Aşkın Dayanılmaz Çekiciliği

By beasloove

25M 563K 64.7K

Bilgisayar mühendisliğinden yeni mezun, 22 yaşında, idealist, keçi gibi inatçı bir genç kız: Eylül Şentürk. T... More

BAŞLAMADAN ÖNCE
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6.BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM - FİNAL
GÖRÜŞMEK ÜZERE
EROS'UN OKLARI 1 GOOGLE KİTAPLAR'DA
EROS'UN OKLARI 2 GOOGLE KİTAPLAR'DA
YENİ BİR HİKAYE - KUSURSUZ
MIA KOBO'DA YAYINDA
ÖNEMLİ DUYURU

37. BÖLÜM

343K 8.3K 975
By beasloove

Şarkı: Beyonce - Dance For You

NOT: Bu bölümde Sıla ve Murat'ın Floransa'da gezdiği yerlerin fotoğrafları satır aralarına dahil edilmiştir. Fotoğraflar benim objektifimdendir :)

Sıla ertesi sabah gözlerini açtığında üzerindeki ağırlıkla ezilmek üzereydi. Murat'ın kolu ve bacağının üzerine dolandığı yetmezmiş gibi, kalçasına dayanmış sertliğini hissediyordu. Kendi kendine gülerek yattığı yerde dönmeye çalışınca Murat ona daha da çok sarılmıştı.

"Boğuluyorum, imdat!!"

Sıla'nın inlemesini duyan Murat yattığı yerde panikle sıçrayarak "Ne oldu?" diye sordu. "Sancın mı var? Bir yerin mi acıyor?" Saniyeler sonra Sıla'nın yüzündeki yaramaz gülümsemeyi görünce derin bir soluk verdi. "Aman Allahım Sıla! Korkudan ölüyordum."

"Ne yapayım, bir türlü kollarından kurtulamadım. Öyle bir sarılmışsın ki bana sabaha kadar nefessizlikten ölmediğime şükretmeliyim."

"Demek sarılmamdan şikayetçisiniz hanımefendi. Peki o zaman, bundan sonra aramıza mesafe koyarım. Siz de rahat rahat uyursunuz."

Sıla kahkalar içerisinde gülerken bir yandan da Murat'ın gönlünü almaya çalışıyordu.

"Tabi ki şikayetçi değilim ama öyle irisin ki haliyle biraz eziliyorum.

"Ha şimdi de iri oldum öyle mi?"

Murat'ın bozuk yüz ifadesini gördükçe Sıla'nın gülmesi daha da artıyordu.

"Ben de bir kadın için iri sayılsam da düşün ki sen ne kadar irisin ki kollarında ufacık kalıyorum.

"Dur bakayım, gerçekten de öyle mi?"

Murat muzip bir yüz ifadesiyle Sıla'nın üzerine tırmandıktan sonra tutkuyla parlayan gözlerini masmavi gözlerin içerisine dikti.

"Gerçekten de öyleymiş Sıla'm..."

Murat lafını bitir bitirmez Sıla'nın dudaklarını öpmeye başladı. Her ne kadar sevdiği kadına sahip olmak için yanıp tutuşsa da sabırlı olması gerektiğinin bilincinde bir süre sonra yavaş yavaş dudaklarını çekmek zorunda kaldı.

"Hadi kalkalım, bebeğimiz acıkmıştır..."

Sıla pembeleşmiş yanaklarıyla kafasını salladıktan sonra yavaş hareketlerle kalktı ve banyoya doğru yürümeye başladı. Dişlerini fırçalarken diş etlerinin kanadığını fark ederek şaşırsa da bu duruma çok fazla kafasını yormadı. Banyodan çıktıktan sonra üzerini giydi ve ardından da pencereyi açarak mis gibi orman havasını ciğerlerine çekti. O esnada ağaçların altında yerde yiyecek bir şeyler arayan minik bir sincap görünce banyodaki Murat'a seslenerek "Ben bahçeye çıkıyorum," dedi. Yavaş hareketlerle sincabın yanına doğru giderken hayretler içerisinde hayvanın hiç istifini bozmadığını gördü. Yanına gidip eğildiğinde sincap yiyecek bir şeyler vereceğini düşünerek eline uzanmıştı.

"Sana hemen yemek getireyim..."

Sıla tekrar eve girdikten sonra üzerini giynmekte olan Murat'a bakarak, "Görsen dışarıda çok tatlı bir sincap var," dedi heyecanla. "Hem de benden hiç korkmuyor. Şimdi ona yemek götüreceğim."

"Lütfen üzerine bir şeyler al. Bu halde üşüyeceksin."

Sıla bu sözleri hiç dikkate almadan masanın üzerinde duran bisküvileri alıp heyecanla dışarı çıktı. Murat ise sözünün dinlememesine kızarken Sıla'nın paltosunu alıp bahçeye çıkmıştı.

"Şunun haline baksana ne kadar da tatlı..."

Murat, Sıla'nın yanına eğilmiş, aceleci bir şekilde bisküviyi yiyen sincaba bakıyordu.

"Evet çok tatlı gerçekten de..."

Bir süre sonra sincap bütün bisküvileri yiyince Murat Sıla'yı elinden tutarak ayağa kaldırdı.

"Yemeğimiz gelinceye kadar biraz yürüyelim..."

Bir süre yemyeşil bahçenin içerisinde gezdikten sonra tekrar eve girmişler ve kahvaltı etmişlerdi.

"Bugünkü planımız ne?"

Murat İtalyan pidesinden bir parça koparıp ağzına attıktan sonra "Sen ne istersen o," dedi. "Gezilecek o kadar yer var ki? Herhalde sıraya koymamız gerekecek."

"Yalnız şimdiden söyleyeyim ben öyle arabayla falan gezmem."

"Öyle diyorsun ama en azından şehir merkezine kadar Antonio'nun bizi bırakması gerekir. O kadar da yakın değiliz sonuçta."

"Tamam ama ondan sonra yürürüz."

"Zaten istesen de bu şehirde arabayla gezemezsin Sıla. Yalnız çok fazla yorulmanı istemiyorum, haberin olsun. Sık sık oturup dinleneceğiz."

Kahvaltıdan sonra balayıları boyunca nereleri gezeceklerini planlamışlar, ardından da giyinmeye başlamışlardı.

Murat, Sıla'nın üzerindeki mini spor elbiseyi görünce kaşlarını çatarak "Bu ne şimdi Sıla?" diye sordu.

"Ne ne şimdi?"

"Bu kadar mini giyinmek zorunda mıydın?"

"Saçmalama lütfen. Sen buna mini diyorsan artık ben sana ne diyeyim."

Murat kaşlarını daha da çatarken, "Asıl sen buna mini demiyorsan, mini dediğin şey ne çok merak ettim doğrusu," dedi. "Hem dışarısı çok soğuk, üşürsün sonra."

Bir süre kıyafet konusunda didiştikten sonra Murat en sonunda pes etmişti.

"Tamam Sıla, karışmıyorum sana. Ne istiyorsan onu yap. Ama hele bir üşüdüğünü söyle ben sana soracağım o zaman...

Sıla umursamaz bir ifadeyle omuzlarını silktikten sonra, Antonio'nun yanına gitmek üzere evden çıkmışlardı. Arabaya bindikten sonra Murat gidecekleri yeri söylemiş ve keyifli bir sohbet eşliğinde yol almaya başlamışlardı...

Yaklaşık 20 dakika sonra Santa Croce bazilikasının önünde indikten sonra Duomo meydanına doğru yürümeye başladılar. Sıla meydana doğru yürürken bacaklarının buz gibi olduğunu hissetse de tek bir kelime dahi etmedi. Hava her ne kadar güneşli olsa da çok sertti. Meydana geldiklerinde Antonio'nun söylediği bilet ofisinden 5 farklı yeri görebilecekleri biletlerini aldıktan sonra önce Duomo katedraline girdiler.

"Bu nasıl bir güzellik böyle?"

Sıla, Brunelleschi'nin eseri olan Duomo'nun kubbesine bakarken hayretler içerisinde kalmıştı.

"Muhteşem gerçekten de..."

Adeta hipnotize olmuş bir halde kubbeyi seyrettikten sonra Sıla fotoğraf çekmeye başlamıştı. Bir süre daha Duomo'nun içerisinde fotoğraf çekmişler ardından da meydanın tam karşısında bulunan Aziz Giovanni Vaftizhane'sine girmişlerdi. Sıla yine gördüğü kubbeyle büyülenmiş bir haldeyken Murat'ın sesini işitti.

"Dante'nin burada vaftiz edildiğini biliyor muydun?"

"Gerçekten mi? Bilmiyordum..."

Bir süre vaftizhaneyi gezdikten sonra Sıla Giotto'nun Çan Kulesine tırmanmak istemiş, fakat Murat'ın yoğun itirazlarıyla karşılaşarak vazgeçmişti.

"Hadi gel oturup bir şeyler içelim. Çok ayakta kaldın."

Sıla kafasını salladıktan sonra Duomo'nun tam karşısında bulunan kafeye oturmuşlar ve kahve söylemişlerdi.

"Buradan sonra Akademi Galerisi'ne gidelim mi? Michelangelo'nun Davut heykelini çok merak ediyorum. Kalan 3 yeri yarın da gezebiliriz."

Murat kahvesinden bir yudum aldıktan sonra "Olur," dedi. Ardından da telefonunu çıkararak haritaya baktı ve nereden gitmeleri gerektiğini belirlemeye çalıştı.

Yarım saat kadar dinlendikten sonra kalkmışlar ve Murat'ın çizdiği rotayı takip ederek Akademi'ye doğru yol almaya başlamışlardı.

"Ne kadar yakınmış böyle?"

"E burada böyle, her yer birbirine çok yakın zaten."

Akademi'den içeri girdikten sonra biletlerini almışlar ve ellerindeki broşüre bakmadan odaları gelişigüzel gezmeye başlamışlardı. Sıla hayranlık içerisinde eserleri incelerken, rastgele girdiği bir odada Michalengelo'nun çalışmalarının olduğunu gördü. Odanın sol tarafını gezdikten sonra tam arkasını dönmüştü ki gördüğü manzara karşısında adeta nutku tutuldu. Alçak bir sütunun üzerinde, tüm azametiyle Michalengelo'nun Davud heykelinin yükselmekte olduğunu görünce hayretler içerisinde beş metreyi aşkın uzunluğa sahip heykeli incelemeye başladı. Kendisi gibi birçok turist de heykelin karşısında durmuş, büyülenmiş bir şekilde Davud'a bakıyorlardı. Kimileri ise heykeli daha uzaktan görebilecekleri banklara oturmuşlar, film izler gibi karşılarındaki başyapıtı seyrediyorlardı.

"Ağzını kapat istersen..."

Sıla içinde bulunduğu hipnoz halinden çıkarak kaşları çatık bir halde kendisine bakmakta olan Murat'a döndü.

"Ne dedin?"

"Ağzını kapat istersen dedim. Hayran kaldın herhalde..." Murat'ın çatık kaşlarıyla gölgelenmiş bakışları çıplak Davut heykeli ve Sıla arasında gidip geliyordu.

"Böyle bir şahesere hayran kalmamak mümkün mü? Tabii ki hayran kaldım. Sen hayran kalmadın mı ki?

Sıla ağzında anlamsız sözcükler geveleyen Murat'a dikkatli bir şekilde bakarken bir an sonra kaşlarını havaya kaldırdı ve kesik bir kahkaha attı.

"Sana gerçekten inanamıyorum. Şimdi de bir heykeli mi kıskanıyorsun? Ben de iki saattir bu kötücül bakışlarını anlamlandırmaya çalışıyorum. Hay Allahım..."

Murat huysuz bir şekilde homurdanarak, "Heykel de olsa bir başka erkeğe böyle hayran hayran bakman tabii ki hoşuma gitmez," dedi.

Sıla kahkahalarına hâkim olmaya çalışırken, "Sen hakikaten ciddisin," dedi. "Ve... Bir heykeli kıskanan ilk erkek olarak eminim ki tarihe geçebilirsin."

"Of Sıla, dalga geçmeyi bırak lütfen. Ayrıntılı incelemen bittiyse gezmeye devam edelim."

"Tabii ki bitmedi. Böyle bir şahesere iki dakika bakıp geçmek olmaz." Sıla ilerideki koltukları işaret etti. "Ben şuraya oturup bir süre daha izleyeceğim..."

Murat kızgın bakışlarını Sıla'nın üzerine dikerek, "İyi, ben Davut'la sizi baş başa bırakayım o zaman," dedi ve sinirli adımlarla diğer heykellerin bulunduğu odaya doğru yürümeye başladı...

Sıla, Murat'ın arkasından kıs kıs gülerken tekrar karşısındaki heykele konsantre oldu. Her ne kadar fotoğrafını çekmek için yanıp tutuşsa da yasak olduğu için tek yapabildiği karşısındaki görüntüyü hafızasına kazımak oldu.

Akademi'den çıktıktan sonra Murat, Sıla'ya dönerek "Çok yoruldun değil mi?" diye sordu. "Bence bugünlük yeter. Otele geri dönüp dinlenelim."

Sıla gerçekten de çok yorulduğunu hissediyordu. Dolayısıyla bu sözlere hiç itiraz etmedi. Antonio kendilerini gelip aldıktan sonra otele geri döndüler. Sıla yatağın üzerine kendisini bıraktıktan sonra bir süre gözlerini kapatıp dinlenmeye çalıştı. Bir saat kadar dinlenip kendilerine geldikten sonra akşam yemeği için giyinip otelin yemek salonuna gittiler. Sıla uzun zaman sonra ilk defa önündeki yemeği büyük bir iştahla yedi. Onun bu halini gören Murat oldukça keyiflenmiş ve mutlu olmuştu. Yemekten sonra bir müddet de otelin barında vakit geçirmişler ardından da tekrar evlerine dönmüşlerdi.

Sıla üzerindeki turkuaz rengi elbiseyi çıkardıktan sonra iç çamaşırlarıyla kendisini yatağın üzerine bıraktı.

"Yarın bir yere gitmeyelim olur mu?"

Murat, Sıla'nın yanına uzanarak "Çok yoruldun değil mi?" diye sordu. "Kötü müsün yoksa?"

"Yok yok kötü değilim. Fakat her gün üst üste bugünkü gibi bir tempoyu kaldıramayabilirim."

Murat yanı başında üzerindeki beyaz dantelli iç çamaşırlarıyla uzanan kadınına bakınca içinin arzuyla dolduğunu hissetse de söyleyebildiği tek şey, "Tamam canım, yarın dinleniriz," demek oldu.

Bir süre sonra ise daha fazla kendine hakim olamayarak elini Sıla'nın dolgun göğsünün üzerine götürdü. Yavaş ve oldukça nazik bir şekilde elinin altındaki dolgunluğu okşarken Sıla'nın ifadesindeki değişimi görebiliyordu.

"Sana dokunmayı çok seviyorum deniz gözlüm. O kadar yumuşak bir tenin var ki..."

Sıla göğsünün üzerinde hissettiği dokunuşlarla içinde yanmaya başlayan ateşi hissediyor ama yine o geceki gibi hüsrana uğramaktan korkuyordu...

Murat, sakin ve uslu duracağına, Sıla istemediği sürece kızın üzerine gitmeyeceğine dair kendine söz vermişti ama içinde uyanan isteklere karşı koyamıyordu. Bir süre sonra Sıla'nın sütyenini yavaşça sıyırıp dudaklarını kızın tenine bastırdı. Başını hafifçe yukarı kaldırdığında, "Hoşuna gidiyor mu?" diye sordu.

Sıla bu soruyla bir an tereddüt geçirse de kafasını olumlu anlamda sallamakla yetindi.

"Kendini rahat bırak, sakın korkma..."

Sıla külotunu yavaş yavaş sıyıran adamı izlerken tedirgin olsa da, "Tamam," dedi kısık bir sesle.

Murat olanca güzelliğiyle yanı başında yatan kadınını beğeniyle izlerken yoğun duygular içerisindeydi. Sıla'yı ürkütmemeye çalışarak kızın bedenindeki her noktaya özenle dokundu. Alışık olduğunun aksine hiç aceleci değildi. Sevdiği kadına yaşatmış olduğu travmanın izlerinin silinebilmesi için sabırlı olması gerektiğinin farkındaydı...

Sıla, kasıklarının üzerinde dolaşan becerikli parmaklarla zevkin doruğuna tırmanırken kafasına üşüşen olumsuz düşünceleri bir kenara atmaya çalışıyordu. Birazdan Murat daha fazlasını istediğinde olabilecekleri düşünüyor ve endişeleniyordu...

"Hiçbir şey düşünme sevgilim, sadece aldığın zevke odaklan..."

Sıla sevdiği adamın sanki zihnini okuyormuşçasına konuşmasına bir an şaşırsa da aynen Murat'ın söylediği gibi yapmaya karar verdi. Sadece aldığı zevke odaklandı ve başka hiçbir şey düşünmemeye çalıştı. Nitekim bir müddet sonra tırmandığı o zirveden tepetaklak düşerken hissettiği sarsıntıyla tüm endişelerinin uçup gittiğini hissetti. Yüzündeki sersem gülümsemeyle Murat'a bakarken, onun da ne kadar keyifli olduğunu görebiliyordu. Murat onu sıkıca sarmış ve yumuşak bir sesle konuşmaya başlamıştı.

"Hoşuna gitti mi?"

"Evet..."

"İşte birlikte olduğumuz zaman da bu zevki hissedeceksin."

Sıla kafasını kaldırıp şüphe dolu gözlerini Murat'a dikti.

"Ama o gece hissettiğim tek şey berbat bir acıydı."

Murat suçlu gözlerle karısına bakarken, "Evet acı hissettin, çünkü sana karşı çok haşin davrandım," dedi. "Bir daha asla öyle bir şey olmayacak, güven bana. O gece kendimde değildim, yoksa asla o şekilde canını yakmak istemezdim."

Sıla, Murat'ın boynuna sokularak gözlerini ilerideki masanın üzerinde duran turuncu güllere dikti ve "Bilmiyorum," diye mırıldandı. "İçimdeki bu korkudan nasıl kurtulacağımı bilmiyorum..."

Murat Sıla'nın sırtına dökülen upuzun kahverengi saçlarını okşarken, "Merak etme, zamanla geçecek," dedi.

İki sevgili o gece her ne kadar tek bir beden olamasalar da, tek bir ruh olmuş halde birbirlerinin kollarında uyuyakaldılar...

***

Kavga ettikleri gecenin sabahı Eylül gözlerini araladığında başucunda oturan adamla göz göze geldi. Emre'nin gözlerinde anlayışlı ve babacan bir ifade vardı.

"İçeri nasıl girdin?"

"Benim de kendime göre yöntemlerim var..."

Emre, Eylül'ün çökmüş gözaltlarına bakarken ister istemez kendini kötü hissediyordu. Bir önceki akşam eve geldiklerinde, Eylül içinde bulunduğu sinir harbiyle kendisiyle kıyasıya kavga etmiş ve işler iyice çığırından çıkmıştı. Özellikle aşkla işi birbirine karıştırdığını söyleyince, Eylül tam anlamıyla çıldırmış ve gözyaşlarına boğulmuştu. Emre her ne kadar sevdiği kadını anlıyor olsa da Eylül'ün verdiği tepkinin çok fazla olduğunu düşünmeden de edemiyordu.

"Kalkmam lazım..."

Eylül üzerindeki örtüyü çektikten sonra yavaş yavaş yatakta doğrulmaya başladı ama kendini berbat hissediyordu. Asık bir suratla yataktan kalktıktan sonra hiçbir şey söylemeden banyoya gitti. Yüzünü yıkayıp kendine gelmeye çalıştı ama kafası kazan gibiydi. Bir an dünkü bağrışmaları aklına gelince yüzünü buruşturdu. Gerçekten de çok kötü tartışmışlardı ve ne yazık ki Emre onu sakinleştirmek yerine iş prensiplerinden bahsederek daha da çileden çıkmasına sebep olmuştu.

Banyodan çıktıktan sonra Emre'nin hala yatağın kenarında oturduğunu görünce şaşırsa da bu durumu umursamayarak üzerini giyinmek üzere odadan çıktı. Emre'nin odasına girdikten sonra giyinme bölümüne giderek kıyafet bakmaya başladı. Bir süre bakındıktan sonra kırmızı bir elbisede karar kıldı. Üzerindeki bir gece önceden kalma eteği ve bluzu çıkarırken odanın kapısı açıldı.

Emre sevdiği kadının yanına gittikten sonra ona arkasından sarılmış ve omuzlarına öpücükler bırakmaya başlamıştı. Eylül bu yumuşak temaslarla içinin ürperdiğini hissetse de hiçbir şey hissetmiyormuş gibi davrandı ve ters bakışlarıyla Emre'ye dönerek "İzin verirsen giyineceğim," dedi.

"Anladığım kadarıyla bu meseleyi uzatmaya kararlısın. Ama sana söyleyeyim hata yapıyorsun. Bu şekilde davranarak sorunları çözemezsin. Daha sakin ve mantıklı olman lazım."

Eylül inanamaz gözlerle adama bakarken, "Bunu sen mi söylüyorsun, inanamıyorum sana?" dedi alaycı bir gülüşle. "Sakin ve mantıklı olmam lazım ha? Sen önce dön de bir kendine bak bakalım..."

Emre her ne kadar güne dingin başlamış olsa da yeniden sinirlenmeye başladığını hissedebiliyordu.

"Öfkelendiğinde seni tanımakta güçlük çekiyorum Eylül. O yumuşak, sevgi dolu kadın gidiyor yerine hiç tanımadığım başka biri geliyor. Sen hala kavga etmek istiyor olabilirsin ama ben bu seferlik sana katılamayacağım. Üzerini giy ve aşağıya gel, olur mu?"

Emre lafını bitirdikten sonra arkasını dönmüş ve kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Eylül ise Emre'nin arkasından kıvılcımlar saçan gözlerle bakıyordu. Kapı kapandıktan sonra öfkesini nereye yönlendireceğini bilemeyerek karman çorman olmuş saçlarını düzeltti. Makyajını da yaptıktan sonra çantasını alarak odadan çıktı. Aşağı indiğinde Emre'nin salonda oturmuş kendisini beklemekte olduğunu gördü.

"Hadi kahvaltıya geçelim..."

Eylül omuzlarını silkerek "Bir şey yemeyeceğim," dedi.

Emre kaşlarını çatarak "Ne yani hiçbir şey yemeden mi gideceksin?" diye sordu. Eylül'ün kafasını salladığını görünce dilinin ucuna gelen kelimelere zorlukla hâkim olarak "İyi sen bilirsin, o zaman," dedi ve yemek odasına doğru yürümeye başladı...

İKİ GÜN SONRA

"Hayırdır Sıla? Bakıyorum da oldukça sıkı giyiniyorsun. O gün üşüdün değil mi?"

Sıla, Murat'ın sözlerini duysa da cevaplamak hiç işine gelmedi. Murat ise alaycı bir halde kendisine bakmaktaydı.

"Niye cevap vermiyorsun? Dediğim doğru değil mi?"

"Üf Murat, her gün elbiseyle çıkacağım diye bir kural mı var? Bugün de canım pantolon giymek istedi. Niye hemen başka şeylere yoruyorsun?"

Murat bu sözlere hiç inanmamış bir halde "Zaten kabul etsen şaşardım," dedi. "Siz kadınları anlamak o kadar zor ki. Sırf güzel görünelim diye kendinize eziyet etmekten ne keyif alıyorsunuz anlamıyorum."

"Senden böyle şeyleri anlamanı beklemiyorum zaten."

Sıla paltosunu giydikten sonra kendisine kötü kötü bakan Murat'a tatlı tatlı gülümseyerek "Hadi çıkalım," dedi.

Murat kendi kendine söylenirken evden çıkarak Antonio'nun yanına gittiler. Antonio kendilerini yine Santa Croce'nin önünde bıraktıktan sonra el ele Signoria meydanına doğru yürümeye başladılar. Bugün Vecchio Sarayını gezecekler, akşama doğru da Michalengelo tepesine gideceklerdi. Yol boyunca sanki az önce birbirlerini yiyen onlar değilmiş gibi neşe içerisinde yürüyüp sohbet ederek mağazalara baktılar ve bir yandan da bol bol fotoğraf çektiler. Nihayet Signoria meydanına geldiklerinde yine burada da bayağı bir turist olduğunu gördüler.

"Şuna baksana Murat, burası resmen bir açık hava müzesi."

Sıla meydanda bulunan heykellerin hangi birine bakacağını şaşırmış bir haldeydi.

"Murat baksana, burada da Davut varmış."

Murat meydanda bulunan Davut heykelinin kopyasına ters ters bakarken, Sıla'nın heykelin önünde fotoğraf çektirmek istemesiyle iyice sinir oldu.

"Kusura bakma ama biliyorsun ki Akademi'de fotoğrafını çekememiştim," diye açıklama yaptı Sıla. Gülmemek için insan üstü bir çaba sarf ediyordu.

"İyi işte şimdi bol bol çek sevgili Davut'unun fotoğrafını..."

Sıla meydanda en çok Neptün havuzuna ve elinde Medusa'nın kafasını tutan Perseus'a hayran kalmıştı. Bir süre fotoğraf çektikten sonra bu sefer de Vecchio sarayına girdiler. Neyse ki sarayın içerisinde fotoğraf çekmek serbestti de böylece bol bol fotoğraf çekebilmişlerdi.

Bir buçuk saate yakın bir süre gezdikten sonra Sıla çok yorulduğunu hissetti. Saraydan çıktıktan sonra meydandaki ünlü cafe Gilli'ye girdiler ve kendilerine sıcak çikolata söylediler.

"Dönüşte buradan Eylül'e çikolata alalım. İçerisi birbirinden leziz görünen çikolatalarla dolu..."

Murat kafasını salladıktan sonra sohbet etmeye başladılar.

"Yalnız birazdan bir şeyler yiyelim olur mu?" dedi Murat. Sıla'nın öğünlerini atlamasını istemiyordu.

"Ben de acıkmaya başladım zaten..."

Gilli'den çıktıktan sonra bir süre daha sokaklarda gezmişler ve ardından da yemek yemişlerdi. Yemekten sonra iki aşık Floransa'nın meşhur köprüsü Ponte Vecchio'dan geçerek şehrin diğer yakasına geçtiler. Sıla köprünün üzerinde bulunan kuyumcuları görünce "Buradaki mağazalara bakmayı unutmayalım," dedi.

Yaklaşık yirmi dakika kadar yürüyüp Michalengelo tepesine çıkan dik yokuşun başına geldiklerinde Sıla'nın gözleri şaşkınlıkla irileşti. "Aman Allahım, bu yokuşu nasıl çıkacağız?" Gerçekten de yokuş hem dik hem de bayağı bir uzundu.

Murat Sıla'nın yüzündeki ifadeyi görünce muzip bir şekilde gülümseyerek kıza yaklaştı ve şaşkın bakışlarına aldırmadan onu kucağına aldığı gibi yürümeye başladı.

"Çıldırdın mı sen, ne yapıyorsun?"

"Ne yapıyor gibi görünüyorum Sıla? Daha fazla yorulmanı istemiyorum sadece."

"İyi de bu sefer de sen yorulacaksın. Lütfen indir beni..."

Murat kucağında sanki 1.80 boyunda bir kadın değil de minyon bir kadın taşıyormuş gibi gayet rahat bir yüz ifadesiyle "Sen beni merak etme, keyfine bak," dedi.

"Ben birazdan görürüm seni canım..."

Gerçekten de bir süre sonra Murat'ın yüzü renkten renge girmeye başlamıştı. Sıla ise adamın bu haline kıkır kıkır gülüyordu. Bir süre sonra daha fazla dayanamayarak "Hadi indir beni artık," dedi. "Yeteri kadar dinlendim."

Murat, kucağındaki Sıla'yı indirdikten sonra bozuntuya vermeyerek "Daha yarı yola kadar gelmişiz, niye inmek istedin ki?" diye sordu.

Sıla kahkahalara boğuldu. "Çok komiksin gerçekten. Az önce resmen bayılacak gibi görünüyordun"

Murat bozuk bir ifadeyle karısına bakarken, "Hiç de bile," dedi. "Sadece biraz sıcak bastı. Yoksa gayet iyiydim."

"Tabii canım tabii..."

Murat kolunu Sıla'nın omzuna atarak onu kendine doğru çekti ve "Yürü hadi yürü," dedi kıza sarılarak. "İşin gücün dalga geçmek..."

Bir süre sonra tepeye çıktıklarında, Sıla gördüğü manzara karşısında heyecan içerisinde Murat'a döndü. "Şu manzaraya bak! İyi ki de o yokuşu çıkmaktan vazgeçmemişiz."

Gerçekten de tepeden tüm Floransa kuş bakışı görünüyordu ve şehrin parlayan ışıklarıyla muhteşem bir manzara vardı. Bir süre bu manzarayı izleyip fotoğraf çektikten sonra Sıla az ilerideki Davut heykelini fark etti.

"Murat baksana burada da Davut heykeli var!"

Sıla heykelin yanına koşarken Murat sıkkın bir yüzle kendi kendine söyleniyordu.

"Allahım nereye gitsek bu adam karşımıza çıkıyor. Ne Davut'muş bu böyle!"

Sıla Murat'ın sözlerini duyunca, "Ya gerçekten sana inanamıyorum," dedi kahkahalar içerisinde. "Ne alıp veremediğin var adamla. Resmen ciddi ciddi bir heykeli kıskanıyorsun sen."

Murat kaşlarını çatarak "Ne kıskançlığı, saçmalama," dedi. "Sadece senin abartılı hayranlığına kızıyorum."

"Resmen kıskanıyorsun ama kabul etmek istemiyorsun." Sıla daha sonra muzip bir tavırla "Bence buradan mutlaka Davut'un minik bir heykelini almalıyız," dedi. "Ne de olsa kendisi Floransa'nın sembolü."

"Kesinlikle olmaz! Ben evimde Davut falan istemiyorum haberin olsun.

Sıla, Murat'ın asık suratına bakarak kıs kıs güldü. Tepedeki kafede oturup sıcak bir şeyler içtikten sonra tekrar merkeze döndüler ve Antonio'yu arayarak gelmesini istediler...

***

Eylül asık bir suratla oturmuş önündeki filme konsantre olmaya çalışıyordu ama sürekli dikkati dağılıyor, düşüncelere dalıyordu. Emre'yle araları iki gündür limoniydi ve pek tatları yoktu. Kendisi surat astıkça Emre çok üzerine gelmemiş ama memnuniyetsizliğini açık açık belli etmişti. Şimdi ise "V for Vendetta" adlı filmi izliyorlardı ama ikisi de ayrı koltuklarda oturuyorlardı. Bir süre sonra film bittiğinde Emre televizyonu kapatmış ve ona dönmüştü. Eylül üzerinde hissettiği bakışlarla başını Emre'ye çevirdiğinde, "Neden bana sanki ilk defa görüyormuşsun gibi bakıyorsun?" diye sordu.

Emre bu soru üzerine sevgi dolu bir yüz ifadesiyle yanındaki boşluğu işaret etti. "Yanıma gelir misin?"

"Gelmeyeceğim..."

"Gel diyorum..."

Eylül somurtarak yerinden kalkıp yanına oturunca Emre kolunu kızın omzuna atmış ve onu kendine doğru çekmişti.

"Yapma bunu güzelim. Seni böyle görmeye dayanamıyorum. Kaç gündür suratın sirke satıyor. Yeter artık..."

Eylül bu sözler üzerine hiçbir cevap vermeyince Emre konuşmaya devam etti.

"Bak sana söz, hemen kendime yaşlı, böyle görsen çirkin mi çirkin bir sekreter bulacağım. Ahu Hanım'ı da başka bir departmana yollayacağım."

Eylül hiç istemese de bu sözlere gülerek Emre'nin gözlerinin içine bakmaya başladı.

"Bir de dalga mı geçiyorsun?"

"Hayır dalga geçmiyorum. Sahiden de böyle yapacağım..."

Eylül, Emre'nin boynuna sokularak hiçbir şey söylemeden düşünmeye başladı. Sonrasında da "Peki o zaman öyle olsun," dedi mırıl mırıl bir sesle.

"Ama sen de bana bir söz vereceksin. Bir daha başkaları yüzünden kavga etmeyeceğiz, tamam mı?"

Eylül kafasını sallarken, "Tamam" dedi uysal bir ses tonuyla. Tırnaklarını içine çekmiş, tekrar uysal bir kedi olmuştu...

PAZAR GÜNÜ

Eylül aynanın önünde giyinirken az sonra olacakları düşünüp heyecanlanıyordu. Ten rengi ince file çorabı dikkatli bir şekilde giydikten sonra pırıl pırıl parlayan altın rengi tasarım mayoyu giymeye başladı. Bu mayoyu Sıla'nın düğünü için elbise bakarken görmüştü ve tam anlamıyla bayılmıştı. Mayonun belden basen ve kalça kısmına doğru sarkan altın püskülleri vardı ve hareket ettikçe çok tatlı bir görüntü oluşturuyordu. Ayağına yüksek topuklu ayakkabılarını giydikten sonra sırtına kadar gelen simsiyah saçlarını iyice kabarttı ve gördüğü manzaradan memnun, aynadaki aksine gülümsedi.

Odanın her yerine mumlar koymuştu. Mutfaktan getirdiği çakmağı alarak bütün mumları tek tek yakmaya başladı. Daha sonra da müziği ayarlayarak telefonunu eline aldı ve çalışma odasında olan Emre'yi aradı.

"Eylül sen neredesin?" Emre'nin şaşkınlığı sesinden anlaşılabiliyordu.

"Buradayım. Yani şey... Yatak odasındayım."

Emre keyifli bir kahkaha koyverdi. "Odadan beni telefonla mı arıyorsun? Yanıma gelseydin ya."

"Gelemem çünkü senin gelmeni istiyorum."

"Niye ki?"

"Ya sorma işte, sadece gel."

"Tamam geliyorum..."

Eylül telefonu kapattıktan sonra heyecanlı bir şekilde beklemeye başladı. Kapı açılıp da Emre içeriye girdiğinde ise kalp atışları zirve yaptı.

Emre'nin yüzündeki şaşkınlık yerini muzip bir gülüşe bıraktı. "Ne oluyor burada?" diye sorarken beğeni dolu bakışları oldukça çarpıcı görünen kızın üzerinde geziniyordu.

Eylül hiçbir şey demeden Emre'ye yaklaştı ve adamın dudaklarını öpmeye başladı. Bir yandan da yavaş yavaş adamın üzerindeki polo yaka tişörtü yukarı sıyırmaya çalışıyordu.

Emre her ne kadar şaşkın olsa da halinden memnun bir şekilde kendini Eylül'e teslim etmişti. Sevdiği kadının onu yatağa götürmesine, sırt üstü yatırmasına hiç karşı çıkmadı. Fakat bir an sonra yatağa tırmanıp üzerine oturan kızın elindeki kumaşı görünce, "Ne yapıyorsun?" diye sordu şaşkınlıkla.

Eylül, adamın ellerini yatağa bağlarken, "Şşşş, konuşma," dedi sadece.

Emre yataktan inmeye başlayan ve oldukça seksi görünen kadınını izlerken az sonra olacakları merakla ve heyecanla bekliyordu. Eylül müziği başlattıktan sonra, olanca çekiciliğiyle Beyonce'nin "Dance for you" adlı şarkısında dans etmeye başladı.

Emre gördüğü kışkırtıcı manzarayla deliye döndüğünü hissediyordu. Eylül karşısında baştan çıkarıcı bir şekilde dans edip saçlarını savururken hiçbir şey yapamamak ona adeta işkence gibi geliyordu. Bir ara kulağı şarkının sözlerine takıldı ve o an dudakları çapkın bir gülüşle kıvrıldı.

*

Bu gece sana ne kadar değer verdiğimi göstermek istiyorum,

Bu gece sana ne kadar özel olduğunu hissettirmek istiyorum,

Bu gece sana kadınını ne kadar iyi hissettirdiğini göstermek istiyorum,

Bu gece kalbine ne kadar özen gösterdiğimi hissettirmek istiyorum,

Bu gece senin için dans edeceğim,

Bu gece bedenlerimiz birbirine karışacak...

*

Müzik bittiğinde Eylül sevdiği adamın üzerine tırmanmış ve dudaklarını onun vücudunda gezdirmeye başlamıştı. Emre ise bileklerini sıkıca saran bağdan kurtulmaya çalışırken kesik soluklar veriyor, bir an önce Eylül'e bu yaramazlığının hesabını sormak istiyordu.

"Şunları çözer misin lütfen?"

Eylül kafasını kaldırıp arzudan koyulaşmış gözlerini Emre'ye dikti ve "Henüz değil," dedi. Daha sonra da Emre'yi daha fazla çıldırtmak için elinden ne geliyorsa yaptı. Fakat bir süre sonra Emre bileklerini çözmeyi başarmış ve kafesinden kurtulmuş bir hayvanın vahşiliğiyle tek bir hareketle Eylül'ü altına almıştı.

"Şimdi bu yaptıklarının acısını çıkarma zamanı geldi sevgilim..."

Emre lafını bitirdikten sonra haşin bir şekilde Eylül'ün dudaklarını öpmeye başladı. O kadar çıldırmıştı ki her zamankinden daha aceleci ve sertti. Eylül'ün üzerindeki fazlalıkları yırtarcasına çıkardıktan sonra hiç vakit kaybetmeden sevdiği kadının sıcaklığıyla buluştu.

İki sevgili o gece gözü dönmüş bir şekilde birbirlerinin bedenlerinde defalarca yok oldular. Sanki bir daha hiç görüşemeyeceklermiş, birbirlerine hiç dokunamayacaklarmış gibi...

***

Eylül ertesi gün bilgisayarının başında oturmuş bir yandan çalışıyor bir yandan da bir gece önceki tutkulu anları düşünüyordu. Gerçekten tam anlamıyla unutulmaz bir gece olmuştu ve galiba ömrü boyunca o anları aklından çıkaramayacaktı.

Bunun haricinde Emre dediğini yapmış ve Ahu Hanım'ı bir başka departmanda görevlendirmişti. Eylül henüz yeni sekreteri görmese de o kötü bakışlı kadının gitmesinden dolayı oldukça rahatladığını hissediyordu.

Akşama kadar keyifli bir şekilde çalıştıktan sonra hem Emre'yi görmek hem de yeni sekreterin gelip gelmediğini öğrenmek amacıyla yukarı çıkmaya karar verdi. Ofisten çıktıktan sonra merdivenleri çıktı ve Emre'nin odasının önüne geldi. O an masasının önünde oturmakta olan ellili yaşlarında temiz yüzlü bir kadın gördü. Kadın kafasını kaldırıp sıcak bir ifadeyle kendisine gülümsediğinde "Merhaba, siz Emre Bey'in yeni sekreteri olmalısınız," dedi.

"Evet, ben Canan Özdemir. Siz..."

"Ben yazılım departmanından Eylül Şentürk."

Kadın sıcak bir tavırla elini uzattıktan sonra "Memnun oldum Eylül Hanım," dedi. "Herhalde Emre Bey'le görüşeceksiniz."

Eylül kafasını salladıktan sonra kadın nazik bir şekilde gülümsedi. Eylül yüzündeki mutlu tebessümle odaya girdiğinde Emre'nin muzip bakışlarıyla karşılaştı.

"Yeni sekreterimi beğendiniz mi Eylül Hanım?"

Eylül kafasını olumlu anlamda sallayınca Emre konuşmaya devam etti.

"Onay veriyorsunuz yani, öyle mi?"

"Off, dalga geçme lütfen. O yılan bakışlı kadından sonra Canan Hanım çok iyi geldi doğrusu."

Emre sevdiği kadına sarılıp öptükten sonra "İyi, sevindim o zaman," dedi. "Çıkıyor musun?"

"Evet. Öncesinde uğrayacağım bazı yerler var. Daha sonra da eve giderim zaten..."

Emre, Eylül'ü öptükten sonra "Tamam," dedi. "Tahminen kaç gibi gelirsin?"

"Sekiz ya da en geç dokuz gibi gelirim. Niye sordun ki?"

Emre bozuntuya vermeyerek "Hiiiç, sadece merak ettim," dedi.

Eylül çıktıktan sonra Emre keyifle gülümsedi. Çekmecesini açtıktan sonra minik kadife kutuyu eline aldı ve Eylül için özel olarak yaptırdığı yüzüğe beğeni dolu gözlerle bakmaya başladı. Bu gece çok özel ve romantik bir gece olacaktı. Hemen telefonu eline alarak Fatma Hanım'ı aradı ve hazırlıkların ne durumda olduğunu öğrendi...

Eylül akşam arabadan indiğinde saat sekiz buçuğa geliyordu. Arka koltuktaki paketleri aldıktan sonra keyifli bir şekilde eve doğru yürümeye başladı. Çok sevdiği bahçenin içinden geçerken Pati'yi sevmek için yanına gitti ama köpeğin kulübesinde olmadığını gördü. Bu duruma anlam veremese de bir an sonra kötü bir şey olmuş olmasından endişe duydu. Tekrar eve doğru yürürken bir yandan da Pati'nin nerede olabileceğini düşünüyordu. Evin bahçeye açılan kapısının önüne geldiğinde tam içeriye giriyordu ki gördüğü manzarayla tüm dünyası aniden allak bullak oldu. Kocaman açılmış gözleriyle karşısındaki manzaraya bakarken elindeki paketlerin yere düştüğünü hiç fark etmedi bile...

beasloove...

-----oo------

Gittikleri her yerde Davut heykeli ile karşılaşan Murat :)

Hikayenin içinde fotoğraflara yer vermek nasıldı sizce? Görüşlerinizi merak ediyorum.

Finale 12 bölüm kala yeni bölümde görüşmek üzere :*

Continue Reading

You'll Also Like

523K 4.6K 20
"Bakışlarındaki isteğe daha fazla dayanamadım, ama bakışlarından çok altındaki asıl harikanın ıslak ve muhtaç isteğine dayanamadım." "Konuşmak yerin...
1M 43.3K 57
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
2.2M 117K 29
Bir mahalle hikâyesidir.
241K 5.7K 22
Hocam mı?kocam mı? +18 SAHNELER OLUCAK RAHATSIZ OLUCAKLAR OKUMASIN ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ İLİŞKİSİDİR