Sefiller

By ClassicsTR

75.4K 1.3K 300

Hugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği s... More

Önsöz - I.CİLT
BİRİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
EVİNİ KİME KORUTUYORDU
BİR KISITLAMA
-İKİNCİ KİTAP-
PONTARLIER PEYNİRHANELERİ ÜZERİNE BİLGİLER
DALGA VE GÖLGE
KÜÇÜK-GERVAIS
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
BOMBARDA'NIN YERİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
UFUKTA BELİRSİZCE ÇAKAN ŞİMŞEKLER
MADAM VICTURNIEN'İN BAŞARISI
BELEDİYE ZABITASINA AİT BAZI MESELELERİN ÇÖZÜMÜ
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
ISTIRABIN UYKUDA ALDIĞI ŞEKİLLER
SIMPLICE HEMŞİRE SINAMADAN GEÇİYOR
KANAATLERİN ŞEKİLLENMEYE BAŞLADIĞI BİR YER
-SEKİZİNCİ KİTAP-
İKİNCİ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
SAVAŞLARIN "QUID OBSCURUM"U*
İMPARATOR, KILAVUZ LACOSTE'A BİR SORU SORUYOR
KILAVUZUN KÖTÜSÜ NAPOLYON'A, İYİSİ BÜLOW'A
QUOT LIBRAS İN DUCE?*
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
KÜÇÜK KIZ YAPAYALNIZ
ZENGİN OLMASI MUHTEMEL BİR YOKSULU HANA KABUL ETMENİN HOŞNUTLUĞU
THENARDİER OYUN PEŞİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
ESRARIN BAŞLANGICI
-ALTINCI KİTAP-
NEŞELİ ANLAR
BU KARANLIKTA BİRKAÇ SİLUET
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
JEAN VALJEAN AUSTİN CASTILLEJO'YU OKUMUŞA BENZİYOR
BAŞARILI BİR SORGULAMA
ÜÇÜNCÜ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
HALKIN BAĞRINDA SAKLI DURAN GELECEK
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
DEVRİMCİ OLMAK İÇİN AYİNE GİTMENİN FAYDASI
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
MARIUS'UN UĞRADIĞI ŞAŞKINLIKLAR
-BEŞİNCİ KİTAP-
YOKSULUN SEFİLLE İYİ KOMŞULUĞU
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
KADERİN GÖZ DELİĞİ
SEFALET ACIYA HİZMETİNİ SUNUYOR
MARIUS'UN İKİ SANDALYESİ KARŞI KARŞIYA
ÖNCE KURBANLARI YAKALAMAKTAN BAŞLAMALI DAİMA
II.CİLT -DÖRDÜNCÜ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
TEMELİN ALTINDAKİ ÇATLAKLAR
ENJOLRAS VE YAVERLERİ
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
SAVAŞ BAŞLIYOR
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
CAB, ÜSTÜNDE GİDER; ARGODA HAVLAR
İHTİYAR KALPLE GENÇ KALP KARŞI KARŞIYA
-DOKUZUNCU KİTAP-
-ONUNCU KİTAP-
-ON BİRİNCİ KİTAP-
-ON İKİNCİ KİTAP-
GRANTAIRE'İN ÜSTÜNE GECE İNMEYE BAŞLIYOR
TOPLULUĞA BILLETTES SOKAĞI'NDA KATILAN ADAM
-ON ÜÇÜNCÜ KİTAP-
-ON DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-ON BEŞİNCİ KİTAP-
BEŞİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
BARİKATIN ÜSTÜNDE GÖRÜLEN UFUK
GEÇİCİ PARILTILAR
MORTUUS PATER FILIUM MORITURUM EXPECTAT*
KAHRAMANLAR
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
TOPRAK ÇÖKÜNTÜSÜ
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
İKİ YAŞLI KİŞİ, KENDİ TARZINDA*
-ALTINCI KİTAP-
AYRILMAZ OLAN
-YEDİNCİ KİTAP -
-SEKİZİNCİ KİTAP-
-DOKUZUNCU KİTAP-
ARKASINDA GÜNDÜZ OLAN GECE
SONSÖZ

FİRARIN CİLVELERİ

116 7 0
By ClassicsTR


Aynı gece Force Hapishanesi'nde neler olmuştu bakın: Babet, Brujon, Gueulemer ve tecritte olmasına rağmen Thénardier bir kaçış planı hazırlamıştı. Montparnasse'ın Gavroche'a anlattıklarından anlaşıldığı gibi, Babet bu işi hemen o gün kendi hesabına gerçekleştirmiş bulunuyordu. Montparnasse onlara dışarıdan yardım edecekti.

Brujon, bir ceza odasında bir ay süreyle kalmış olduğundan, orada evvela kalın bir ip örmeye, sonra da bir plan olgunlaştırmaya yetecek vakti bulabilmişti. Eskiden hapishane disiplininin, mahkûmu kendi başına bıraktığı bu acımasız yerler dört taş duvar, bir taş tavan, taş döşeli bir zemin, bir kamp yatağı, demir parmaklıklı bir tepe penceresi ve demir kaplamalı bir kapıdan meydana geliyor ve adına hücre deniyordu. Fakat hücresözü fazlasıyla dehşetengiz bulundu. Onun için, şimdi bunlar bir demir kapı, demir parmaklıklı bir tepe penceresi, bir kamp yatağı, taş döşeli bir zemin, bir taş tavan ve dört taş duvardan meydana geliyor ve adına da ceza odası deniyor. Görüldüğü gibi, hücre olmayan bu odaların sakıncalı yanı, çalıştırılması gereken insanları düşünmeye sevk etmesidir.

İşte Brujon da düşünüp taşınmış ve sonunda ceza odasından bir iple birlikte çıkmıştı. Charlemagne Avlusu'nda pek tehlikeli bir kişi olarak tanınmış olduğundan, onu Yeni Bina'ya koydular. Brujon'un Yeni Bina'da bulduğu ilk şey Gueulemer, İkincisi de bir çivi oldu; Gueulemer, yani suç ve bir çivi, yani özgürlük.

Brujon hakkında tam bir fikir edinmenin artık zamanıdır. Brujon, görünüşte narin bir vücut yapısı ve iyice düşünülüp tasarlanmış bir uyuşukluk kisvesi altında nazik, zeki ve hırsız bir bıçkındı; okşayıcı bir bakışı, gaddarca bir gülümsemesi vardı. Bakışı iradesinden, gülümsemesi tabiatından geliyordu. Sanatının ilk yapıtlarım damlardan vermişti; dam kaplamalarını soyan, yağmur oluklarını sığır işkembesi demlen usulle kaldıran kurşun sökücülerin zanaatında büyük ilerlemelere yol açmıştı.

Bir kaçış için zamanı gayet elverişli kılan bir şey de, tam o sırada dam aktarıcıların hapishane damını örten arduvazların bir kısmını tamir etmekte, bağlarını yenilemekte olmalarıydı. Saint-Bernard Avlusu bu yüzden, artık Charlemagne Avlusu ile Saint-Louis Avlusu'ndan büsbütün ayrı olmaktan çıkmıştı. Yukarılarda iskeleler, basamaklar, başka bir deyişle, kurtuluş yönüne uzanan köprüler, merdivenler vardı.

Dünyada görülebilecek en çatlaklı, en harap bina olan Yeni Bina, hapishanenin zayıf noktasıydı. Duvarlarını güherçile öylesine kemirmişti ki, tavan kemerlerini ahşap kaplamak mecburiyeti hasıl olmuştu, çünkü buralardan kopan taşlar yataklarında yatan mahpusların üstüne düşüyordu. Bu köhneliğine rağmen, bir hata sonucu en tehlikeli sanıklar Yeni Bina'ya kapatılmakta, hapishane dilinde dendiği gibi, "ağır suç erbabı" kişiler hep oraya konulmaktaydı.

Yeni Bina'da üst üste dört yatakhane ile bir de adına Havadar Yer denilen bir çatı katı bulunuyordu. Force düklerinin eski mutfaklarına ait olması muhtemel geniş bir baca borusu, zemin kattan çıkıp dört katı geçmekte, yassı bir istinat sütunu halinde bütün yatakhaneleri ikiye böldükten sonra gidip damı delmekteydi.

Gueulemer'le Brujon aynı yatakhanedeydiler. Önleyici bir tedbir olarak, onları aşağı kata koymuşlardı. Tesadüfen, yataklarının baş tarafı baca borusuna dayanıyordu.

Thénardier de tam onların tepesinde, şu Havadar Yer denilen çatı katında bulunuyordu.

Culture-Sainte-Catherine Sokağı'nda, itfaiye kışlasını geçtikten sonra hamamın büyük kapısı önünde duran bir yolcu, çiçeklerle, tahta saksılarda ağacımsı bitkilerle dolu bir avlu ve avlunun sonunda yükselen yeşil pencere kepenkleriyle şen cepheli, iki kanatlı, dairesel ve damı kubbeli beyaz bir köşk görür. Jean Jacques'ın şairane kırsal hülyası. En çok on yıl öncesine kadar bu köşk, gerisinde yükselen kocaman, siyah, suratsız, çıplak bir duvara veriyordu sırtını. Force'un devriye yolu duvarıydı bu.

Bu dairesel köşkün gerisinde yükselen bu duvar, âdeta Berquin'in gerisinde görünen Milton gibiydi.

Çok yüksek olmasına rağmen, bu duvarın ötesinde onu da aşan, ondan da kara bir dam fark edilmekteydi. Yeni Bina'nın damıydı bu. Damda, demir çubuklarla donatılmış dört tane çıkıntılı çatı penceresi göze çarpıyordu. Bunlar Havadar Yer'in pencereleriydi.

Bir baca, damı delip çıkıyordu; yatakhanelerden geçen bacaydı bu.

Havadar Yer, Yeni Bina'nın bu çatı katı, eğik tavanlı, üç kat demir parmaklıklar ve üstünde koca koca çivi benekleri bulunan saç kaplamalı kapılarla kapatılmış büyük bir çeşit koğuştu. Kuzey ucundan içeri girildiğinde, solda, bahsi geçen dört çatı penceresi; sağda da, pencerelerin tam karşısında, dar koridorlarla birbirinden ayrılmış, aralıklı bir dizi halinde, oldukça geniş, dört tane kare şeklinde kafes vardı. Yarı bel hizasına kadar kagir, kalan kısmı tavana kadar demir çubuklardan yapılmış kafeslerdi bunlar.

İşte Thénardier 3 Şubat gecesinden beri bu kafeslerden birinde tecritteydi. Rivayete göre Desrues tarafından icat olunan ve Uyutucular Çetesi'nin meşhur ettiği, içine uyuşturucu madde karıştırılan şarabın bir şişesini Thénardier'nin nasıl ve kimin yardakçılığıyla elde edebilmiş olduğu hiçbir zaman keşfedilemedi.

Birçok hapishanede bazı görevliler vardır ki, görevlerine ihanet ederler; yarı zindancı, yarı hırsızdırlar; firarlara yardım edenler polise sadakatsizce hizmet eder, salata sepetinden, yani hapishane arabasından malların düşmesine göz yumarlar.

İşte Küçük Gavroche'un, başıboş dolaşan iki çocuğu acıyıp yanına aldığı gece; o sabah hapishaneden kaçmış olan Babet'nin Montparnasse ile birlikte kendilerini sokakta beklediğini bilen Brujon'la Gueulemer, usulcacık kalkarak yataklarının dayandığı baca borusunu Brujon'un bulmuş olduğu çiviyle delmeye koyuldular. Sıva parçaları Brujon'un yatağı üstüne düştüğünden sesleri duyulmuyordu. Gök gürültüsüne karışan sağanaklar kapıları menteşelerinden sarsıyor ve hapishanenin içinde korkunç ve aynı zamanda yararlı bir velvele koparıyordu. Mahpuslar arasında uyananlar da uyuyormuş gibi yapıp Gueulemer'le Brujon'u, işlerini yapsın diye bıraktılar. Brujon becerikli, Gueulemer ise kuvvetliydi. Yatakhaneye bakan demir parmaklıklı bir hücrede yatan gözcünün en ufak bir ses duymasına meydan kalmadan duvar delinmiş, bacadan tırmanılmış, borunun üst deliğini kapatan demir kafes zorlanıp açılmış ve iki korkunç haydut damın üstüne çıkmışlardı. Yağmur ve rüzgâr şiddetini arttırıyor, dam kayıyordu.

Brujon:

- Tırlamak için amma da kıyak baykuş günü ha! dedi.

Devriye yolunun duvarıyla aralarında altı ayak genişliğinde, seksen ayak derinliğinde bir uçurum vardı. Bu uçurumun dibinde, bir nöbetçinin karanlıkta parlayan tüfeğini görüyorlardı. Brujon'un, zindanında örmüş olduğu ipin bir ucunu, az önce söktükleri çubukların kalan parçalarına bağladılar, öbür ucunu devriye yolu duvarının üzerinden attılar ve bir sıçrayışta uçurumu aşıp duvarın tepesine yapıştılar, onu aştılar, birbiri ardınca ipten aşağı, hamama bitişik küçük bir damın üstüne kayıp indiler, iplerini geri çektiler, hamamın avlusuna atladılar, avluyu geçtiler, kapıcının vasistasını ittiler, vasistasın yanında sallanan kapının kordonunu çektiler, cümle kapısını açtılar ve kendilerini sokakta buluverdiler.

Ellerinde çivileri, kafalarında taşanları, karanlıklar içinde yataklarının üzerinde ayağa kalkmalarının üzerinden daha üç çeyrek saat bile geçmemişti.

Az sonra, o yakınlarda dolanıp duran Babet ve Montparnasse ile buluşmuşlardı.

İpi kendilerine çekerken koparmış olduklarından, onun bir parçası damdaki bacaya takılı kalmıştı. Bunun dışında, avuç derilerinin hemen tümüyle soyulmuş olmasından başka hiçbir şeyleri yoktu.

Thénardier o gece, nasıl olduğu hiçbir zaman öğrenilemeyen bir şekilde firardan haberdar edilmişti ve uyumuyordu.

Sabah saat bire doğru, yağmur ve fırtına arasında, kafesinin tam karşısına rastlayan çatı penceresinin önünden -gece zifiri karanlık olduğu için- iki karaltının geçtiğini gördü. Karaltılardan biri, pencerenin önünde göz açıp kapayacak kadar kısa bir süre durakladı. Brujon'du bu. Thénardier onu tanıdı ve durumu anladı. Bu kadarı yeterliydi onun için.

Thénardier, kimliği soyguncu cani olarak belirtildiği ve geceleyin silahlı tuzak kurmaktan tutuklu olduğu için göz hapsi altında bulunduruluyordu. İki saatte bir değiştirilen bir nöbetçi, silahı dolu olarak onun kafesi önünde dolaşıyordu. Havadar Yer, bir duvar lambasıyla aydınlatılmaktaydı. Mahpusun ayaklarında elli lire ağırlığında bir çift pranga vardı. Her gün öğleden sonra saat dörtte bir gardiyan, yanında iki buldog köpeğiyle -o devirde bu iş hâlâ böyle yapılmaktaydı- onun kafesine giriyor, yatağının yanına iki librelik bir kara ekmek, bir testi su ve içinde birkaç tane Yahudi baklası yüzen oldukça yavan bir çorbayla dolu bir tas koyuyor, demirlerini kontrol ediyor ve parmaklıklara vuruyordu. Bu adam, köpekleriyle birlikte, geceleri de iki defa geliyordu.

Thénardier, demirden bir çeşit askı çivisini yanında bulundurma izni almıştı. Ekmeğini duvardaki bir çatlağa asmak için kullanıyordu bu çiviyi. Söylediğine göre, "ekmeği farelerin şerrinden korumak için" yapıyordu bunu. Thénardier göz hapsinde tutulduğu için bu askı çivisinde herhangi bir sakınca görülmemişti. Ama bir gardiyanın, "Ona ancak tahtadan bir askı çivisi verilmesi daha iyi olur," dediğini sonradan hatırladılar.

Sabah saat ikide, eski bir asker olan nöbetçi değiştirilip, yerine bir acemi er konuldu. Biraz sonra da, köpekli adam mutat ziyaretini yaptı, "sıradan nefer"in pek toy ve "köylü halli" olduğu dışında kayda değer bir şey görmeden çıkıp gitti. İki saat sonra, saat dörtte, acemi erden nöbeti devralmaya gelenler onu Thénardier'nin kafesi içinde boylu boyunca yere uzanmış ve uyumuş halde buldular. Thénardier'ye gelince, onun yerinde yeller esiyordu. Prangaları kırılmış olarak döşeme taşlarının üzerinde duruyordu. Kafesinin tavanında bir delik ve bunun üst tarafında, damda, bir delik daha vardı. Karyolasının bir tahtası koparılmış ve şüphesiz götürülmüştü, çünkü bir daha hiç bulunamadı. Hücrede bir de, askerin uyutulmasında kullanılan ve içine uyuşturucu madde katılmış şarap bulunan yan yarıya boşalmış bir şişe ele geçirildi. Askerin süngüsü yok olmuştu.

Bütün bunlar fark edildiğinde, Thénardier'yi yakalamanın artık imkânsız olduğu sanıldı. Oysa gerçekte, o artık Yeni Bina'da bulunmuyordu ama henüz hayli tehlikeli bir durumdaydı.

Thénardier, Yeni Bina'nın damına geldiğinde, bacanın üst kapağının demir çubuklarında sallana duran Brujon'un ipinden arta kalan parçayı bulmuş, fakat bu kopuk parça çok kısa olduğu için Brujon'la Gueulemer'in yaptıkları gibi devriye yolunun üstünden kaçmayı başaramamıştı.

Ballets Sokağı'ndan Roi-de-Sicile Sokağı'na sapıldığı zaman hemen orada, sağ tarafta, kötü bir girintiye rastlanır. Geçen yüzyılda orada, bugün yalnızca arka duvarı kalmış olan bir ev vardı. Bu duvar, komşu binalar arasında üçüncü kat hizasına kadar yükselen hakiki bir harabe halindedir. Bu harabe, bugün hâlâ görülen kare şeklindeki iki büyük penceresinden tanınabilir. Sağ çatı üçgenine yakın olan orta pencere, payanda direği gibi yerleştirilmiş kurt yenikli bir tahtayla kapatılmıştır. Eskiden bu pencerelerin gerisinde, Force'un devriye kolu kale duvarının bir parçası olan kasvetli, yüksek bir duvar görülürdü.

Yıkık evin sokak üzerinde bıraktığı boşluk, sınır gösteren beş tane taşa dayanan tahtaları çürümüş bir tahta perdeyle şöyle böyle doldurulmuştur. Bu kapalı alan içinde sırtını harabenin ayakta kalan kısmına vermiş, gizli duran küçük bir baraka vardır. Tahta perdenin bir de kapısı bulunmaktadır. Birkaç yıl öncesine kadar bu kapı sadece bir mandalla kapanıyordu.

Thénardier, sabah saat üçten biraz sonra, işte bu harabenin tepesine varmıştı.

Nasıl gelmişti oraya? Bu, hiçbir zaman ne açıklanabildi ne de anlaşılabildi. Muhtemelen şimşekler ona hem engel hem de yardımcı olmuştu. Acaba dam aktarıcıların merdivenlerinden mi yararlanmıştı; damdan dama, duvardan duvara, bölmeden bölmeye geçerek Charlemagne Avlusu'ndaki binalara, sonra Saint-Louis Avlusu'ndakilere, devriye yolu duvarına, oradan da Roi-de-Sicile Sokağı'ndaki harabeye varmak için? Lâkin bu güzergâh üzerinde öyle kesintiler vardı ki, görünüşe göre bu yolun yakın izlenmesini imkânsız kılıyordu. Yoksa o, karyolasından çıkardığı tahtayı Havadar Yer'in damından devriye yolunun duvarına bir köprü gibi uzatmış da devriye yolu duvarının tepesinde yüzükoyun sürüne sürüne, harabeye varıncaya dek hapishanenin çevresini baştan başa mı dolanmıştı? Ama Force'un devriye yolu duvarı girintili çıkıntılı, gayrimuntazam bir çizgi meydana getiriyor, kâh çıkıyor kâh iniyordu; itfaiye kışlasının orada alçalıyor, hamama gelince yükseliyordu; onu kesen bazı yapılar vardı, Lamoignon Oteli hizasındaki yüksekliği, Paveé Sokağı'ndaki kadar yoktu; her taraf'ta ani inişler, dik açılar yapıyordu; sonra da nöbetçilerin, firarinin kapkara siluetini görmeleri gerekirdi. Bu bakımdan da, Thénardier'nin kaçış yolu hemen hemen izahsız kalmaktaydı. İki şekilde de kaçış imkânsızdı. Yoksa uçurumları hendeğe, demir parmaklıkları sazdan kafese, kötürümü atlete, ayakları damlalıyı kuşa, ahmaklığı içgüdüye, içgüdüyü zekaya, zekayı da dehaya çeviren o korkunç özgürlük susuzluğunun verdiği ilhamla Thénardier bir üçüncü yol mu icat etmiş, yaratıvermişti? Bu, hiçbir zaman bilinmedi.

Zaten firarın harikalarına her zaman akıl sır erdirilemez. Tekrar edelim, kaçan adam bir ilhamlıdır; kaçışın esrarlı ışığında yıldız vardır, şimşek vardır; kurtuluşa doğru çabalayış, ulviye doğru kanal çırpıştan daha az şaşırtıcı değildir. Bu yüzden, Corneille için, "Nereden bulmuş bu ölseydi sözünü?" dendiği gibi, firar eden bir hırsız için de, "Nasıl tırmanıp aşmış bu damı?" denir.

Her neyse, olan olmuş, Thénardier kan ter içinde, yağmurdan sırılsıklam, elbiseleri lime lime, ellerinin derisi yüzülmüş, dirsekleri kana bulanmış, dizleri yırtılmış bir halde, harabenin duvarının, çocukların o mecazlı dillerinde keskin yanı dedikleri yerine gelmişti. Orada boylu boyunca yatıyordu, bütün gücü kuvveti tükenmişti. Üç kat yüksekliğinde dimdik bir yar, onu sokağın kaldırımından ayırıyordu.

Yanındaki ip çok kısaydı.

Orada, beti benzi atmış, bitkin, bütün ümitleri sönmüş, bekliyordu. Henüz gecenin örtüsü altındaydı, ama kendi kendine günün doğmak üzere olduğunu söylüyor, az sonra yakınlardaki Saint-Paul'ün saatinin dördü çalacağını düşünerek dehşete kapılıyordu. O saatte nöbetçiyi değiştirmeye gelecekler ve onu delinmiş damın altında uyur bulacaklardı. Korkunç bir derinlikte, fenerlerin ışığında, ıslak ve siyah duran kaldırımlara; hem arzu hem korku veren, hem ölüm hem de özgürlük demek olan o kaldırımlara şaşkın ve hareketsizce bakıp duruyordu.

Öteki üç firar ortağının başarıya ulaşıp ulaşmadıklarını, kendisini işitip işitmediklerini, yardımına gelip gelmeyeceklerini düşünüyordu. Dinliyordu. Orada bulunduğundan beri bir devriye kolu dışında kimse geçmemişti sokaktan. Montreuil'den, Charonne'dan, Vincennes'den ve Bercy'den gelen bostancıların hemen hepsi hale Saint-Antoine Sokağı'ndan geçerek inerlerdi.

Saat dördü çaldı. Thénardier ürperdi. Hemen az sonra da, bir firar olayının keşfini izleyen o telaşlı, karışık gürültü koptu hapishanede. Açılıp kapanan kapıların gürültüsü, menteşeleri üzerinde dönen demir parmaklıkların gıcırtısı, muhafızların velvelesi, kapıcıların boğuk, sert seslenişleri; tüfek dipçiklerinin avlu taşlarına çarpmasından çıkan sesler Thénardier'ye kadar geliyordu. Yatakhanelerin parmaklıklı pencerelerinde ışıklar çıkıp iniyor, Yeni Bina'nın çatısında bir meşale koşuyordu. Yan taraftaki itfaiye kışlasının erleri de çağırılmışlardı, yağmur altında meşalenin aydınlattığı miğferleri damlar boyunca gidip geliyordu. Bütün bunlar olurken Bastille tarafında da göğün alt yanını, uçuk bir rengin uğursuz uğursuz ağartmakta olduğunu görüyordu Thénardier.

On parmak eninde bir duvarın üstünde, sağında solunda birer uçurumla, sağanağın altında, bir yandan düşme ihtimalinin verdiği baş dönmesi, öbür yandan mutlak bir yakalanma tehlikesinin dehşeti içinde uzanmış yatıyor, düşüncesi şu iki fikir arasında bir çan tokmağı gibi gidip geliyordu: "Düşersem ölürüm, kalırsam yakalanırım."

Bu azap içinde ve sokak henüz kapkaranlık olmasına rağmen, birdenbire bir adam çarptı gözüne. Paveé Sokağı'ndan doğru duvarlar boyunca süzülerek gelen bu adam, Thénardier'nin tepesinde asılı gibi durduğu girintinin içinde durdu. Bu adama, aynı şekilde ihtiyatla yürüyen bir İkincisi, sonra bir üçüncüsü, daha sonra da bir dördüncüsü katıldı. Adamlar bir araya gelince, içlerinden biri tahta perdenin kapı mandalını kaldırdı ve dördü birden barakanın bulunduğu kapalı alana girdiler. Tam Thénardier'nin altında bulunuyorlardı. Besbelli bu adamlar, gelip geçenlere ve Force'un birkaç adım ötedeki kapısını koruyan nöbetçiye görünmeden konuşabilmek için seçmişlerdi bu girintiyi. Bu arada yağmurun bu nöbetçiyi kulübesine hapsetmiş olduğunu da söylememiz gerek. Thénardier, adamların suratlarını göremediğinden, kendisini mahvolmuş hisseden bir sefilin umutsuz dikkatiyle kulaklarını onların sözlerine dikti.

Thénardier, gözlerinin önünden umuda benzer bir şeyin geçtiğini gördü. Bu adamlar argo konuşuyorlardı.

Birincisi alçak sesle ama açıkça anlaşılır bir şekilde:

- Decarrons. Qu'est-ce que nous maquillons icigo diyordu.

İkincisi ona cevap verdi:

- Il lansquine â eteindre le riffe de rabouin. Et puis les coqueurs vont passer, ily a lâ un grivier qui porte gaffe, nous allons nous faile emballer icicaille.

İkisi de burada anlamına gelen ve birincisi şehir kapıları argosundan, İkincisi de Temple argosundan olan iki kelime, icigove icicaille, Thénardier'nin zihnini birer ışık huzmesi gibi aydınlattı.Icigo'yu duyunca, şehir kapılarında sürten serserilerden Brujon'u,icicaille'ı işitince de, bütün öbür mesleklerinin yanı sıra Temple'da kelepir mal satıcılığı yapan Babet'yi tanıdı.

Büyük yüzyılın kadim argosu bugün artık yalnızca Temple'da konuşulmaktadır. Ve onu en saf şekliyle konuşan tek kişi de Babet'ydi. Bu icicaille kelimesi olmasa, Thénardier onu asla tanıyamazdı, çünkü sesini tamamen değiştirmişti.

Bu arada, üçüncü kişi lafa karıştı.

- Henüz aceleye gerek yok, biraz daha bekleyelim. Bize ihtiyacı olmadığı ne malum?

Thénardier, sırf Fransızca olan bu sözden Montparnasse'ı teşhis etti. Bütün argoları anlayıp hiçbirini konuşmamayı kendisi için zarafet sayardı Montparnasse.

Dördüncüye gelince, o susuyordu ama olabildiğince geniş omuzları onu ele vermekteydi. Thénardier hiç şüphe etmedi, bu da Gueulemer'di.

Brujon âdeta öfkeyle, ama yine alçak sesle karşılık verdi:

- Qu'est-ce que tu nous bonis lâ! Le tapissier n'aura pas pu tirer sa crampe. Il ne sait pas le truc, quoi! Bouliner sa limace et faucher ses empaffes pour maquiller une tortouse, caler des boulins aux lourdes, braser des faffes, maquiller des caroubles, faucher les durs, balancer sa tortouse dehors, se planquer, se camoujfler, il faut etre mariol! Le vieux n'aura pas pu, il ne sait pas goupiner!

Babet, yine Poulailler'nin, Cartouche'un konuştuğu o ağırbaşlı klasik argo ile söze girişti. Andre Chenier'nin diline kıyasla Racine'in dili ne ise, Brujon'un kullandığı cüretkâr, yeni, renkli ve rizikolu argoya kıyasla Babet'ninki de o idi:

- Tonorgue tapissier aura ete fait marron dam l'escalier. ilfaut etre arcasien. C'est un galifard. II se sera laisse jouer l'hamache par un roussin, peut-etre meme par un roussi, qui lui aura battu comto-is. Prete l'oche, Montparnasse, entends-tu ces criblements dans le college? Tu as vu toutes ces camoufles. Il est tombe, va! Il en sera quitte pour tirer ses vingt longes. Je n'ai pas taf, je ne suis pas un taffeur, c'est colombe, mais il n'y a plus qu 'â faire les lezards, ou autrement on nous la fera gambiller. Ne renaude pas, viens avec nousiergue, allons picter une rouillarde encible.

Montparnasse:

- Dostları belada bırakmak olmaz, diye homurdandı.

Brujon tekrar konuştu:

- Je te bonis qu'il est malade! Â l'heure qui toque, le tapissier ne vaut pas une broque! Nous n'y pouvons rien. Decarrons. Je crois â tout moment qu'un cogne me ceintre en pogne.

Montparnasse'ın karşı koyuşu azalmıştı artık. Gerçekten de bu dört adam, haydutların birbirlerini asla yüzüstü bırakmamakta gösterdikleri sadakatle, her türlü tehlikeyi göze alarak, Thénardier'nin duvarlardan birinin tepesinde görünüvereceği ümidiyle, bütün gece boyunca Force'un çevresinde dolanıp durmuşlardı. Ne var ki bütün sokakları ıpıssız edercesine şiddetle yağan yağmurla adamakıllı tatsızlaşan gece, iliklerine işleyen soğuk, sırılsıklam ıslanan elbiseleri, delik deşik pabuçları, hapishanede az önce kopan kaygı verici gürültü, vaktin ilerlemesi, rastladıkları devriye kolları, uçup giden umut, geri gelen korku, bütün bunlar onları geri dönmeye zorlamaktaydı. Thénardier'nin, ne de olsa bir bakıma damadı olan Montparnasse bile direnmekten vazgeçiyordu. Bir an sonra gitmiş olacaklardı. Ufukta beliren geminin kaybolduğunu sallarının üstünden gören Meduse kazazedeleri gibi, Thénardier duvarının üstünde soluk soluğaydı.

Onlara seslenmeye cesaret edemiyordu, çünkü bağırır da sesi etraftan duyulursa her şey mahvolabilirdi. Birden aklına bir fikir geldi, son bir fikir, bir ışık; Yeni Bina'nın bacasından çözdüğü Brujon'un ipinin parçasını cebinden çıkardı ve tahta perdenin iç kısmına doğru fırlattı.

İp parçası, aşağıdakilerin ayakları dibine düştü.

- Une veuve! dedi Babet.

- Ma tortouse! dedi Brujon.

- Hancı orada, dedi Montparnasse.

Gözlerini yukarıya kaldırdılar. Thénardier de kafasını biraz ileri uzattı.

- Çabuk! dedi Montparnasse. İpin öbür ucu sende mi Brujon?

- Evet.

- İki ucu birbirine bağla, ipi ona atarız, duvarın üstüne bağlar; inmesine yetecek kadar vardır.

Thénardier sesini yükseltmeyi göze aldı.

- Soğuktan dondum.

- Seni ısıtırız.

- Kıpırdayamıyorum.

- Kendini ipten aşağı kaydır, seni tutarız.

- Ellerim uyuştu.

- Hiç olmazsa ipi duvara bağla.

- Yapamayacağım.

- Birimizin yukarı çıkması lazım, dedi Montparnasse.

- Üç kat yukarı ha! dedi Brujon.

Vaktiyle barakada yakılan bir sobaya ait alçı sıvalı eski bir baca yolu, duvar boyunca tırmanarak hemen hemen Thénardier'nin göründüğü yere kadar yükseliyordu. O tarihte hayli çatlak ve dökük olan bu boru, aradan geçen zaman içinde tamamen yıkılmış olmakla birlikte izleri hâlâ görülür.

Çok dar bir boruydu bu.

Montparnasse:

- Buradan çıkılabilir, dedi.

- Bu borudan mı? diye bağırdı Babet. Bir orgue bunu asla yapamaz! Bir mion gerek.

Brujon da:

- Bir môme lazım, dedi.

- Nereden bulacağız bir veledi? dedi Gueulemer.

Montparnasse:

- Durun, dedi, işi bana bırakın.

Tahta perdenin kapısını usulcacık açtı, yoldan kimsenin geçmediğinden emin olduktan sonra ihtiyatla dışarı çıktı, kapıyı arkasından tekrar kapattı ve Bastille'e doğru koşa koşa uzaklaştı.

Aradan yedi sekiz dakika geçti. Sekiz asır gibi geldi bu Thénardier'ye. Babet, Brujon ve Gueulemer dişlerini kenetlemişlerdi, çenelerini bıçak açmıyordu. Nihayet kapı tekrar açıldı, Montparnasse göründü, nefes nefeseydi ve yanında Gavroche'u getiriyordu. Yağmur, sokağı tamamen ıssız tutmaya devam ediyordu.

Tahta perdenin içine giren Küçük Gavroche, bu haydut suratlarına sakin bir tavırla baktı. Saçlarından sular süzülüyordu. Gueulemer ona doğra konuştu:

- Bacaksız, adam mısın ki sen?

Gavroche omuz silkip cevap verdi:

- Un môme comme mezig est un orgue et de s orgues comme vousailles sont des mômes.

- Comme le mion joue du crachoir! diye haykırdı Babet.

Brujon ekledi:

- Le môme pantinois n'est pas maquille defertille lansquinee.

- Nedir istediğiniz? dedi Gavroche.

Montparnasse cevap verdi:

- Şu borudan tırmanman.

- Avec cette veuve, dedi Babet.

- Et ligoter la tortouse, diye tamamladı Brujon.

Yine Babet:

- Au monte du montant, dedi.

- Au pieu de la vanterne, diye ekledi Brujon.

Gavroche sordu:

- Peki sonra?

- Hepsi bu! dedi Gueulemer.

Sokak çocuğu ipi, boruyu, duvarı, pencereleri inceledi ve dudaklarının ucuyla, "Bu kadarcık mı?" anlamına gelen o anlatılamaz, küçümseyici sesten çıkardı.

Montparnasse:

- Yukarıda bir adam var, onu kurtaracaksın, dedi.

Brujon sordu:

- Yapar mısın?

Çocuk bu soruyu pek acayip bulmuşçasına bir cevap verdi:

- Laf!

Sonra pabuçlarını çıkardı.

Gueulemer, Gavroche'u bir kolundan yakalayarak barakanın damının üstüne koydu. Damın kurt yenikli tahtaları çocuğun ağırlığı altında bel veriyordu. Gueulemer, Montparnasse'ın yokluğunda Brujon'un parçalarını birbirine bağlamış olduğu ipi çocuğa verdi. Çocuk boruya doğru ilerledi; dam hizasındaki geniş bir yarık sayesinde içine kolayca girilebilirdi. Tam çıkmaya başlamak üzereydi ki, kurtuluşun ve hayatın yaklaşmakta olduğunu gören Thénardier, duvarın kenarından aşağıya eğildi. Günün ilk ışıkları, onun tere bulanmış alnını, kara sarı elmacık kemiklerini, sivri ve vahşi burnunu, diken diken olmuş sakalını aydınlatıyordu. Gavroche onu tanıdı:

- Vay be! Babam bu!., dedi. Varsın olsun, fark etmez.

Ve ipi dişlerinin arasına alarak, kararlı bir tavırla tırmanmaya başladı.

Harabenin tepesine ulaştı, eski duvarın üstüne ata biner gibi oturdu ve pencerenin payanda tahtasına ipi sağlamca düğümledi.

Bir an sonra Thénardier sokaktaydı.

Ayağını kaldırım taşına basıp da kendini tehlikenin dışında hissettiği anda, artık ne yorgunluğu, ne soğuktan donmuşluğu ne de titremesi kalmıştı Thénardier'nin. İçinden çıktığı korkunç şeyler bir duman gibi dağılıverdi, bütün o olağandışı, yırtıcı zeka uyandı ve dağılan bu dumanın önünde kendisini ileri atılmaya hazır, dimdik ayakta ve özgür buldu.

Adamın ağzından çıkan ilk söz şu oldu:

- Şimdi kimi yemeye gidiyoruz?

Aynı zamanda canına kastetmek, öldürmek, soymak anlamına gelen bu kelimenin bütün dehşetiyle aşikâr olan içeriğini ayrıca açıklamaya hiç gerek yok. Yemek, yani gerçek anlamıyla parçalayıp yutmak.

Brujon:

- Bir köşeye güzelce pusalım, dedi, iki üç kelimeyle işi bitirip hemen ayrılalım. İyi görünen bir iş vardı, Plumet Sokağı'nda, ıssız bir sokak, tek başına bir ev, bir bahçeye açılan eski, çürük bir parmaklıklı kapı, yalnız kadınlar.

- İyi işte! Niçin olmasın? diye sordu Thénardier.

- Ta fee, Éponine, orayı görmeye gitmişti, diye cevap verdi Babet.

Gueulemer ekledi:

- Sonra da Magnon'a bir peksimet götürmüştü. Rien â maquiller lâ.

Thénardier:

- La fee n'est pas loffe, dedi. Ama yine de bir görmek gerek.

Brujon:

- Evet, evet, dedi, bir görmek gerek.

Bu arada adamlardan hiçbiri artık Gavroche'a bakmıyordu. Çocuk, bu konuşma sırasında tahta perdenin dayandığı taşlardan birine oturmuştu. Bir süre bekledi. Belki de babasının kendisine doğru dönmesini bekliyordu. Sonra pabuçlarını giyerek:

- Bitti mi, adamlar? dedi. Artık bana ihtiyacınız yok ya? İşin içinden sıyrıldınız işte. Ben gidiyorum. Gidip yavrularımı kaldırmam gerekiyor.

Ve çekip gitti.

Beş adam, birbiri ardınca tahta perdeden çıktılar.

Gavroche, Ballets Sokağı'nın köşesinde gözden kaybolduğu zaman Babet, Thénardier'yi bir kenara çekip ona:

- Bu velede baktın mı? diye sordu.

- Hangi velede?

- Duvara tırmanıp ipi sana getiren velede.

- Pek bakmadım.

- Valla bilmem ama, bana senin oğlan gibi geldi.

- Ya! dedi Thénardier. Öyle mi dersin?

Continue Reading

You'll Also Like

3.2K 76 7
Geleneklere olan bağlılığı ve katı disiplin kurallarıyla ünlü Welton Akademis'nin öğrencilerinin okul ve yatakhane arasında geçen tekdüze hayatları y...
157K 4.1K 14
Hep başkalarının istediği gibi yaşayan Raif Efendi, memnuniyetsiz hayatının tek bir anıyla değiştiğine şahit olacaktır: Maria Puder isminde bir kadın...
8.9K 195 10
Kitap kapağı için soylemeniz gerekenler; -Kitap adı, -Türü, -Konusu, -İstediğiniz bir yazı varsa o yazıyı, -Yazarı. (şu an yapılmamaktadır.)
35.6K 1.3K 10
Victor Hugo, 1829 yılında yayımlanan Bir İdam Mahkûmunun Son Günü'nü yazdığında 26 yaşındaydı. Genç yazar, ölüme mahkûm edilen bir insanın son gününü...