal konuları, belirsizce, üstü kapalı, toplum yazgısının düzelmesi açısından ele alıyorlardı. Evet ya da hayır dışında da bir şeyler söyleyebiliyorlardı. Bir keresinde eğitim konusunda uyuştular: Marius, eğitimin parasız ve zorunlu olmasını, herkese hava, güneş gibi bol bol verilmesini, özetle bütün halkın yararlanmasını savunuyordu. Buradan da Mösyö Fauchelevent'ın giderek iyi, hatta biraz da üstün bir dille konuştuğunu fark etti. Yalnız onda isimlendiremediği bir eksiklik vardı: Mösyö Fauchelevent'da bir sosyete adamından hem eksik hem de fazla bir şey vardı.

Marius, içinde, düşüncesinin derinliklerinde, kendisine karşı ancak iyi niyetli ama soğuk davranan bu Mösyö Fauchelevent'ı türlü sessiz sorularla kuşatıyordu. Zaman zaman kendi anılarından bile kuşkulanıyordu. Belleğinde bir delik, kapkara bir yer; dört ay süren komanın yarattığı bir uçurum vardı. Pek çok şey orada kaybolmuştu. Bu kadar ciddi, sakin bir adamı, Mösyö Fauchelevent'ı, barikatta gerçekten görüp görmediğini düşünür hale gelmişti.

Bu, geçmişin bir görünüp bir kaybolmasının düşüncede bıraktığı tek şaşkınlık değildi. Hayatta memnun, mutlu bile olsak belleğimiz bizleri üzgün üzgün geriye doğru bakmaya zorlar. Marius da belleğinin bu kaygılarından tümüyle kurtulmuş değildir. Kaybolan ufuklara doğru dönmeyen bir kafada ne düşünce ne de aşk vardır. Marius, ara sıra başını ellerinin arasına alıyor ve belli belirsiz, gürültülü geçmiş zaman beyninin alacakaranlıklarında canlanıyordu. Mabeuf'ün düştüğünü görüyor, Gavroche'un top ateşi altında türkü söylediğini işitiyor, Éponine'in alnının soğukluğunu dudaklarında duyuyordu. Enjolras, Courfeyrac, Jean Prouvaire, Combeferre, Bossuet, Grantaire, bütün dostları önce karşısına dikiliyor, sonra da kayboluyordu. Bütün bu sevgili, açık, yiğit, sevimli ya da trajik yaratıkların hepsi birer hayal mi olmuşlardı? Yaşamışlar mıydı gerçekten? Ayaklanma, her şeyi duman içine fırlatmıştı. Bu büyük coşkunlukların büyük hayalleri vardır. Kendi kendine sorular soruyor, kendini yokluyordu, bütün bu gerçeklerin yok olması başını döndürüyordu. Bunların tümü neredeydiler?

Acaba hepsinin öldüğü doğru muydu? Karanlıkların içine düşüş, hepsini kendinden alıp uzaklaştırmıştı. Bütün bunlar sanki ona bir tiyatro perdesinin arkasında kaybolmuş gibi geliyordu. Böyle perdelerin hayata indiği görülmüştür. Tanrı piyesin bir perdesini kapatıp, diğer perdesine geçer.

Peki kendisi gerçekten aynı adam mıydı? Eskiden yoksulken şimdi varsıldı; kimsesizken şimdi bir ailesi vardı; umutsuzluğa boğulmuşken şimdi Cosette'le evleniyordu. Sanki bir mezardan geçmiş, oraya kapkara girmiş bembeyaz çıkmıştı. Diğerleri bu mezarda kalmıştı. Kimi zamanlar, geçmişteki bütün bu insanlar geri gelip onun çevresinde halka oluyorlar, onu tasalandırıyorlardı; o zaman Cosette'i düşünüyor, yeniden dinginleşiyordu. Fakat o felaketi unutturmak için gerekli olan tek şey böyle bir mutluluktu.

Mösyö Fauchelevent da hemen hemen bu kaybolan insanlar arasındaydı. Barikattaki Fauchelevent ile Cosette'in yanında öylesine ağırbaşlılıkla oturan, bu etten ve kemikten yapılmış Fauchelevent'ın aynı insan olduğuna Marius bir türlü inanamıyordu. Birinci Fauchelevent, hiç kuşkusuz sayıklama anlarının kâbuslarından biriydi. Kaldı ki her ikisi de çetin yaradılışlı olduklarından, Marius'un Mösyö Fauchelevent'a bir şey sorması olanaksızdı. Bu fikir onun aklına bile gelmedi. Bu dikkate değer noktayı daha önce de belirtmiştik.

Ortak bir gizi olan ve bu konuda, sessiz bir anlaşmayla hiçbir şey konuşmayan iki erkeğe sanıldığından da az rastlanır. Marius, yalnız bir defa bir girişimde bulundu: Lafı Chanvrerie Sokağı'na getirdi ve Mösyö Fauchelevent'a dönerek:

- O sokağı bilirsiniz, değil mi? diye sordu.

- Hangi sokağı?

- Chanvrerie Sokağı'nı!

Mösyö Fauchelevent, dünyanın en doğal sesiyle:

- Bu sokağın adıyla ilgili hiçbir fikrim yok... dedi.

Sokağın yalnız adıyla ilgilenen, sokağın kendisinden hiç söz etmeyen bu cevap, Marius'a olduğundan daha da inandırıcı göründü.

- Mutlaka düş gördüm... diye düşündü. Hayal görmüş olmalıyım. Ona benzeyen birisiydi. Mösyö Fauchelevent orada bulunmamıştır.

VIII

BULUNMASI İMKÂNSIZ İKİ ADAM

Büyülü sevinç ne denli büyük olsa da, Marius'un zihninden bazı düşünceleri silemedi gene de. Evlenme hazırlığı içinde kararlaştırılan tarih beklenirken, geriye dönük zor ve dikkatli araştırmalar yaptı.

Pek çok yönlerden şükran borcu vardı; hem babası hem de kendi adına. Thénardier vardı; kendini Mösyö Gillenormand'a getiren o yabancı adam vardı. Marius bu iki adamı bulmaya çok önem veriyor, evlenip mutlu olunca dahi onları unutmayı kesinlikle kabul etmiyordu. Bu ödenmeyen borçlarının bundan sonra da, ne kadar aydınlık olursa olsun, hayatına gölge düşürmesinden korkuyordu. Bütün bu geciken borçları geride, sürüncemede bırakmak onun için olanaksızdı; geleceğe neşeyle girmeden önce geçmişin bütün hesabını tasfiye etmek istiyordu.

Thénardier'nin bir alçak olması, onun Albay Pontmercy'yi kurtarmış olduğu gerçeğini değiştiremezdi. Marius dışında herkes için Thénardier bir hayduttu.

Marius da Waterloo savaş alanındaki gerçek sahneyi bilmediği için, işin şu garip tarafından habersizdi; babası -acayip bir durum- Thénardier'ye hayatını borçluydu, ama teşekkür borcu yoktu.

Marius'un görevlendirdiği adamlardan hiçbiri Thénardier'nin izini bulamamıştı. Bu açıdan tam anlamıyla kaybolmuştu. Thénardier'nin karısı soruşturma sırasında hapishanede ölmüştü. O yürekler acısı topluluktan geri kalan iki kişi, Thénardier ile Azelma, karanlıklara gömülmüşlerdi. Toplumun bilinmezlik örtüsü bu kişilerin üzerine kapanmıştı. Bu kapanan yüzeye bir şeyin düştüğünü, oraya bir iskandil atılabileceğini haber veren o karanlık iç içe halkalar, o titreme, o ürperme bile görünmüyordu.

Thénardier Kadın öldüğü, Boulatruelle dava dışı bırakıldığı, Claquesous kaybolduğu, önemli sanıklar da hapisten kaçtığı için Gorbeau viranesindeki tuzak davası da neredeyse düşmüştü. Olay oldukça karanlıkta kalmıştı: Cinayet mahkemesi ikinci derecedeki suçlularla, Panchaud, diğer adıyla Bahar Çiçeği ya da Sarımsakçı ve Demi-Liard, öteki adıyla İkimilyar'la yetinmek zorunda kaldı. Bunlar onar yıl küreğe mahkûm oldular. Kaçan diğer suç ortaklarına ise gıyaben müebbet hapis cezası verildi. Elebaşı olan Thénardier de gıyaben ölüme mahkûm edilmişti. Bu mahkûmiyet Thénardier'ye ait olarak kalan tek şeydi; bir tabutun yanındaki mum gibi, gömülmüş olan o ada uğursuz ışığını saçıyordu. Ayrıca bu mahkûmiyet, yeniden ele geçmek korkusuyla Thénardier'yi en derin karanlıklara itiyor ve bu adamı örten gizli karanlığı daha da arttırıyordu.

Diğerine, Marius'u kurtaran bilinmeyen adama gelince, başlangıçta araştırmalar bazı sonuçlar verdi, sonra birdenbire kesildi. 6 Haziran gecesi, Marius'u Filles-du-Calvaire Sokağı'na getirmiş olan araba bulundu.

Arabacının anlattığına göre, 6 Haziran günü bir polis memurunun emriyle öğleden sonra saat üçten geceye kadar Champs-Élysées Rıhtımı'nda, ana lağımın çıkış noktası üzerinde beklemişti. Akşam saat dokuza doğru kıyı yoluna bakan lağım kapısı açılmış, sırtında ölüye benzeyen birini taşıyan bir adam dışarı çıkmıştı. O noktayı gözetleyen memur canlı adamı tutuklamış, ölüyü de ele geçirmişti. Memurun emri üzerine arabacı, "bütün bu kalabalığı" arabasına almıştı. Önce Filles-du-Calvaire Sokağı'na gitmişler, ölü adamı oraya bırakmışlardı; ölü adam dediği Mösyö Marius'tu. Her ne kadar bu kez canlıydıysa da arabacı onu tanımıştı. Ondan sonra gene arabaya binmişlerdi, arabacı atlarını kırbaçlamıştı; Archives Kapısı'nın birkaç adım ötesinde durmasını söylemişler, orada onun parasını vermişler ve ayrılmışlardı. Memur diğer adamı alıp götürmüştü. Bundan başka bir şey bilmiyordu, çünkü hava çok karanlıktı.

Marius, dediğimiz gibi, hiçbir şey anımsamıyordu. Yalnızca barikatta sırtüstü düşmekteyken, kuvvetli bir elin kendisini arkadan yakaladığını anımsıyor; ondan sonra da her şey siliniyordu.

Ancak Mösyö Gillenormand'ın evinde kendine gelebilmişti.

Bir sürü tahmin yürütüyordu.

Kendi öz benliğinden şüpheye düşmesi imkânsız bir şeydi. O halde nasıl oluyordu da Chanvrerie Sokağı'na düşüyordu ve kendisini bir polis Invalides Köprüsü yanında, Seine kıyı yolunda buluyordu? Halles Mahallesi'nden Champs-Élysées'ye onu birisi taşımıştı, ama nasıl? Lağımdan. Duyulmamış özveri! Birisi.

Kim? Marius'un aradığı işte bu adam.

Kurtarıcısı olan adamdan hiçbir haber, hiçbir iz yoktu; en küçük bir ipucu bile.

Marius, bu yandan her ne kadar büyük bir dikkat göstermek zorundaysa da araştırmalarını polis müdürlüğüne kadar uzattı. Başka yerlerde olduğu gibi burada da elde edilen bilgilerde hiçbir açıklık bulamadı. Polis müdürlüğü bu konuda arabacıdan daha az şey biliyordu. 6 Haziran'da lağımın demir kapısında yapılan herhangi bir tutuklamadan haberleri yoktu. Bu olay hakkında hiçbir görevliden rapor alınmamıştı; bu konuya müdüriyet bir masal gözüyle bakıyordu. Bu masalın uydurulmasını arabacıya yüklüyordu. Bahşiş koparmak isteyen bir arabacı her şeye yatkın olabilir. Hatta düşe bile. Oysa olay gerçekti. Marius, daha önce de dediğimiz gibi kendi kişiliğinden kuşkuya düşmedikçe bundan da kuşkulanamazdı. Bu garip bilmecede hiçbir şey anlaşılır gibi değildi.

Arabacının, sırtında baygın Marius'u taşıyarak ana lağım kapısından çıktığını gördüğü, polis görevlisinin de bir isyancıyı kurtardı diye tutukladığı o adam, o gizemli adam ne olmuştu? Ayrıca polis ne olmuştu? Bu polis niçin susmuştu? Adam kaçabilmiş miydi? Polisi rüşvetle baştan mı çıkarmıştı acaba? Bu adam kendisine her şeyini borçlu olan Marius'a niçin hayatta olduğuna ilişkin bir işaret vermiyordu? Çıkar peşinde olmaması da, özverisinden daha az şaşılacak şey değildi. Belki her türlü ödülün üstündeydi ama hiç kimse borçluluk duygusunun üstünde olamaz. Acaba ölmüş müydü? Nasıl bir adamdı acaba? Yüzü nasıldı? Hiç kimse bir şey söylemiyordu.

Arabacı, "Gece çok karanlıktı," diye cevap veriyordu. Basque ve Nicolette şaşırmışlar ancak kanlar içindeki küçük beylerine bakmışlardı.

Marius'un acıklı gelişini mumuyla aydınlatan kapıcı, söz konusu adamı fark eden tek insandı; onun verdiği tanım da şuydu:

- Korkunç bir adamdı o!

Marius kendisini dedesine getirdiklerinde, üstündeki kanlı giysileri araştırmalarında yararlanmak üzere saklattı. Giysiyi incelerken bir eteğinin garip bir biçimde yırtılmış olduğu fark edildi; bir parça eksikti.

Bir akşam Marius, Cosette'le Jean Valjean'ın yanında, bütün bu garip maceradan, elde ettiği sayısız bilgilerden, çabalarının boşa çıktığından söz ediyordu. "Fauchelevent"ın soğuk yüzü delikanlının sabrını tüketti. Sanki öfkeden titreyen bir şiddetle haykırdı:

- Evet, bu adam kim olursa olsun, yüce ruhlu bir insandır. Ne yaptı, biliyor musunuz, mösyö? Koruyucu melek gibi yetişti. Savaşın ortasına atıldı, beni alıp kaçırdı, lağımı açtı, beni oraya sürükledi, sırtında taşıdı... Korkunç çirkef içinde, bir buçuk fersahtan fazla yol aldı mösyö. Hem de sırtında bir cesetle. Hem de ne amaçla? Bu cesedi kurtarmak amacıyla. Ceset bendim. Kendi kendine, "Belki hâlâ bir hayat ışığı vardır; bu zavallı kıvılcım için kendi hayatımı tehlikeye atacağım," diyordu. Hayatını bir kez değil, yirmi kez tehlikeye attı. İşte kanıtı: Lağımdan çıkar çıkmaz tutuklandı. Bu adam bütün bunları yaptı, biliyor musunuz, mösyö? Hiçbir ödül beklemeden. Ben neyim? Bir başkaldıran. Ben neydim? Bir mağlup. Ah! Cosette'in altı yüz bin frangı benim olsaydı...

Jean Valjean:

- Onlar sizin... diye sözünü kesti.

Marius:

- Evet... diye sürdürdü. O adamı bulmak için hepsini verirdim!

Jean Valjean hiç sesini çıkarmadı.

Continue Reading

You'll Also Like

75.4K 1.3K 98
Hugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği sürdükçe, böylesi kitaplar gereksiz sayıl...
165K 3.9K 41
Yoksulluktan öğrenimine devam edemeyen üniversite öğrencisi Raskolnikov, toplumun yararı için kuralların ve kanunların yok sayılabileceği düşüncesiyl...
35.6K 1.3K 10
Victor Hugo, 1829 yılında yayımlanan Bir İdam Mahkûmunun Son Günü'nü yazdığında 26 yaşındaydı. Genç yazar, ölüme mahkûm edilen bir insanın son gününü...
8.9K 195 10
Kitap kapağı için soylemeniz gerekenler; -Kitap adı, -Türü, -Konusu, -İstediğiniz bir yazı varsa o yazıyı, -Yazarı. (şu an yapılmamaktadır.)