Aşkın Dayanılmaz Çekiciliği

By beasloove

25M 563K 64.7K

Bilgisayar mühendisliğinden yeni mezun, 22 yaşında, idealist, keçi gibi inatçı bir genç kız: Eylül Şentürk. T... More

BAŞLAMADAN ÖNCE
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6.BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM - FİNAL
GÖRÜŞMEK ÜZERE
EROS'UN OKLARI 1 GOOGLE KİTAPLAR'DA
EROS'UN OKLARI 2 GOOGLE KİTAPLAR'DA
YENİ BİR HİKAYE - KUSURSUZ
MIA KOBO'DA YAYINDA
ÖNEMLİ DUYURU

48. BÖLÜM

353K 8.2K 1K
By beasloove

4 GÜN SONRA - PAZAR GÜNÜ - İSTANBUL

Eylül yatakta uzanmış, düşünceler içerisinde tavana bakıyordu. Londra'dan bir gün önce öğlen saatlerinde dönmüşlerdi ve hem çok keyifli hem de iş açısından verimli beş gün geçirmişlerdi. London Eye'da geçirdikleri o muhteşem dakikalardan sonra tiyatroya gitmişler, "The Weir" adlı oyunu izlemişlerdi. Kalan günlerinde ise fuardan arta kalan zamanlarda Oxford Street'i, Soho'yu, Kensington bahçelerini ve Madame Tussauds müzesini gezmişler, akşamları da Londra'nın en ünlü publarına giderek hoş vakit geçirmişlerdi. Bunun yanı sıra tanıdıklara da hediyeler almayı ihmal etmemişlerdi.

Bu yoğun ve yorucu geçen beş günün ardından eve döndüklerinde Eylül yine akşama kadar uyumuş, ancak kendine gelebilmişti. Sabah kalktıklarında güneşli havadan istifade ederek bahçede kahvaltı yapmışlar, sonrasında da ailesiyle konuşmak için odaya çıkmıştı. Birkaç gündür yapacağı bu görüşmeyi düşünüyor, ister istemez geriliyordu. Korktuğu şey ailesinin bu habere arzu ettiği gibi coşkulu bir tepki vermemesiydi. İşin kötüsü kırılabileceğini düşünerek bu tedirginliğini Emre'yle de paylaşamıyordu. En sonunda telefona sarılıp annesini aradığında bir süre Londra'yla ilgili konuşmuşlar, ardından da kalbi heyecanla çarpar bir halde "Anne sana bir haberim var," demişti...

"Söyle bebeğim, neymiş haberin?"

Eylül annesinin keyifli gelen ses tonunu duyunca pozitif duygularla dolarak "Emre bana Londra'da evlenme teklif etti," dedi. O an hattın diğer ucunda kısa bir sessizlik oluştu. Sonrasında ise annesinin gerginleşen sesini duydu.

"Peki sen ne cevap verdin?"

Eylül hiç duraksamadan "Kabul ettim," dedi. "Bir an önce evlenmek istiyoruz. Tabi siz de onay verirseniz."

"Ne yani biz onay vermezsek evlenmeyecek misiniz?"

Eylül yavaş yavaş gerilmeye başladığını hissediyordu. Aslında annesi Emre'yi çok severdi ama büyük ihtimalle bu evlilik için erken olduğunu düşünüyordu...

"Sizin onay vereceğinizi düşünüyorum anne. Sonuçta Emre'yi sevdiğinizi ve bizim mutlu olmamızı her şeyden çok isteyeceğinizi biliyorum."

"Tabii ki mutlu olmanızı çok isteriz. Ama şunu unutma ki sen bizim bir tanecik kızımızsın ve böylesine önemli bir kararı çok iyi düşünerek vermeni isteriz."

Eylül annesinin yumuşayan ses tonunu duyunca cesaretlenerek art arda laflarını sıralamaya başladı...

"Yüz yıl da düşünsem Emre'den başka kimseyle evlenmeyeceğim. Onu çok seviyorum. Ondan başkasını sevebilmem mümkün değil. Ömrümün sonuna kadar onun yanında olmak istiyorum anne. Ona olan aşkım o kadar büyük ki..."

"Tamam kızım ama aranızdaki yaş farkı beni biraz tedirgin ediyor. Şimdi aşıksın gözün hiçbir şeyi görmüyor. Peki bir on yıl sonra da aynı şeyleri düşünecek misin? Ayrıca sen daha 23 yaşındasın. Evlilik için o kadar erken bir yaş ki bu. Pişman olmandan korkuyorum. Evet Emre çok beyefendi, olgun, oturaklı bir adam ama sen daha çocuksun benim gözümde."

Eylül bu sözleri duyunca tahmininde yanılmadığını anladı. Empati kurduğunda annesine endişelerinde hak veriyordu ama kendisi onun bu korkularını taşımıyordu. Aralarındaki yaş farkından kaynaklı bir sorun olacağını ise katiyen düşünmüyordu.

"Anneciğim seni çok iyi anlıyorum ama biz Emre'yle çok iyi anlaşıyoruz. Aramızdaki yaş farkından kaynaklı bir sorun yaşayacağımızı düşünmüyorum. Bizim ortak o kadar çok yönümüz var ki. Lütfen anla beni..."

Eylül annesinin yaşadığı ikilemi hissedebiliyordu. Bir an sonra ise onun kati bir tonda söylediği sözlerini duydu...

"Tamam bebeğim, anlıyorum seni ama öncelikle babanla bu konuyu konuşacak ve ona bu düşüncenizden bahsedeceğim. Seni arayacaktır zaten. Sen de o zaman bu hislerini babanla paylaşırsın. Yalnız şunu söyleyeyim, her şey prosedürlere uygun olacak. Emre gelip seni bizden isteyecek ve Allah'ın emrini alacak. Öyle kafanıza göre hareket etmek yok, haberin olsun."

Eylül sevinç içerisinde kafasını sallayarak "Tamam anne, sen hiç merak etme" dedi. "Seni çok seviyorum. Beni ne kadar mutlu ettiğini bilemezsin."

"Dur bakalım hanımefendi, daha babanla konuşmadım. Bakalım o ne diyecek?"

"Eminim o da olumlu bakacaktır. Bana kıyamaz ki..."

Eylül hattın diğer ucunda annesinin güldüğünü işitebiliyordu.

"Peki peki, öpüyorum seni balım. Kendine çok dikkat et ve en kısa zamanda buraya gel, olur mu?

"Tamam anneciğim. Gelecek hafta oradayım..."

Eylül telefonu kapattıktan sonra yüzündeki kocaman tebessümüyle tekrar yatağa uzandı. İçi içine sığmıyordu. Sevdiği adamla evleneceklerdi ve çok mutlu olacaklardı. Kendisi bu şekilde mutluluk içerisinde uzanırken Emre'nin odaya girdiğini gördü.

"Hımm, birileri çok keyifli görünüyor. Oysa sabah ne kadar da asık suratlıydı. Acaba ne oldu da böyle şeker gibi tatlı oldu?"

Eylül yattığı yerde doğrulup bağdaş kurdu ve sabırsız bir şekilde konuşmaya başladı.

"Az önce annemle konuştum ve evlilik kararımızdan bahsettim."

Emre yatağın kenarına oturduktan sonra "Ve anladığım kadarıyla olumlu bir tepkiyle karşılaştın?" dedi heyecanlı bir tavırla.

Eylül bir an tereddüt ederek "Evet, ama annem her şeyin prosedüre uygun olması gerektiğini söyledi," dedi.

"Ne prosedüründen bahsediyorsun?"

Eylül, Emre'nin soru dolu ifadesine bakarak "Yani isteme olayları gibi," dedi gülümseyerek.

Emre rahat bir tavırla omuzlarını silkerek "Ondan kolay ne var," dedi. "Önümüzdeki hafta sonu hallederiz isteme işini. Sonra da hemen düğün hazırlıklarına başlarız."

Eylül gözleri kocaman açılmış bir halde ne diyeceğini bilemedi. Emre'nin hızına kendisi bile şaşırmıştı...

"Bu ne acele böyle? Bir an şaşırdım açıkçası."

Emre gülümseyerek elini Eylül'ün yanağına götürdü ve "Daha iyi değil mi işte?" diye sordu. "Bir an önce evlenelim. Neyi bekleyeceğiz ki?"

"Ama ben... Ne bileyim yani, hiçbir hazırlığım yok."

Emre, Eylül'ün şaşkın haline kahkahalarla güldü ve "Ne hazırlığından bahsediyorsun?" diyerek Eylül'ün saçlarını karıştırdı.

Eylül saçlarını düzelterek "Sen dalganı geç bakalım," dedi alınmış bir ifadeyle. "Daha tarih alınacak, düğün yeri belirlenecek, davetiyeler, gelinlik... Off, düşündükçe bir hoş oluyorum."

"Saçmalama Eylül. Bu dediklerin en fazla iki haftalık iş. Sen hiç kafanı yorma, her şey hallolur..."

Emre sevdiği kadının kararsızlıkla bakan gözlerine gülümseyerek onu göğsüne doğru çekti ve rahatlatmak istercesine saçlarını okşamaya başladı. Bir yandan da usul usul konuşuyordu...

"Benim güzelim korkuyor muymuş yoksa? Ama ben yanındayım. Tedirgin olacak hiçbir şey yok. Her şey çok güzel olacak..."

"Gerçekten mi?"

"Gerçekten tabi. Annenlere gelecek hafta sonu orada olacağımı söyleyebilirsin."

Eylül kafasını kaldırarak "Tek başına mı geleceksin?" diye sordu. Bir yandan da içten içe üzülmeden edemedi. Normalde damadın babası ya da ailesindeki bir büyük isteme işini yapardı ama Emre'nin öyle bir seçeneği yoktu...

"Hayır tabii ki. Sıla ve Murat da olur..."

Emre, Eylül'ün dudaklarına minik bir öpücük kondurduktan sonra ayağa kalktı "Az önce Sıla'yla konuştum. Akşam buraya gelmek istiyorlar."

Eylül gülümseyerek "Süper olur," dedi. "Çok özlemiştim. İstersen Can ve Damla'yı da çağıralım. Hep birlikte oluruz, ne dersin?"

Emre kafasını sallayarak "İyi fikir," dedi. Sonra da muzip muzip gülümseyerek "O zaman hadi o tatlı poponu kaldır da akşam için ne hazırlanmasını istiyorsan Fatma Hanım'a söyle" dedi.

"Ben mi?"

Emre, Eylül'ün şaşkın şaşkın bakan gözlerine gülümseyerek "Sen tabii ki" dedi. "Artık bu tarz konulara benim değil, bu evin hanımı olarak senin karar vermen daha uygun olur."

"O zaman hemen internete girip menülere bakayım."

Emre yataktan kalkmak için hareketlenen Eylül'e bakarak gülmeye başladı. "Allahtan internet var, yoksa yanmıştık. Şu her şeyi internetten araştırma alışkanlığına çok gülüyorum. Ayrıca internete bakmak yerine Fatma Hanım'a danışsana. Onun bilmediği yemek yoktur. "

Eylül bozulmuş bir ifadeyle dudaklarını büzdü ve "Resmen dalga geçiyorsun benimle," dedi. "Ne yapayım bu da benim alışkanlığım. Hem çok da faydalı bir alışkanlık doğrusu..."

Emre, Eylül'ün poposunu sıkıştırdıktan sonra "Hadi çok konuşma bakalım hanımefendi," dedi. Eylül'ün kıkırdamalarını duyunca keyiflenerek dudaklarına sevgi dolu bir öpücük kondurdu ve "Neyse ben aşağıya iniyorum," diyerek kapıya doğru yürümeye başladı...

Emre çıktıktan sonra Eylül bir süre internette takıldı ama yemek tariflerine bakmadı. Gelinlik modellerine baktı. İşin kötüsü nasıl bir gelinlik istediğini bile bilmiyordu. Üzerinde nasıl bir model güzel durur, beyaz mı olması yoksa kırık beyaz veya krem rengi mi olması daha hoş olur, hiç bilmiyordu. Kafası iyice karışmış bir halde tableti kenara koyduktan sonra "En iyisi Sıla'ya danışmak" diye düşündü. Sonuçta en faydalı bilgiyi ondan alabilirdi...

Odadan çıktıktan sonra aşağı inip mutfağa girdi. Kendisini güler yüzle selamlayan Fatma Hanım'a aynı şekilde karşılık verdikten sonra "Akşama kalabalık olacağız," dedi. "Yemek olarak ne hazırlayalım? Nasıl bir şey daha uygun olur acaba?"

Fatma Hanım, Eylül'ün tereddütlü halini görünce rahatlatıcı bir tavır takınarak çeşitli menü seçenekleri sundu...

"Hımm tamam o zaman, şu antrikotlu menüyü yapalım..."

Eylül bir an sonra "Ama bir dakika, önce gidip Emre'ye bir sorayım," dedi. "O da tamam derse akşam için bu menüyü hazırlarız..." Hızlı adımlarla mutfaktan çıktıktan sonra yemek menüsüyle ilgili Emre'nin de fikrini aldı...

Akşama doğru önce Damla ve Can sonrasında da Murat ve Sıla gelmişlerdi. Hep birlikte bir süre sohbet edip hasret giderdikten sonra sofraya oturmuşlardı. Emre hafifçe öksürdükten sonra elindeki kadehi kaldırarak "Bugün hem yeğenim, hem de çok yakında gerçekleşecek düğünümüz için kadeh kaldırıyorum," dedi. Herkes kadehlerini tokuşturduktan sonra keyifli bir halde yemeklerini yemeye başladılar.

"Demek evleniyorsunuz ha? Peki düğün ne zaman?"

Masadakiler Murat'ın keyifli bir ifadeyle sorduğu soru üzerine Eylül ve Emre'ye bakmaya başladılar.

"Hemen tabii ki. Ama öncesinde Ankara'ya gidip, Eylül'ü ailesinden isteyeceğim..."

Sıla hemen lafa atılarak "Süper bir haber bu," dedi. "Hep birlikte gideriz abi..." O an Murat da söze girerek "Annemler de gelir Emre," dedi. "Onlar da haberi duyunca çok heyecanlandılar. Özellikle annemin halini bir görseydin. Hemen kendince planlar yapmaya başladı."

Emre, Murat'ın sözleri üzerine gülümseyerek "Tahmin edebiliyorum," dedi.

"Biz de geliriz. Sizi bu önemli gününüzde yalnız bırakmayız."

Can'ın sözleri üzerine Damla da kafasını sallayarak "Kesinlikle," dedi. "Aslında bir nevi nişan gibi bir şey olacak galiba."

Tüm bu konuşulanları dinlerken Eylül'ün içi mutlulukla dolup taşıyordu. Ciddi ciddi Emre'yle evleniyorlardı. Bundan birkaç ay öncesinde birileri gelip bu yaşayacaklarını söylese asla inanmazdı. İstanbul'a adım attığı andan itibaren tüm hayatı köklü bir şekilde değişmişti. Gerçekten de yaşadıkları bir nevi peri masalı gibiydi. Bir an Emre'nin yüzüne baktı ve onun ne kadar mutlu olduğunu gördü. Daha sonra da sevdiği adamın elini tuttu sıcacık bir ifadeyle. Öylesine güçlü, kendinden emin bir hali vardı ki Emre'nin, ona bakarken hayran olmaması mümkün değildi. Çok iyi bir eş ve muhteşem bir baba olacağından emindi...

Yemekleri bittiğinde erkekler kendi aralarında sohbete başlamışlardı. Eylül, Sıla ve Damla'ya dönerek "İsterseniz biz de salona geçelim. Baş başa konuşuruz biraz," dedi. Daha sonra da hep birlikte sofradan kalkıp salona geçtiler. Karşılıklı oturduklarında Eylül heyecan içerisinde "Demek oğlunuz olacak Sıla," dedi. "Nasıl bir duygu bu peki? Nasıl hissediyorsun kendini?"

Sıla yüzündeki keyifli tebessümle "Bilmem ki. Aslında çok fazla değişen bir şey yok," dedi. "Sadece artık planlarımı ona göre yapıyorum. Ama Murat'ı görseniz, öyle bir böbürleniyor ki. Sözde erkek de olsa kız da olsa fark etmez diyordu ama oğlum olacak diye kabarıyor. Sanki çok büyük bir marifetmiş gibi."

Sıla'nın son sözlerini duyunca Damla ve Eylül gülmeye başladılar. Daha sonra Damla alaycı bir tavırla "Eee ne derler, erkek adamın erkek çocuğu olurmuş," dedi ve tekrar gülmeye başladılar...

Kızlar bir süre daha Sıla'nın bebeğiyle ilgili konuştuktan sonra Damla meraklı bir tavırla "Londra nasıldı peki?" diye sordu Eylül'e dönerek. "Sık sık konuşsak da ayrıntıya giremedik. Hadi anlat bize, özellikle şu evlilik teklifini daha ayrıntılı dinlemek istiyorum."

Eylül en baştan itibaren Londra maceralarını ve izlenimlerini anlatmaya başladı. Daha sonra da Emre'nin sürprizinden bahsetti. Lafını bitirdiğinde Sıla ve Damla'nın yüzünde kocaman tebessümler oluşmuştu...

"Abimin bu kadar romantik olduğunu hiç bilmezdim doğrusu. Şu an şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemiyorum. Kendisini bildim bileli hep sert ve fazlasıyla ciddi olmuştur. Sen anlatırken gözümün önünde canlandırmakta güçlük çektim. Tebrik ediyorum Eylül. Abimin içindeki romantik adamı ortaya çıkardın..."

Eylül bu sözlerle keyiflenerek "Sağol," dedi. "Aslında ciddi ve sert olması konusunda sana katılıyorum ama bir yandan da yumuşacık ve sevgi dolu bir kalbi var..."

Sıla kafasını sallayarak "Öyledir," dedi. "Her ne kadar zor bir erkek olsa da pırıl pırıl bir kalbi vardır."

Bir süre sonra Damla heyecanlı bir tavır içerisinde "Hafta sonunu nasıl planladınız?" diye sordu. "İsteme olayı evde mi olacak, yoksa dışarıda mı?"

Eylül bu soru üzerine düşünceli gözlerle "Aslında hiç bilmiyorum," dedi. "Daha annemlerin haberi bile yok. Annem her şeyin usulüne uygun olmasını söyledi ama bu hafta sonu olsun demedi. Ben de henüz haber vermedim."

Bu sözleri duyunca Sıla ve Damla şaşkın şaşkın Eylül'e bakmaya başladılar. İlk konuşan Damla oldu...

"İyi de Eylül, daha neyi bekliyorsun? Madem böyle bir düşünceniz var, bir an önce annenlere haber ver de iki ayakları bir pabuca girmesin."

"Evet ama daha bu sabah evlenme konusunu açtım ve Emre'yle konuşmadan herhangi bir şey söyleyebilmem mümkün değildi. Zaten Emre hemen bu hafta sonu gidelim deyince bu şekilde oldu."

Eylül her ne kadar sakin görünmeye çalışsa da aslında içten içe gergindi. Evet annesi olumlu bir tavır takınmıştı ama henüz babasıyla konuşmamıştı. Eğer babası olumsuz bir tepki verirse, hafta sonu düşündükleri gibi olmayacaktı ve hem Emre'ye çok ayıp olacak hem de herkese karşı zor durumda kalacaklardı. Yarın ilk işi babasıyla konuşmak ve hafta sonu ile ilgili düşüncelerinden bahsetmek olmalıydı. O an içten içe bir gerginlik olmaması için dua etti...

"Demek Murat junior geliyor ha? Vay be..."

Murat Can'ın sözlerine gülerek "Aynen öyle," dedi. "Kızların kalbini artık oğlum fethedecek."

Emre bu sözleri duyunca alaycı bir tavırla gülerek "Babası yeterince fethetti zaten," dedi. "Şimdi sıra oğlunda..."

Murat aynı alaycılıkla "Bunu sen mi söylüyorsun Emre?" diye sordu. "Duyan da Eylül'den önce keşiş hayatı yaşadığını sanır. En az benim kadar sen de çapkındın. Unuttuk mu bunları?"

Emre, Murat'a uyarı dolu gözlerle bakarak "Daha fazla konuşup beni sinirlendirme istersen," dedi. Bu esnada ortamı yumuşatmak için Can araya girdi ve "Kapatın bu sıkıcı mevzuları da cumartesi ne yapacağız ondan bahsedelim," dedi.

Üç kafadar bir süre cumartesi günkü isteme merasiminden bahsettikten sonra Emre Can'a dönerek "Seval teyze ve Damla'nın arası nasıl?" diye sordu. "Bir gelişme var mı?"

Can üzgün bir ifadeyle elindeki kadehten bir yudum alarak "Aslında eskisine göre daha iyi ama yine de aralarında belirgin bir soğukluk var," dedi. "İkisi de birbirlerine karşı mesafeliler ve ellerinden geldiğince bir arada olmamaya çalışıyorlar."

O an Murat lafa girerek "Peki Seval teyze niye böyle davranıyor?" diye sordu. "Damla'yla ne alıp veremediği var?"

"Bilmiyorum. Kendisiyle bu konuyu konuştum, hatta bayağı sert bir dille davranışlarına çeki düzen vermesini söyledim ama o ısrarla kötü bir niyetinin olmadığını, Damla'nın çok alıngan olduğunu söylüyor. Şu anda eskisi gibi iğneler tarzda konuşmuyor ama sıcak bir tavrı da yok...

"Seni Damla'dan kıskanıyor olabilir mi acaba?"

Can, Emre'nin bu sorusu üzerine gözlerini kocaman açarak, "Daha neler," dedi.

"Niye öyle diyorsun oğlum? Sonuçta Seval teyze sana aşırı düşkün. Belki de seni Damla'yla paylaşmak istemiyor olabilir."

Can hem Emre'nin hem de Murat'ın benzer şekilde konuştuklarını işitince bir an ne diyeceğini bilemedi. Gerçekten de annesi Damla'yı kıskanıyor olabilir miydi? Her ne kadar kendisine oldukça saçma gelse de belki de gerçekten böyle bir olasılık vardı...

***

Sıla ve Murat akşamki yemekten çıkmış yolda gidiyorlardı. Murat, Sıla'nın düşünceli halini görünce "Ne oldu? Canını sıkan bir şey mi var?" diye sordu.

Sıla kafasını sağa sola sallayarak "Aslında canımı sıkan bir şey yok, sadece kafama takılan bir nokta var," dedi.

Murat meraklı gözlerle "Nedir o?" diye sordu.

"Eylül hafta sonu gerçekleşecek olan isteme merasimiyle ilgili ailesine hiçbir şey dememiş daha."

"Eee ne olmuş yani, söyler..."

"Bilmiyorum ama yüzünde öyle tedirgin bir ifade gördüm ki, sanki bir sıkıntı çıkmasından korkuyor gibiydi. Umarım bir terslik olmaz."

Murat bir süre Sıla'nın söylediklerini düşündükten sonra "Eylül'ün ailesi ve Emre arasında herhangi bir sıkıntı yok değil mi?" diye sordu.

"Benim bildiğim kadarıyla yok ama yine de bilemem..."

Sıla sonrasında tedirgin bir ifadeyle Murat'a bakarak "Ceylin anneler kesin gelecek, değil mi?" diye sordu."

"Tabii ki gelecekler. İsteme işini babam gerçekleştirir zaten. Hiç böyle bir günde yalnız bırakırlar mı? Sonuçta sen de Emre de onların öz evlatları gibisiniz. Haberi alınca annemin halini görmedin mi, nasıl da sevinçten deliye döndü."

Sıla sıcacık bir şekilde gülümseyerek "Evet," dedi. "Hali çok tatlıydı. Bir de oturup kendi kendine planlar yapmaya başladı ya."

"Her zamanki gibi annem fazlasıyla tez canlı bu konuda da. Şimdi düğün için mekan arayışı içerisinde kendince. Hiç Emre'ye, Eylül'e danışmak yok, kendi kafasına göre organizasyon yapıyor."

İki sevgili neşeli bir şekilde gülüştükten sonra bir süre kendi düşüncelerine daldılar. Zaten ardından da eve varmışlardı. Bir süre salonda Ceylin annelerle vakit geçirdikten sonra ise odalarına çıktılar...

"Çok yorulmuşum. Eskisine göre daha çabuk yoruluyorum artık."

Sıla yatağın üzerinde oturmuş çizmelerini çıkarıyordu. Bu esnada Murat da yanına oturmuş ve karnını sevmeye başlamıştı.

"E çok normal değil mi. Karnında tüm enerjini tüketen minik, yaramaz bir erkek var." Murat daha sonra muzip bir ifade takınarak "Aslında o minik adama kızmıyor da değilim" dedi.

Sıla bu sözü duyunca anlamayan gözlerle "Neden kızıyormuşsun?" diye sordu.

"Çünkü senin tüm enerjini alıyor ve bana bir şey bırakmıyor."

"Bak sen? Ne yani daha şimdiden oğlumuzu kıskanıyor musun?"

Murat bu söz üzerine gülerek "Evet kıskanıyorum," dedi ve elini Sıla'nın göğsüne götürdü. Elinin altındaki yumuşaklığı usul usul okşarken bir yandan da "Seni her şeyden ve herkesten kıskanırım," diye mırıldandı.

Sıla Murat'ın dokunuşlarıyla ürperirken bir an sonra "Galiba birileri beni özlemiş," dedi mırıldanarak.

Murat "Hem de çok," dedi boğuk bir sesle. "Sen beni özlemedin mi?"

Sıla, Murat'ın bal rengi gözlerinin içine bakarak "Özledim," diye fısıldadı. Murat bu lafı duyduktan sonra Sıla'yı oturduğu yerden kaldırarak kucağına oturttu ve bacaklarını okşamaya başladı.

"Yanımdayken bile seni özlüyorum deniz gözlüm. Ne olacak benim bu halim bilmiyorum..."

Sıla, Murat'ın iyice derinleştirdiği öpücüklerine karşılık verirken bir an sonra dudaklarını çekerek "Ben de bilmiyorum," dedi. "Tek bildiğim seni sonsuz bir aşkla sevdiğim."

Murat, Sıla'nın üzerindeki gömleğin düğmelerini çözerken bir yandan da yavaş yavaş ortaya çıkan dolgun göğüslerine bakıyordu. Nihayet tüm düğmeleri çözdüğünde zaman kaybetmeden gömleği çıkardı ve bir kenara fırlattı. Sıla'nın sütyeninden taşan göğüslerine tutkulu gözlerle baktıktan sonra dudaklarını o yumuşak dolgunlukların üzerinde gezdirmeye başladı. Sıla da bu esnada, Murat'ın sırtını okşuyor bir yandan da elini dalgalı gür saçlarının arasında gezdiriyordu...

"Her defasında sana ilk kez dokunuyormuşum gibi hissediyorum. Nasıl bir şey bu anlamıyorum Sıla..."

Murat Sıla'nın sütyeninin kopçasını açtıktan sonra artık daha fazla bu işkenceye tahammül edemeyeceğini hissederek sevdiği kadını kucağına aldığı gibi yatağa yatırdı. Ardından da seri hareketlerle üzerindekileri çıkardı bir çırpıda. Kendi üzerindekileri de çıkardıktan sonra Sıla'nın sıcacık bedeninin üzerine uzandı. Sabırsızdı. İçinde uyanan şiddetli duyguların farkında, karısının dudaklarını öpmeye başladı sert bir şekilde.

Sıla, Murat'ın yine her zamanki gibi sabırsızlığının farkındaydı. Aceleci öpücüklerine aynı şekilde karşılık vermeye çalışıyor bir yandan da kasıklarına değen sertliği hissediyordu. Bir an sonra Murat'ın arzu dolu sesini işitti.

"Sana dokunurken kendimden geçiyorum. İçimde öyle duygular uyanıyor ki..."

Murat'ın ani hamlesiyle Sıla boğuk bir çığlık attı. Başta yumuşak olsa da, bir süre sonra Murat yine kendini kaybetmiş, delirmişçesine bir tempoyla içinde hareket etmeye başlamıştı. Bir an sonra ise tek bir hareketle kendisini yan çevirmiş ve daha ne olduğunu anlayamadan tekrar bedenlerini birleştirmişti.

Sevdiği adam öylesine sert sevişiyordu ki Sıla adeta serseme döndüğünü hissetti. Üstelik son zamanlarda Murat sürekli bu tarzda sevişiyordu kendisiyle. Her ne kadar zevk almaya çalışsa da bu şekilde bir tempoyla bir türlü konsantre olamıyordu. Bir an sonra Murat'ın elini saçlarında hissedince ise artık daha fazla dayanamayarak "Murat!" diye inledi. "Yavaş ol lütfen!"

Murat ise her zamanki gibi hiçbir şey duyacak halde değildi. O yine çok farklı bir boyuta geçmiş, tüm dünyadan soyutlanmıştı sanki.

Sıla, rahatsızca kıpırdanıyor bir yandan da kızgın bir şekilde "Murat, kendine gel lütfen!" diye bağırıyordu.

Murat bir an Sıla'nın yüksek sesle bağırdığını duyunca, içinde bulunduğu trans halinden sıyrılır gibi oldu...

"Ne oldu Sıla'm?"

Sıla, Murat'ın elinde olan saçlarını kurtarmaya çalışarak "Bırak şu saçlarımı!" diye bağırdı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

Murat, Sıla'nın saçlarını bıraktıktan sonra yavaşça geriye çekildi ve şaşkın şaşkın bakmaya başladı. "Ne yapıyorum ki?"

Sıla yattığı yerde döndükten sonra öfke dolu bakışlarla "Ne mi yapıyorsun?" diye sordu. "O dev cüssenle canıma okuyorsun. Farkında değil misin, sevişirken kendini kaybediyorsun ve adeta başka bir insana dönüşüyorsun. Canımı yaktığının farkında bile değilsin ki üstelik bir de hamileyim ben. İlk zamanlarda ne kadar nazik ve düşünceliydin ama şu son birkaç zamandır yine eskiye döndün."

Murat, Sıla'nın bu sözleri üzerine kendisini suçlu hissederek "Çok özür dilerim," dedi. "İnan farkında değilim."

"Farkında olmadığın o kadar belli oluyor ki zaten. Anladığım kadarıyla senin sevişme tarzın bu. Ama sana şunu söyleyeyim, bu şekilde devam edersen beni kendinden uzaklaştırırsın."

Sıla elini saç diplerine götürerek bir süre ovaladı ve "Yaa cidden inanamıyorum sana!" diye söylendi. "Yaptıkların yetmezmiş gibi bir de saçlarıma öyle bir asılıyorsun ki..."

Murat, Sıla'yı kendisine doğru çekmeye çalışarak "Tamam çok haklısın," dedi. "Söz daha dikkatli olacağım. Bir daha canını yakmayacağım."

Sıla Murat'ı itip yataktan kalkmak için hareketlendi. "Hep aynı sözler. Sabrettim, sabrettim ama bir yere kadar."

"Nereye gidiyorsun?"

Sıla ters ters bakarak "Tuvalete" dedi öfkeli bir tonda...

Murat, Sıla'nın arkasından pişmanlıkla bakarken, kendi kendine kızmakla meşguldü. Sıla haklıydı. Her defasında kendisini kaybediyor, elinde olmadan çok haşin davranıyordu. Neden bu şekilde olduğunu ise bir türlü anlayamıyordu. O anlarda gerçekten de başka bir insana dönüşüyor, ne kadar sakin olmaya çalışsa da bir süre sonra yine kendini kaybediyordu. Derin bir soluk koyverdikten sonra kendini sırt üstü yatağa attı ve ne yapacağını düşünmeye başladı...

Sıla lavaboya girdiğinde hala kızgınlıkla söyleniyordu. Yaşadığı o geceden sonra uzun süre sıkıntı yaşamıştı ve bin bir zorlukla korkularını aşabilmişti. Murat da kendisine karşı olabildiğince sabırlı davranmış ve tekrar birlikte olabilmişlerdi. Başlarda kendisine nazik davranmış, canını yakmamak için elinden geleni yapmıştı ama sonrasında tekrar eski haline dönmüştü...

Musluğu açıp buz gibi suyu yüzüne çarptıktan sonra bir süre aynada kendine baktı. Murat'ın bu anlam veremediği haliyle nasıl baş edecekti hiç bilmiyordu. Yüzünü kuruladıktan sonra asık bir suratla lavabodan çıktı ve yatağa doğru yürümeye başladı. Özellikle Murat'ın yüzüne hiç bakmamaya çalışıyordu. Yatağa uzandıktan sonra sırtını döndü ve örtüyü üzerine çekerek gözlerini kapattı...

"Sıla'm. Benim güzel karıcığım. Çok üzgünüm..."

Murat bu sözleri söylerken bir yandan da Sıla'nın omuzlarına öpücükler konduruyordu. Kolunu sevdiği kadının beline doladıktan sonra vücuduna iyice yaslandı.

"Bakmayacak mısın bana? Hadi dön de o güzel gözlerini göreyim."

Sıla omuzlarını silkerek "Dönmeyeceğim," dedi. "İzin verirsen uyumak istiyorum."

"Hadi ama inat etme lütfen. Özür diledim işte. Söz bak bundan sonra hep yumuşak olacağım sana karşı."

Sıla Murat'ın asla pes etmeyeceğini bildiği için bu tartışmayı daha fazla uzatmadı ve yavaş yavaş sevdiği adama döndü. O an Murat'ın sevgiyle bakan gözlerini görerek içten içe yumuşasa da yüzünde gayet umursamaz bir ifade vardı.

"Hep söz veriyorsun ama uygulamaya gelince verdiğin sözleri anında unutuyorsun Murat. Ya her şeyden öte hamileyim ben. Bunu bile düşünemeyecek kadar gözün dönüyor. Tamam doktor bir zararı olmayacağını söyledi ama sen resmen olayı abartıyorsun artık."

Murat, Sıla'nın yüzünü ellerinin arasına alarak dudaklarına sevgi dolu bir öpücük kondurdu. "Tamam deniz gözlüm. Ne diyebilirim ki, çok haklısın. Söz bundan sonra çok farklı olacak." Daha sonra yaramaz bir ifadeyle gülerek "İstersen hemen uygulamalı olarak gösterebilirim," dedi.

Sıla gülmemeye çalışarak Murat'ın omzuna vurdu ve "Bence bu gece göreceğimi fazlasıyla gördüm," dedi. "Bir başka zaman gösterirsin olur mu?"

Murat her ne kadar Sıla'yı hala arzuluyor olsa da yapabileceği bir şey yoktu. Çaresizce kafasını salladıktan sonra Sıla'yı kendisine iyice çekerek sarıldı ve "Tamam," dedi hayalkırıklığı içerisinde...

***

Ertesi gün Eylül bilgisayarının başında oturmuş, önündeki işe konsantre olmaya çalışıyordu ama başaramıyordu. Babasını arayıp konuşmak istiyor, olumsuz bir tepki almaktan korkarak habire erteliyordu. Bir an sonra telefonu çalmaya başladığında ise babasının aradığını görerek tedirginlikle eli ayağı boşaldı. Telefonunu eline aldıktan sonra oturduğu yerden hızlıca kalkarak ofisten çıkmak üzere yürümeye başladı. Dışarı çıktıktan sonra telefonu açtı ve ilerideki oturma grubuna oturarak konuşmaya başladı...

"Merhaba babacığım, Nasılsın?"

Eylül babasının gergin bir ses tonuyla konuştuğunu duyunca başına gelecekleri az çok tahmin etti ki nitekim bir süre sonra adamın hiç vakit kaybetmeden konuya girdiğini duydu...

"Annenden bir takım şeyler duydum Eylül. Emre sana evlenme teklif etmiş ve sen de kabul etmişsin."

Eylül bir an gözünü karartarak "Evet baba, doğru" dedi. "Bir an önce evlenmek istiyoruz. Eğer izniniz olursa Emre hafta sonu gelip beni sizden isteyecek..." O an hattın diğer ucundan herhangi bir ses gelmediğini fark edince telefonun kapanıp kapanmadığını kontrol etti ama hayır telefon kapanmamıştı...

"Baba orada mısın?"

"Evet buradayım. Söylediklerini sindirmeye çalışıyorum. Bak kızım, Emre'yle olan ilişkinize onay verdiğimi söylemiştim. Evet akıllı, olgun, iyi bir adam ve belli ki seni de seviyor ama bu aceleniz niye? Böyle yangından mal kaçırır gibi ne yapmaya çalışıyorsunuz? Sen bu adamı ne kadar tanıyorsun, biz bu adamı ne kadar tanıyoruz? Ben seni mantıklı biri sanıyordum ama gördüğüm kadarıyla aşk gözünü kör etmiş."

Duyduğu sözlerle Eylül'ün gözleri dolu dolu olmuştu. Sesinin titremesine engel olmaya çalışarak "Ama baba ben Emre'yi seviyorum," dedi. "Biz birbirimizi seviyoruz ve çok iyi anlaşıyoruz. Neyi bekleyeceğiz ki?"

"Ben evlenmeyin, ayrılın demiyorum zaten. Sadece biraz daha fazla tanıman gerekmez mi Emre'yi? Sonuçta bu adamla ömrünü geçireceksin. Ayrıca yaş farkından hiç bahsetmiyorum bile. Yarın bir gün biz anlaşamıyoruz, aynı dili konuşamıyoruz dersen ne olacak? Boşanacak mısın?"

Eylül beyninde çalmaya başlayan alarm sinyallerini hissedebiliyordu. Yaşadığı gerginlikle yüzü alev almış, kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Son bir çabayla "Baba lütfen," dedi cılız bir sesle. "Emre'yi çok seviyorum, ben onsuz yaşayamam. O benim her şeyim. Lütfen baba, izin ver." Bir an sonra babasının bağırarak söylediği sözleri duyunca neye uğradığını şaşırdı.

"Eylüül! İki saattir sabrediyorum ama sabrımı zorluyorsun artık! Benim mantıklı, akıllı kızıma ne olmuş böyle? Ben sana evlenme demiyorum, sadece biraz daha bekle diyorum! Her şeyden önce senin yaşın kaç ki evlilik derdine düştün böyle! Ben lafımı söyledim. Biraz daha tanıyın birbirinizi, sonra yine evlenirsiniz!"

Eylül telefonu kapattığında gözyaşlarına boğuldu. Ne yapacaktı şimdi? Emre'ye ne diyecekti? Ailesinin evlenmelerini istemediğini düşünecek, çok üzülecekti. Üstelik herkese bu hafta sonu isteme olayının olacağını da söylemişlerdi. Ne kadar mahcup olacaklardı. Bir şeyler yapmalıydı. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildikten sonra hemen annesini aramaya başladı...

"Eylül, ne oldu kızım? Neden ağlıyorsun?"

Eylül annesini endişelendirdiği için kendisini kötü hissetse de gözyaşları arasında "Anne, babam evlenmemize izin vermiyor," dedi. "Daha doğrusu hemen evlenmeyin diyor."

"Tamam bebeğim, ağlama lütfen. Ama babana da hak ver. İkimiz de senin için endişeleniyoruz."

"Anne lütfen anlayın beni. Ne kadar beklersem bekleyeyim kararım değişmeyecek. Ya anlamıyor musunuz, ben bu adamı deliler gibi seviyorum. Ne olur beni üzmeyin daha fazla."

Eylül annesinin yaşadığı kararsızlığı fark edebiliyordu ve bu yüzden ısrarlarını daha da arttırdı. Bir süre sonra annesi "Tamam kızım, babanla tekrar konuşacağım," dedi. "Ama bu hafta sonuna herkesi ayarlayabilir miyim bilmiyorum. Sonuçta anneannen, babaannenler ve diğer akrabalarımız da Emre'yi tanımak isteyecektir."

Eylül biraz da olsun umutlanarak "Tamam, en kötü ihtimalle diğer hafta sonu olur," dedi.

"Tamam kuzum, elimden geleni yapacağım..."

Eylül telefonu kapattığında her ne kadar tam olarak rahatlamış olmasa da kendisini biraz daha umutlu hissediyordu. Oturduğu yerden kalktıktan sonra lavaboya gitti ve yanaklarına soğuk su çarptı. Akan makyajını da düzelttikten sonra olabildiğince kendine gelmeye çalıştı. Ardından da tekrar ofise dönerek, kaldığı yerden çalışmasına devam etti.

Akşama doğru işi bittiğinde eve gitmeden önce Emre'nin yanına uğramak için yukarı çıktı. Odasına girdiğinde Emre'nin telefonla konuştuğunu gördü. Yanına gittikten sonra onun kucağına oturarak boynuna sokuldu masum bir tavırla. Sevdiği adamın varlığıyla bir miktar yatıştığını hissetti. Emre ise telefonu kapattıktan sonra çenesinden tutarak başını kaldırmış ve dikkatli bir şekilde kendisini incelemeye başlamıştı...

"Ne oldu benim güzelime? Niye böyle mutsuz bir ifadesi var?"

Eylül omuzlarını silkerek başını tekrar sevdiği adamın omzuna yasladı. "Bir şey olmadı," dedi mırıl mırıl bir sesle. "Sadece bugün biraz durgunum galiba."

"Ama sabah bir şeyin yoktu, gayet neşeliydin."

Eylül konuyu değiştirme ihtiyacı içerisinde "Birazdan eve gideceğim," dedi. "Geçen haftanın yorgunluğunu hala üzerimden atabilmiş değilim. Biraz uzanmak istiyorum."

Emre endişeli bir ses tonuyla "Hasta değilsin, değil mi?" diye sordu.

Eylül, Emre'nin kucağından kalkarken "Yok, yok endişelenme," dedi. "Dediğim gibi kendimi hala yorgun hissediyorum."

Emre ayağa kalktıktan sonra kapıya kadar Eylül'e eşlik etti. Eylül parmaklarının ucunda yükselip sevdiği adamı öptükten sonra "Evde görüşürüz," dedi.

"Görüşürüz birtanem..."

Eylül odadan çıktıktan sonra Yiğit'le birlikte eve gitmek üzere yola koyuldular. Eve vardığında ise doğrudan yatak odasına çıktı ve ilk olarak üzerindeki kıyafetlerden kurtuldu. Ardından da yüzünü yıkayıp kendine gelmeye çalıştı. Dinlendirici bir müzik açtıktan sonra yatağa uzanarak kara kara düşünmeye başladı. Babasıyla olan konuşmasını, adamın içine oturan sözlerini düşündü tekrar tekrar. Ailesi tarafından mantıksız, aşktan gözü kör olmuş bir insan olarak görülmek ağırına gidiyordu. Oysa bu zamana kadar ailesi her zaman kendisine destek olmuş, verdiği kararlarda hep yanında olmuşlardı. Ama şimdi çok farklı bir tepki gösteriyorlardı ve biliyordu ki bunun asıl sebebi Emre'yle aralarındaki yaş farkıydı. Oysa aşk söz konusu olduğunda yaş farkının bir önemi var mıydı ki? Bilemiyordu...

Kendisi bu şekilde yoğun düşünceler içerisindeyken telefonunun sesiyle olduğu yerde zıpladı. Arayanın babası olduğunu görünce ise anında yay gibi gerildi. Tedirgin bir ses tonuyla telefonu açıp "Efendim baba," dedi ve gerginlikle beklemeye başladı. Neyse ki babasının sesi sabah olduğu gibi sert çıkmıyordu...

"Ne yapıyorsun kızım?"

"Uzanıyordum baba. Kendimi biraz yorgun hissediyorum."

"Hasta mısın yoksa?"

"Hayır değilim. Sadece üzgünüm."

"Evet annen bahsetti. Ağlamışsın."

Eylül bu sözler üzerine hiçbir şey demedi. Sadece babasının tekrar konuşmasını bekledi."

"Ah Eylül. Ben ne diyeyim ki sana. Yarın bir gün çocuğun olduğunda ne hissettiğimizi anlarsın. Sen bizim bir tanecik kızımızsın ve biz senin için tabii ki endişeleneceğiz. Seçtiğin adamı gördük ve evet beğendik. Beyefendi bir insan, oturaklı, ciddi, ne istediğini bilen biri. Yılbaşı gecesi baş başa konuştuğumuz zaman seninle hayatını birleştirmek istediğini söylemişti bana ve açıkçası bu ciddiyetini olumlu karşılamıştım. Ama hala bu acelenizin sebebini anlayamıyorum."

Eylül derin bir nefes alarak "Çünkü biz birbirimiz olmadan yapamıyoruz baba," dedi. "Her an birlikte olmak istiyoruz. Birlikteyken yaşadığımızı, nefes aldığımızı hissediyoruz. Aynı şirkette çalışmamıza rağmen onu sabahtan öğlene kadar özlüyorum ben. Anlasana baba, biz birbirimize aşığız."

"Ne aşkmış kızım bu böyle. Neyse tamam, söyle Emre'ye, hafta sonu gelsin bakalım."

Eylül bu sözleri duyunca sevinçten ne yapacağını şaşırdı. Bir yandan gülüyor bir yandan da "Çok teşekkür ederim babacığım," diyordu.

"Tamam, tamam. Hadi üzme kendini artık. Seni seviyorum kızım."

"Ben de seni çok seviyorum babam..."

Eylül telefonu kapattıktan sonra yüreğinden taşan mutlulukla ne yapacağını şaşırdı. İçi içine sığmıyor, çılgınlar gibi dans etmek istiyordu. Enerjik bir şekilde yataktan kalktıktan sonra telefonundan hareketli bir şarkı açtı. Sonrasında da deli gibi dans etmeye başladı. Hafta sonunu düşündükçe heyecanlanıyordu. Yarın mutlaka kıyafet bakmalıydı. Yapacaklarını zihninde sıraya koyarken kapı birden açıldı ve içeriye şaşkın bir yüz ifadesiyle Emre girdi...

"Ne yapıyorsun Eylül? Hani sen yorgundun, dinlenecektin? Dans ederek mi dinleniyorsun?"

Eylül kocaman gülümsemesiyle Emre'nin yanına gittikten sonra "Bilmiyorum, aniden bir enerji geldi bana," dedi muzip gözlerle. "Hadi sen de dans et benimle."

Emre, Eylül'ün belini sıkıca kavradıktan sonra sevdiği kadının bu neşeli halini anlamlandırmaya çalıştı. Fakat Eylül'ün bu ani ruhsal değişimlerini anlamlandırmakta güçlük çekiyordu...

"Peki söyle bakalım, seni bu kadar neşelendiren şey nedir?"

Eylül kıpır kıpır dans ederken "Hiç, sadece hafta sonu aklıma geldi" dedi.

"Her şey yolunda değil mi?"

"Evet, yolunda. Annemler hafta sonu bekliyorlar. Yalnız benim cuma gününden gitmem gerekecek."

Emre kafasını salladıktan sonra "Tabii ki" dedi. "Ayrıca hafta içi alyans bakalım. Sonuçta yüzük takılacak değil mi?"

"Evet hayatım."

Eylül sonrasında zıplayarak "Çok heyecanlıyım," dedi. "Acaba her şey nasıl olacak?"

Emre sevdiği kadının neşeli tavırlarıyla keyiflenerek "Eminim güzel olacaktır," dedi. Sonra da kızın elinden tutarak "Hadi aşağı inip yemek yiyelim," dedi. "Çok acıktım."

Eylül kafasını salladıktan sonra müziği kapattılar ve keyifli bir şekilde aşağı indiler...

CUMARTESİ GÜNÜ

"Eylül! Minik kuzucuğum! Hadi uyan bakalım! Bak bugün önemli bir gün..."

Eylül sıcacık yatağının içerisinde zorlukla gözlerini araladığında baş ucunda oturmakta olan annesinin gülümseyen yüzünü gördü. Daha Londra'nın yorgunluğunu atamadan yorucu bir hafta daha geçirmiş ve tam anlamıyla bitkin düşmüştü. Hafta içi kıyafet, ayakkabı, alyans ve diğer gerekli şeylerin alınması için fazlasıyla gezmiş ve çok yorulmuştu. Cuma günü de akşama doğru Ankara'ya gelmişti...

Annesine sıcacık gülümserken, "Günaydın anne" dedi. "Saat kaç?"

"Dokuzu çeyrek geçiyor bebeğim. Kalkmayacak mısın?"

Eylül kafasını sallayarak "Kalkacağım," dedi ve sonrasında üzerindeki yorganı kaldırarak "Yanıma gelsene. Sana sarılmak istiyorum," dedi. Bunun üzerine annesi istekli bir ifadeyle hemen yanına uzandı...

"Hmmm, kokunu çok özlemişim anne."

Eylül annesinin göğsüne kafasını dayamış, o tatlı kokusunu derin derin içine çekiyordu. Annesi ise kendisini sıkıca sarmış, yanaklarını öpüyordu.

"Bebegim benim, güzel kızım. Hala inanamıyorum, benim minik kızım büyümüş de evlenecek miymiş? Zaman ne çabuk geçti Eylül. Oysa daha dün herkese kafa tutan, minicik bir kız çocuğuydun. O kadar tatlıydın ki..."

Eylül kafasını kaldırarak "Niye şimdi tatlı değil miyim?" diye sordu şakacı bir tavırla.

"Tabii ki tatlısın. Ve ben senin çok mutlu olmanı istiyorum. Umarım Emre seni çok mutlu eder."

Eylül güven veren bir ifadeyle "Emre yanımdayken mutlu olmamam mümkün değil ki anne," dedi. "Onun varlığı, bir bakışı, gülümseyişi, ağzından çıkan bir çift güzel söz benim mutlu olmama yetiyor."

"Vay be! Bu Emre nasıl bir erkekmiş böyle..."

Eylül kocaman gülümsemesiyle "Çok tatlı bir erkek," dedi. Bir süre daha birbirlerine sarıldıktan sonra "Hadi bebeğim, artık yavaş yavaş kalkmalıyız" dedi annesi.

Eylül kafasını salladıktan sonra "Tamam" dedi ama uyandığı andan itibaren kasıklarında hissettiği ve sebebini bilmediği ince bir sızı vardı. Annesi odadan çıktıktan sonra bir süre sırt üstü yatarak ağrının tam olarak nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Gerçekten de kasıkları ciddi anlamda sızlıyor ve bu durum kendisini rahatsız ediyordu. Yatakta yavaşça doğrulduktan sonra ayağa kalktı ama ağrısı daha da artar gibi oldu. Banyoya gidip tuvalete girdiğinde ise iç çamaşırında gördüğü oldukça koyu renkteki kan lekesiyle bir an neye uğradığını şaşırdı. Periyoduna daha zaman vardı ve normalde her zaman düzenli olurdu. Bir süre neden böyle olmuş olabileceğini düşündü ama aklına gelen tek şey hava değişimi ya da stresten kaynaklı olabileceğiydi.

Şaşkın şaşkın kalktıktan sonra musluğu açarak yüzünü yıkadı. Düşünceler içerisinde dişlerini fırçaladıktan sonra saçlarını taradı ve banyodan çıkarak tekrar odaya girdi. Mutlaka ilaç içmeliydi. Kasıklarındaki ağrıyla bu günü geçirmesi mümkün değildi. Geceliğini çıkardıktan sonra üzerine spor bir şeyler giydi ve zaman kaybetmeden mutfağa gitti...

"Günaydın fıstığım..."

Eylül babasını öptükten sonra "Günaydın," dedi ve ardından sofraya oturdu. Annesi de oturduktan sonra hep birlikte kahvaltı yapmaya başladılar...

"Kahvaltıdan sonra şu ayarladığımız mekana gidip bir bakalım istersen, olur mu?"

Eylül kafasını salladıktan sonra "Olur tabi ki," dedi. Sonra da anne ve babasına sevgi dolu gözlerle bakarak "Sizi çok seviyorum," dedi gülümseyerek. "Biliyorum iki ayağınızı bir pabuca soktum ama siz yine beni kırmadınız. Çok teşekkür ederim."

"Rica ederiz kızım. Senin mutlu olman için elimizden ne geliyorsa yaparız. Her ne kadar biz biraz daha beklemenizi istiyorsak da senin ısrarlarına dayanamadık. Madem Emre'ye ve kendine bu kadar çok güveniyorsun, umarız ki her şey düşündüğünüz ve hayal ettiğiniz gibi olur."

Eylül babasının elini tutarak "Her zaman benim yanımda oldunuz," dedi. "Sizin gibi bir ailem olduğu için çok şanslıyım. Ve evet ben tüm kalbimle Emre'yle mutlu olacağımıza inanıyorum."

"Biz de öyle olmasını diliyoruz güzel kızım."

Eylül annesine gülümsedikten sonra kahvaltılarına devam ettiler. Kahvaltıdan sonra ise hala devam etmekte olan ağrısı için hemen ilaç içti ve giyinmek üzere odasına geçti. Bir süre yatağa uzandıktan sonra kendi kendine hayıflanmaya başladı. Böylesine önemli bir günde periyodu başlamıştı ve işin kötüsü yüzü iyice sararıp solmuştu. Telefonu eline aldıktan sonra Emre'nin numarasını çevirdi ve bir süre sevdiği adamla konuştu. Şimdiden onu çok özlemişti ve bir an önce gelmesini istiyordu. Telefonu kapattığında her ne kadar hala ağrısı devam ediyor olsa da yüzünde sıcacık bir gülümseme oluşmuştu. Emre'nin sesini duymak bile kendisine iyi geliyordu. Annesinin içeriden gelen "Eylül, hadi kızım," lafını duyunca ise yattığı yerden kalkarak hızlıca üzerini değiştirdi ve çantasını da alarak odadan çıktı.

Yolda giderlerken Damla aramıştı. O da dün gece Ankara'ya gelmişti ve en az kendisi kadar heyecanlıydı. Kuaför için randevulaşıp telefonu kapattıktan sonra akşamki yemek ile ilgili konuşmaya devam ettiler. Bugün öğleden sonra isteme merasimi gerçekleşecek, akşam ise akrabaların yanı sıra aile dostlarının ve arkadaşlarının da katılacağı bir yemek daveti olacaktı. Eylül sakin olmaya çalışsa da bugün yaşayacakları aklına geldikçe kalbi heyecanla çarpmaya başlıyordu. Nihayet Bilkent'e gelip ailesinin ayarladığı ve kendisinin de favorisi olan mekana girince annesinin "Akşam burada sadece biz olacağız," lafını duydu.

Eylül şaşkınlık içerisinde "Mekânı mı kapattınız anne?" diye sordu.

Annesi gayet olağan bir ifadeyle "Evet canım," dedi. "Sonuçta epey kalabalık olacağız. Hem biz bize oluruz, hem siz de gönlünüzce eğlenirsiniz."

Eylül gülümseyerek "Desene bu akşam bayağı bir hareketli olacak," dedi. Ardından da akşam için yapılan ayarlamaları, oturma düzenini gözden geçirdiler ve bir saat kadar bir süre sonra tekrar eve dönmek için yola koyuldular...

Eylül öğleden sonraya kadar olan sürenin nasıl geçtiğini anlamadı bile. Eve döndükten sonra duşa girmiş ardından da zaman kaybetmeden kuaföre gitmişti. Kuaföre vardığında Damla çoktan gelmiş ve saçını yaptırmaya başlamıştı. Hemen kendisi de oturarak saçlarını şık bir dağınık topuz yaptırmış ardından da makyajını yaptırarak işin kendisi için sıkıcı olan kısmını atlatmıştı. Eve döndükten sonra ise isteme merasimi için almış olduğu koyu yeşil, sırt kısmı kalçaya kadar ve yine ön kısmı göğüs kısmına kadar dantelli, vücudunu sıkıca saran elbisesini giymişti. Hoşnut gözlerle aynada kendisini incelerken, annesi odaya girmiş ve neşeli bir şekilde konuşmaya başlamıştı.

"Çok güzel olmuşsun Eylül..."

Eylül mutlu gözlerle annesine dönerek "Sen de öyle anne," dedi. "Ama ben çok heyecanlıyım. Resmen elim ayağım titriyor."

"E normal değil mi? Her zaman yaşanacak şeyler değil bunlar. Ama merak etme, çok güzel olacak."

Annesi yanağına sevgi dolu bir öpücük kondurduktan sonra "Neyse ben salona geçiyorum," dedi. "Birazdan herkes gelmeye başlar zaten."

Eylül annesi çıktıktan sonra bir süre daha aynada kendisini inceledi. Bir an sonra kapı çalınca ise yüreği ağzına geldi. Babaannesi ve dedesi geldikten sonra sırasıyla diğer misafirler de gelmeye başlamıştı. Damla ve ailesi, anneannesi ve birkaç akraba daha geldikten sonra Eylül heyecanının iyice tavan yapmaya başladığını hissetti.

"Çok heyecanlıyım Damla. Umarım her şey yolunda gider."

Damla, Eylül'ün gergin ifadesine bakarak "Ben de heyecanlıyım," dedi. "Ama elinden geldiğince sakin olmaya çalış..."

Kızlar kendi aralarında konuşurken kapının çalmasıyla ayağa fırladılar. Annesi ve babası kapıyı açarken, Eylül ve Damla da hemen onların yanında duruyordu. Eylül sevdiği adamın o çok sevdiği yakışıklı yüzünü görünce içinin sıcacık olduğunu hissetti. Emre siyah takımının içerisinde her zamanki gibi çok yakışıklı görünüyordu. Parmaklarının ucunda yükselip sevdiği adamı öperken, kulağına fısıldadığı sözlerini duydu...

"Çok hoş görünüyorsun. Özledim seni..."

Eylül bu sözler üzerine "Ben de seni özledim," dedi fısıltıyla ve Emre'nin uzattığı çiçeği aldı heyecanlı bir tavırla...

Hoş geldin faslından sonra herkes salona geçip oturmuştu. Başta herkeste hafif bir gerginlik olsa da bir süre sonra havadan sudan konuşmalar başlamış ve ortam yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı. Özellikle Murat'ın babası Ali Bey samimi ve neşeli tavırlarıyla babasının çoktan gönlünü kazanmıştı bile. Bir müddet sonra Eylül kahve yapmak üzere mutfağa doğru gidecekken Sıla ve Damla'ya da gelmeleri için baş işareti yaptı...

Üç kız mutfağa girdikten sonra Eylül "Heyecandan elim ayağım titriyor," dedi. Sıla ve Damla kahve fincanlarını çıkarmasına yardım ederlerken bir yandan da kendisini sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Eylül cezveye suyu koyduktan sonra daha önce annesinin söylediği ölçülerde kahveyi koymaya başladı. Cezveyi ateşe koyduğunda ise Sıla'nın muzip bir tonda sorduğu soruyu duydu...

"Abimin kahvesinin içine tuz atacak mısın?"

Bu soruyu işitince Eylül'ün gözlerinden şeytani parıltılar geçti. Kafasını salladıktan sonra "Kesinlikle koymalıyım," dedi gülerek. "Acaba nasıl bir tepki verecek merak ediyorum."

Kızlar kendi aralarında gülüşürlerken bir yandan da sohbet ediyorlardı. Kahve pişip fincanlara konulduktan sonra Eylül tuzluğu alarak kahvenin içine serpmeye başladı...

"Yuh Eylül! Doldurdun resmen."

Eylül, Damla'ya bakarak "Bakalım ne kadar dayanıklı çıkacak," dedi muzip gözlerle.

Sıla kendinden emin bir şekilde "Emin ol Eylül, abimin gıkı çıkmayacaktır," dedi aynı şekilde gülerek.

"Kızlar çok korkuyorum. Ben biraz sakarımdır. Ya ayağım takılır düşersem, ya da kahveleri verirken yanlışlıkla birisinin üzerine dökersem."

"Of Eylül, niye kötü şeyler düşünüyorsun? Bir şey olmayacak merak etme..."

Eylül bu sözleri üzerine Damla'ya dönerek "Yarın bir gün seni de göreceğiz hanımefendi," dedi. Kahveler tepsiye dizildikten sonra heyecandan dizleri titrer bir halde salona girdi ve kahveleri ikram etmeye başladı. Emre'nin kahvesini özellikle tepsinin en arka tarafına koymuştu ve herkes ön taraftaki kahvelerden alıyordu. Bir ara babaannesinin sorduğu bir soru üzerine ona bakınca Murat'ın Emre için hazırladığı kahveyi aldığını görmedi bile. Emre'nin önünde durduğunda ise onun hayran bakışları altında tepsiyi uzattı ama ayırdığı kahvenin tepside olmadığını fark etti. Bir an panikle misafirlere baktı ama tuzlu kahveyi kimin aldığını anlayamadı. Emre ise anlamaz gözlerle kendisine bakıyor ve "Ne oldu Eylül?" diye soruyordu. Eylül yaşadığı telaşla bu soruyu duymadı bile. Emre kahvesini aldıktan sonra kalan kişilere de kahvelerini verdi ve Damla ve Sıla'nın yanına giderek sessizce durumu anlattı.

"İnanmıyorum sana Eylül. İnsan dikkat etmez mi?"

Eylül suçlu gözlerle "Dikkat ediyordum ama sonra ne olduysa kahveler karıştı," dedi.

"Keşke abimin kahvesini sonradan getirseydik."

Eylül, Sıla'ya dönerek "Keşke," dedi ama artık iş işten geçmişti. Heyecandan kendisinde zaten kafa kalmamıştı ama belli ki kızların da aklına böyle bir olasılık gelmemişti.

Üç kız yan yana oturduktan sonra tek tek herkesin yüz ifadesini incelemeye başladılar. Bir an sonra Murat'ın elindeki kahve fincanını ağzına götürüp koca bir yudum aldıktan sonra gözlerinin irileşip yavaş yavaş kızarmaya başladığını gördüler...

"Anlaşılan tuzlu kahve Murat'a gitmiş."

Eylül, Sıla'nın gülerek söylediği bu sözler üzerine ayağa kalkıp tuzlu kahveyi almak için harekete geçti ama o esnada Murat'ın Emre'ye dönerek esprili bir dille söylediği sözleri duydular...

"Galiba senin kahveni almışım dostum. Valla çok şanslı adamsın. Tuzlu kahveyi içmekten kurtuldun."

Herkes bu sözlere gülerken Eylül kıpkırmızı olmuş bir yüzle Murat'ın yanına gitti ve özür dileyerek kahveyi aldı. Mutfağa gidip Murat için tekrar kahve yaptıktan sonra kendi şaşkınlığına söylenerek yeniden salona girdi. Herkesin kahvesi bittikten sonra ise nihayet beklenen an gelmişti. Murat'ın babası hafifçe öksürerek boğazını temizledikten sonra "Sebebi ziyaretimiz..." diyerek o bilindik konuşmayı yapmaya başladı.

"Gençler birbirini sevmiş. Eğer siz de uygun görürseniz Allah'ın emri Peygamberin kavliyle kızınız Eylül'ü oğlumuz Emre'ye istiyoruz..."

Ali Bey lafını bitirdiğinde Eylül uzun zamandır tutmakta olduğu soluğunu koyverdi. Heyecanlı gözlerle babasına baktığında onun konuşmak için hazırlanmakta olduğunu gördü.

"Eylül de Emre de yetişkin iki genç. Birbirlerini seviyorlar ve bir yuva kurmak istiyorlar. Bize düşen de onların bu isteğine saygı duymak ve desteklemektir. Ne diyeyim, bir ömür boyu mutlu olmalarını temenni ediyorum."

Bu konuşmanın ardından Eylül'ün dedesi yüzüklerini taktı. Eylül hayatındaki en mutlu anlardan birini yaşıyordu. Sevdiği adam karşısında duruyor ve sevgi dolu gözlerle kendisine bakıyordu. O an hissettiği yoğun duygularla bir anda Emre'nin boynuna sarıldı. Herkesin gülümseyen gözlerle kendilerine baktığının farkında bile değildi. Tek gördüğü, hissettiği Emre'ydi. Sevdiği adamın gözlerinin içine bakarken, "Seni seviyorum" dedi pırıl pırıl parlayan gözlerle.

Emre, "Ben de seni seviyorum" dedi sevgi dolu bir sesle. Hemen ardından da Eylül'ü göğsüne yaslayıp tepesine sevgi dolu bir öpücük kondurdu.

Bir an sonra Eylül'ün babasının öksürük seslerini duyunca iki aşık içinde bulundukları halden çıktılar ve mahcup gözlerle kendilerini izleyenlere baktılar. Neyse ki sonrasında Eylül'ün babaannesinin "Maşallah, maşallah, nasıl da yakışıyorlar birbirlerine," sözlerini duyunca herkesin dikkati yaşlı kadına yönelmişti.

İsteme merasiminden sonra bir süre daha oturulmuş, ardından da Bilkent'teki mekana geçilmişti. Gelen davetliler hem Emre'yle tanışmış hem de kendilerini tebrik etmişlerdi. Yemek faslının ardından ise hareketli şarkılar çalmaya başlamış ve gençler dans etmek için hareketlenmeye başlamıştı.

Eylül o gece bol bol dans etti, güldü, eğlendi. Romantik müzikler çalmaya başlayınca ise Emre'yle dans etmeye başladı. Bir süredir yan yana olsalar da doğru düzgün konuşamamışlardı bile. O yüzden birbirlerine sarıldıktan sonra keyifli bir sohbete başladılar.

"Bizimkiler umarım başını ağrıtmıyorlardır. Gördüğün gibi konuşmayı çok seviyorlar."

Emre, Eylül'ün kıkırdamalarını görünce gülümseyerek, "Tabi ki hayır," dedi. "Hem biliyorsun ki ben de konuşmayı severim."

"Tamam o zaman."

Eylül tatlı tatlı gülümseyerek "Seni çok özledim," dedi. "Sadece bir gece ayrı kaldık ama sanki çok uzun zamandır senden ayrıymışım gibi hissediyorum."

"Güzelim benim. Aynen ben de öyle hissediyorum. Sen olmayınca eve bile gitmek istemiyorum."

Eylül bir süre sonra Emre'nin sahte bir kızgınlıkla söylediği sözleri duydu.

"Demek bana tuzlu kahve içirecektin ha? Ben sana bunun hesabını sormaz mıyım?"

Eylül muzip gözlerle "Evet içirecektim," dedi. "Ama gördüğün gibi onu bile başaramadım. Hem ne var yani, içmez miydin?"

"İçerdim tabii ki. Ama demek ki Murat'ın kısmetiymiş..."

Eylül bu sözler üzerine gülerek "Zavallı Murat," dedi. "Kahveyi içtiğindeki surat ifadesini bir görseydin. Her ne kadar çok mahcup olsam da o an gülmemek için kendimi zor tuttum."

İki sevgili bir süre daha gülüştükten sonra Emre, Eylül'ün gözlerinin içine bakarak "İstanbul'a döner dönmez evlilik hazırlıklarına başlıyoruz, anlaştık mı?" dedi ciddi bir ifadeyle. "Babana da bu isteğimizden bahsettim. Her ne kadar biraz bekleyin gibi laflar etse de sonrasında kabul etti."

Eylül sevinçli gözlerle "Gerçekten mi?" diye sordu. "Şu an ne kadar sevindiğimi bilemezsin. Şimdi biz ciddi ciddi evleniyor muyuz?"

Emre kafasını sallarken, "Evet birtanem evleniyoruz," dedi gülümseyen bir ifadeyle...

beasloove...

------oo------

Murat tuzlu kahveyi içince :)




Continue Reading

You'll Also Like

504K 20.7K 42
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
922K 38.5K 39
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
55.5K 3.6K 14
Ömer abi: Melis nerde? BxB kurgusudur
4M 257K 44
Aylardır izlediği yayıncıya olan hislerinin arttığını düşünen İzem, artık onun dikkatini çekmek ister. Dağhan'a ilk mesajı değildi ama bu sefer onun...