Sefiller

Por ClassicsTR

76.1K 1.3K 300

Hugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği s... Más

Önsöz - I.CİLT
BİRİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
EVİNİ KİME KORUTUYORDU
BİR KISITLAMA
-İKİNCİ KİTAP-
PONTARLIER PEYNİRHANELERİ ÜZERİNE BİLGİLER
DALGA VE GÖLGE
KÜÇÜK-GERVAIS
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
BOMBARDA'NIN YERİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
MADAM VICTURNIEN'İN BAŞARISI
BELEDİYE ZABITASINA AİT BAZI MESELELERİN ÇÖZÜMÜ
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
ISTIRABIN UYKUDA ALDIĞI ŞEKİLLER
SIMPLICE HEMŞİRE SINAMADAN GEÇİYOR
KANAATLERİN ŞEKİLLENMEYE BAŞLADIĞI BİR YER
-SEKİZİNCİ KİTAP-
İKİNCİ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
SAVAŞLARIN "QUID OBSCURUM"U*
İMPARATOR, KILAVUZ LACOSTE'A BİR SORU SORUYOR
KILAVUZUN KÖTÜSÜ NAPOLYON'A, İYİSİ BÜLOW'A
QUOT LIBRAS İN DUCE?*
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
KÜÇÜK KIZ YAPAYALNIZ
ZENGİN OLMASI MUHTEMEL BİR YOKSULU HANA KABUL ETMENİN HOŞNUTLUĞU
THENARDİER OYUN PEŞİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
ESRARIN BAŞLANGICI
-ALTINCI KİTAP-
NEŞELİ ANLAR
BU KARANLIKTA BİRKAÇ SİLUET
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
JEAN VALJEAN AUSTİN CASTILLEJO'YU OKUMUŞA BENZİYOR
BAŞARILI BİR SORGULAMA
ÜÇÜNCÜ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
HALKIN BAĞRINDA SAKLI DURAN GELECEK
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
DEVRİMCİ OLMAK İÇİN AYİNE GİTMENİN FAYDASI
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
MARIUS'UN UĞRADIĞI ŞAŞKINLIKLAR
-BEŞİNCİ KİTAP-
YOKSULUN SEFİLLE İYİ KOMŞULUĞU
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
KADERİN GÖZ DELİĞİ
SEFALET ACIYA HİZMETİNİ SUNUYOR
MARIUS'UN İKİ SANDALYESİ KARŞI KARŞIYA
ÖNCE KURBANLARI YAKALAMAKTAN BAŞLAMALI DAİMA
II.CİLT -DÖRDÜNCÜ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
TEMELİN ALTINDAKİ ÇATLAKLAR
ENJOLRAS VE YAVERLERİ
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
SAVAŞ BAŞLIYOR
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
-ALTINCI KİTAP-
FİRARIN CİLVELERİ
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
CAB, ÜSTÜNDE GİDER; ARGODA HAVLAR
İHTİYAR KALPLE GENÇ KALP KARŞI KARŞIYA
-DOKUZUNCU KİTAP-
-ONUNCU KİTAP-
-ON BİRİNCİ KİTAP-
-ON İKİNCİ KİTAP-
GRANTAIRE'İN ÜSTÜNE GECE İNMEYE BAŞLIYOR
TOPLULUĞA BILLETTES SOKAĞI'NDA KATILAN ADAM
-ON ÜÇÜNCÜ KİTAP-
-ON DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-ON BEŞİNCİ KİTAP-
BEŞİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
BARİKATIN ÜSTÜNDE GÖRÜLEN UFUK
GEÇİCİ PARILTILAR
MORTUUS PATER FILIUM MORITURUM EXPECTAT*
KAHRAMANLAR
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
TOPRAK ÇÖKÜNTÜSÜ
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
İKİ YAŞLI KİŞİ, KENDİ TARZINDA*
-ALTINCI KİTAP-
AYRILMAZ OLAN
-YEDİNCİ KİTAP -
-SEKİZİNCİ KİTAP-
-DOKUZUNCU KİTAP-
ARKASINDA GÜNDÜZ OLAN GECE
SONSÖZ

UFUKTA BELİRSİZCE ÇAKAN ŞİMŞEKLER

380 12 6
Por ClassicsTR


Zamanla, yavaş yavaş bütün muhalefetler sona ermişti. Bütün yükselen kimseler için geçerli olan bir çeşit yasaya göre, Mösyö Madeleine'e karşı önce kara çalmalar ve iftiralar kullanılmış, sonra sıra kötülüklere, daha sonra da acı alaylara gelmişti ve sonunda hepsi yok olup gitti. Sevgi ve saygı tam, istisnasız, candan bir hal aldı ve 1821 yılma doğru öyle bir an geldi ki, 1815'te Digne'de, "Monsenyör Piskopos" sözü nasıl bir vurguyla söyleniyorduysa, Montreuil-sur-Mer'de "Sayın Belediye Başkanı" sözü öyle söylenir oldu. On fersah mesafeden Mösyö Madeleine'e fikir danışmaya geliyorlardı. Anlaşmazlıklara son veriyor, davaları önlüyor, düşmanları barıştırıyordu. Herkes davası için onu hâkim yapıyordu. Ruhu, tabii hukukun kitabıydı sanki. Ona gösterilen saygı bir salgın gibi, yakından yakma geçe geçe, altı yedi yılda bütün memlekete yayıldı.

Fakat şehirde ve idare bölgesinde, kendisini bu salgından mutlak biçimde sakınmasını bilen bir kişi, tek bir kişi vardı ki Madeleine Baba'nın bütün gayretine rağmen, âdeta kandırılması, şaşırtılması imkânsız bir içgüdü onu uyarıyor, kuşkulandırıyormuş gibi bu salgına karşı direndi durdu. Gerçekten de bazı insanlarda sanki hakiki bir hayvan içgüdüsü bulunur. Her içgüdü gibi saf ve bozulmamış halde olan bu içgüdü, hem antipati hem de sempati yaratır; tabiatı bir türlü olanı başka bir türlü olandan kesin bir biçimde ayırır; hiç tereddüde kapılmaz, şaşırmaz, asla susmaz ve kendini yalanlamaz; karanlığın içinde aydınlıktır, yanılmazdır, emredicidir; zihnin bütün öğütlerine, aklın bütün yakıştırmalarına karşı vurdumduymazdır ve kaderleri ne şekilde belirlenmiş olursa olsun, köpek-insan'ı kedi-insan'ın, tilki-insan'ı aslan-insan'ın varlığı hakkında gizliden gizliye uyarır.

Çoğu zaman Mösyö Madeleine, bir sokaktan sükûnetle, sevgiyle, herkesin hayır dualarını toplayarak geçerken uzun boylu, kurşuni redingotlu, elinde kalın bir baston, başında kenarları eğik bir şapka taşıyan bir adam, o geçtikten sonra birdenbire geri dönüp durur, kollarını çaprazlama kavuşturarak, başım ağır ağır sallayarak, üst dudağını alt dudağıyla itip burnuna kadar kaldırarak gözden kayboluncaya dek bakışlarıyla onu takip ederdi. Bu anlamlı yüz buruşturmasını şöyle yorumlamak mümkündü: "Neyin nesidir acaba bu adam? Mutlaka onu bir yerlerde görmüşlüğüm var. Herhalde beni uzun zaman kandıramaz."

Vakarlı ve vakarında neredeyse tehditkâr bir taraf bulunan bir adamdı; çarçabuk görülüp geçildiği zaman bile görenin zihnine takılan kişilerdendi.

Adı Javert'di, polistendi.

Montreuil-sur-Mer'de, güç ama yararlı bir görev olan müfettişlik görevini yapıyordu. Madeleine'in ilk zamanlarını görmemişti. Javert, işgal ettiği bu mevkiyi, o zamanlar Paris emniyet müdürü olan Devlet Bakanı Kont Angles'in sekreteri Mösyö Chabouillet'nin koruyuculuğuna borçluydu. Javert Montreuil-sur-Mer'e geldiğinde, büyük fabrikatör servetini yapmış, Madeleine Baba artık Mösyö Madeleine olmuştu.

Bazı polis memurlarının ayrı bir yüz ifadesi vardır ve bu ifade alçaklığa, aşağılığa bulanmış bir otorite havasıyla karışmıştır. Alçaklık, aşağılık haricinde, bu yüz ifadesi vardı Javert'de.

Kanaatimizce eğer ruhlar gözle görülebilseydi, gariptir ama insan türündeki her bireyin, hayvanlar âlemindeki türlerden birine karşılık geldiğini açık seçik görmemiz mümkün olurdu. Böylece düşünürlerin şöyle böyle fark ettikleri bir gerçek, istiridyeden kartala, domuzdan kaplana kadar bütün hayvanların insanoğlunun içinde, bunlardan her birinin bir insanda bulunduğu gerçeği kolayca kabul edilebilirdi. Hatta bazen bu hayvanlardan birkaçı birden bulunur bir insanda.

Hayvanlar, bizim erdemlerimizin ve alçaklığımızın gözlerimizin önünde dolaşıp duran suretlerinden, ruhlarımızın görünen hayaletlerinden başka bir şey değildirler. Tanrı bize onları, bizi düşündürmek için gösterir. Yalnız hayvanlar gölgeden ibaret olduklarından, Tanrı onları hiç de eğitilebilir olarak yaratmamıştır. Neye yarardı ki bu? Oysa aksine, bizim ruhlarımız birer gerçek olduğundan ve kendilerine özgü ayn bir sonları bulunduğundan, Tanrı onlara zekâ, yani eğitilme imkânı vermiştir. İyi bir sosyal terbiye, bir ruhun -nasıl olursa olsun- içinde taşıdığı faydayı daima bulup çıkarır.

Bunlar elbette ki görünen dünyevi hayatın, dar görüş açısından söylenmiş sözleri olup, insan olmayan varlıkların önceki ve sonraki kişilikleri gibi derin bir meseleyi peşin bir hükme bağlamak iddiasında değildirler. Görünen ben, hiçbir suretle düşünüre gizli ben'i inkâr etmek yetkisini vermez. Bu ihtirazı kaydı koyduktan sonra, geçelim.

Şimdi, her insanda Tanrı'nın yarattığı hayvan türlerinden birinin bulunduğu, bir an için kabul edilecek olursa asayiş memuru Javert'in ne menem bir insan olduğunu söylememiz kolaylaşır.

Asturya köylülerinin inancına göre, bir dişi kurdun her batındaki yavruları arasında, bir köpek bulunurmuş; ana kurt bunu hemen öldürürmüş çünkü öldürülmezse, bu yavru büyüdüğünde öbürlerini parçalayıp yermiş.

İşte bu kurt yavrusu köpeğe bir insan yüzü takın, karşınıza Javert çıkar.

Javert, kocası kürek mahkûmu olan bir falcı kadından hapishanede doğmuştu. Büyüdüğünde toplumun dışında kaldığını düşündü ve tekrar topluma girememek korkusuyla umutsuzluğa kapıldı. Toplumun, iki sınıftan insanı, acımasızca kendi dışında tuttuğunu fark etti. Bunlar topluma saldıranlarla toplumu koruyanlardı. Bu iki sınıf arasında seçim yapması gerekiyordu. Aynı zamanda kendisinde bir çeşit eğilip bükülmezlik, kurallara uygunluk, dürüstlük temeli hissediyor ve bu duygu onda, içinden çıktığı serseri milletine karşı izahı imkânsız bir kin ve nefretle karışıyordu. Polislik mesleğine girdi. Orada başarılı oldu. Kırk yaşında müfettişti.

Gençliğinde, güneydeki kürek mahkûmları arasında görev yapmıştı.

Daha ileri gitmeden, az önce Javert'e taktığımız şu insan yüzü sözünden neyi kastettiğimizi belirtelim. Javert'in insan yüzü, yassı, basık bir burunla bunun iki derin deliğinden ve bunlara doğru iki yanağından uzanan muazzam favorilerden ibaretti. Bu iki ormanla iki mağarayı ilk gördüğünde insan, rahatsızlık duyuyordu. Javert güldüğü zaman -nadir ve korkunç bir şeydi bu- önce dudakları birbirinden ayrılarak yalnız dişlerini değil, diş etlerini de meydana çıkarmakta ve burnunun etrafında bir yabani hayvan burnu gibi geniş, vahşi çizgiler peyda olmaktaydı. Javert ciddi dururken bir buldok, güldüğü zamansa bir kaplandı. Gerisi az kafatası, çok çene kemiği, alnı kapatıp kaşların üzerine dökülen saçlar, iki göz arasında bir öfke yıldızı gibi sürekli bir merkezi çatıklık, karanlık bakışlar, ince, kısık dudaklı korkunç bir ağız ve gaddarca amir bir tavırdı.

Bu adam, çok basit ve nispeten çok iyi, ama aşırı derecede abartarak neredeyse kötü hale getirdiği iki duygudan ibaretti: otorite saygısı ve başkaldırıdan nefret. Onun gözünde hırsızlık, cinayet, bütün suçlar başkaldırmanın çeşitli şekillerinden başka bir şey değildi. Başbakanından korucusuna kadar, devlette görevi olan herkese körü körüne derin bir itibar ve inanç beslerdi. Kötülüğün yasal eşiğini bir kere aşmış kimseleri de hor görür, nefret ve tiksintiye boğardı, istisna kabul etmez, mutlaklık isterdi. Bir yandan, "Memur hata yapamaz; hâkim daima haklıdır," derken öbür yandan, "Bunların işi bitmiş, iflah olmazlar, hiçbir iyi şey beklenmez bunlardan," derdi. İnsan yapısı olan kanuna sınırsız bir yapabilme gücü ya da, başka bir deyişle, iblisleri tespit etme gücü atfeden, toplumun altına eski Yunanların cehennem ırmağı Styks'i yerleştiren aşırı düşünceli kimselerin fikrini olduğu gibi paylaşırdı. Stoacı karakterde ciddi, sert, üzgün, hayalci, bütün mutaassıp görüşlüler gibi hem alttan alıcı hem de kibirliydi. Bir burgu gibi bakardı: soğuk ve delici. Bütün hayatı şu iki kelimeden ibaretti: gözünü açık tutmak ve göz altında tutmak. Dünyanın en doğruluktan uzak işine doğru hattı sokmuştu; faydasının bilincine ve görevinin inancına sahipti; başkalarının rahip olduğu gibi, o da hafiyeydi. Eline düşenin vay haline! Kürekten kaçan babası olsa yakalar, sürgünden kaçan anası olsa ihbar ederdi. Ve bunu, erdemin verdiği gönül rahatlığıyla yapardı. Ayrıca mahrumiyetlerle dolu bir yaşayış, yalnızlık, feragat, perhizkârlık ve mutlak neşesizlik içerisindeydi. Amansız bir görevdi bu. Polisliği, Spartalıların Sparta'yı anladıkları gibi anlamaktı: acımasız bir pusu nöbeti, vahşi bir dürüstlük, sert, soğuk mermer gibi bir hafiye, Vidocq'un kişiliği içinde bir Brütüs.

Javert'in bütün şahsiyeti, gözetleyen ve sıvışan insanı ifade ediyordu. O devirde aşırı gazeteler denen gazeteleri yüksek kozmogoni bahisleriyle süsleyip çeşnilendiren Joseph de Maistre'in mistik ekolüne mensup kişiler, Javert'in bir sembol olduğunu söylemekten geri kalmazlardı. Şapkasının altında kaybolan alnı görünmüyordu, kaşlarının altında kaybolan gözleri görünmüyordu, boyunbağının içine dalan çenesi görünmüyordu, yenlerinin içine giren elleri görünmüyordu, redingotunun altında taşıdığı bastonu görünmüyordu. Ama sırası, gelince, bu karanlığın içinden birdenbire, bir pusudan fırlar gibi köşeli, dar bir alnın, uğursuz bir bakışın, tehditkâr bir çenenin, iri ellerin ve dehşet verici kalın bir sopanın çıkıverdiği görülürdü.

Pek sık olmayan boş zamanlarında, kitaplardan nefret etmesine rağmen okurdu; bu yüzden büsbütün de cahil değildi. Zaten biraz tumturaklı olan konuşmasından belli oluyordu bu.

Dediğimiz gibi, hiçbir kötü alışkanlığı yoktu. Kendisinden memnun olduğu zamanlar, nefsine bir tutam enfiye ikram ederdi. Bu onun insanlığa benzeyen yanıydı.

Kolayca anlaşılacağı gibi Javert, Adalet Bakanlığının yıllık istatistiklerinde serseriler faslında gösterilen bütün o güruhun umacısıydı. Daha Javert'in adını duyar duymaz neye uğradıklarını şaşırırlardı. Javert'in suratı göründü mü de taş kesilirlerdi.

İşte böyle bir kişiydi bu müthiş adam.

Javert, Mösyö Madeleine'in üzerine dikilmiş bir çift göz gibiydi. Şüphe ve tahmin dolu bir çift göz. Mösyö Madeleine bunun farkına varmıştı ama umursamaz görünüyordu. Javert'e bir tek soru bile sormadı; onu ne arıyor ne de ondan kaçmıyor, bu sıkıcı ve âdeta ağırlığı hissedilen bakışa, farkında değilmişçesine tahammül ediyordu. Herkese olduğu gibi Javert'e de sükûnet ve iyilikle davranıyordu.

Javert'in ağzından kaçan bazı sözlerden, soydan gelen ve içgüdü kadar iradenin de içinde yer aldığı bir merakla, Madeleine Baba'nın başka yerlerde daha önce bırakmış olabileceği bütün izleri gizli gizli araştırmış olduğu anlaşılıyordu. Bir şeyler bilir gibi görünüyor, bazen kapalı kelimelerle birisinin bir memlekette kaybolmuş bir aile hakkında bazı bilgiler elde ettiğini söylüyordu. Bir keresinde, kendi kendine konuşarak, "Sanırım yakaladım!" dedi. Sonra bir kelime bile söylemeden üç gün düşünceli düşünceli durdu. Sanki tuttuğunu sandığı ip kopmuştu.

Bazı kelimeler fazla mutlak bir anlam ifade edebileceğinden, gerekli bir düzeltme olarak şunu belirtelim: İnsan denilen yaratıkta, gerçekten yanılmaz diye bir şey olamaz ve içgüdünün özelliği de zaten karışıklığa düşebilmesi, yolunu izini şaşırabilmesidir. Yoksa zekâdan daha üstün olurdu ve hayvanda, insandan daha iyi bir bilgi ışığı bulunurdu.

Mösyö Madeleine'in doğal hali ve sakinliği, belli ki Javert'i biraz zor durumda bırakıyordu.

Ne var ki onun garip tavrı bir gün, Mösyö Madeleine'i etkiler gibi oldu. Bakın nasıl bir vesileyle.

VI

FAUCHELEVENT BABA

Mösyö Madeleine bir sabah, Montreuil-sur-Mer'in kaldırmışız bir ara sokağından geçiyordu. Bir gürültü duydu ve az ileride bir kalabalığın toplandığını gördü ve oraya gitti. Fauchelevent Baba dedikleri yaşlı bir adam, atı devrilen arabasının altında kalmıştı.

Bu Fauchelevent, o tarihte Mösyö Madeleine'e hâlâ düşmanlık besleyen ender kişilerden biriydi. Madeleine memlekete geldiğinde, eski köy noteri ve oldukça okumuş bir köylü olan Fauchelevent ticaret yapıyordu ve ticareti de kötü gitmeye başlamıştı. Fauchelevent, noter olan kendisi mahvolurken, bu basit işçinin zenginleştiğini görmüştü. Bu durum onun içini kıskançlıkla doldurmuş, Mösyö Madeleine'e zarar vermek için her fırsatta elinden geleni yapmıştı. Sonra iflas gelip kapısına dayanmıştı. Yaşlıydı, çoluk çocuğu da yoktu; bir araba ve bir attan başka elinde bir şey kalmadığından, yaşamak için arabacı olmuştu.

Atın iki kalçası da kırılmış, ayağa kalkamıyordu. Yaşlı adam tekerlekler arasına sıkışmıştı. O kadar talihsizce düşmüştü ki, aracın bütün ağırlığı adamın göğsüne biniyordu. Araba oldukça ağır yüklüydü. Fauchelevent Baba, acıklı hırıltılar çıkarıyordu. Onu çekip çıkarmak istedilerse de fayda etmedi. İsabetsiz bir gayret, acemice bir yardım, yersiz bir sarsıntı adamcağızın işini bitirebilirdi. Onu kurtarmak için arabayı alttan kaldırmaktan başka çare yoktu. Kaza anında çıkagelmiş olan Javert, birini kriko getirmeye yollamıştı.

Derken Mösyö Madeleine geldi. Saygıyla yol açtılar. İhtiyar Fauchelevent:

- Yardım edin bana, diye feryat ediyordu. İhtiyarı kurtaracak hakikatli bir evlat yok mu?

Mösyö Madeleine, orada bulunanlara döndü:

- Bir kriko var mı?

- Getirmeye gittiler, diye cevap verdi bir köylü.

- Ne kadar zamanda getirirler?

- En yakın yere gittiler, Flachot'ya. Orada bir nalbant var ama gene de bir çeyrek saat ister.

- Bir çeyrek saat mi! diye haykırdı Madeleine.

Bir önceki gün yağmur yağmış, zemin ıslanmıştı. Araba, her an biraz daha toprağa saplanıp ihtiyar arabacının göğsünü sıkıştırdıkça sıkıştırıyordu. Beş dakika geçmeden kaburga kemiklerinin kırılacağı belliydi.

Mösyö Madeleine, bakman köylülere:

- Bir çeyrek saat beklemek imkânsız, dedi.

- Başka çare yok!

- Ama iş İşten geçecek! Araba gittikçe gömülüyor, görmüyor musunuz?

- Hay Allah!

- Bakın, dedi Madeleine, arabanın altında birinin girip sırtıyla onu kaldırabileceği kadar yer var. Yarım dakikaya kalmaz adamcağız oradan çıkarılır. Aramızda güçlü ve yürekli biri var mı? Beş altın Louis kazanır!

Toplulukta kimse kımıldamadı.

- On Louis, dedi Madeleine.

Herkes yere bakıyordu. İçlerinden biri mırıldandı:

- İblis gibi kuvvetli olmak gerek, hem sonra ezilme tehlikesi de var!

- Hadi bakalım, diye tekrarladı Madeleine, yirmi Louis.

Aynı sessizlik.

- Eksik olan iyi niyetleri değil, diye bir ses duyuldu.

Mösyö Madeleine döndü, Javert'i tanıdı. Geldiğinde fark etmemişti.

Javert devam etti:

- Eksik olan kuvvetleri. Böyle bir arabayı sırtında kaldırabilmek için müthiş bir insan olmak gerek.

Sonra sabit bir nazarla Mösyö Madeleine'e bakıp, söylediği her kelimenin üzerine basarak:

- Mösyö Madeleine, ömrümde sizin bu istediğiniz işi yapacak bir tek kişi tanıdım.

Madeleine titredi.

Javert kayıtsız bir edayla, ama gözlerini Madeleine'den ayırmadan ekledi:

~ Bir forsaydı.

- Ya! dedi Madeleine.

- Toulon kürek damında.

Madeleine sapsarı kesildi.

Bu arada araba, ağır ağır yere gömülmeye devam ediyordu. Fauchelevent Baba hırlıyor, inliyordu:

- Boğuluyorum nefessizlikten! Kaburgalarım kırılıyor! Bir kriko! Bir şey! Ah!

Madeleine çevresine bakındı:

- Demek yirmi Louis kazanıp bu zavallı ihtiyarın hayatını kurtarmak isteyen kimse yok, öyle mi?

Hazır bulunanların hiçbiri kıpırdamadı. Javert yeniden konuştu:

- Ömrümde bir krikonun yerini alabilecek bir tek adam tanıdım, o da o kürek mahkûmuydu.

- Ah! Eziliyorum İşte artık! diye haykırdı ihtiyar.

Madeleine başını kaldırdı, Javert'in hâlâ üstüne dikilmiş olan atmaca bakışıyla karşılaştı, hareketsiz duran köylülere baktı ve acı acı gülümsedi. Sonra tek kelime söylemeden yere diz çöktü ve kalabalıktan bir çığlık kopmasına bile vakit kalmadan arabanın atlına girdi.

Korkunç bir bekleyiş ve sessizlik anı oldu. Madeleine'in bu müthiş ağırlık altında, hemen hemen yüzükoyun yere yatmış olarak dirseklerini dizlerine yaklaştırmak için iki defa boşuna çabaladığı görüldü. Ona seslendiler, "Madeleine Baba! Çıkın oradan!" İhtiyar Fauchelevent bile "Mösyö Madeleine! Gidin! Görüyorsunuz İşte, ölmek kaderim! Bırakın beni! Siz de ezileceksiniz!" dedi. Madeleine cevap vermedi.

Hazır bulunanların nefesleri kesiliyordu. Tekerlekler yere gömüldükçe gömülmüş, Madeleine'in arabanın altından çıkması artık hemen hemen imkânsız hale gelmişti.

Birden koca kitlenin sarsıldığı görüldü, araba yavaş yavaş kalkıyordu, tekerlekler yarı yarıya çamurdan çıkmıştı. Boğuk bir sesin haykırdığı duyuldu, "Çabuk olun! Yardım edin!" Son bir gayret harcayan Madeleine'di bu.

Hemen koşuştular. Birinin fedakârlığı, hepsine kuvvet ve cesaret vermişti. Yirmi kol birden arabayı kaldırdı, ihtiyar Fauchelevent kurtuldu.

Madeleine doğruldu. Ter içindeydi ve yüzü sapsarı kesilmişti. Elbiseleri yırtılmış, çamur içinde kalmıştı. Herkes ağlıyordu. İhtiyar, dizlerini öpüyor, ona "iyi Tanrı," diyordu. Onunsa yüzünde bilinmez bir mutluluk ve semavi bir ıstırap ifadesi vardı ve sakin bir bakışla gözlerini Javert'e dikmişti; o da hep ona bakıyordu.

VII

FAUCHELEVENT PARİS'TE BAHÇIVAN OLUYOR

Fauchelevent düşünce diz kemiği çıkmıştı.

Madeleine Baba onu, fabrikasının bulunduğu binada işçileri için kurduğu ve iki hayırsever rahibenin idaresinde bulunan revire kaldırttı. Ertesi sabah ihtiyar, komidinin üzerinde bin franklık bir banknotla, Madeleine Baba'nın kendi el yazısıyla yazdığı şu pusulayı buldu: "Arabanızla atınızı satın alıyorum." Araba kırılmış, at ölmüştü. Fauchelevent iyileşti, ama dizi kilitlenip kaldı. Mösyö Madeleine, hayırsever rahibelerin ve kendi mahalle papazının tavsiyesiyle adamcağızı Paris'te, Saint-Antoine Mahallesindeki bir kadınlar manastırına bahçıvan olarak yerleştirdi.

Bir süre sonra Mösyö Madeleine, belediye başkanlığına atandı.

Javert, Mösyö Madeleine'i şehir üzerinde kendisine mutlak yetki veren bakanlık kemerini kuşanmış olarak ilk gördüğünde, bir buldok, efendisinin elbiseleri altında bir kurdun kokusunu aldığı zaman nasıl ürperirse öyle ürperdi. O andan itibaren Mösyö Madeleine'le karşılaşmaktan elinden geldiğince kaçındı. Ancak vazife ihtiyaçları mutlaka gerektirdiği ve belediye başkanıyla birlikte bulunmazlık edemediği zamanlar onunla konuşuyor ve konuşurken derin bir saygı gösteriyordu.

Madeleine Baba'nın Montreuil-sur-Mer'de yarattığı bu refahın yukarıda belirttiğimiz gözle görülebilen işaretlerinden başka, bir de gözle görülemeyen, ama daha az önemli olmayan başka bir belirtisi daha vardı. Hiçbir zaman yanıltmayan bir belirtiydi bu. Halkın sıkıntıda olduğu, işin kıtlaştığı, ticaretin bütün bütün durduğu zamanlarda vergi mükellefi, parasızlıktan ötürü vergiye karşı direnir, vergisini vaktinde ödemez, süreleri geçirir, devlet de bu yüzden zorlama ve tahsil masrafı olarak çok para harcar. Oysa iş bol, ülke mutlu ve refahlı olduğu zaman vergiler kolay ödenir ve devlete az masrafa patlar. Halkın sefaletiyle zenginliğinin şaşmaz bir termometresi vardır denilebilir: vergi toplama masrafları. Yedi sene içinde, Montreuil-sur-Mer idari bölgesindeki vergi tahsil masrafları, dörtte üç oranında azalmıştı. Bu yüzden, o zamanlar maliye bakanı olan Mösyö de Villèle, diğer bölgeler arasında bu bölgeyi sık sık örnek gösteriyordu.

İşte Fantine geri döndüğünde, memleketin durumu böyleydi. Kimse Fantine'i hatırlamıyordu. Bereket versin, Mösyö Madeleine'in fabrikası bir dost yüzü gibiydi. Oraya başvurdu ve kadınlar atölyesine alındı. Fantine için yepyeni bir meslekti bu; pek becerikli olamıyor, bunun için günlük çalışmasından ancak az bir şey elde ediliyordu, ama bu yine de yetiyordu ona. Mesele hallolmuştu, hayatını kazanıyordu.

VIII

MADAM VICTURNIEN AHLAK UĞRUNA OTUZ BEŞ FRANK HARCIYOR

Fantine hayatını kazandığım görünce, bir an sevince kapıldı. Kendi emeğiyle namusluca yaşamak, Tanrı'nın en büyük lütfuydu. Çalışmak zevkine yeni baştan kavuştu. Bir ayna satın aldı, gençliğini, güzel saçlarını, güzel dişlerini seyretmek onu sevindirdi; pek çok şeyi unuttu, yalnızca Cosette'i, gelecekte olması mümkün şeyleri düşündü ve âdeta mutlu oldu. Küçük bir oda tuttu, bunu gelecekteki emeği karşılığında borçla döşedi; düzensiz yaşayış alışkanlıklarının bir kalın tısıydı bu.

Evli olduğunu söyleyemediğinden, daha önce belirttiğimiz gibi, küçük kızından bahsetmekten özenle kaçınmıştı.

Bu arada, başlangıçta gördüğümüz gibi, Thènardierlerin ücretini hiç aksatmadan ödüyordu. Yazı diye imzasını atmaktan başka bir şey bilmediğinden, onlara gönderdiği mektupları bir arzuhalciye yazdırmak zorunda kalıyordu.

Sık sık mektup yolluyordu. Bunun farkına varıldı. Kadınlar atölyesinde alttan alta Fantine'in "mektuplar yazdığı" ve "birtakım halleri olduğu" söylenmeye başladı.

İnsanların üzerlerine vazife olmayan şeylerle uğraşması, onları gözetlemesi kadar densizce bir şey yoktur: "Şu mösyö niçin hep akşam karanlığında geliyor? Niçin falanca mösyö perşembeleri hiç anahtarını çiviye asmıyor? Niçin hep dar sokaklardan gitmeyi tercih ediyor? Niçin falanca madam arabasından daima eve gelmeden önce iniyor? Niçin kâğıt kutusu dolu olduğu halde desteyle mektup kâğıdı aldırıyor?" vs.

Böyle insanlar için muammadır bunlar. Anahtarını bulmak için hiç çekinmeden on tane hayır işine gerekenden daha çok para harcar, daha çok zaman israf eder, daha çok zahmete girerler. Hem de boş yere, zevk için, meraklarının karşılığında yine meraktan başka bir şey elde etmeden. Filan adamı ya da falan kadını günlerce takip ederler. Sokak köşelerinde, kapı altlarında, geceleri, soğukta, yağmurda nöbet tutarlar, memurlara rüşvet verirler, arabacıları, uşakları sarhoş ederler, bir oda hizmetçisine para verir, bir kapıcıyı satın alırlar. Niçin? Hiç uğruna. Sırf görmek, bilmek, sızmak hırsı. Sırf dilini kaşımak hevesi. Ve çoğu zaman da, bu sırların bilinmesi, bu esrarların yayınlanması, bu muammaların gün ışığına çıkması felaketlere, düellolara, iflaslara, ailelerin yıkımına, hayatların mahvına yol açar. Hiçbir kârı olmadan, sırf içgüdüyle "her şeyi keşfedenler" ise, bu olup bitenleri büyük bir hazla seyrederler. Hazin şey.

Bazı kimseler sadece konuşma ihtiyacı dolayısıyla kötülük ederler. Salon konuşmaları ve sohbetleri, bekleme odası gevezelikleri, odunu çarçabuk tüketen ocaklara benzer. Pek çok yakacağa ihtiyaçları vardır; yakacak da komşularıdır.

Fantine'i İşte böyle gözlüyorlardı.

Birçoğu da onun sarı saçlarını, beyaz dişlerini kıskanıyordu.

Atölyede öbür kadınların, kızların arasında sık sık arkasını dönüp gözünün yaşını sildiğini fark ettiler. Çocuğunu düşündüğü anlardı bunlar, belki sevmiş olduğu adamı da...

Geçmişteki karanlık bağların koparılması ağrılı bir iştir.

Hep aynı adrese, ayda en az iki defa mektup yazdığını ve mektup ücretlerini peşin ödediğini tespit ettiler. Adresi ele geçirmeyi başardılar: "Mösyö, Mösyö Thènardier, hancı, Montfermeil." Arzuhalciyi meyhanede bülbül gibi şakıttılar. Sır küpünü boşaltmadan midesini kırmızı şarapla dolduramayan ihtiyar bir adamcağızdı bu. Sözün kısası, Fantine'in bir çocuğu olduğunu öğrendiler. "O tür kızlardan biriydi demek bu." Dedikodu kumkuması kadınlardan biri Montfermeil'e kadar gidip Thènardier'yle konuştu ve dönüşünde şöyle dedi: "Otuz beş frankım gitti, ama gerçeği de öğrendim. Çocuğu gördüm!"

Bu işi yapan dedikodu kumkuması, Madam Victurnien adında mitolojinin yılan saçlı bir ucubesi, elâlemin gönüllü namus bekçisi ve kapıcısıydı. Madam Victurnien elli altı yaşındaydı, çirkinlik maskesinin üstünde bir de ihtiyarlık maskesi taşıyordu. Titrek sesli, kafaca esintiliydi. Bu yaşlı kadının da bir gençliği olmuştu. Şaşılacak şey. Gençliğinde, tam 93'te, manastırdan kırmızı külahla kaçan ve Bernardinlerden Jakobenlere geçen bir keşişle evlenmişti. Kuru, hırçın, şirret, sivri, dikenli, âdeta zehirliydi. Ona iyice hükmetmiş, onu ezmiş ve sonra da dul bırakmış olan keşişini hiç aklından çıkarmazdı. Kaçan keşişin cüppesini buruşturup üstüne attığı bir ısırgan otuydu. Restorasyon Devri'nde kaba sofu kesilmişti, hem de öylesine bir gayretle ki, sonunda rahipler onu keşişi konusunda bağışlamışlardı. Tantanayla bir dinî cemaate vasiyet ettiği küçük bir mülkü vardı. Araş piskoposluğu nezdinde hayli itibar görmekteydi. İşte, MontfermeiFe gidip, dönüşünde "Çocuğu gördüm!" diyen Madam Victurnien buydu.

Bütün bunlar zaman aldı. Fantine fabrikaya gireli bir yıldan fazla oluyordu ki bir sabah, atölyenin gözcüsü, ona belediye başkanı adına elli frank vererek kendisinin artık atölye işçilerinden sayılmadığını söyledi ve yine belediye başkanı adına memleketten ayrılmasını tavsiye etti.

Bu tam da Thènardierlerin altı yerine on iki frank istemelerinin ardından on iki yerine on beş frank istemeye başladıkları aya rastlıyordu.

Fantine perişan olmuştu. Memleketten gitmesine imkân yoktu çünkü kira ve eşya borcu vardı. Elli frank bu borcu ödemesine yetmiyordu. Dili dolaşarak birkaç rica kelimesi mırıldandı. Gözcü kadın kendisinin derhal atölyeden çıkmasını ihtar etti. Fantine zaten iyi bir işçi değildi. Umutsuzluktan çok utançtan ezilmiş bir halde atölyeden ayrılıp odasına döndü. Suçu artık herkesçe biliniyordu demek!

Kendinde tek kelime söyleyecek kuvvet bulamıyordu. Belediye Başkanı'ın görmesini tavsiye ettiler, ama o buna cesaret edemedi. Belediye Başkanı ona elli frank vermişti, çünkü iyi bir insandı ve kovuyordu onu; çünkü doğru bir insandı. Bu karara boyun eğdi.

Seguir leyendo

También te gustarán

396 90 25
lise son sınıf öğrencisi Almina hayatına normal bir şekilde devam ederken bir yeteneğini keşfeder . Evet onun bir yeteneği vardı ve yeteneği de aynı...
47K 868 17
Marvel evrenini ve kahramanlarını tanısanız iyi olmaz mıydı?
70.4K 5.5K 55
On yaşında öksüz kalan Jane Eyre, kendisini hiçbir zaman sevmeyen, ancak kocasının vasiyeti üzerine bakımını üstlenen yengesiyle zor bir yaşam sürmek...
54.9K 3K 34
İngiltere'de XIX. yüzyılın ikinci yarısı, "Victoria Dönemi" olarak adlandırılan bu dönem, orta sınıfın yükselişini, gösterişli yaşamların moda oluşun...