İMTİHAN

By kaleminun

94.6K 6.1K 734

Başlangıç : 28 Mayıs 2017 Bitiş : 12 Eylül 2017 More

GİRİŞ
1. Bölüm : "Zelzele"
2. Bölüm : "Tevekkül"
3. Bölüm : "İfk"
4. Bölüm : "Fesabruncemîl"
5. Bölüm : "Muamma"
6. Bölüm : "Umman"
7. Bölüm : "Ferya"
8. Bölüm : "Elem"
9. Bölüm : "Fe eyne tezhebûn"
10. Bölüm : "Heyhat"
12. Bölüm : "Mümtehine"
13. Bölüm : "Kapı"
14. Bölüm : "Vuslat"
15. Bölüm : "Tezat"
16. Bölüm : "Özgürlük"
17. Bölüm : "Bayram"
18. Bölüm : "Esfele Safilîn"
19. Bölüm : "Müjde"
20. Bölüm : "Celadet"
21. Bölüm : "Ensar ve Lina"
22. Bölüm : "Nasip"
23. Bölüm : "Elif Aksa"
24. Bölüm : "Veda"

11. Bölüm : "Kıyam"

2.8K 221 27
By kaleminun

💦💦

Sen, kardeşim!
Allah'ın 'ihvan'  diye bahsettiği can dostum!
Nasıl ağlamayayım?
Nasıl feryat etmeyeyim?
'Onu kendine tercih et, onu sev, onunla kardeş ol, onunla dost ol, ona sırdaş ol, ona acı, onu bağışla, ona infak et, onu gözet, kol kanat ger, onun için bağışlama dile, ona dua et ve ona merhamet et!'
Ve daha nice emirler, tavsiyeler kimin için?
Ey kardeşim!
Başkasına değil, kendine merhamet et!
Çünkü sen, alemin özü, varlık aleminin efendisi, Allah'ın halifesisin.
Can kardeşim!
Sen ağladıktan sonra, elimden ve dlimden eziyet gördükten sonra, o vakit secdem ve mücadelem niçin?
Omuz omuza bağlayıp, secdeye ve sefere çıkmak varken, annelerimizi kendi ellerimizle göz yaşına boğmak neden?
Tarihe kara sayfalar eklemek, ümmetin bağrında derin yaralar açmak neden?

💦💦

🌙🌙🌙

Zaman gebe.

Bazen acıya, bazen mutluluğa, bazen küçük bir süprize. Ama her zaman gebe birşeylere.

Hamile bir kadının gebeliğini bildiğimiz gibi biliriz bunu. Ama aynı zaman da ne doğuracağını bilemediğimiz gibi, zamanın bize ne doğuracağını da bilemeyiz.

Uzun soluklu bir acı senfonisinin ardından, başka bir acıyla ayağa kalkmıştı Erva. Çivi çiviyi söker misali, kendi acısıyla düştüğü yerden, başkasının acısı kaldırmıştı onu. Ve kalkmıştı sonunda ayağa, geç bile kalmıştı. Emani'ye, Halaf'a geç kalmıştı mesela. O yüzden düşemezdi bir daha, ya da düştüğü yerde 'ben düştüm ve oyundan çıktım' der gibi sere serpe yatamazdı.

Zaman, ayağa kalkma zamanıydı. Kıyam zamanı. Boynunu bükmemeliydi acılar, Allah karşısında eğilmeliydi yalnızca. Ve yere yakın olacaksa eğer, acıdan bitap düşmüş, zelil bir halde değil, Allah için secdeye gidip izzetli bir şekilde olmalıydı.

"Evet çocuklar, hazır mıyız?"

"Hazırız anne."

Ve bu işi çocuklarıyla beraber yapacaktı. Onlarda o güzel ortamda bulunmalıydılar. Zaten Yasir'in belki de son zamanlarıydı birlikte. Ona fazladan ne verebilirse iyilik namına, kârdı. Teori bilgisi unutulur bir şeydi 3 yaşında bir çocuk için, o yüzden direk pratiğe yönelmeliydi. Ve öyle de yapacaktı bugün.

Hep birlikte çıktılar evden. Naciye Hanım rahatsız olduğu için evde kaldı sadece, Mehmet Bey yanlarındaydı. Erva evlere gittiğinde yardım için, çocukları parka götürecekti. Daha sonra tekrar derneğe geleceklerdi. Büyük iftar sofrasında iftar yapılacaktı hep beraber. İftara yakın Naciye Hanım'da gelecekti inşallah.

Yine koşturmalı ve hummalı bir güne adım attılar, bu sefer hep beraber. Gelen Suriyeli kardeşlerin çocuklarıyla oynadı çocuklar da.

Aynı dili bilmene gerek yok eğer çocuksan, aynı duyguyu paylaşman yeterli. Ve çocuklar eğlendiler hep birlikte. Ayrılırken de iki tarafta üzgün ayrıldı. İşte böyle, duyguların dili, dini, ırkı yoktu.

Çocuklar en son babalarına gitme kararı aldılar dedeleri ile birlikte.

Erva'da memnun oldu, daha fazla Suriyelinin evine gidebilirdi böylece. Ve çocuklar gidince çıktı yola, yardım kolileri dağıtmaya. Ehliyetini almış olması işe yarıyordu böyle durumlarda. Kadınların çoğunun ehliyeti olmuyordu ve ehliyeti olan bir kadına ihtiyaç duyuluyordu. Esma ile kendisinin ehliyeti vardı. Bu yüzden ayrı arabalarda, ayrı istikamete doğru çıkmışlardı yola.

Kağıtta yazan adrese ulaştığın da, gözyaşlarını zor hapsetti göz pınarlarında. Geldiği yere ev demeye bin şahit gerekliydi. Hem böylesi sefillik ve hem de böylesi dışlanmışlık. Fazlaydı. Günahı da ensar olmayı beceremeyen, Müslümanım diye ortalarda gerim gerim gezinenlerin boynunaydı.

Yine de yerleştirdi yüzüne tebessümünü. Zira görmeye alışık oldukları yüz ifadesiyle, alıştıkları insanlar gibi gitmemeliydi yanlarına. Güler yüz göstermeli, yaptığı yardımı 'başa kakar' gibi bir yüz ifadesiyle yapmamalıydı. Yüzünün ekşimsi ifadesinin sebebi onlar değil, kendi gibiler olsa da, anlamazlardı. Anlatamazdı. Sizin evlerinizden sefil artık kalplerimiz, ona üzülüyorum diyemezdi.

Çaldı kapıdan hallice olan evin kapısını. 30'lu yaşlarında, gözü yaşlı bir kadın açtı kapıyı.

"Selamünaleyküm kardeş. Dilimizi biliyor musun?"

"Bi-biraz."

"Tamam, çok iyi. İçeri girebilir miyiz?"

"E-evet."

Kekelediğin kelimelerdeki boşluklara sığdırma isyanlarını. Aç ağzını ve yum yüzünü; haykır yüzümüze vicdansızlıklarımızı.

Ebrar ile girdiler içeri, ellerinde kolilerle. Ebrar, dernekten bir kızdı, kendi halinde, pek fazla konuşmayan. Az konuşan insanlara bir nebze hayrandı Erva, susmak erdemli işti ve herkes beceremezdi. O da beceremiyordu pek.

Kadın onlara yol gösterdi ve girdiler eskilikten yüzlerine bakılmaz eşyalarla dolu odaya. Çöpe atmaya utanırdı insan o eşyaları, hangi vicdan layık görmüşte vermişti bu insanlara acaba?

"Dediğimiz herşeyi anlayabiliyor musun?"

"Evet, bakmayın başta kekelememe, biliyorum dilinizi. Sadece bazı insanlara karşı bilmiyor gibi yapmak daha kolay. Hakaretlerini anlamamış gibi yapmak."

"Anlıyorum. Tek başına mısınız? Eşiniz çocuğunuz yok mu?"

"Eşimi kaybettim savaşta ve 2 çocuğumu da. Geriye ben ve bir kızım kaldık. Bazen iyiki eşim hayatta değil diyorum kendime, çok gururluydu o, yapamazdı el memleketinde. Zaten o yüzden canını verene kadar ayrılmadı vatanından. Onurumla ölürüm dedi. Ve ben diğer iki çocuğum da iyiki ölmüşler diye düşünebiliyorum, bir tanesini açlıktan ağlarken görünce çoğu gün. Kimseye bırakıp işe gidemiyorum. Onunla gitsem... Bir günden fazla tutmuyorlar işte. Bu evi de mahalleden birkaç yardımsever açtı da verdi, yoksa sokaktaydık. Anne misiniz siz de? Anlayabiliyor musunuz kelimelerimdeki dehşeti? Siz hiç ölümü dilediniz mi, çocuklarınız ve sonrasında kendiniz için? Ben hergün bu duayla kalkıyorum artık güne. Ama Rabbimin verdiği cana kıyamam, eşim ve çocuklarım orada cennette inşallah, onlardan ayrı kalamam."

Ebrar ile biz ağlıyorduk hıçkırıklarımızı yutarak. Ve en acısı da, karşımızdaki kadın ağlamıyordu tüm bunları anlatırken. O kadar aşina olmuştu ki bu acılara, ağlayamıyordu belki de. Ya da gözyaşları gerçekten tükeniyordu ağlaya ağlaya ve onunki de tükenmişti.

Kalktım ve önünde diz çöktüm, nasır tutmuş ellerinden tuttum.

"Özür dilerim, senden binlerce kez özür dilerim. Affet bizi ne olur. Affet ve azat et kalplerimizi. Kaldır tepemizden affınla, gazap yüklü bulutları. Kıyamet çok yakın, hemen şu dağın ardında. Ve biz onu şiddetle çekiyoruz kendimize, sizi ip yaparak aramızda. Geç kaldık biliyorum ama affet ne olur. Bundan sonra yanında olacağız inşallah. İzin verir misin bize?"

"Ne diyor Türkler; kul sıkışmayınca, hızır yetişmezmiş. Dayanma sınırımı geçeli çok oluyor ve ben son günlerde daha ne kadar dayanabileceğimi düşünüyordum çocuğumun açlık çığlıklarına. Hemen şimdi uyuttum o açlıktan, ben çaresizlikten ağlaya ağlaya."

"Tamam uyandır hadi istersen, getirdiklerimizden yedirelim hemen. Süt var, bebe bisküvisi de var."

"Allah sizden razı olsun, ben gidip kaldırayım."

O gidince daha fazla tutamadım hıçkırıklarımı. Allah'ım bu nasıl bir vebal? Sen affet. Biz cahilleri, biz nankörleri sonsuz merhametinle affet.

"Gördün mü Ebrar, helak olmayı hak eden bir toplumun sebeplerini izliyoruz. Biz yatarken rahat yataklarımızda, karnımız tıka basa dolu, bir yerlerde açlıktan ağlaya ağlaya uyuyan bebekler var. Ve biz duymuyoruz. Onlar kör, sağır, dilsizdirler buyuruyor ya Allah, biz o kimseler miyiz sence?"

Soruma cevap vermedi. Bazı insanlar konuşarak, bazıları ise susarak anlatırdı anlatacaklarını. Sessizliğinde gürültülü çığlıkları vardı.

Çok geçmeden kucağında 3 yaşında bir kız çocuğuyla geldi kadın. İsmini de soramamıştı kadına Erva. Çünkü hayatta, isimlerden ve cisimlerden önemli şeyler vardı. Çocuk o kadar sevimliydi ki, ama bir o kadar da zayıf. Yasir'le aynı yaştı ama kilosu yarısı kadardı.

Zaman kaybetmeden açtılar aceleyle kutuyu ve verdiler çocuğa sütle bisküviyi. O da, çok pahalı bir restorantta, çok pahalı bir menüye ait bir yemeği yercesine yedi elindekini. İşte insan, en çok kaybedince kıymet bilirdi. Yoksa çocuklarının öğününü geçiştirmeye çalışsa bunlarla, burun kıvırırlardı. Yemek yok mu derlerdi.

"Çok güzel bir kızınız var maşallah. Adı ne?"

"Reyyan."

"Sizin de adınızı sorma fırsatım olmadı. Daha doğrusu tanışma fırsatımız. Ben Erva. Ya siz?"

"Rukiyye ben de."

"Sizi tanımaktan mutluluk duydum Rukiyye Hanım. Biraz geç oldu ama çok şükür ki tanıştık. Bundan sonra daha rahat bir hayat sürmeniz için elimizden gelen herşeyi yapacağız inşallah. Çocuğunuzla beraber çalışabileceğiniz bir işte ayarlayınca, herşey daha güzel olacak biiznillah."

"Bu lafları çok kişiden duydum açıkçası. Yapabilene rastlamadım. Yapabilecek olan da, ahlaksız teklifler talep etti karşılığında."

"Hayır, hayır. Biz kendi çapımızda insanlarız. Ve sizin gibi olan tanıdığımız ve yardım etmeye mazhar olduğumuz aile çok. Çok şükür. Onlarla da tanışırsınız vaktiyle inşallah. Şimdi kalkalım biz, yarın yine geliriz inşallah."

"İnşallah, Allah razı olsun. Bu kadarı bile bizim için öyle büyük bir nimet ki. Sağolun."

"Biz hiçbir şey yapmadık. Zaten hakkınız olanı verdik. Bu yeryüzünde herkesin hakkı fazlasıyla var. Sadece bazıları fazla açgöz ve başkasının hakkına da el uzatıyorlar."

Çıktılar oradan. Derneğin adres ve telefonunu verdiler kadına, ne olur ne olmaz diye. Kapıyı güzelce kilitlemesini ve hatta arkaya kuvvetli birşey yerleştirmesini tembih ettiler. En geç iki güne çok daha iyi bi ev ayarlayacaklardı inşallah. Ve kurtulacaklardı bu izbe mahalleden. Biiznillah.

Günler böyle böyle aktı su gibi ve buldu yolunu. Taşıdı onu zaman gemisi geçmişten geleceğe. Acıdan durmuş gibi hissettiği, geçmek bilmeyen günler geldi geçti. Beyin hanesine yeni acılar, yeni kişiler eklendi. Bilmek, kulaktan kulağa duymak başka, o acıların sahipleri ile tanışıp bizzat konuşmak bambaşka şeylerdi. O acıyı sahibinden duyunca bir nebze ortak oluyordun acısına, rahat koltuğunda yayılarak izlediğin haberlerden duyduklarına ise, ortak olduğunu sanıyordun.

Birşeyi televizyondan duymak ve görmek, gerçek olmayan bir hayal dünyasını izlemek gibi. Oysa o acılar gerçek ve bir yerlerde yaşıyor bizzat birileri. Ve sen de, binlerce para kaldırarak sunduğu haberleri sana aktaran samimiyetsiz kişilerin anlatımından anlamıyorsun. Anlamaman ya da yanlış anlaman için de gerekli çabayı gösteriyorlar zaten. Böyledir insan, parayı verir birileri ve düdüğü çalar. İşin eğrisini doğrusunu düşünmez. Taki aynı olay kendi başına da gelip, aynı konuma kendi de düşene kadar. O zaman da iş, işten geçmiştir. Ahlanıp vahlanmak kâr etmez.

Ve yine aynı ritüeline uyandığı günde, aklının geri plana attığı olay vuku buldu. Mardin'li ailenin DNA testi sonuçları da çıkmış ve Yusuf Mirza'nın onların evlatları olmadığı tescillenmişti. Bilse de insan, sonuna kadar deliller görmek istiyordu. Ve Erva kaçındığı gerçeğe, her geçen gün biraz daha yaklaşıyordu.

Her geçen saniye, onu Yasir'inden koparıyor ama Mirza'sına da kavuşturuyordu.

Böyleydi hayat, her son bir başlangıçtı.

Bir kapı kapatır, bir kapı açardı.

Ve insan, herşeye aynı anda sahip olamazdı.

🌙🌙🌙

Yazan notu:
Ne çok konuştu bu yazan, iki bişey yazıyor diyenleriniz olabilir.
Bu aralar doluyum biraz.
Anladığınız üzere de; vahşi olayın etkisinden de çıkamadım hala.
Ve kalemim gitmedi başka birşeyler yazmaya.
Bu bölümlerde böyle olmuş olsun, başkası gelmedi içimden.
Kusuruma bakmayın.
Bir dahaki bölümde görüşmek üzere inşallah,
Selametle kalın.

Not: Not içinde not yapacak kafa herkeste olmaz.
Şey, 'Heyhat' adlı bir şiir kitabı çalışmam var kısa bir süredir. Olanlardan haberini veremedim bir türlü. Bakmak isteyenleriniz olursa oraya da beklerim.

Continue Reading

You'll Also Like

10K 1.2K 30
Karadeniz'de başlıyor bizim hikayemiz; çocukluk yıllarına dayanıyor sevdamızın miladı, her ne kadar çocuk da olsak, küçücük yüreğimizde sakladığımız...
317K 20.8K 27
"...Sen bana abi diyen kıza, yüreğimin çektiği hasretliği nasıl bileceksin?!" dedi Abdullah. ~ Kocaman bir apartman düşünün, birbirine can olmuş Alla...
1.3M 92.6K 51
0526******: Hocam inşAllah bu evde kalma sorunsalım biterse nikahımı kıyar mısınız? Hoca Efendi: Ne? 0526******: Nikah diyorum hocam, kıyar mısınız? ...
30.9K 5K 43
İpek yetim ve öksüz bir asker kızıdır. Ailesinin kaybı onda büyük bir travma yaratır. Bir gece kız arkadaşıyla dışarıya çıktığında genç ve yakışıklı...