Sefiller

By ClassicsTR

75.6K 1.3K 300

Hugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği s... More

Önsöz - I.CİLT
BİRİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
EVİNİ KİME KORUTUYORDU
BİR KISITLAMA
-İKİNCİ KİTAP-
PONTARLIER PEYNİRHANELERİ ÜZERİNE BİLGİLER
DALGA VE GÖLGE
KÜÇÜK-GERVAIS
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
BOMBARDA'NIN YERİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
UFUKTA BELİRSİZCE ÇAKAN ŞİMŞEKLER
MADAM VICTURNIEN'İN BAŞARISI
BELEDİYE ZABITASINA AİT BAZI MESELELERİN ÇÖZÜMÜ
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
ISTIRABIN UYKUDA ALDIĞI ŞEKİLLER
SIMPLICE HEMŞİRE SINAMADAN GEÇİYOR
KANAATLERİN ŞEKİLLENMEYE BAŞLADIĞI BİR YER
-SEKİZİNCİ KİTAP-
İKİNCİ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
SAVAŞLARIN "QUID OBSCURUM"U*
İMPARATOR, KILAVUZ LACOSTE'A BİR SORU SORUYOR
QUOT LIBRAS İN DUCE?*
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
KÜÇÜK KIZ YAPAYALNIZ
ZENGİN OLMASI MUHTEMEL BİR YOKSULU HANA KABUL ETMENİN HOŞNUTLUĞU
THENARDİER OYUN PEŞİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
ESRARIN BAŞLANGICI
-ALTINCI KİTAP-
NEŞELİ ANLAR
BU KARANLIKTA BİRKAÇ SİLUET
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
JEAN VALJEAN AUSTİN CASTILLEJO'YU OKUMUŞA BENZİYOR
BAŞARILI BİR SORGULAMA
ÜÇÜNCÜ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
HALKIN BAĞRINDA SAKLI DURAN GELECEK
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
DEVRİMCİ OLMAK İÇİN AYİNE GİTMENİN FAYDASI
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
MARIUS'UN UĞRADIĞI ŞAŞKINLIKLAR
-BEŞİNCİ KİTAP-
YOKSULUN SEFİLLE İYİ KOMŞULUĞU
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
KADERİN GÖZ DELİĞİ
SEFALET ACIYA HİZMETİNİ SUNUYOR
MARIUS'UN İKİ SANDALYESİ KARŞI KARŞIYA
ÖNCE KURBANLARI YAKALAMAKTAN BAŞLAMALI DAİMA
II.CİLT -DÖRDÜNCÜ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
TEMELİN ALTINDAKİ ÇATLAKLAR
ENJOLRAS VE YAVERLERİ
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
SAVAŞ BAŞLIYOR
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
-ALTINCI KİTAP-
FİRARIN CİLVELERİ
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
CAB, ÜSTÜNDE GİDER; ARGODA HAVLAR
İHTİYAR KALPLE GENÇ KALP KARŞI KARŞIYA
-DOKUZUNCU KİTAP-
-ONUNCU KİTAP-
-ON BİRİNCİ KİTAP-
-ON İKİNCİ KİTAP-
GRANTAIRE'İN ÜSTÜNE GECE İNMEYE BAŞLIYOR
TOPLULUĞA BILLETTES SOKAĞI'NDA KATILAN ADAM
-ON ÜÇÜNCÜ KİTAP-
-ON DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-ON BEŞİNCİ KİTAP-
BEŞİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
BARİKATIN ÜSTÜNDE GÖRÜLEN UFUK
GEÇİCİ PARILTILAR
MORTUUS PATER FILIUM MORITURUM EXPECTAT*
KAHRAMANLAR
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
TOPRAK ÇÖKÜNTÜSÜ
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
İKİ YAŞLI KİŞİ, KENDİ TARZINDA*
-ALTINCI KİTAP-
AYRILMAZ OLAN
-YEDİNCİ KİTAP -
-SEKİZİNCİ KİTAP-
-DOKUZUNCU KİTAP-
ARKASINDA GÜNDÜZ OLAN GECE
SONSÖZ

KILAVUZUN KÖTÜSÜ NAPOLYON'A, İYİSİ BÜLOW'A

220 6 3
By ClassicsTR


Napolyon'un içler acısı hatasını biliyoruz: Grouchy umulurken, Blücher'in çıkagelmesi; hayat yerine ölüm.

Kaderin böyle dönüm noktaları vardır; dünya tahtına oturmak beklenirken, ufukta Sainte-Helene görülür. Blücher'in yardımcısı Bülow,a kılavuzluk eden küçük çoban, ona ormandan, Plancenoit'nın aşağısından çıkmayı salık verecek yerde Frischemont'un üstünden çıkmayı salık verseydi, on dokuzuncu yüzyılın çehresi belki bambaşka olurdu. Napolyon, Waterloo Savaşı'nı kazanırdı. Plancenoit'nın aşağısındaki yoldan başka hangi yolu takip ederse etsin, Prusya ordusu topçuları için aşılmaz bir çukura varacaktı ve Bülow vaktinde yetişemeyecekti.

Oysa Prusyalı general Muffling'in de söylediği gibi, Blücher bir saat gecikseydi, Wellington'u ayakta bulamayacaktı; savaş kaybedilmişti.

Görüldüğü gibi, Bülow tam vaktinde yetişmişti. Zaten oldukça geç kalmıştı. Dion-le-Mont'da konaklamış, gün doğarken yola çıkmıştı. Fakat yollar geçilecek gibi değildi ve tümenleri çamura saplanmıştı. Toplar, dingil başlığına kadar çamura gömülüyorlardı. Üstelik Dyle Nehri'ni daracık Wavre Köprüsü'nden geçmek gerekmişti. Köprüye giden yol, Fransızlar tarafından ateşe verilmişti. Erzak ve mühimmat arabaları iki sıra yanan evlerin arasından geçemeyeceğinden, yangının sönmesini beklemeleri gerekmişti. Öğle vakti olduğu halde, Bülow'un öncüleri henüz Chapelle-Saint-Lambert'e ulaşamamışlardı.

Harekât iki saat önce başlasaydı, saat dörtte bitmiş olacak ve Blücher, Napolyon tarafından kazanılmış bir savaşın üzerine gelecekti. Bunlar, kavramamıza imkân olmayan bir sonsuzluğun çapıyla orantılı muazzam rastlantılardır.

Daha öğle üzeriyken İmparator ilk olarak uzun dürbünüyle, ufkun ucunda dikkatini çeken bir şeyler görmüştü. "Şurada askeri birliklere benzer bir bulut görüyorum," demişti. Sonra, Dalmaçya Dükü'ne sormuştu: "Soult, Chapelle-Saint-Lambert tarafında ne görüyorsunuz?" Mareşal dürbününü o tarafa çevirerek cevap vermişti: "Dört beş bin kişi, efendimiz. Herhalde Grouchy'dir." Ama görüntü pus içinde, hareketsiz duruyordu. Kurmay heyetinin bütün dürbünleri, İmparator'un işaret ettiği "bulut"u incelemişti. Bazıları, "Bunlar mola veren asker kollarıdır," demişti. Çoğu, "Bunlar ağaçtır," diye buyurmuştu. Gerçek şu ki, bulut yerinden kımıldamıyordu. İmparator, Domon'un hafif süvari tümenini, bu karanlık noktayı keşfe yollamıştı.

Gerçekten de Bülow hiç kımıldamamıştı. Öncüleri çok zayıftı, bir şey yapamazdı. Ordunun esas kısmını beklemesi gerekiyordu ve savaş hattına girmeden önce toplanmak emrini almıştı. Fakat saat beşte, Blücher Wellington'un tehlikeli halini görünce, Bülow'a hücum emrini verdi ve şu dikkate değer sözü söyledi: "İngiliz ordusuna hava aldırmak gerek."

Az sonra Losthin, Hiller, Hacke ve Ryssel tümenleri Lobau'nun kolordusu önünde yayılıyor; Prusya Prensi Wilhelm'in süvarileri Paris ormanından dışarı akıyorlardı. Plancenoit alevler içindeydi ve Prusya gülleleri, Napolyon'un gerisinde yedekte duran muhafız gücü saflarına kadar yağmaya başlıyordu.

XII

MUHAFIZ GÜCÜ

Gerisi malum: üçüncü bir ordunun daha meydana atılması, savaşın şirazesinden çıkması, alev saçan seksen altı ağzın birden gürlemeye başlaması, 1. Pirch'in Bülow'la birlikte çıkagelmesi, Blücher'in bizzat kumanda ettiği Zieten süvarileri, Fransızların püskürtülmesi, Marcognet'nin Ohain yaylasından süpürülmesi, Durutte'ün Papelotte'tan atılması, Donzelet ve Quiot'nun geri çekilip Lobau'nun yan ateşine yakalanması, inen geceyle beraber çözülen birliklerimizin üzerine yeni bir savaşın çullanması, bütün İngiliz savaş hattının taarruza geçip ileri hamle etmesi, Fransız ordusunda açılan muazzam gedik, birbirini destekleyen İngiliz salkım ateşiyle Prusya salkım ateşi, kıyım, ön cephede felaket, cenahta felaket, bu korkunç çöküş altında muhafız gücünün savaş hattına girmesi.

Muhafız gücü ölüme gittiğini anladığından, "Yaşasın İmparator!" diye bağırıyordu. Tarihte, sevgi ve hayranlık çığlığı halinde kopan bu can çekişme kadar duygulandırıcı bir şey daha yoktur.

Gökyüzü bütün gün kapalıydı. Tam o sırada, saat akşamın sekiziyken birden ufuktaki bulutlar aralandılar ve batmakta olan güneşin azametli büyük kızıllığına, Nivelles yolunun karaağaçları arasından yol verdiler. Halbuki Austerlitz'de güneşin doğuşu görülmüştü.

Muhafız gücünün her taburunu, bu savaş sonu için bir general kumanda ediyordu. Friant, Michel, Roguet, Harlet, Mallet, Poret de Morvan oradaydılar. Muhafız gücü humbaracılarının geniş kartal armalı yüksek serpuşları, bu kavganın sisleri arasında dizi dizi, simetrik, sakin göründüğü zaman düşmanda Fransa saygısı uyandı; savaş meydanına yirmi zaferin birden kanatlarını açıp girdiğini görür gibi olanlar ve yenenler, kendilerini yenilmiş sanıp geri çekildiler. Fakat Wellington bağırdı: "Muhafızlar, ayağa kalkın, tam nişan alın!" Çitlerin gerisinde yatan kırmızı İngiliz muhafız alayı ayağa kalktı, bir mermi bulutu kartallarımızın çevresinde titreşen üç renkli bayrağı delik deşik etti. Hepsi ileri atıldılar ve nihai boğazlaşma başladı. İmparatorun muhafız gücü, karanlığın içinde çevresindeki ordunun kaçışını, bozgunun geniş sarsıntısını hissediyor; "Yaşasın İmparator!" haykırışının yerini, "Canını kurtaran kurtarsın!" haykırışının aldığını duyuyordu. Ve gerisinde kaçış, o ilerlemeye devam etti. Attığı her adımda biraz daha vuruluyor, biraz daha ölüyordu. Aralarında ne tereddüt eden ne de ürkeklik gösteren oldu. Bu birlikte er de general kadar kahramandı. Tek kişi bile bu intiharda bulunmamazlık etmedi.

Ney, kendini kaybetmiş bir halde, ölümü göze almışlığın bütün yüceliğiyle, bu hengâmede bütün darbelere kucak açıyordu. Beşinci atı da burada, altında ölmüştü. Tere bulanmış, gözleri alev alev, dudakları köpük içinde, üniformasının düğmeleri çözülmüş, apoletlerinden biri bir atlı askerin kılıç darbesiyle kopmuş, büyük kartal arması bir kurşunla yamulmuş, kanlı, çamurlu, muhteşem, elinde kırık bir kılıçla, "Gelin görün bakalım, bir Fransız mareşali savaş meydanında nasıl ölürmüş!" diye haykırıyordu. Fakat boşuna ölmedi. Vahşi, öfkeli ve kırgındı. Drouet d'Erlon'a sertçe soruyordu: "Kendini öldürmek istemiyor musun sen?" Bir avuç insanı ezen bu bir sürü topun ortasında bağırıyordu: "Demek benim payıma bir şey yok! Ah! Bütün bu İngiliz güllelerinin göğsüme dolmasını isterdim!" Yazgı: Senin payın Fransız kurşunlarıydı, talihsiz adam!

XIII

FELAKET

Muhafız gücünün gerisindeki bozgun, yürekler acısıydı.

Ordu bir anda, Hougomont'dan, Haie-Sainte'ten, Papelotte'tan, Plancenoit'dan, her taraftan birden geri çekildi. "İhanet!" çığlığının ardından, "Herkes canını kurtarsın!" çığlığı geldi. Dağılan bir ordu eriyen buz gibidir. Her şey eğilir, çatlar, çatırdar, yalpalanır, yuvarlanır, düşer, çarpar, telaşlanır, atılır. Görülmemiş bir çözülüş. Ney bir at bulup üstüne atlıyor ve şapkasız, boyunbağsız, kılıçsız, Brüksel şosesinin ortasına dikilip hem İngilizleri hem Fransızları durduruyor. Orduyu zapt etmeye çalışıyor, ona sesleniyor, hakaret ediyor, bozguna karşı direniyor. Lâkin kimse aldırış etmiyor. Askerler kaçıyor ve kaçarken bağırıyorlar: "Yaşasın mareşal Ney!" Durutte'ün iki alayı, Alman Uhlanlarının kılıcıyla Kempt, Best, Pack ve Rylandt tugaylarının kurşunları arasında sallanır gibi şaşkın ve ürkek gidip geliyor. Boğuşmaların en berbatı bozgundur; dostlar kaçmak için birbirlerini öldürürler; süvari taburlarıyla piyade taburları birbirlerini kırar, birbirlerini dağıtırlar: savaşın muazzam artığı. Bir uçtaki Lobau gibi, öbür uçtaki Reille de dalgaya kapılmıştır. Napolyon, muhafız gücünden elinde kalanla boş yere buna set çekmeye uğraşıyor, hizmetindeki süvari taburlarını son bir gayretle boş yere harcıyor. Quiot, Vivian'ın karşısında; Kellermann, Vandeleur'ün karşısında; Lobau, Bülow'un karşısında; Morand, Pirch'in karşısında; Domon ve Subervic, Prusya Prensi Wilhelm,in karşısında geri çekiliyor, İmparatorun süvari taburlarını hücuma kaldıran Guyot, bir İngiliz dragonunun ayakları dibine düşüyor. Napolyon, firari kafileleri boyunca dört nala koşturup nutuk çekiyor, sıkıştırıyor, tehdit ediyor, yalvarıyor. Sabahleyin, "Yaşasın İmparator!" diye bağıran bu ağızlar açıktır artık. Onu ancak şöyle bir tanımaktadırlar. Yeni gelen taptaze Prusya süvarileri hışımla atılıyor, uçuyor, kılıçtan geçiriyor, biçiyor, baltalıyor, öldürüyor, yok ediyor. Koşulu hayvanlar çifte savuruyor, toplar kaçıyor; katarlardaki askerler mühimmat arabalarının koşumlarını çözüp atları alıyor, kaçıyorlar; tersyüz olmuş, dört tekeri havada furgonlar yolu tıkıyor ve katliama yol açıyorlar. Herkes birbirini eziyor, çiğniyor, ölülerin, canlıların üzerinden yürüyor. Kollar çıldırmıştır. Baş döndürücü bir kalabalık yolları, patikaları, köprüleri, ovaları, tepeleri, vadileri, korulukları dolduruyor. Her yer kırk bin kişinin kaçışmasıyla tıkanmış durumda. Feryatlar, umutsuzluk, çavdar tarlalarına atılmış çantalar, tüfekler, kılıçla yol açmalar... Artık arkadaşlık yok, subay yok, general yok, yalnız tarife sığmaz bir korku var. Zieten, Fransa'yı keyfince kılıçtan geçirmektedir. Aslanlar dağ keçisi olmuşlardır. İşte böyleydi bu kaçış.

Genappe'da geri dönmeyi, cephe kurmayı, set çekmeyi denediler. Lobau üç yüz kişi topladı. Köyün girişine barikat kuruldu. Ama daha Prusyalıların ilk salkım atışında herkes kaçmaya başladı, Lobau esir düştü. Bu salkım atışının izleri, Genappe'a girmeden birkaç dakika önce yolun sağındaki harap bir evin köhne çatısındaki tuğladan bugün hâlâ görülmektedir. Prusyalılar, şüphesiz galibiyetlerini pek yetersiz bulmanın öfkesi içinde, Genappe'a daldılar. Takip pek canavarca oldu. Blücher imha emri verdi. Roguet, kendisine Prusyalı bir esir getirecek her Fransız humbaracasını ölümle cezalandıracağı tehdidini savurarak uğursuz bir emsal yaratmıştı. Blücher, Roguet'yi de geçti. Genç muhafızların generali Duhesme, Genappe'da bir han kapısında sıkıştırıldığmda, bir ölüm süvarisine kılıcını teslim etti, o da kılıcı aldı ve esiri öldürdü. Zafer, mağlupların öldürülmesiyle tamamlandı. Mademki biz tarihiz, öyleyse cezalandıralım: ihtiyar Blücher, şerefini berbat etmiştir. Bu vahşet, musibete doruk oldu. Umutsuz bozgun Genappe'ı geçti, Quatres Bras'yı geçti, Gosselies'yi geçti, Frasnes'i geçti, Charleroi'yı geçti, Thuin'i geçti ve ancak sınırda durabildi. Heyhat! Kimdi böyle kaçan? Büyük ordu.

Bu perişanlık, bu terör, tarihi hayrette bırakan en yüce kahramanlıktan yıkıma düşüş nedensiz midir? Hayır. Muazzam bir elin gölgesi vardır üstünde Waterloo'nun. Kader günüdür o. insanın üstünde bir kudret yaratmıştır o günü. Başların korkuyla eğilmesi bundandır; bütün o büyük ruhların kılıçlarını teslim etmesi bundandır. Avrupa'yı yenenler düşüp yere serildiler; ne söyleyecek ne de yapacak bir şeyleri kalmıştı, karanlıkta müthiş bir şeyin varlığını hissediyorlardı. Hoc erat infatis. O gün insan soyunun gelecek ufku değişti. Waterloo, on dokuzuncu yüzyılın menteşesidir. Büyük yüzyılın tahta çıkabilmesi için büyük adamın ortadan kalkması gerekiyordu. Karşı gelinemeyen biri üstlendi bu işi. Kahramanların paniğe kapılması anlaşılır bir şeydir. Waterloo Savaşı'nda buluttan da fazla bir şey var: meteor. Oradan Tanrı geçti.

Gece bastırırken, Genappe yakınlarındaki bir tarlada Bernard'la Bertrand, bozgunun akıntısıyla buralara kadar sürüklenen, yere inip atının dizginini koltuğunun altına almış ve dalgın bakışlarla tek başına Waterloo'ya doğru geri giden vahşi, düşünceli, matemli bir adamın redingotunun eteğinden tutup durdurdular. Yıkılan rüyanın muhteşem uyurgezeri, hâlâ ileri gitmeye çalışan Napolyon'du bu.

XIV

SON KARE

Akan suyun içindeki kayalar gibi, bozgun selinin içinde kımıldamadan duran muhafız gücüne ait birkaç tabur, gece vaktine kadar dayandı. Geceyle birlikte ölüm de bastırdı. Bu çifte karanlığı beklediler. Hiç sarsılmadan, kuşatılmalarına rıza gösterdiler. Her birlik öbür birliklerden kopmuş ve her tarafından parçalanmış, orduyla hiçbir bağı kalmamış bir halde, kendi hesabına ölüyordu. Bu son harekâtı gerçekleştirmek için kimisi Rossomme tepelerinde, kimisi de Mont-Saint-Jean Ovası'nda mevzilenmişti. Bu hazin taburlar oralarda terk edilmiş, yenik, korkunç şekilde can çekişmekteydiler ihtişamla. Ulm, Wagram, Iena, Friedland de onlarla birlikte ölüyordu.

Akşam saat dokuza doğru, alacakaranlıkta, Mont-Saint-Jean yaylasının alt başında, bu taburlardan tek bir tane kalmıştı. Bu uğursuz vadide, zırhlı süvarilerin tırmandığı, şimdi kitle halinde İngilizlerin doldurduğu bayırın eteklerinde, muzaffer düşman topçusunun bozgun ateşi ve korkunç yoğunlukta bir mermi yağmuru altında bu tabur mücadele vermekteydi. Cambronne adında tanınmamış bir subay kumanda ediyordu bu taburu. Her salvoda taburun mevcudu azalmakta, fakat ateşe karşılık verilmekteydi. Salkım atışlarını tüfek atışlarıyla yanıtlıyor, bir yandan da dört duvarını durmadan daraltıyordu. Ara sıra soluk soluğa duraklayan kaçaklar, uzaktan karanlıklar içinde zayıflayan bu hazin gök gürültüsünü dinliyorlardı.

Bu lejyon artık bir avuç insandan ibaret kaldığı, sancakları delik deşik bir kumaş parçası halini aldığı, kurşunları biten tüfekleri birer sopaya döndüğü, cesetlerin yığını canlıların kümesini aştığı zaman, bu yüce ölüm yolcularının çevresindeki galipler arasında âdeta kutsal bir dehşet havası esti, İngiliz topçusu soluk almak için sustu. Bir çeşit teneffüstü bu. Savaşçıların etraflarında çepeçevre kaynaşan hayaletler gibi, atlı insan siluetleri, simsiyah top profilleri, tekerlekler ve kundaklar arasından görülen beyaz gökyüzü vardı. Kahramanların savaş meydanının derinliklerinde dumanlar arasından daima gördükleri ölümün dev gibi iri kafası, üzerlerine doğru geliyor ve onlara bakıyordu. Alacakaranlığın içinden topların doldurulduğunu işittiler. Topları ateşlemek için yakılan ateşleme fitilleri, gecenin içinden fırlayan kapları gözleri gibi, başları etrafında bir daire meydana getirdi. İngiliz bataryalarının bütün ateşleme fitilleri toplara yanaştırıldı. O zaman, bu adamların tepesinde asılı duran son dakikayı elinde tutan bir İngiliz generali, bir söylentiye göre Colville, başka bir söylentiye göre de Maitland, heyecanlı bir sesle bağırdı: "Mert Fransızlar, teslim olun!" Cambronne cevap verdi: "Hass...tir ordan!"

XV

CAMBRONNE

Fransız okuyucusu kendisine saygı gösterilmesini ister; onun için, bir Fransız'ın belki de şimdiye kadar söylediği en güzel kelime ona tekrarlanamaz. Tarihte yüceliğe tanıklık etmek yasaktır.

Sevabı da, günahı da bize ait olmak üzere, bu yasağı çiğniyoruz.

Demek, bütün bu devlerin arasında bir devler devi vardı: Cambronne.

Bu kelimeyi söylemek ve sonra ölmek: Bundan daha büyük ne olabilir! Çünkü ölmeyi istemek, ölmek demektir ve eğer salkım ateşine tutulan bu adam ölmez de yaşarsa, bu onun kabahati değildir.

Waterloo Savaşı'nı kazanan kişi ne bozguna uğrayan Napolyon, ne saat dörtte geri çekilip saat beşte umudunu kaybeden Wellington ne de hiç savaşmamış olan Blücher'dir: Waterloo Savaşı'nı kazanan insan Cambronne'dur.

Sizi öldüren yıldırımı, böyle bir kelimenin yıldırımıyla çarpmak, galebe çalmaktır.

Felakete bu karşılığı vermek, kadere böyle demek, geleceğin aslanına bu temeli kurmak; gecenin yağmuruna, Hougomont'un hain duvarına, Ohain'in çukur yoluna, Grouchy'nin geç kalmasına, Blücher'in gelişine bu cevabı yapıştırmak; mezarın içinde alay etmek, yere serildikten sonra da ayakta kalmayı başarmak; Avrupa koalisyonunu iki hece içinde boğmak; ezelden beri bilinen bu eylemi krallara hediye etmek; kelimelerin en sonuncusunu, Fransa'nın şimşeğini de katarak en başa geçirmek; Waterloo'yu bir karnavalla küstahça kapatmak; Leonidas'ı Rabelais'yle tamamlamak; bu zaferi ağza alınmaz bir son sözle özetlemek; toprak kaybetmek ama tarihi kazanmak; bu kanlı boğazlaşmadan sonra gülmeyi sevenleri kendinden yana çekmek çok büyük bir iştir.

Yıldırıma savrulan bir küfürdür bu, Akhilleus'un büyüklüğüyle boy ölçüşen bir şeydir.

Cambronne'un sözü bir çatlaktır. Bir göğsün öfkeden yarılması, can çekişmenin aşırılıktan patlamasıdır. Yenen kimdir? Wellington mu? Hayır? Blücher olmasa o hapı yutmuştu. Blücher mi? Hayır. Wellington başlamış olmasa Blücher bitiremezdi. Bu Cambronne, bu son saat yolcusu, bu meçhul asker, savaşın bu son derece küçük adamı, bu felaketin içinde bir yalan olduğunu hissediyor, acısı bir kat daha artıyor ve tam öfkeden patladığı ana acı bir alay sunuyorlar: hayat! Nasıl yerinden fırlamazsm? Hepsi oradalar: Avrupa'nın bütün kralları, mutlu generaller, gürleyen Jüpiterler. Yüz bin tane muzaffer askerleri var ve bu yüz binin gerisinde de bir milyon top, fitilleri yanmış olarak ağızları açık duruyor. İmparatorluk muhafız gücü ve büyük ordu, topuklarının altında Napolyon'u ezdi, geriye bir Cambronne kaldı. Bütün bunları protesto edecek bir bu solucan var. Ve bu solucan protesto edecek. Bir kılıç arar gibi, bir kelime arıyor. Ağzı köpürüyor ve bu köpük aradığı kelimedir. Bu muazzam ve muazzam olduğu kadar alelade galibiyetin, bu galipsiz galibiyetin önünde bu umutsuz adam şahlanıyor. Galibiyetin azameti altında ezilmiştir, ama onun hiçliğini de görmektedir; onun üzerine tükürmekten daha fazlasını yaparak, sayının, kuvvetin ve maddenin ezen ağırlığı altında ruha bir ifade yolu bulur: kaba ete bir tekme atmak. Tekrar ediyoruz: Bunu söylemek, bunu yapmak, bunu bulmak galebe çalmaktır.

Bu ölüm dakikasında bu meçhul insanın içine, büyük günlerin ruhu giriyor. Tıpkı Rouget de l'Isle'in Marseillaise'i bulması gibi, yukarıdan gelen bir ilhamla Cambronne, Waterlooya uyan kelimeyi buluyor. Tanrısal kasırgadan kopan görünmez bir akım gelip bu adamların içinden geçiyor, onları titretiyor ve biri en yüce şarkıyı terennüm ederken, öbürü korkunç bir nara atıyor. Cambronne, devlere yakışır bu küçümseme sözünü yalnızca İmparatorluk adına Avrupa'nın suratına fırlatmakla kalmadı -bu kadarı az olurdu- devrim adına geçmişin suratına da fırlattı. Bunu duymak, Cambronne'un şahsında devlerin eski ruhunu teşhis etmek mümkündür. Sanki onda Danton konuşuyor ya da Kleber kükrüyor gibidir.

Cambronne'un sözüne İngiliz'in sesi cevap verdi: "Ateş!" Bataryalar alev alev yandı, tepe titredi, bütün bu tunç ağızlardan son bir korkunç salkım kusmuğu boşaldı, doğan aynı ışığında hafifçe ağarmış geniş bir duman bulutu yuvarlandı ve duman dağıldığında, ortalıkta artık hiçbir şey kalmamıştı. Bu muhteşem kalıntı yok edilmiş, muhafız gücü ölmüştü. Canlı tabyanın dört duvarı da yere serilmişti, yalnız şurada burada cesetler arasında bir kıpırdanma fark ediliyordu. İşte Roma lejyonlarından bile daha büyük olan Fransız lejyonları, Mont-Saint-Jean'da yağmur ve kanla ıslanmış toprağın üstünde, karanlık buğdayların arasında, şimdi her sabah saat dörtte neşeyle ıslık çalıp atını kırbaçlayarak Nivelles posta arabasını süren Joseph'in geçtiği yerde, böyle can verdiler.

Continue Reading

You'll Also Like

391K 32.4K 49
Cody, aklını kaybediyor, tıpkı hayatının aşkı Peyton'ı kaybettiği gibi.
37.9K 959 51
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881): İlk romanı İnsancıklar 1846'da yayımlandı. Ünlü eleştirmen V. Belinski bu eser üzerine Dostoyevski'den gel...
3K 152 66
Bir gülüşü var kelebek görse ömrü uzar 🦋
3.1K 407 10
"kendine zarar verme eğiliminde olan insanların bileklerine kelebek çizilir; eğer kendine zarar verirse, kelebek ölür." 12621