Sefiller

By ClassicsTR

75.4K 1.3K 300

Hugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği s... More

Önsöz - I.CİLT
BİRİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
EVİNİ KİME KORUTUYORDU
BİR KISITLAMA
-İKİNCİ KİTAP-
PONTARLIER PEYNİRHANELERİ ÜZERİNE BİLGİLER
DALGA VE GÖLGE
KÜÇÜK-GERVAIS
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
BOMBARDA'NIN YERİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
UFUKTA BELİRSİZCE ÇAKAN ŞİMŞEKLER
MADAM VICTURNIEN'İN BAŞARISI
BELEDİYE ZABITASINA AİT BAZI MESELELERİN ÇÖZÜMÜ
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
ISTIRABIN UYKUDA ALDIĞI ŞEKİLLER
SIMPLICE HEMŞİRE SINAMADAN GEÇİYOR
KANAATLERİN ŞEKİLLENMEYE BAŞLADIĞI BİR YER
-SEKİZİNCİ KİTAP-
İKİNCİ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
SAVAŞLARIN "QUID OBSCURUM"U*
İMPARATOR, KILAVUZ LACOSTE'A BİR SORU SORUYOR
KILAVUZUN KÖTÜSÜ NAPOLYON'A, İYİSİ BÜLOW'A
QUOT LIBRAS İN DUCE?*
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
KÜÇÜK KIZ YAPAYALNIZ
ZENGİN OLMASI MUHTEMEL BİR YOKSULU HANA KABUL ETMENİN HOŞNUTLUĞU
THENARDİER OYUN PEŞİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
ESRARIN BAŞLANGICI
-ALTINCI KİTAP-
NEŞELİ ANLAR
BU KARANLIKTA BİRKAÇ SİLUET
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
JEAN VALJEAN AUSTİN CASTILLEJO'YU OKUMUŞA BENZİYOR
BAŞARILI BİR SORGULAMA
ÜÇÜNCÜ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
HALKIN BAĞRINDA SAKLI DURAN GELECEK
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
DEVRİMCİ OLMAK İÇİN AYİNE GİTMENİN FAYDASI
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
MARIUS'UN UĞRADIĞI ŞAŞKINLIKLAR
-BEŞİNCİ KİTAP-
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
KADERİN GÖZ DELİĞİ
SEFALET ACIYA HİZMETİNİ SUNUYOR
MARIUS'UN İKİ SANDALYESİ KARŞI KARŞIYA
ÖNCE KURBANLARI YAKALAMAKTAN BAŞLAMALI DAİMA
II.CİLT -DÖRDÜNCÜ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
TEMELİN ALTINDAKİ ÇATLAKLAR
ENJOLRAS VE YAVERLERİ
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
SAVAŞ BAŞLIYOR
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
-ALTINCI KİTAP-
FİRARIN CİLVELERİ
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
CAB, ÜSTÜNDE GİDER; ARGODA HAVLAR
İHTİYAR KALPLE GENÇ KALP KARŞI KARŞIYA
-DOKUZUNCU KİTAP-
-ONUNCU KİTAP-
-ON BİRİNCİ KİTAP-
-ON İKİNCİ KİTAP-
GRANTAIRE'İN ÜSTÜNE GECE İNMEYE BAŞLIYOR
TOPLULUĞA BILLETTES SOKAĞI'NDA KATILAN ADAM
-ON ÜÇÜNCÜ KİTAP-
-ON DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-ON BEŞİNCİ KİTAP-
BEŞİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
BARİKATIN ÜSTÜNDE GÖRÜLEN UFUK
GEÇİCİ PARILTILAR
MORTUUS PATER FILIUM MORITURUM EXPECTAT*
KAHRAMANLAR
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
TOPRAK ÇÖKÜNTÜSÜ
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
İKİ YAŞLI KİŞİ, KENDİ TARZINDA*
-ALTINCI KİTAP-
AYRILMAZ OLAN
-YEDİNCİ KİTAP -
-SEKİZİNCİ KİTAP-
-DOKUZUNCU KİTAP-
ARKASINDA GÜNDÜZ OLAN GECE
SONSÖZ

YOKSULUN SEFİLLE İYİ KOMŞULUĞU

153 6 0
By ClassicsTR


Yavaş yavaş yoksulluğun pençesine düştüğünü gören ve buna gitgide şaşmaya başlamakla birlikte henüz üzüntü duymayan bu saf yürekli ihtiyardan hoşlanıyordu Marius. Courfeyrac'la buluşuyordu, ama Mösyö Mabeufü arıyordu. Fakat oldukça seyrek oluyordu bu, en fazla ayda bir ya da iki defa.

Marius'un en büyük zevki, dış bulvarlarda ya da Champ de Mars'da ya da Lüksemburg'un en tenha yollarında uzun gezintiler yapmaktı. Bazen bir bostanı, salatalık tarlalarını, gübrede eşelenen tavukları, bostan kuyusunun dolabını çeviren atı seyretmekle yarım gününü geçirdiği olurdu. Gelip geçenler onu hayretle süzer, bazıları kılığını kuşku uyandırıcı, yüz ifadesini uğursuz bulurlardı. Oysa o, maksatsız hayal kuran yoksul bir delikanlıdan başka bir şey değildi.

İşte bu gezintilerinden birindedir ki, Gorbeau viranesini keşfetmiş, münzeviliği ve ucuzluğu ona çekici geldiğinden oraya yerleşmişti. Onu orada sadece Mösyö Marius adıyla tanıyorlardı.

Babasının eski generallerinden ya da arkadaşlarından birkaçı onu tanıyınca evlerine davet etmişlerdi. Marius bu davetleri hiç de reddetmemişti. Babasından bahsetmek için birer fırsattı bunlar. Böylece, ara sıra Kont Pajol'e, general Bellavesne'e, general Fririon'a, Invalides'e gidiyordu. Oralarda müzik çalmıyor, dans ediliyordu. O akşamlar Marius yeni elbiselerini giyerdi. Fakat bu suarelere ve balolara ancak hava adamakıllı dona çektiği zamanlar gidiyordu, çünkü arabaya verecek parası olmadığı gibi, gideceği yere ancak ayna gibi pırıl pırıl ayakkabılarla gitmek istiyordu.

Bazen içinde herhangi bir burukluk, acı duymadan kendi kendine şöyle derdi: "İnsanlar böyle İşte, bir salonda her yerimiz çamurlu olabilir ama ayakkabılarımız asla. Orada size iyi kabul göstermek için bir tek lekesiz şey isterler. Vicdan mı? Ne münasebet, ayakkabılar."

Kalbin ihtirasları dışında, bütün ihtiraslar hayal âleminde kaybolur. Marius'un siyasi tutkuları da orada dağılıp gitmişti. 1830 Devrimi de onu tatmin edip yatıştırarak buna yardım etmişti. Öfkeşi bir yana, aynı insan olarak kalmıştı. Hep aynı inanışları taşıyordu, ama yumuşamış olarak. Daha doğrusu siyasi görüşleri değil de sempatileri vardı sadece. Hangi partidendi? İnsanlık partisinden. İnsanlık içinde Fransa'yı; milletin içinde halkı; halkın içinde kadını seçiyordu. Merhameti özellikle bu yana yönelmekteydi. Şimdi artık bir fikri bir olaya; bir şairi bir kahramana tercih etmekte, Eyüb gibi bir kitaba Marengo gibi bir olaydan daha çok hayranlık duymaktaydı. Sonra, düşünmeyle geçen bir günün akşamında bulvarlardan geçerek dönerken ağaçların dalları arasından uçsuz bucaksız uzayı, isimsiz ışıltıları, uçurumu, karanlığı, sim gördüğü zaman, yalnızca insana ait olan her şey ona pek küçük, pek ufak geliyordu.

Hayatın, insanlık felsefesinin gerçeğine vardığına inanıyordu ve belki gerçekten de varmıştı. Artık gökyüzünden başka hiçbir şeye bakmaz olmuştu. O gökyüzü ki hakikatin, içinde bulunduğu kuyunun dibinden görebildiği tek şeydir.

Ama bu onu geleceğe dair birçok plan, tertip, tasavvur, proje kurmaktan alıkoymuyordu. Bu hayalci halindeyken bir göz Marius'un içine bakabilseydi, bu ruhun saflığı, temizliği karşısında kamaşırdı! Gerçekten de bizim etten gözlerimiz, başkalarının vicdanının içine girebilecek güçte olsaydı, bir insan hakkında, onun düşündüklerinden çok hayal ettiklerine bakarak çok daha sağlam bir şekilde hüküm verebilirdik. Düşüncede irade vardır, hayalde yoktur. Tamamen kendiliğinden olan hayal, devâsâlığı, idealliği içinde bile ruhumuzun çehresini alır ve bunu aynen korur. Kaderin ihtişamlı güzelliklerine doğru uzanan enine boyuna düşünülmemiş, ölçüsüz özleyişler kadar ruhumuzun en derin köşesinden doğruca ve samimiyetle çıkan başka bir şey daha yoktur. Mantıklı bir şekilde tertiplenmiş, muhakeme edilmiş, düzene sokulmuş fikirlerden çok daha fazla bu özleyişlerde bulabiliriz her insanın hakiki karakterini. Ham hayallerimiz bize en çok benzeyen şeylerdir. Herkes bilinmeyeni ve imkânsızı kendi tabiatına göre hayal eder.

1831 yılının ortalarına doğru, Marius'un hizmetini gören ihtiyar kadın, ona komşu olan sefil Jondrette ailesi fertlerinin kapı dışarı edileceklerini anlattı. Hemen bütün günlerini dışarıda geçiren Marius, komşuları olduğunun pek farkında bile değildi.

- Niçin kovuyorlarmış onları? dedi.

- Kiralarını ödemiyorlar da onun için. İki kira borçları var.

- Ne tutuyor bu?

- Yirmi frank dedi, ihtiyar.

Marius'un bir çekmecede otuz frank yedek akçesi vardı.

- Alnı, dedi ihtiyar kadına, İşte yirmi beş frank. Bu zavallıların parasını ödeyin, beş frank da kendilerine verin, benden geldiğini de sakın söylemeyin.

VI

HALEF

Teğmen Thèodule'ün alayı tesadüfen gelip Paris'te garnizon kurdu. Bu olay Gillenormand Teyze'nin kafasında ikinci bir fikrin doğmasına yol açtı. Birincisinde Thèodule'e Marius'u gözlettirmeyi düşünmüştü; bu sefer Thèodule'ü Marius'un yerine koymak için kumpas kurdu.

Büyükbabanın evde bir genç insanın bulunmasına belli belirsiz ihtiyaç duyması ihtimaline karşı -şafak ışıkları bazen harabelere tatlı gelir- her koşulda başka bir Marius bulmakta fayda vardı. "Tamam," diye düşündü, "kitaplarda gördüğüm gibi basit bir dizgi hatası bu. Marius yerine Thèodule okuyunuz."

Bir küçük yeğen, aşağı yukarı bir torundur. Avukatın olmadığı yerde, mızraklı süvari kullanılır.

Bir sabah, Mösyö Gillenormand la Qoutidienne gibi bir şeyler okuyordu ki kızı içeri girdi ve gözdesi söz konusu olduğu için, en tatlı sesiyle:

- Babacığım, bu sabah Thèodule size saygılarını sunmaya gelecek, dedi.

- Kim bu Thèodule?

- Küçük yeğeniniz.

- Ya! dedi büyükbaba.

Sonra tekrar okumaya koyuldu ve herhangi bir Thèodule'den başka bir şey olmayan küçük yeğenini artık düşünmedi; çok geçmeden de, okurken hemen daima olduğu gibi öfkelendi. Elinde tuttuğu "kâğıt parçası" -ki kendiliğinden anlaşılacağı üzere- kralcı cinstendi, ertesi gün için o devir Parisi'nin günlük küçük olaylarından birini haber veriyordu: Hukuk ve tıp öğrencileri öğleyin Pantheon Meydanı'nda toplanacaklardı müzakerede bulunmak için. Günün meselelerinden biri, milli muhafız gücü topçuları söz konusuydu; harbiye nazırıyla "şehir milisleri" arasında Louvre Sarayı avlusuna yerleştirilen toplar hakkında bir anlaşmazlık doğmuştu. Öğrenciler bu konuyu "müzakere" edeceklerdi. Mösyö Gillenormand'ın küplere binmesi için bu kadarı yeterdi.

Marius'u düşündü; o da öğrenciydi ve ihtimal o da, ötekiler gibi öğleyin Pantheon Meydanındaki müzakereye gidecekti.

Tam bu üzücü düşünceye dalmıştı ki, Teğmen Thèodule içeri girdi. Bir kurnazlık eseri olarak burjuva gibi giyinmiş ve Matmazel Gillenormand tarafından usulcacık odaya sokulmuştu. Mızraklı süvari şöyle bir muhakeme yürütmüştü: İhtiyar büyücü herhalde bütün varlığını kaydı hayat şartıyla faize yatırmadı. Onun için, ara sıra başıbozuk kılığına girmekte fayda var.

Matmazel Gillenormand babasına seslendi:

- Küçük yeğeniniz Thèodule.

Sonra alçak sesle teğmene:

- Ne derse onayla, dedi ve çekilip gitti.

Böyle ihtişamlı görüşmelere pek alışık olmayan teğmen, çekinerek ve dili dolaşarak:

- Günaydın amcacığım, dedi ve irade dışı, mekanik bir asker selamı taslağıyla başlayıp burjuva selamıyla biten karma bir selam verdi.

Dede:

- Ha! Siz misiniz, pekâlâ, oturun, dedi.

Bunu der demez de mızraklı süvariyi hepten unuttu. Thèodule oturdu, Mösyö Gillenormand ayağa kalktı.

Elleri ceplerinde, yüksek sesle konuşarak, yeleğinin iki cebindeki iki saati sinirli parmaklarıyla kurcalayarak odanın içinde enine boyuna dolaşmaya koyuldu.

- Sümüklü alayı! Pantheon Meydanında toplanacaklarmış! Bakın hele! Daha dün analarından süt emen veletler! Burunlarını sıksan süt damlayacak! Yarın öğleyin müzakere edeceklermiş! Nereye gidiyoruz? Nereye gidiyoruz? Uçuruma gidildiği meydanda. İşte buraya getirdi bizi bu gömleksizler! Şehir topçusuymuş! Şehir topçusu hakkında müzakere! Milli muhafız çatpatları üzerine gidip açık havada zırvalar yumurtlamak! Hem kimlerle buluşacaklar orada? Bakın biraz jakobenciliğin bizi nereye vardırdığına, istediğiniz bahse girerim, bir mangıra karşı bir milyon bahse girerim ki, orada birtakım sabıkalılardan, salıverilmiş kürek mahkûmlarından başka kimse bulunmayacak. Cumhuriyetçilerle forsalar; tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş. Carnot, "Nereye gideyim, hain"? diye sormuş. Fouche de, "Nereye gidersen git, sersem," diye cevap vermiş. İşte cumhuriyetçiler bunlardır.

- Doğru, dedi Thèodule.

Mösyö Gillenormand başını yarı çevirdi, Thèodule'ü gördü, devam etti:

- Şu haytanın carbonaro olmak alçaklığını gösterdiğini düşünüyorum da! Evimi niçin terk ettin be adam? Gidip cumhuriyetçi olmak için. Pişik! Önce halk senin cumhuriyetini istemiyor, sağduyusu var onun, gayet iyi biliyor ki hep krallar olmuş ve bundan sonra da hep olacak, halk gayet iyi biliyor ki, ne de olsa sonunda sadece halktır ve alay ediyor senin cumhuriyetinle, duyuyor musun dangalak? Bundan daha iğrenç bir heves olabilir mi? Duchene Baha'yla aşna fişne olmak, giyotine göz süzmek, 93'ün balkonu altında aşk şarkıları söyleyip gitar çalmak... Bütün bu gençlerin suratına tükürmeli, öylesine hayvan şeyler! Hepsi aynı telden çalıyor, bir tane bile istisnası yok. Aklını kaybetmek için sokakta esen havayı teneffüs etmek yeter. On dokuzuncu yüzyıl zehirdir. Önüne gelen bir serseri keçi sakalı bırakıp kendini gerçekten adam olmuş sanıyor ve sizi, ihtiyar akrabalarını oracıkta bırakıp gidiveriyor. Yok cumhuriyetçiymiş, yok romantikmiş. Bu romantik de ne demek oluyor? Allah aşkına söyleyin bana nedir bu? Mümkün, muhtemel ne kadar delilik varsa hepsi. Bir yıl önce Hernani'ye gidiliyordu. Sorarım size, neymiş şu Hernani! Antitezler! Doğru dürüst Fransızca olarak bile yazılmamış birtakım iğrençlikler! Sonra da Louvre'un avlusuna toplar konuyor. Bu devrin haydutları böyle İşte.

- Hakkınız var, amcacığım, dedi Thèodule.

Mösyö Gillenormand, sözünü sürdürdü:

- Müzenin avlusunda toplar! Ne işe yarayacak bunlar? Top, top, ne istiyorsun benden? Belvedere Apolloriunu misket ateşine tutmak mı istiyorsunuz? Fişek kovanlarının Medici Venüsü'yle ne alıp vereceği var? Ah! Bu zamane gençlerinin hepsi serseri! Şu Benjamin Constant'ları ne ciğeri beş para etmez şeydir! İçlerinde alçak olmayanlar da salak! Çirkin olmak için ellerinden geleni yapıyorlar, kötü giyiniyorlar, kadınlardan korkuyorlar, kadın fistanlarının çevresinde dilenir gibi bir halleri var ki, aşifte han hizmetçilerini kahkahadan kırar geçirir. Şerefim üzerine yemin ederim ki, onları görenler zavallı utangaç âşıklar der. Hepsi biçimsiz, üstelik de alık; Tiercelin'in, Potier'nin tekerlemelerini tekrarlayıp duruyorlar, çuval gibi ceketler, at uşağı yelekleri, kaba bezden gömlekler, kaba kumaştan pantolonlar, kaba deriden çizmeler giyiyorlar, jargonları da giyimlerine benziyor. Kendi özel dillerinden partal pabuçlarına taban yapılabilir. Ve İşte bütün bu uçkurunu toplamaktan aciz çocuk sürüsünün size anlatacak siyasi görüşleri var. Siyasi kanaat sahibi olmayı şiddetle yasaklamak gerekirdi. Sistemler uyduruyorlar, toplumu yeni baştan kuruyorlar, monarşiyi yıkıyorlar, bütün yasaları yerle bir ediyorlar, ambarı kilerin, kapıcımı da kralın yerine koyuyorlar. Avrupa'yı dipten doruğa altüst ediyorlar, dünyayı yeniden inşaya kalkışıyorlar ve bu arada, arabalarına binen çamaşırcı kadınların bacaklarına sinsice bakmak fırsatını da kaçırmıyorlar. Ah! Marius! Ah! Haylaz çapkın! Gidip umumi meydanlarda bağıra çağıra öfkeni kusmak, tartışmak, müzakere etmek, tedbirler almak! Aman Allahım buna tedbir diyorlar! Kargaşa küçülüp ahmaklık oluyor. Musibeti gördüm, şimdi de rezaleti görüyorum. Öğrenciler milli muhafız gücünü müzakere etsin; Ogibewas ve Cadodaches kızılderililerinde bile görülmez böyle bir şey! Kafaları tüylü raket topu gibi süslü, ellerinde odundan gürzler taşıyan anadan doğma çıplak vahşiler bile bu bakaloryalılar kadar yabani değildirler! Beş paralık oğlanlar! İşten anlar havasında emirler verecekler! Sözüm ona müzakere ve muhakeme edecekler! Kıyamet alameti. Gerçekten de, su ve topraktan ibaret bu sefil kürenin sonudur bu. Bize son hıçkırık gerekiyordu, Fransa da onu hıçkırıyor İşte. Müzakere ediniz bakalım haytalar! Onlar Odèon'un kemerleri altına gazete okumaya gittikleri sürece böyle şeyler olacaktır. Bu onlara sadece bir meteliğe mal olur ve de sağduyularına, zekalarına, kalplerine, ruhlarına, düşünme yeteneklerine. Sonra oradan çıkıyorlar ve aile yuvalarından defolup gidiyorlar. Bütün gazeteler veba illetidir; hepsi, hatta Drapeau blanc bile! Zaten, Martainville aslında bir Jakoberidi. Ah! Allahın cezası! Büyükbabanı bedbaht etmekle öğünebilirsin! Thèodule:

- Hiç şüphesiz, dedi.

Ve Mösyö Gillenormand'ın nefes almasından yararlanarak, mızraklı süvari, bilgiç bir tavırla ekledi:

- Moniteur den başka gazete, Askeri Yıllık'tan başka da kitap almamalıdır.

Mösyö Gillenormand devam etti:

- Onların Sieyès'i gibi bir şey! Sonunda senatör olan bir kral katili; çünkü neticede hep öyle olurlar. Senli benli vatandaş konuşmalarıyla suratlarını damgalatır, sonra bunu kullanarak kendilerine kont cenapları dedirtirler. Kol kadar bir kont cenapları, eylül katilleri. Filozof Sieyès! Şunu iftiharla söyleyebilirim ki, bütün bu sözüm ona filozofların felsefesine ben hiçbir zaman Tivoli soytarısının gözlüklerinden daha fazla değer vermemişimdir! Bir gün Malaquais Rıhtımı'ndan geçerken gördüm senatörleri; sırtlarında üzerine anlar serpiştirilmiş mor kadifeden mantolar, başlarında da 4. Henri tarzı şapkalar vardı. Pek sakildiler. Kaplanın sarayındaki maymunlara benziyorlardı. Vatandaşlar, size açıkça söylüyorum İşte, sizin ilerlemeniz bir çılgınlık, insanlığınız bir hayal, devriminiz bir cinayet, cumhuriyetiniz bir ucube, genç bakire Fransanız kerhaneden çıkmadır ve bunu hepinize karşı savunuyorum, kim olursanız olun, ister siyasi yazar ister iktisatçı ister hukukçu isterseniz özgürlük, eşitlik, kardeşlik konusunda giyotin bıçağından daha bilgili olun! Bunu size bildiriyorum İşte efendicağızlarım!

- Valla son derece doğru, diye haykırdı teğmen.

Mösyö Gillenormand, başladığı bir hareketi yarıda bırakarak döndü ve gözlerini mızraklı süvari Thèodule'ün iki gözünün arasına dikerek ona:

- Siz ahmaksınız, dedi.

Continue Reading

You'll Also Like

157K 4.1K 14
Hep başkalarının istediği gibi yaşayan Raif Efendi, memnuniyetsiz hayatının tek bir anıyla değiştiğine şahit olacaktır: Maria Puder isminde bir kadın...
8.2K 446 9
Jack London'ın bütün eserlerine bir simgeci natüralizm örneği olan Deniz Kurdu ile devam ediyoruz. Varlıklı bir aileden gelen Humphrey Van Weyden, ge...
76.1K 2.7K 18
Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle bugün dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri sayılan Goethe, henüz yirmi beş yaşındayken yazdığı Genç Werth...
15.5K 328 20
Daniel Defoe (1660-1731) Londra'da varlıklı bir ailede dünyaya geldi. İyi bir akademik eğitimin ardından ticarete atıldı. Çetin ve macera dolu bir ti...