YERALTI CEHENNEMİ

By Mervelien

188K 10.9K 6.3K

"Geceleri geleceğim sana," diye devam etti konuşmaya. "Geceleri seveceğim seni. Beni asla göremeyeceksin." Sa... More

YERALTI CEHENNEMİ
Tanıtım Videosu
1. KADEH
3. RUZENİN
4. "KALARATLİ"
5. "LEİLA"
6. "HELLHEİM"
7. "GEÇMİŞ"
8. "JÖRMUNGANDR"
9. "VAROLUŞ"
10. "HİSLER"
11. ''FREYA''
12. ''ZİNCİRLER''
13. ''LİLY''
14. ''POSEIDON"
15. "FENRİR"
16. "KARANLIK"
17. "GÜL TOHUMU"
18. "BAŞLANGIÇ"
19. " GERÇEKLER"
20. "MÜHÜRLÜ RUH"
21. "KAYBOLUŞ"

2. RUHAN

15K 808 516
By Mervelien

                                  2. BÖLÜM
                                  "RUHAN"

Karanlık bir girdabın içinde kaybolmuştum. Çıplak ayaklarımla bastığım yanan kömür taşları dışında bir şey göremiyordum. Tutunacak bir duvar ya da herhangi bir şey yoktu. Ayaklarımın alev alan kömür taşlarının üzerinde yanması gereken yerde soğuk havanın verdiği esintiyle bedenimi ısıtıyordu. Rüzgarın esintisi çok fazlaydı. Beyaz elbisem ve saçlarım esintiyle birlikte uçuşuyordu.

Nereye gittiğimi bilmeden yürüyordum. Korkmam gereken yerde karanlık bana güven veriyordu. Üzerime doğru gelen bulutlar şimşek çakarak etrafımı aydınlattığında gözlerimi kısarak etrafa bakmak istesem bile bir şey göremiyordum.

''Kıyametin getiricisi.''

Duyduğum buzdan sesle birlikte damarlarımda akan kanın akışının hızlandığını hissedebiliyordum.

''Sen,'' dedim, rüzgara karışan titrek sesimle. ''Benden ne istiyorsun.''

Ensemde sıcak nefesini hissettiğimde arkamı döndüm ama bir şey yoktu. Ensemde hissettiğim sıcak nefesi bu sefer dudaklarımda hissettim. Korkarak elimi boşluğa savurdum,  fakat kimseyi göremiyordum.

''Uzak dur,'' diye bağırdım.

''Çok geç,'' dedi sertçe. "Kaburganı bana ödünç verdin.''

Boynumu biri öpüyor, ellerini kaburgalarım da gezdiriyordu.

''Ruhan,'' dedi karanlığın ücra köşesinde ki sesin boğuk tınısı tüylerimi ürpertti. ''Ruhunun ardına sakladığın cennetine beni kabul .'' (Ruhan- güzel kokulu)

''Ben,'' dedim kelimeler boğazımda düğümlendi. ''Kimden bahsettiğini bilmiyorum.''

''Biliyorsun,'' dedi hala boynuma kondurduğu öpücüklerine devam ederken. ''Aradığım kişi sen olmasaydın şuan seni hissetmeme izin vermezdin.''

Kurduğu cümleyle birlikte göğüs kafesim sıkıştı. Arkamda olduğunu biliyordum. Görmesem de elbisemin kırışmasından ellerini karnımın üzerine yerleştirdiğini fark etmiştim. Uzaklaşmak istediğimde karnımda hissettiğim acı baskıyla çığlık attım.

Gözyaşlarımın arasından mırıldandım. ''Bırak beni.''

Baskı azaldığında arkama bile bakmadan karanlığa doğru koşmaya başladım. Bulutlar çıldırmış bir şekilde hareket ediyor, şimşekler savuruyordu. Etrafımda uçuşan kara gölgeler şimşeğin çaktığı yerden canlanıyor ve kırmızı gözleriyle bana doğru geliyordu. Kalbimde hissettiğim baskıyla daha çok çığlık attım.

Nereye gittiğimi bilmeden koşuyordum. Arkamdan benimle birlikte koşan kırmızı gözlü gölgelerin verdiği korkuyla elbisemi toplayarak koşabildiğim kadar hızlı koşmaya başladım. Nefesim kesildiğinde dizlerimin üzerine çöktüm. Avucumu yakan kömürle sağ elimden akan kana şaşkınlıkla baktım.

Arkamdan gölgeler şarkılar söyleyerek bana doğru geliyorlardı. Yanlarında beliren  cüceler de şarkıya eşlik etmeye başladılar.

Soğuk, dumanlı dağların ardındaki ıraklara

Derin zindanlarla eski mağaralara

Düşmeli yolumuz gün doğmadan oralara

Efsunlu, soluk altını aramaya

Eskinin cüceleri kudretli büyüler yaptı

Çekiçler inerken çınlayan çanlar örneği

Karanlık şeylerin uyuduğu, derin mekanlarda

Otlakların aşağısındaki boş salonlarda

Kadim kral için, bir de lordu elflerin,

Dövüp işledirler nice menevişli altın yığınını

Ve yakalayıp ışığı sakladılar

Kılıcın kabzasındaki değerli taşlarda

Geçirdiler çiçeklenen yıldızları

Gümüş kolyelere, astılar ejderin barını taçlara

Ördüler telkâriye şavkını

Ayın ve güneşin.

Soğuk, sisli dağların ardındaki ıraklara

Derin zindanlarla eski mağaralara

Düşmeli yolumuz gün doğmadan oralara

Efsunlu, soluk altını aramaya

Orada uydular kadehler kendilerine

Ve altından harplar; hiçbir insanın varmadığı o yerde

Yattılar nice zaman ve söylendi nice şarkı

Ulaşmadan ne insanlar, ne elflerin kulağına.

Çamlar kükrüyordu yücelerde

Yeller uğulduyordu gecede.

Kızıldı ateş, yayıldı alevlerle;

Tutuştu ağaçlar meşaleler misali, ışık saçarak

Çanlar çalıyordu vadide

İnsanlar başlarını göğe kaldırdı soluk yüzlerle;

Ejderhanın gazabı yangından da yaman

Yerle bir etti kuleleriyle narin evlerini.

Ayın altında dumanlar tütüyordu dağdan;

Cüceler işitti ayak seslerini kıyametin.

Kaçtılar salonlarından ölümlerine

Ayın altında, onun ayaklarının dibine düşmeye.

Soğuk, sisli dağların ardındaki ıraklara

Derin zindanlarla eski mağaralara

Düşmeli yolumuz gün doğmadan oralara

Harplarımızla altınımızı ondan geri almaya

Biriyle göz göze geldiğimizde haykırarak bağırdı.

"Bizi gömdüğün cehenneme seni gömmeye geldik..."

''Koş,'' dedi karanlığın içinde ki ses. ''Hızlı koş Hel.''

Avucumdan akan kanın ve şarkı söyleyen cüceleri şaşkınlığı yaşamaya devam ederken titreyen ayaklarım sonunda hareket edebilmişti. Karanlığın köşesinde ki ışığı fark etmemle gülümseyerek oraya doğru tüm gücümle koşmaya başladım. Işığın yanına geldiğimde küçük bir mum ve sonu görünmeyen merdivenler vardı.

Hava da duran mumu aldım ve merdivenlerden çıkmaya başladım. Beyaz elbisemden çekildiğimde arkamı döndüm ve kırmızı gözlü gölgenin elbisemi çekerek bedenimi aşağı çekmeye çalıştığını gördüm. Titreyen ellerimden düşen mum basamaklardan aşağı düştü ve merdivenin başında yanmaya devam etti.

Mum ışığının yere düşmesiyle gölgelerin hepsi sıraya dizilmiş beni izliyorlardı. Cüceler söyledikleri şarkıya devam ediyorlardı. Sesler sanki daha çok çoğalmıştı.

Beni aşağı çeken gölgeyi karanlık kaplıyordu. Titreyen ellerimle elbisemi kavrayıp yırttım ve bir iki basamak ondan uzaklaştım. Yukarı çıkmak istiyorlardı ama çıkamıyorlardı. Onları engelleyen bir şey vardı. Arkama baktığımda karanlıktan hiç bir şey göremiyordum. Bana ulaşmalarının korkusuyla takıldığım basamakları aldırmadan koşmaya devam ettim.

''Evine ulaşmana az kaldı.''

Tekrar o sesi duyduğumda olduğum yerde durdum. Sinirlerim ve psikolojim bozulmuştu. ''Ben nasıl bir yerdeyim. Bunlar gerçek olamaz."

Saçlarım savrulduğunda tenimi okşayan şeyin rüzgar olmadığını biliyordum. ''Uyandığında sağ eline bak. Boydan boya yanan elinin üzerinde ki izden bunun gerçek olduğunu anlayacaksın.''

''Zihnimden defol,'' diye bağırdım. ''Ben aradığın kişi değilim.''

''Sen aradığım kişisin,'' dedi, sert bir sesle. ''Beni cehenneminde zincirlerinin arasında boğan kraliçe Hel'sin.''

Etraf aydınlandığında karanlık yerine kemiklerden ve buzdan oluşan bir yere gelmiştik. Uçurumun kenarında durduğumda aşağı doğru baktım. Uçsuz bucaksız gözüken suyun üzerinde parça parça dağılan buzullar vardı. 

Kulağıma doğru fısıldadı. Uçurumun kenarında uzaklaşmak istesem de buna izin vermedi.

"Biri doğarken diğeri ölür."

Sesin de ki tehlikeli ton tüylerimi ürpertti. Bedenimi uçuruma doğru itildiğinde bağırmaya başladım.

"Beni rahat bırak lütfen."

"Yaşamamız için ölmen gerek."

Son sözleri bu oldu ve bedenimi uçurumdan aşağı itti.

"Yardım edin," diye bağırarak uyandığımda nefes nefese kalmıştım. Soluklarım düzelmediğinden bir kaç kez öksürdüm ve derin bir nefes aldım. Korkuyla etrafıma baktığımda dün gece şaraptan dolayı sızdığım yerdeydim. Kıyıya vuran dalgaların sesiyle rahatlayarak kendimi geriye atmak istediğim de elimde keskin bir acı hissettim. Sıktığım şarap şişesi parçalanmış, sağ elimde baştan sona kadar derin bir çizgi halinde kesilmişti.

Zihnimde beliren görüntülerle birlikte ayağa kalkmak istedim ama sendeleyerek tekrar yere düştüm. Ayağıma takılan beyaz elbisemin uçları yırtıldığında olduğum yerde öylece durdum. Saçmalarım ve elbisem nemliydi. Kıyıya vuran dalgalar uzandığım yere kadar gelmişti.

Gördüğüm rüyayla şimdi yaşadığım şeylerin sadece bir yanılgı olmasını istiyordum. Elimden damlayan kanı aldırmadan dizlerimi kendimi doğru çekip denizi izledim.

"Sadece aptal bir rüya. Böyle bir şeyin olma olasılığı bile yok," diyerek mırıldandım.

Berfin ve Eylem'in ismimi endişeyle seslenmesiyle düşüncelerimden sıyrılıp arkamı döndüm. Berfin, kısa saçlarının önüne düşmesine küfürler savunurken Eylem de arkasından bana saydırıyordu.

Berfin bana sıkıca sarıldı. "Allah aşkına senin aklın nerede," dedi kesik kesik soluklarının arasından. "Sabah yatağına baktığımızda dokunulmamıştı. Her yere baktık ama yoktun."

"Çok endişelendik," dedi Eylem.

"Sanırım şarap çarptı. Bu yüzden burada uyuya kalmışım."

"Elin kanıyor."

Eylem'in hatırlatmasıyla şarap şişesinin camının elimi kestiğini unutmuştum.

"Nasıl oldu bilmiyorum ama şarap şişesini kırmışım."

İkisi de kaşlarını çattığında ayağa kalkıp beyaz elbisemin eteklerinden tutarak onları arkamda bırakıp eve doğru ilerledim. İzlendiğim hissine kapıldığında başımı kaldırıp camdan beni izleyen Demeter'e baktım. Donuk bakışları ürpermeme sebep oldu.

Bakışlarımı ondan çekerek hızla evin içine girdim. Arkamdan benimle alay eden Eylem'e cevap verecek halim yoktu.

"Yavaş yürüsene kızım. Kocasını beğenmeyip düğünden kaçan gelinlere benziyorsun."

Merdivenlerden çıkacağım sırada Helen ve Yiğit abiyi gördüm. Helen sarı saçlarını salık bırakmış, üzerine uzun gözleri renginde koyu mavi çiçekli elbise giymişti. Yiğit abi de beyaz şort ve mavi bir tişört ile ona uyum sağlamıştı.

"Günaydın güzelim," dedi Helen ışık saçan gülümsemesiyle.

Şimdi Yiğit abinin ona neden bu kadar çok aşık olduğunu anlayabiliyordum. Daima pozitif ve sıcak kanlı birisi. İnsanlara yaydığı doğal enerjisi sayesinde asık suratlı birini bile güldürebilir.

"Günaydın," dedim gülümseyerek.

Yiğit abi üzerimde ki elbiseye ve elime baktığında kaşlarını çattı. "Sen dün gece üzerini değiştirmeden mi, uyudun?"

Utandığımdan gözlerimi kaçırdım. "Sanırım şarap biraz çarptı. Bu yüzden kumsalda uyuya kalmışım."

Helen, gülmeye başladı. "Bende kumsalda uyumak gibi kaçamakları çok fazla yapardım. İçerdim ve Demeter beni fark etmesin diye kumsala gider uyurdum."

"Eline ne oldu," dedi ciddi bir sesle Yiğit Abi.

"Şarap şişesi kırılmış. Sanırım onun üzerinde uyuduğumdan avucuma denk gelmiş."

"Üzerini değiştir pansuman yapalım."

Başımı usulca sallayıp onların arasından yukarı odama çıktım. Saçlarımı kaçırdığımda aralarında kum taneleri vardı. Dün akşam dolaba yerleştirdiğim elbiselerimden kot şortumu ve beyaz ince askılı üstümü çıkarıp yatağın üzerine bıraktım.

Komidinin yanında duran küçük koltuğa oturdum ve baş parmağımdan serçe parmağıma kadar uzanan yara izinde elimi gezdirdim. Aklıma gelen görüntülerle başım döndü.

"Sadece bir rüya," diye mırıldandım. "Böyle şeyler olabilir."

Elbisemin yırtılan tarafına baktığında gördüğüm rüya da yırtılan kısımla aynıydı. Ayağa kalkıp odada dönüp dolaştım. Kafayı yemek üzereydim. Birini anlatsam deli olduğumu düşünürlerdi.

"Şaraptan kafayı yedim. Bunun başka bir açıklaması olamaz."

Yiğit abinin beni beklediğini bildiğimden düşünerek zaman kaybetmek istemiyordum. Bu yüzden üzerimdekileri çıkarıp duşa girdim. Su saçlarıma değdiğinde şampuanlayarak saçlarımda ki kum tanelerini çıkarmaya başladım. Avucumun yanmasıyla inleyerek sağ elimi hemen suyun altına bıraktım.

Elimin kesildiğini unuttuğum için başımı fayansa yaslayıp kendime küfürler savurdum. Acım dindiğinde sağ elimi kullanmadan duşumu alıp havluya sarılarak odaya geçtim.

Banyonun kapısını kapattığımda havlunun açıkta bıraktığı göğsümde sıcak bir nefes hissettim. Kulaklarıma ilişen sesle birlikte irkilerek geriye doğru gittiğimde ayağıma takılan bazanın demiri yüzünden yatağa düştüm.

"Ruhan."

Üzerimde ki havluyu sıkıca kavrayıp yatağın köşesine çekildim. Kulaklarımı kapatıp gözlerimi yumdum.

"Gerçek değil."

Dakikalarca öyle durdum. Herhangi bir ses ve hareketlenme olmayınca yumduğu gözlerimi açtım. Kapım ani anda tıklatıldığın da çığlık atmamak için ellerimi dudaklarıma bastırdım.

"İçeri giriyorum," dedi Eylem.

"Gel," dedim onun duyabileceği bir tonda. Gülümseyerek içeri girdiğinde yatakta oturan bana baktı.

"Benim bildiğim havluyla yatakta uzanıp saatlerce ölü gibi kalan kişi Berfin. Sende mi, bu akıma katıldın. "

"Hayır," dedim titrek bir sesle. "Sadece başım döndü."

Gülümseyen yüzü endişeli bir hal aldı. Yanıma gelip yatağa oturup yüzümü inceledi.

"Betin benzin atmış iyi misin?"

Ona söylemek istesem de korkutmak istemiyordum. Annem ve babam öldükten sonra yaşadığım sorunlar yeniden baş göstermiş olabilir. Bu yüzden aptal düşüncelerimle onları üzmek istemiyordum.

"Sabah kabus gördüm. Onun etkisi yüzünden hâlâ böyleyim."

Saçlarımı okşadı. "Geçiyor, alışıyorsun."

Eylem de benim gibiydi. Annesini kaybetmese bile babasını kaybetmişti. Acımız ortaktı. Babası vefat ettiğinde sıkı sıkı sarmıştık birbirimize. Onun kurduğu cümlenin aynısını kurmuştum. Bu konularda aramızda uzun cümlelere gerek yoktu. Sarılmamız yeterdi.

"Geçer..."

Kollarını çektiğinde gözünden damlayan yaşları sildi. "Kabusların nefes almanı zorlaştırıyorsa. İzmir'e döndüğümüz zaman Cem Bey'in yanına uğrar, ilaç yazmasını isteriz."

Başımı usulca salladım. "Sık sık olmaya devam ederse gideriz."

"Kahvaltı için bizi bekliyorlar."

Odadan çıktığında üzerimde ki havluyu çıkarmadan iç çamaşırlarımı giydim. Deli gibi görünse de etrafımda birinin beni izliyormuş hissine engel olamıyordum. Nihayet üzerimi giydiğim de saçlarımı tarayıp odadan çıktım.

Merdivenlerden aşağı indiğimde Yiğit abi beni gördü ve eliyle yanına gelmemi işaret etti. Elimde ki yaraya baktığımda derin bir çizik gibi görünse de kanın akmaması ve acısının hemen geçmesini tuhaf karşılamıştım. Yiğit abinin yanına koltuğa oturduğumda avucumu açıp baktı.

"Derin bir çizik..."

"İstemeden oldu. Kusura bakma Yiğit abi."

Utandığımdan başımı öne eğmiştim. Onların evinde aptalca bir hareket yapmıştım. Sorumluluğum ne kadar bende olsa da teyzem beni onlara emanet etmişti.

"Normalde böyle sorumsuz değilim. Sadece biraz yalnız kalmak istemiştim."

Çenemden tutup ona bakmamı sağladı. "Bunun için özür dilemene gerek yok. Yanlış bir şey yapmadın. Bundan sonra kaçamak yaparken kendine zarar verme yeter."

Dolan gözlerimi saklamadım. "Teşekkür ederim."

Pansumanı yapıp elimi sardığında omzuma koyup bir iki defa vurdu. "Hadi bakalım. Kahvaltı için bizi bekliyorlar."

Salondan ayrılıp terasa geçtik. Kahvaltı sofrasının başında oturmuş, kahvaltısını şarapla yapan Demeter'i görünce kaşlarım çatıldı. Elimde olmadan onu görünce içimde bir ürperti oluşuyordu.

"Uyanmış prenses," dedi Leo.

Onlara ismiyle seslenmemiz gerektiği söylediklerinde rahatlamıştım. Nasıl seslenmem gerektiğini bilmiyordum. Yanaklarımın kızarmasını engelleyemediğimden sofraya geçip oturdum.

Kahvaltı yaparken kızların ortama iyice alıştıklarını fark etmiştim. Oldum olası kahvaltıyı sevmediğimden fazla bir şey yememiştim. Meyve suyumu içerken Helen bana bakarak gülümsedi.

"Kızlar bugün burayı gezmek istediklerini söylediler. Bende anneme senin şu mitoloji ödevinden bahsettim. Sana bu konu hakkında yardımcı olmayı o da çok istedi."

Demeter'e baktım. "Kabul ettiğiniz için teşekkür ederim," dedim mahçup bir sesle.

"Hiç önemli değil," dedi aksanlı bir sesle.

Kahvaltımızı yaptığımız da kızlar gezmek istediğini söylediler, fakat Demeter ile kalıp anlatacağı hikayeleri merak ediyordum. Henüz araştıracağım ana konuyu da bulamamıştım. Odamda ki defterimi ve kalemimi de alıp yatağımda uzanan kızlara baktım.

"Tamam. Zaten dışarısı şimdi çok sıcak. Sen Demeter'le işini bitirdikten sonra akşama doğru çıkarız. Oradan da bir gece kulübüne gideriz," dedi Eylem.

Berfin heyecanla çığlık attı. "K.A gecesine çıkıyoruz."

Kaşlarımı çattığımda gülümseyerek ona baktım. "Yine ne saçmalıyorsun Berfin?"

Gözlerini devirdi. "Koca avına çıkıyoruz."

Eylem başının altında ki yastığı alıp suratına vurmaya başladı. "Aklı fikri koca bulmakta başka hiçbir şey düşünmüyor."

Onların bu haline kahkaha atıp gülmeye başladığımda omzumda hissettiğim baskı ve sıcak nefesle gülüşüm soldu.

"Böyle güzel gülmemelisin."

Elimde ki kitaplar düştüğünde Berfin ve Eylemin de dikkatini çekti. Eylem, kaşlarını çatarak yanıma geldi.

"İyi misin, rengin soldu."

"Ben..." kelimler boğazımda düğümlendi. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. "İyiyim merak etmeyin."

"Demeter o şarabın içine büyü falan yapmış olabilir mi?"

Berfin'in sorduğu soruya cevap verecek halim bile yoktu. Benim yerime Eylem ensesine bir tane geçirdi. "Saçma sapan şeyler söyleme. İnsanlar bizi evine almış."

Berfin omuz silkti. "Filmler de genelde farklı oluyor. Güvenemeyiz."

"Bu kıza dizi izletmeyin lütfen. İzleyince iyice sapıtıyor," diyerek araya girdim.

Gözlerini devirip yatağa uzandı. Kitapları yerden aldığımda Eylem, öylece durmuş bana bakıyordu.

"İzmir'e gideceğimiz zaman gideriz."

Bir şey söylemeden gözlerini gözlerimden çekip Berfin'in yanına uzandı. Eski yaşadığım şeyleri bir daha yaşamak istemiyordum. Yaşadığım şoktan çıkmam yıllarımı almıştı. Geçen sefer olduğu gibi bencillik yapamazdım. Teyzemin ve Hira'nın desteğime ihtiyacları vardı. Bu yüzden eski halimi unutup yeni başlangıçlar yapmam gerekiyor.

"Demeter beni bekliyor. Çok bekletmem sizleri. "

Odadan çıktığımda salonda beni bekleyen Demeter'e doğru ilerledim. Elini koluma atıp yürümemi istedi.

"Uzun zamandır kütüphaneme girmiyordum. Senin sayende tekrardan gireceğim," dedi içten bir sesle.

"Neden girmiyordunuz?"

Omuz silkti. "Tüm kitapları ezberledim. Eskiden Helen vardı. Okuduğum kitapları ona anlatır, mutlu olurdum. Şimdi kimse olmayınca gitmiyorum."

"Kitaplar yalnız da okunur."

Gülümsedi. "Belirli bir yaştan sonra bildiklerini anlatma hissine kapılıyorsun. Bu yüzden bilgilerini birine anlatmak daha çok hoşuna gidiyor."

"Anladım."

Dışarı çıktığımız da evin arkasında Deniz kabuklarıyla ve şekilli resimlerle süslenmiş, tahta kulübe gözüme çarptı. Dışarıdan eski gibi görünse de yaklaştıkça boyasının bile aylar önce yenilendiği çok belliydi. Demeter, kapıyı açarak içeri girdi. Işıklar yandığında kendime hakim olamadım.

"Burası muazzam."

Hayranlıkla etrafı izlerken. Tahta dolapların arasında yeni eski bir çok kitap vardı. Dolapların her bir bölümün de renkli renkli rüya kapanları vardı. Denize bakan boydan boya bir cam ve uzanabilmen için özel yapılan dekorasyon bir koltuk vardı. Demeter'e döndüğümde gülümseyerek beni izliyordu.

"Ben burada yaşıyor olsaydım. Tüm günümü kitap ve yemek yiyerek geçirebilirim. Kimseye de ihtiyaç duymazdım."

"Öyle olmuyor," dedi düz bir tonda. "Herkesin birilerine ihtiyacı vardır.

Koltuğa geçip oturduğunda yan tarafına oturmam için başıyla işaret verdi. Yanına geçip oturduğunda ne zaman eline aldığını bilmediğim oldukça eski bir kitap tutuyordu.

"Ödevinin konusunu kısa da olsa anlatır mısın?"

Gözlerimi kitaptan çekip Demeter'e baktım.

"Tabi ki," dedim sakince. "Normalde mitolojinin varlığı hakkında araştırma yaptım. Tezim hazır, fakat henüz hangi tanrıyı işleyeceğimi bilmiyorum. Arkadaşlarımla konuştuğumda çoğu kişi Zeus, Hades, Artemis... gibi popüler tanrılar hakkında makale yazmışlar. "

"Peki senin aklında biri var mı?"

Başımı salladım. "Aslında buraya gelene kadar yoktu. Şimdi ise zihnimi işgal eden yeraltı kraliçesi Hel hakkında araştırma yapmak istiyorum. Onun hakkında internette çok az bilgi var. Buraya geldiğimden kitaplara bakıp araştırma da yapamadım. Bu konu hakkında bir şey biliyorsanız yardım etmenizi isterim."

Yüzünde oluşan gülümseme ve gözlerinde maviliğin parıldamasına anlam verememiştim. Ayağa kalkıp elinde ki kitapla pencereye doğru ilerledi.

"Uzun zamandır birine yardım etmeyi istiyordum. Yardım edeceğim kişinin senin gibi bilge ve güzel bir kadının olması beni mutlu etti."

Camdan çekilip yanıma doğru geldi. Elinde ki kitaptan bir sayfa açtı. "Yeraltının Kraliçesi hakkında bir çok söylenti vardır. İnternetten araştırsan bile gerçeği yansıtmayan bir çok paragraf okursun. "

Kitabın bir sayfasını daha çevirip okumaya başladı.

"İskandinav Mitolojisinin en önemli figürlerinden, tanrıçalarından biridir Hel. "Hile ve Aldatma" ile bilinen tanrı Loki ve dişi dev Angrboda'nın üç çocuğundan biridir. Hel dünyada ki bilinen kültürde bir çok özel isme kaynak olmuştur. Eğer köküyle birlikte incelenirse onun Helsinki, Holstein ve hatta Hollanda isimleri için ilham kaynağı olduğu söylenebilir. İngilizce de ki Hell (Cehennem) kelimesi ondan türemiştir ki; Tanrıça Hel mitoloji de bir anlamda Cehennem olarak tabir edilebilecek olan Yeraltı dünyasının kraliçesi ve yöneticisidir. Aynı zamanda Yunan mitolojisinde ki Hades ile aynı figürü taşımaktadır. "

"Yani Hel, Hades kadar güçlü bir tanrı mı?"

Yüzünde ki gülümsemeyi silmeden konuştu. "Hel ilk doğduğunda 'Kıyametin getiricisi' olarak betimlenmişlerdi; çünkü kardeşleri Kurt Fenrir ve kendi kuyruğunu yiyebilecek kadar büyük olduğu söylenen yılan Jörmüngandr'dı."

Diğer sözcükleri yutarak söylediği iki kelimeye takıldım. Aklıma gelen rüyamla birlikte kanım donmuştu. Gizemli sesin bana söylediği kelimelerin aynısıydı. Demeter, söze girmeden aklımı kurcalayan soruyu sordum.

"Kıyamet Getiricisi ne anlama geliyor?"

"Evet," dedi düz bir sesle. "Hel bunu istemese bile tüm gücünü kullandığı zaman tek bir hareketle kıyameti getirebilir. Bu gücü istemiyordu. Bu yüzden kendi ırkına zarar vermemek için bir çok şeyden vazgeçti."

"Nelerden vazgeçti."

"O konu hakkında pek bilgi bilinmiyor, fakat Hel'in acı çığlıkları ve ağlama sesleri yeraltından dünyaya kadar geldiği zamanlar oluyormuş."

"Tuhaf," diye mırıldandım. "Neden kendini oraya kilitlemiş ki..."

"Her şeyin bir nedeni vardır. Hel'in de nedenleri vardı. Bütün tanrıların ve tanrıçaların efendisi, 'her şeyin babası' Odin onu birer tehdit olarak görmüş ve kendinin bulunduğu yer olan Asgard'a getirmiş. Tanrıça Hel orada çok büyük bir tepkiyle karşılaşmış ve tüm tanrı ve tanrıçalar ondan tiksinmişti. Bunun nedeni onun tüm yaşayanlara korku ve tiksinti salan bir ruh hali, siması ve vücudu olmasıydı. O ilk doğduğunda, yüzünün ve vücudunun sol tarafı tamamen ölü ve kemikten, sağ tarafı ise en güzel kadınların birleşiminden oluşabilecek bir görünüşe sahipti. Simsiyah saçları sağ tarafında, sol tarafında ise tam tersi olarak beyaz saçları vardı. Ölü yüzünde daima bir kedere sahipti, bu kederi etrafında ki herkese yansımaktaydı. Orada geçirdiği onca zaman onun için hiçbir zaman iyi değildi. En sonunda Odin'e giderek ondan izin istemiş. Oradan ayrılmak ve kendi mütevazi hayatını yaşamak istediğini söyledi. Odin ona bundan daha iyisini vererek, onun "Ölüler Diyarı"nın kraliçesi olmasını istedi."

İçimde ki öfkeye hakim olamadım. "Tanrı ve tanrıçalar birer pislik gibi davranmış. O zaman bile dış görünüşüyle yargılayan budalalar varmış. "

"Hayat böyle. İnsanlar bu dünyanın ne kadar büyük olduğunu ve bir çok insanı barındırdığının farkına varamamışlar."

"Evet," diye mırıldandım. "İnsanlar mutlu olmayı bile beceremiyorlar."

"Şimdi kaldığımız yerden devam edelim," dedi, üzgün bir sesle.

"Helheim denilen bu topraklarda hastalıktan, yaşlılıktan ve savaş dışı nedenlerden ölenleri karşılayacaktı. Hel bunu büyük bir istekle kabul eder ve oraya gittiğinde kendinin ait olduğu bir yer bulur. Duvarlar orada isketlerle kaplıdır ve göklere kadar uzanır. Vikingler, Norslar, orayı Hristiyanlıkta olduğu gibi Cehennem ile karıştırırdı, fakat aslında oranın Cehennem ile hiçbir alakası yoktu. Aksine Helheim, buzul, çamur ve karlı bir yer olarak tanımlanırdı. Oraya ölenler geldiğinde, yeryüzünde yaptıkları iyileklere ya da kötülüklere göre yargılanırdı. İyilik yapanlar ödül bile alırlardı. Ama bir kötülüğü olanlar bile orada yaşam sonrasını işkencelerle geçirmek zorunda kalırdı. Ağızlarından zehir akıtan yılanlarla aynı odalarda kalmak zorunda kalırlardı ve bu yalanlar öldürmezlerdi , oraya geleneler sonsuza kadar bir acı içinde kalırlardı. Bir yandan bakıldığında, Hel, hiçbir zaman bu hayatı istememişti ve Asgard'a ilk geldiğinden beri etrafında birilerini istemişti. Kabul edilmediğinde, kendi de değişir ve Nors kıyameti Ragnarök'te Ölüler Ordusunu savaşa getirecektir. Konuyu dağıtmadan bitirmek lazım. Evet, Tanrıça Hel, hiçbir zaman bu hayatı istememişti ve o Helheim'i yönetirken her zaman adil olmuştu. Ama yine de yeryüzünde, değersiz veya kötü bir şey yaptıysanız ondan korkmanız gerekir. Ve bu Hel'in sorunu değildir, hatayı yapanların sorunudur."

"Onun adına üzüldüm. Sadece dış görünüşü yüzünden yargılanıp istemediği bir hayat seçmiş."

"İstemediği hayattan daha sonra vazgeçiyor," dedi, mırıldanarak, fakat ben duymuştum.

Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Bunu nasıl yapıyor?"

"Odin, kadar tehlikeli olan birine kalbini kaptırıyor. Onun için kemikli yüzünden vazgeçiyor ve diğer yüzünden bile daha güzel bir kadın ortaya çıkıyor. Tanrıların yanına gittiğinde kimse onun Hel olduğuna inanmıyor. Güzelliği ile herkesi baştan çıkaracak cinstenmiş. Ona tutulan bir çok tanrı varmış, fakat onun gözlerinin gördüğü tek isim tüm tanrıların düşmanı olan şeytan'ın oğluydu."

Kafam karışmıştı. İnternetten araştırma yaptığım da böyle bir şeyle karşılaşmamıştım. 

"Şeytan'ın oğlu kim?"

"Savaş tanrısı Ares, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit'in Zeus'dan gizli büyüttükleri oğulları."

"İnternette böyle bir şey yazmıyordu."

Güldü. "Aptal internet sayfalarında bu bilgiler yazmaz." Kitabını gösterdi. "Bu kitaba sahip bu dünyada yalnız beş kişi var. Bu sırlar sadece bize ait."

"Bana anlattığında ödevim olarak kullanırsam ve kitabın varlığını kanıtlarsam sadece beş kişi bilmeyeceğini de biliyorsun."

Manidar bir gülüş dudaklarında belirdi. "Neler olacağını bildiğimden sana anlatıyorum. Devam edip etmemek sana kalacak."

Beynim allak bullak olmuştu. "Ne söylemek istediğinizi anlamıyorum. Bilmece gibi konuşuyorsunuz."

"Yavaş yavaş kelimeleri birleştirip içinde ki asıl anlamı bulacaksın. Mitoloji karmaşıktır. Nereden ne çıkacağı asla belli olmaz. Bazılarına göre gerçek bazılarına göre ise aptal bir uydurma."

Öylece kitabı inceleyen kadına baktım. "Ares ve Afrodit'in oğlunun adı ne?"

"Bunu kimse bilmiyor. Sadece çok güçlü olduğu ve karşısında ki herkesi yok ettiği yazıyor kitapta. Zeus'dan intikam almak için Hel'in kıyamet gücünü kullanmış. Bu yüzden sevgiye muhtaç Hel, onun yalancı sevgisine kanarak kendi kıyametinde kendini öldürmüş."

Göğüs kafesim ağrımaya başladı. İstemeden gözümden damlayan yaşa engel olamadım.

"Bencil piçin tekiymiş," diye, mırıldandım. "Herkesten sevgi bekleyen zavallı Hel'in canı şimdi nasıl yanmıştır."

Demeter cevap vermeyince ona baktım. Beni dikkatlice izliyordu. "Hel'e değer veren kimse olmamış mı?"

Kitabı masaya bırakıp yanıma geldi. "Bir rivayete göre de şeytanın oğlu ona aşık olmuş, fakat hırsı aşkına yenik düşmüş. Savaşı kazandığında aslında kaybettiğini anlamış. Bu yüzden kendini Hel'in evi olan Helheim'in soğuk ve ağızlarında zehir akıtan yılanlarların arasında ölüme terk etmiş."

"Bencilliğinin kurbanı olmuş."

"Ares ve Afrodit öldüğünde oğlu ortaya çıkmış. Eğer Zeus, onun varlığını başta bilseydi çoktan öldürmüştü. Ne yaşadığını ve ne hissettiğini bu yüzden bilemiyoruz. Onun tarafından hikayeyi hiç dinlemediğim için kötü diye yargılayamam. Belki de şeytan'ın oğlunun bunları yapmasının bir sebebi vardı."

Şaşkınlıkla Demeter'e baktım. "Ne olursa olsun. Hel'in duygularıyla oynamış. Bir diğer yaptığı kötülük koca bir haneyi yok etmiş. İçinde ki nefret ne kadar büyük olursa olsun kimseyi yargılama hakkına sahip değil."

"İçinde ona karşı büyük bir nefret var."

"Ne alaka," dedim kekeleyerek. "Sadece yaptığının yanlış olduğunu söylüyorum."

Başını usulca salladı. "Bunları söylerken gözlerinde ki nefret çok büyüktü."

"Kendini düşünen ve duygularıyla oynayan insanlardan nefret ederim," dedim, net bir şekilde.

"Bence bugünlük bu kadar yeter. Eğer tezinde yazman gereken bir yerde kafan karışırsa bana gelmen yeterli. Üstten yeniden geçeriz," dedi, aksanlı bir sesle.

"Teşekkür ederim Demeter. Sayende çok güzel bilginler aldım."

Ayağa kalkıp kitabıyla birlikte kulübeden çıktı. Oturduğum yerde öylece kaldım. Konuyu anlattığı zaman göğsümün bu kadar sıkışmasına anlam verememiştim. Anlattığı hikayenin doğruluğundan bile şüphe duyuyordum. Tezimde son bölümleri kullanırsam profesör Mıchael, yanlış şeyler yazdığım için kıza bilirdi. Bu yüzden iyice araştırmadan kağıda dökmeyecektim.

Kapı sert bir şekilde açıldığında istemeden korkuyla çığlık attım. Berfin ve Eylem içeri girdi. İkisinin de ağzı şaşkınlıkla açılmıştı.

"Tüm kitapları buraya toplamış resmen," dedi Berfin elinde ki telefonuyla oynarken.

Telefonunu Eylem'e uzatıp bir kitap aldı ve masanın üzerine çıkıp bacak bacak üstüne attı. "Poz veriyorum fotoğrafımı çek. Instagrama atacağım. Takipçilerim tatilde bile kitap okuyan zeki kızlardan sansınlar."

"Neden daha önce aptal mıydın," dedim gülerek.

Pozunu verdikten sonra bana döndü. "Bana bak kıçımın prensesi. Bana laf söyleme valla bu kitabı kafana atarım."

"Birileri bana prenses denilmesine bozulmuş sanırım."

Dudaklarını büzdü. "Hiçte bile. Kraliçe olduğumdan prenses olmanı pek umursamıyorum."

Eylem ve ben daha fazla tutamayıp kahkahalarımızı serbest bıraktık.

"Gülmeyin cazgır karılar," dedi sinirle.

Kendimi tutamayıp daha çok güldüm. Berfin'in bu halleri bazen sinir bozucu olsada daima insanı güldürmeyi sonunda başarıyordu.

"Aylak aylak gülmeyi bırakında hazırlanın çıkalım dışarı."

Gözlerimi devirip ayağa kalktım. "Nereye gideceğiz?"

Eylem omuz silkip Berfin'i gösterdi.

"Koca bulmaya gidiyoruz ona göre süslenin."

"Beyinsizlik yapma da yürü," dedim ensesine vurarak.

Gözlerini kısarak bana baktı. "Zeki prensesimiz konuştu."

Yanında geçip kulübeden çıktım. Arkamdan söylense de umrumda olmadı. Odama geçtiğimde yatağa uzanıp gözlerimi yumdum. Demeter'in anlattıkları zihnimi işgal ediyordu.

Kapının arkasından bağıran Berfin görmesede gözlerimi devirdim.

"Kırmızı elbise giy."

Telefonumu alıp wife açtım. Teyzemden mesaj vardı. Fotoğrafı açtığımda dedem ve anneannemin arasında duran Hira'nın güzel gülümsemesine takılı kaldım. Küçük bücürümü şimdiden özlemiştim.

Bende uzanırken anlık bir foto çekip onları özlediğimi belirttim. Saate baktığımda beşe geliyordu. Kızlar beklemesin diye hemen dolaba geçip bavula koyduğum tek kırmızı elbisemi çıkardım.

Maşayı prize taktığımda üzerimde ki kıyafetleri çıkarıp kolları ince askılı ve göğüs dekolteli elbisemi giydim. Sağ tarafı oldukça kısa olsa da yanlara doğru asimetrik bir şekilde geliyordu. Spor yaptığımdan sıkı olan vücuduma elbise tam oturmuştu. İnce belim ve yuvarlak kalçalarım sade ama şık olan elbiseyi daha çok ön plana çıkarmıştı.

Saçlarımı tarayıp uçlarına hafif doğal dalgalar yaptım. Elbise oldukça dikkat çektiğinden yuvarlak altın sarısı küpelerim dışında takı takmadım. Makyajlarımı çıkardığımda bronz bir allık ve hafif bir far uygulayarak yüz hatlarımı daha çok belirginleştim. Uzun kirpiklerime rimel sürmeyi çok seviyordum. Onlar yukarı doğru tarandıkça bal rengi gözlerim daha çok ortaya çıkıyordu. Dudaklarımı önce nemlendirici sürdüm ardından da kırmızı mat rujumu da sürüp makyajımı en son highlighter sürerek tamamladım.

Şeffaf topuklu ayakkabılarımı da giydiğimde siyah çantamın içine rujumu ve telefonumu koydum. Parfümü de sıktığımda onu da çantama yerleştirdim. Aynadan kendime baktığım da geçen sefer Eylem'in doğum günün de giydiğim elbise üzerimde daha güzel durmuştu. Sporun faydalarını gün geçtikçe daha iyi anlıyordum.

Kapım çaldığında Berfin, içeri girdi. Baştan aşağı beni süzüp ıslık çaldı. Bende onu incelediğimde her zaman olduğu gibi siyah mini bir elbise ve siyah ayakkabılar gitmişti. Renkli kişiliğine inat kıyafetleri hep zıttı.

"Sanırım bu gece Sultan Süleyman'ın yerini alıp kendini Yunanlardan oluşan bir harem kuracaksın."

"Bir gün elimde kalacaksın Berfin," dedim sinirli bir şekilde ama daha çok alttan alttan gülüyordum.

Dudak büzüp cevap vermedi.

"Daha saat yedi olmamış. Bu saate neden gidiyoruz?"

"Yiğit abi ve Helen'in bizi götürecekleri yer şehre biraz uzakmış. Yunanistan'ın en iyi kulüplerinden biriymiş."

"Anladım," diye mırıldandım.

Beraber odadan ayrıldığımızda aşağı indik. Demeter ve Leo'yu gördüğümüzde ikisi de çok güzel olduğumuzu, bu gece tüm erkeklerim kalbini çalacağımızdan söz ederek bizi utandırmışlardı.

Evden çıktığımızda kapıda bizi bekleyen arabaya bindik. Eylem de lacivert bir elbise giymişti. Sırtı çapraz kolları ise ince askılıydı. Helen, toz pembe dizlerinin biraz üstünde biten saten bir elbise gitmişti.

Yiğit abi aynadan bize baktığında başını iki yana salladı.

"Bu gece dört güzel kadını korumak gerçekten çok zor olacak."

Helen, ona bakıp gülümsedi. "Bizde sana koruma konusunda yardımcı olabiliriz. Topuklu ayakkabılarımız ve tırnaklarımız bizim yedek silahlarımızdır."

Gülerek ve eğlenerek geçen yolculuğumuz çok güzel geçmişti. Akşam yemeğini de yolda bir restoran da yedik. Erken çıkmamız iyi olmuştu. Çünkü; varmamış gerçekten sekizi bulmuştu.

Şehrin oldukça dışında şeytan figürleri olan bir kulüp yapılmıştı. Arabadan indiğimizde kulübe hayranlıkla baktım. Kapını girişi şeytan kafasıydı, fakat şeytan'ın kafasının etrafında siyah yılanlar vardı. En büyük yılan şeytan'ın kafasını sarmış, boğuyordu. Giriş için oldukça uğraşılmıştı. İsmini yazan yere baktığımda istemsizce gerildim.

'Helheim.'

"Sadece tesadüf," diye mırıldandım.

Kapıda ki korumaların bizi kontrol etmesiyle içeri girdik. Yüksek müzik kulaklarımı sağır edecek kadar sinir bozucuydu. Renkli ışıklandırmalardan etrafı inceledim. Dans pisti siyah ve kırmızı tonlar hakimdi. Hemen üstlerinde taşlarla süslenmiş yuvarlak bir dans topu vardı. Çoğu kişi localarda oturmak yerine dans ediyorlardı. Bar kısmı da tıpkı giriş gibi şeytan ve yılan figürleriyle doluydu. Tek fark burada ki yılanlar siyah yerine buz renginde kullanılmıştı.

Helen ve Yiğit bize yol gösterdiklerinde localardan birine geçtik. Berfin ve Eylem buranın harika olduğuna dair bir şeyler konuşurken onlara odaklanamıyordum. Burada beni huzursuz eden bir şey vardı. Koluma dokunulmasıyla irkildim.

"Ne içersin ay parçası?"

Yiğit abinin ve Helen'in böyle seslenmesini seviyorum. Yüzümdeki gülümseme silinmeden Yiğit abi'ye gülümsedim.

"Şimdilik biraz hafiften almak istiyorum. Jack Daniels olsun."

Yanağımdan bir makas aldı. "Tamamdır güzellik."

Berfin kolumdan tutup dansa kaldırınca onunla birlikte kalktım. Dans etmeyi sevdiğimden itiraz etmedim. Helen gelmek istemeyince üçümüz dans pistine ilerledik. Boş bir yer bulduğumuzda müzik değişmiş, Usher'ın Trading places şarkısı çalmaya başlamıştı.

Müzik daha çok erkek ve kadınla olan bir dans müziği olduğundan birbirimize bakıp gülümsedik. Ritmi yakaladığımda ellerimi belimden kalçama doğru indirerek kıvırtmaya başladım. Eylem ıslık çalınca utansam da dans etmeye devam ettim. Savurduğum saçlarımla müziğin ritmine kapıldım.

Belimde bir el hissettiğimde donup kaldım. Arkamı döndüğüm zaman kimse yoktu. Gözlerimi yumup açtım ve sadece yanılma diye içimden tekrar ediyordum. Dansa kaldığım yerden devam ettim.

Göğüs dekoltemden başlayıp boynuma kadar yayılan sıcaklıkla dans etmeyi bırakıp olduğum yerde durdum. Dudaklarımın üzerinde hissettiğim nefesle göğsüm sıkıştı. Bir el saçlarımı ve sırtımı okşuyordu.

"Yasak elmayı siktir etsene. Burada dolgun kırmızı dudakların varken kim yasak elmayı sana tercih eder ki."

Kafamın içindeki sesin şiddeti artıyordu.

"Adem elmaya tutulup Havva'yı da kendiyle birlikte cezalandırdı. Fakat bunu bize yapmayacağım. Elma ne kadar lezzetli gözükse de kırmızı dudaklarına kapılacağım."

Başım dönüyordu. Tutunacak kimse de yoktu. Dudaklarımın üzerinde hâlâ sıcak nefesini hissediyordum.

"Benim olacaksın Hel.  Kaç asır geçerse geçsin. Kaç bedende ruhunu yaşatırsan yaşat. Seni yine bulup yeniden sana geleceğim."

Daha fazla dayanmadım ve kendimi serbest bıraktım. Düşeceğim sırada beni tutan bedene son kalan gücümle tutundum. Gözlerim kapamadan önce gördüğüm gözleri bir daha unutmayacağımı biliyordum çünkü; gördüğüm gözler tıpkı zindan kadar karanlık geceleri anımsatıyordu.

BÖLÜM SONU.

INSTAGRAM: Mervelien

VOTE VE YORUM YAPMAYI LÜTFEN UNUTMAYIN!!💕

SEVİLİYORSUNUZ.

Continue Reading

You'll Also Like

236K 10.1K 53
İronisine yazılmış bir gerçek ailem+mafya kitabıdır düzenlenmeye alınmış olmasına rağmen saçma kısımları vardır 'Kraliçe Elsa' isimli ilk ve tek kurg...
71.5K 3.9K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
73.1K 2.2K 81
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
337K 5.4K 28
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...