İMTİHAN

بواسطة kaleminun

94.6K 6.1K 734

Başlangıç : 28 Mayıs 2017 Bitiş : 12 Eylül 2017 المزيد

GİRİŞ
1. Bölüm : "Zelzele"
2. Bölüm : "Tevekkül"
3. Bölüm : "İfk"
4. Bölüm : "Fesabruncemîl"
5. Bölüm : "Muamma"
6. Bölüm : "Umman"
7. Bölüm : "Ferya"
8. Bölüm : "Elem"
9. Bölüm : "Fe eyne tezhebûn"
10. Bölüm : "Heyhat"
11. Bölüm : "Kıyam"
12. Bölüm : "Mümtehine"
13. Bölüm : "Kapı"
14. Bölüm : "Vuslat"
15. Bölüm : "Tezat"
16. Bölüm : "Özgürlük"
17. Bölüm : "Bayram"
19. Bölüm : "Müjde"
20. Bölüm : "Celadet"
21. Bölüm : "Ensar ve Lina"
22. Bölüm : "Nasip"
23. Bölüm : "Elif Aksa"
24. Bölüm : "Veda"

18. Bölüm : "Esfele Safilîn"

2.2K 204 16
بواسطة kaleminun

Ezgi tavsiyesi, Ömer KARAOĞLU - Ah İnsan

🌙🌙🌙

"Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder."

Şura Suresi, 30. Ayet

Hatalar; insanı 'insan' yapmak için varlar.

Adem'den beri hep oldular, kıyamete kadar da hep olacaklar.

Ama hata; bir ateş ise, yağmur gerekli sonrasında. Tövbe yani. Yoksa yakar değdiği her yeri. Kalbini.

İnat edersen, kuşatır çepeçevre seni, çıkamazsın sonra çıkmak istediğinde de.

Şeytanı, kovulmuş yapan ilk hatası değil, hatasında diretip tövbe etmemesi idi. Cehennemi bildiği, Allah'ın gazabını bildiği halde diretti, diklendi. Bir de utanmadan, insanları da saptırmak için mühlet istedi.

İnsan bu yüzden yüce idi, ateşten yaratılan ve ibadetiyle de yüce bir konumda olan şeytandan.

İnsan; görmediği Allah'a iman etti, görmediği gazabından ve cehheneminden sakındı. Görmediği, bilmediği bir cenneti arzuladı.

İnsan, hatalarıyla, yanlışlarıyla üstün kılındı bu sebeplerden. Meleklerden, cinlerden, hayranı olduğumuz bu kainattan.

Tabi kimisine ağır geldi bu üstünlük, hayvanlarla yarıştırdı kendini. Onlar gibi; giyinik olmamak, ihtiyaçlarını sokakta karşılamak, mahremiyeti yaşamamak... Cazip geldi kimisine tüm bunlar. Ve aklı olupta bunları yaptığından, hayvandan da aşağı bir konuma indi.

Hayvan, hayvandı hani. Ama insan, insan olduğu halde hayvanlaşırsa, iner hayvandan aşağıya.

Sonrası zaten, hayasızlık, zulüm, gaddarlık, saldırganlık...

Hayvanların akıllanıp dünyayı ele geçirmesini konu alan filmler vardır hani, korkar kimi insan da bunun gerçek olmasından. Oysa dünyayı, hayvandan daha korkunç varlıklar yönetiyor şuan. Hayvandan daha aşağı varlıklar.

Kimsenin bunu umursadığı ve korktuğu yok.

O yüzden zaten bunca zulüm, bunca açlık, bunca adaletsizlik.

Allah'ın halife kıldığı insanlardan biri yönetseydi bu dünyayı, bırak Afrika'nın aç kalmasını, dağda aç kuş kalmazdı.

Asr-ı Saadet bize bunu çok güzel ispatladı.

Ama biz, yüzümüzü kıbleden batıya çevirdik. Dilimizden Allah'ı düşürüp, batıyı doladık. Ve battıkça battık. Çepeçevre kuşatıldık. Utandık dinimizden, emirlerinden nehiylerinden ve utanılacak hale geldik.

Ya da, hayayı aldı Allah içimizden ceza olarak, utanmaz olduk.

Biz, Müslümanlar olarak çok büyük hatalar işledik ve bugünleri hakettik. Sahip çıkamadık birliğimize, dirliğimize. Sahip çıkamadık, bize emanet ülkelere, milletlere.

Bosna zulüm gördüyse, müsebbibi biziz. Çeçenistan zulüm gördüyse müsebbibi biziz. Zalim olduğundan belkide bihaber olduğumuz Fransa dahi 1.5 milyon Müslümanı katlettiyse, müsebbibi yalnızca biziz. İsrail giriyorsa elini kolunu sallaya sallaya, postalları ve silahları ile Mescid-i Aksa'ya, kapalı ise senelerdir ibadete Ayasofya, müsebbibi sadece biziz. Yani bize bunu yapan biziz.

Biz, kendimizin katiliyiz. Kardeşlerimizin katili.

Bir toplum kendi tutumunu değiştirmedikçe, Ben onun konumunu değiştirmem diyorsa Allah, çözüm bizde.

Çözüm arıyorsanız, çözüm sizsiniz.

Ey Müslüman! Sessiz olmayın, ses siz olun!

Biz sustukça ve oturdukça rahat koltuklarımızda, sıra dayağına çeken hoca gibi sırayla bombardımana tutulan ve zulmedilen, ülkelerinden kovulan milletler listesine ekleneceğiz. Komşumuza kadar geldiler zaten, çok uzak değiller.

Okuduğu haberlere yüreği dağlanıyordu Erva'nın. Gazeteler artık hayır yazamıyordu, hep vahşet, hep katliam,hep zulüm. Belki kendi ülkesinde bir kadının kocası tarafından uğradığı, belki komşu ülkesine bombalar atıldığı, belki Filistin'de kuşatma yapıldığı.

İnsan kulaklarını kapatarak kaçmak istiyor bazen. Gözlerini de yumarak elbet.

Sabah okuduğu gazetelerden sonra, Mardin'e gidiyor olma heyecanı bile yoktu şuan. Ağlıyordu kalbi, yoktu heyecanlanmaya mecali. Atamazdı hızlı hızlı. Yorgundu.

Ahmet'te aynı dertten muzdaripti şimdi. O da üzülmüştü, lanet etmişti Erva ile zalimlere. Şimdi de hemen yanında, eli elinde gidiyorlardı. Bulutlar arasındaydılar, zulümlerden kaç mil yüksekte ama yürekleri yerde, kan revandı.

Naciye Hanım ve Mehmet Bey uçağa biner binmez uyumuşlardı. Çocuklarda tabletlerinden kulaklıkla çizgi film izliyorlardı.

Ve sonunda gelmişlerdi koşa koşa kaçtıkları şehre. Biraz daha yakınlardı şimdi, zulmedilen ülkeye. Aklını başka birşeye veremiyordu Erva ve bu iyi miydi kötü müydü bilemiyordu. Heyecanı ve korkusu yoktu yani en azından. Ama ya acıyan kalbi? Yasir'in etrafa attığı ürkek bakışlarını görünce, acısını gömdü derinlere ve anneliğini aldı eline.

"Yasir, istersen gel kucağıma."

Sözlü cevap vermedi, direkt açtı kollarını. Annesine açtığı kollar, sığınağına uçtuğu kanatlarıydı. Sığınağıydı anne kucağı ve güven kaynağı.

Havaalanından tuttukları taksiyle, kağıtta yazılı adresi verdiler taksiciye. Handan yoktu bugün yanlarında, bayram diye çağırmadılar. Ama gittiklerinin haberini verdiler. Allah yardımcınız olsun diye dua etti arkalarından.

Taksi yine dar sokaklara girince, Erva Yasir'e seslendi.

"Ben yanındayım, baban yanında, babannenle deden de var. Korkacak birşey yok tamam mı? O insanlar, iyi insanlar. Ama arada büyükler kavga ederler böyle."

"Hasta olacak mısın yine? Babam taşıyacak mı seni?"

"Hayır olmayacağım inşallah. Havası çarpmaz şimdi beni, önceden geldiğimiz için. Hem bugün gezeriz biraz da şehri. Tamam mı?"

"Sevmedim ben burayı ama tamam."

"Daha bir yer görmedin, gezince seveceksin eminim. Değil mi babası, gezeriz?"

"Gezeriz tabi. Tam Yasir'lik buralar. Boyayacak çok yer var."

Gülüştüler hep beraber.

Sümeyye'de biraz korkuyordu, Ahmet'te onu almıştı kucağına bu yüzden. Eli de kardeşinin eliyle birleşmişti. Güç alıyorlardı birbirlerinden sanki.

Sonunda taksi daha önce geldikleri adrese geldi ve indiler arabadan.

Erva ilk gelişindeki olayları hatırlayınca biraz gerildi. Ama ilke göre çok çok iyiydi. Daha güçlüydü bir kere. Bu sefer ne olursa olsun, çocuğunu öpüp koklamadan gitmeyecekti inşallah. Ahmet, tuttu bu sefer elinden, sormadı bile. İçine oturmuştu zaten ilk seferinde tutamamak. Erva'da hem bildiğinden, hem ihtiyacı olduğundan anneleri olsada birşey demedi. Normalde büyüklerin yanında tutmazdı elini.

Naciye Hanım ve Mehmet Bey, büyükler olarak önden gidip çaldılar kapıyı. Onların yaşlı kalpleri çok heyecanlıydı, şuan birşey görecek gözleri de yoktu. Tek istekleri güzellikle torunlarını görebilmekti, dünya gözüyle.

Dede, babanne demeyecekte olsa, öpseydi ellerini. Bir bayram yaşasalardı bu sevinci. Diğer bayrama kim öle kim kala.

Ölüm şah damarının üzerinde olsa da, yaşlanınca daha yakın hissediyordu insan kendine.

Kapı açıldı ve açtı yine kim olduğunu bilmedikleri bir kadın kapıyı.

Geleceklerini haber verdiklerinden ve zorla kabul ettirdiklerinden, içeri buyur edildiler.

Ahmet, yumuşak davranmamıştı bu sefer. İlk ziyaretten, güzellikten anlamayan insanlar olduğunu az çok anlamıştı ve gayet net ve sert konuşmuştu aradığında. Geliyoruz, çocuğumuzu göreceğiz, çocuğunuzu göreceksiniz. Eğer geçen seferki gibi bir zorluk çıkarırsanız, mahkemede aleyhinize delil olacak yaptıklarınız, avukatımız yanımızdaydı malumunuz. Bu sefer büyüklerimizle geliyoruz, onları üzecek bir davranış yada söz çıkarsa sizden, soluğu poliste alırım. Geçen seferki gibi arkamı dönüp gitmem. Ayrıca Yusuf Mirza'ya da anlatmış olun bir zahmet birşeyleri. Diye ayar verdi onlara. Ne kadar ciddiye alırlar, dikkat ederlerdi bilinmez ama Erva çok mutlu olmuştu Ahmet'in bu davranışına. Yanında olduğunu bilmek ve bunu gösteriyor olması güzeldi. 

Omuzları dik giriyordu şimdi içeri.

Yine aynı odalara alındılar. Yine aynı yüzler doldurmuştu odayı. Erva hepsine üstün körü baktı ve bakışlarını Mirza'da kitledi.

Çocukta dikmişti gözlerini, Erva'ya bakıyordu. Ama sinirli sinirli. Yasir gibi o da etkilenmişti demek ki olanlardan. Ve Erva'yı suçluyordu o da doğal olarak.

Birkaç kişi 'hoşgeldiniz, bayramınız mübarek olsun' dedi bu kez. Ve bayram diye mi bilemedi, daha kalabalıktı oda. Geçte olsa farketti. Yaşlı bir kadın vardı baş köşe de bu sefer.

Dilan Hanım'a doğru yürüdü, bayram olduğundan herkesle bayramlaşarak. Elleri boşda gelmemişlerdi, çikolatalarını trabzondan almışlardı. Mardin'de bir yer bilmiyoruz, bulamayız diye düşünerek. Çikolatayı direk götürüp Dilan Hanım'a verdi. O da biran şaşkınlık yaşasa da, toparladı kendini ve teşekkür ederek kutladı bayramını.

Sonra da çevirdi bakışlarını Mirza'ya. Gözleriyle izin aldı Dilan Hanım'dan. O da istemeyerek olduğunu çok belli ederek izin verdi.

Kucağındaki Yasir'i kulağına Dilan Hanım'ın elini öpüp sarılmasını fısıldayarak yere bıraktı.

Ve eğildi, yüreğinin aktığı hizaya, yaklaştı yüreğinin aktığı gözlere.

İçindeki tüm sevgiyi, şefkati gözleri ile aktarmak istedi Mirza'ya.

Çığlık çığlığa bağırdı gözleriyle, 'senin annenim ve seni çok seviyorum, benden korkma, nefret etme' diye.

Gözleri ve bedeni ile konuşsa da, ilk konuşmalarının ne ve nasıl olacağını bilemedi bir an. Ne demeliydi? Merhaba?

Yasir bile kendinden iyiydi, çoktan Dilan Hanım'ın elini öpmüş, bayramını kutlamış ve sarılmıştı, anne sözü dinleyip.

Bu faslı daha fazla uzatamayacağını bildiğinden derince bir nefes aldı.

"Merhaba. Ben Erva. Sen?"

En iyi iletişim yolu, ismen tanışmaktı çocuklarla. Ya da o an, aklına ilk gelen ve en kolay diyaloğu seçmişti ve ismini bilmiyormuş gibi sormuştu ona.

O da çekinik ve istemeyerek cevap verdi.

"Yusuf Mirza.."

Sesini duymuştu sonunda.

Çocuk gibi başını göğsüne yaslayıp uyumak istemişti sesinin tınısıyla. O yaslansaydı öylece, oda anlatsaydı onsuz geçen 3 yılını, hatırladığı kadarıyla.

Şimdi çocuk değil, anne olma zamanıydı ve toplamalıydı kendini. Göz pınarlarını zorlayan göz yaşlarını geriye iteledi ve yüzüne hisleriyle tezat oluşturan bir gülümseme ekledi.

Herşey yolundaymış gibi.

Hiçbir şey olmamış gibi.

"Tanıştığıma çok memnun oldum Yusuf Mirza. Peki, Bayram ya hani bugün, sarılabilir miyim sana?"

Bayram olmasa hangi bahaneyle isterdi bunu bilemiyordu.

Şuan bunu düşünecek nöronlara sahip değildi.

Aklı, fikri ve kalbi; çocuktan gelen isteksiz baş onaylamasındaydı.

Ve aradaki mesafeyi sıfırladı.

Onca seneye rağmen, dip dibelerdi ve şükretti Rabbine.

Sonra doladı anaç kollarını çevresine, çekti iyice kendine.

O an sokmak istedi kalbine ve bir daha bırakmamak.

Çocuk kollarında sıkılıp kıpırdanmasa, dururdu biraz daha öylece belki.

Ama mesafe sıfır da olsa, arada acı gerçekler vardı.

Çocuğa yedi kat yabancıydı.

Ve bu; kalbini tahmininden daha çok acıttı.

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

502K 32.6K 49
Dünyası karanlık, ruhu rengârenk olan bir kızın öyküsü bu. Gözleri görmese de hayatı seviyordu. Önüne bir yığın engel çıksa da o sabırla tüm...
leylâ بواسطة 📚

الروحانية

42.7K 3.4K 50
Yüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden...
12.3K 746 24
Havanın soğuk olmasından mütevellit deniz kenarındaki taşların birine oturdum.Ucu bucağı olmayan karanlıkta herkese korkunç gelen ama benim geceleri...
406K 21.5K 33
"Ne bağırıp duruyorsun? Konağı ayağa kaldırdın!" Karşımda dikilen adama yumruğumu gerçirmemek için içimde verdiğim mücadeleden söz bile edemezdim. E...