Aşkın Dayanılmaz Çekiciliği

By beasloove

25M 563K 64.7K

Bilgisayar mühendisliğinden yeni mezun, 22 yaşında, idealist, keçi gibi inatçı bir genç kız: Eylül Şentürk. T... More

BAŞLAMADAN ÖNCE
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6.BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM - FİNAL
GÖRÜŞMEK ÜZERE
EROS'UN OKLARI 1 GOOGLE KİTAPLAR'DA
EROS'UN OKLARI 2 GOOGLE KİTAPLAR'DA
YENİ BİR HİKAYE - KUSURSUZ
MIA KOBO'DA YAYINDA
ÖNEMLİ DUYURU

17. BÖLÜM

474K 11.5K 1K
By beasloove

Şarkı: Brianna - Lost in İstanbul

Eylül'ün gözyaşları içerisinde merdivenleri çıkmasını izlerken Emre hayatının en büyük pişmanlıklarından birini yaşıyordu. İçten içe kendine küfürler ederken öne doğru atılıp yukarı çıkmaya başladı. Giriş katına geldiğinde Eylül'ün koşar adımlarla dışarı çıkmakta olduğunu gördü ve kızın adını seslendi. Eylül oralı olmamış ve saniyeler sonra gözden kaybolmuştu...

Eylül kapının önünde bekleyen taksilerden birinin kapısını açıp kendini içeri attı. "Kadıköy'e sürer misiniz," dedi titreyen sesiyle. Araba hareket edince arkasına döndü ve merdivenlerde duran Emre'yi gördü. Yeniden önüne döndüğünde omuzları sessiz hıçkırıklarıyla sarsılmaya başladı.

Neden böyle olmuştu ki? Emre'nin yıkıcı öfkesi ve gösterdiği ağır tepki kaldırabileceğinin çok ötesindeydi. Böylesine kaba tavırlara alışık değildi. Fakat her şeyden öte sevdiği erkeğin ona karşı böylesine hoyrat davranması kalbini çok kırmıştı.

Saniyeler sonra telefonu çalmaya başladı. Arayan Emre'ydi. Telefonu hemen sessize aldı ama gözü ekrandaydı. Emre'nin üst üste 5 kez aramasını sadece izledi. Konuşmaya hiç niyeti yoktu. Çok kırgın, üzgün ve aynı zamanda sinirliydi. Emre'nin ürkütücü bakışları hala gözlerinin önündeydi.

Eylül elinin tersiyle ıslak yanaklarını silerken taksi şoförünün ona uzattığı peçeteyi gördü. Kısa bir an şaşırdı ama sonrasında teşekkür ederek peçeteyi aldı ve burnunu sildi. Berbat göründüğünü tahmin edebiliyordu ama o an için dış görünümünü düşünecek hali yoktu. Bakışlarını karanlık sokaklara çevirirken gününün berbat bir şekilde sonlanmasının sebeplerinden biri olan Hakan'a ve patronu olacak o sinsi adama saydırmaya başladı. Özellikle Hakan'ın her fırsatta karşısına çıkıp yüzsüz yüzsüz konuşmalarını düşündükçe öfkeyle doluyordu. Ona hayatının en büyük kazıklarından birini atan adam hiç utanmadan ondan şans istiyor, sergilediği rezilce davranışı telafi edebileceğini gerçekten de düşünüyordu. Bu kadarı da fazlaydı...

Emre kokteyl salonuna girdiğinde ileride baş başa konuşan Can ve Damla'yı gördü. Sıkkın bir ifadeyle ikilinin yanına gittiğinde Damla'nın soru dolu gözleriyle karşılaştı.

"Eylül nerede Emre?" diye sordu Damla. "Lavaboya gideceğini söyledi ama hala gelmedi."

Emre sağına baktı soluna baktı, ardından derin bir soluk verdi. Damla'nın git gide meraklandığını görünce, "Eylül gitti," diye açıklama yaptı ama sesi bir hayli cansız çıkmıştı.

Damla karşısındaki adamın şaka yaptığını düşündü ama Emre'nin gayet ciddi konuştuğunu görünce, "Nasıl yani?" dedi şaşkınlık içerisinde. "Nereye gitti?" Adamın suçluluk içerisinde kıvrandığını görünce kaşları aniden çatılıverdi. "Kavga ettiniz, değil mi?" Alamadığı cevaplarla git gide gerilirken yanında sessizce dikilen Can'a döndü ve "Eylül'ün yanına gidiyorum," dedi.

"Seni bırakayım," dedi Can.

"Hayır." Damla, Emre'ye ters ters baktı. "Senin burada kalman daha doğru olur."

Can, Damla'yı yolcu edip Emre'nin yanına geldiğinde, "Yine ne oldu?" diye sordu ellerini iki yana açıp. İkilinin kavga ettiklerini anlamıştı.

Emre üzgün bakışlarını arkadaşının yüzünde gezdirirken, "Eylül'ü çok kırdım," diye yanıtladı içine kaçmış bir sesle. Salonun içindeki kalabalığa görmeyen gözlerle baktı. Ardından olan biteni dakikalar içerisinde Can'a anlattı.

Can aferin dercesine elleriyle alkış tutarken, "Aslan'ın amacını anlayamıyor musun?" dedi. "Adam seni kışkırtmak için elinden geleni yapıyor ve ne yazık ki bunu başarıyor."

Aslan'ın sözleri, yüzündeki o pis gülümseme Emre'nin hala aklındaydı. "Hakan'ın kim olduğunu benden saklaması gözümün dönmesine sebep oldu. Onu ne kadar kırdığımı fark etmedim bile. Fakat..." Sıkıntıyla iç çekti. "O yaşlı gözlerini görünce..." Başını sağa sola salladı. "Şu an göğsümde kocaman bir ağırlık varmış gibi içim daralıyor. Nefes alamıyorum."

Can, anlayışlı bir ifadeyle Emre'nin sırtını sıvazladı. Arkadaşının Eylül'ü ne kadar çok sevdiğini görebiliyordu. "Merak etme" dedi onu teselli etmek isteyerek. "Eminim Eylül seni affedecektir. Seni ne kadar çok sevdiği gözlerinden okunabiliyor."

Emre kararlı bir ifadeyle başını salladı. "Kendimi affettireceğim..."

Eylül taksiden indikten sonra bitkin bir halde apartmana girmişti ki telefonu çalmaya başladı. Arayan Damla'ydı.

"Eylül! Neredesin?"

Eylül arkadaşının endişeyle çınlayan sesini duyabiliyordu. Hafifçe öksürüp boğazını temizledikten sonra "Eve girmek üzereyim," dedi doğal çıkmasına çalıştığı sesiyle.

"Tamam. Oraya geliyorum." Damla lafını bitirir bitirmez telefonunu kapatmıştı.

Eylül eve girdikten sonra doğruca odasına gitti. Üstündeki elbiseyi yırtarcasına çıkarıp hışımla bir kenara fırlattı. Ayakkabılarını çıkardıktan sonra saçını tutan tokayı çekip onu da gelişigüzel bir yere savurdu. Yüreği yoğun bir hüzünle ama aynı zamanda öfkeyle çağıldıyordu. Bacaklarını saran külotlu çorabı sıyırmaya başladı ama sonrasında daha fazla dayanamayacağını hissetti. Kendini yatağının üzerine bırakıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Yaklaşık on beş dakika sonra kapısı çalmaya başladığında Eylül hala aynı yerdeydi. Üstünde sadece külotu ve sütyeni olduğu halde kapıyı açtığında arkadaşının endişeli yüz ifadesiyle karşılaştı...

Damla kapıyı açan kızın halini görünce ufak çaplı bir şok geçirdi. Eylül'ün ağlamaktan gözleri kızarmış, makyajı akmıştı. Saçları darmadağın bir şekilde yarıçıplak karşısında duruyordu. Kollarına atılan kızı kucaklarken duyduğu ağlama sesleriyle yüreği burkuldu. Arkadaşına sıkıca sarıldığında Eylül hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı bile. "Rahatlayıncaya kadar ağla güzelim..." diye mırıldandı kızın sırtını okşarken.

"Bana güzelim deme!" Eylül huysuz bir sesle konuşmuştu. Emre'nin ona 'güzelim' diye hitap ettiği anlar aklına gelmişti.

Damla, Eylül'ün neden böyle söylediğini anlamasa da "Peki söylemem" dedi. Ardından kızı yavaşça geriye çekti ve kolunu tuttu. "Hadi gel önce yüzünü yıkayalım ardından da üzerine bir şeyler giyelim. Hasta olacaksın böyle..." Eylül'ü banyoya götürdükten sonra yüzünü yıkamasına ve makyajını çıkarmasına yardımcı oldu. Odaya geri döndüklerine Eylül üzerine rahat bir şeyler giymeye başladı. Bir yandan da kızgın kızgın homurdanıyordu.

"Nefret ediyorum ondan, nefret ediyorum..."

Damla, "Aksine çok seviyorsun" dedi anlayışlı bir ifadeyle. "Nefret ediyor olsan şimdi bu halde olur muydun?" Eylül'ün hüzünlü bakışlarını görünce başıyla kapıyı işaret etti. "İçeri gidip biraz konuşalım mı?" Arkadaşını bu hale getiren olayın ne olduğunu merak ediyordu.

Salona geçtiklerinde Eylül en baştan itibaren her şeyi anlatmaya başladı. Eylül anlattıkça Damla'nın yüzü şekilden şekle giriyor, bir yandan da içten içe sinirleniyordu. Emre bu sefer gerçekten de fazla ileri gitmişti.

"Kızmakta haklısın Eylül. Tamam Emre'yi anlayabiliyorum, seni kıskanıyor ama bu kadar da kıskançlık bana pek normal gelmedi doğrusu. Alt tarafı Hakan'la ve o adamla konuşmuşsun. Ne olmuş ki yani? Ayrıca... Hakan'la olan geçmişini öyle bir ortamda anlatacak halin yoktu herhalde."

Damla, Eylül'ün daha da solan yüzünü görünce yangına körükle gittiğini fark etti. "Ama bizim yanımıza geldiğinde Emre'nin halini bir görseydin," dedi dramatik bir ifadeyle. "Tam anlamıyla yıkılmıştı. O kadar üzgün görünüyordu ki anlatamam. Belli ki çok pişmandı..."

Eylül, Emre'nin son anda değişen ifadesini görmüş, adamın pişman olduğunu anlamıştı. Fakat ne bekliyordu ki? Sergilediği o hoyrat davranışlardan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranmasını mı? Başını sağa sola sallarken, "Daha kontrollü davranabilirdi," dedi. "Kokteylden sonra baş başa kaldığımızda aklındaki soruları daha makul bir dille bana sorabilirdi. Fakat o bunu yapmak yerine tamamen dürtüsel hareket etti."

"Haklısın," dedi Damla. Aslına bakılırsa ne diyeceğini bilemiyordu. Kısa bir sessizliğin ardından neşeli görünmeye çalışarak ayağa kalktı. "Şöyle bol köpüklü bir Türk kahvesi yapayım," dedi iştahlı bir sesle. "Yanında da çikolata yeriz. Hiçbir şeyin kalmaz." Eylül'ün manidar gülümsemesini görünce kıkırdadı. "Çikolata tüm dertlerin ilacıdır Eylül. Bak gör, birazdan kendini çok daha iyi hissedeceksin..."

Emre, fuardan çıkıp eve doğru giderken oldukça üzgündü. Akşamın böylesine bir tatsızlıkla sonlanacağını hiç tahmin etmemişti. Sinirlerine hakim olamamış, Eylül'ün bunca zamandır heyecanla beklediği günü tek kelimeyle mahvetmişti.

Fakat... Eylül'ü o kadar çok kıskanıyordu ki. Sevdiği kadını eski sevgilisiyle yan yana görünce mantığa dair ne varsa yitirmiş, hissi davranışlarıyla yeni yetme bir ergen profili çizmişti.

Aslan'ın sözleri tekrar aklına gelince direksiyonu tutan elleri kasıldı. Aslan'ı tanıyordu. Söylediğini gerçekleştirmek için elinden geleni ardına koymazdı ve belli ki zayıf noktasını bulmuş olmaktan dolayı epey memnundu. Kızgınlıkla direksiyona yumruğunu geçirirken okkalı bir küfür savurdu.

Eve vardığında üstündeki kıyafetleri çıkarıp spor şortunu giydi. Çeşitli spor aletlerinin bulunduğu ve bir nevi mini spor salonu olarak kullandığı odaya geçtikten sonra tavandan sarkan kum torbasını yumruklamaya başladı. Sanki tüm acısını karşısındaki torbadan çıkarmaya çalışıyor gibiydi. Öylesine çok yumrukladı ki sırılsıklam ter içerisinde kaldı. Fakat hala içindeki ateşi söndürememişti.

Düşünceler içerisinde bahçeye çıktığında dışarıda keskin bir soğuk vardı ama hiç umursamadı. Havuzun başına geldikten sonra hiç düşünmeden suya atlayıp yüzmeye başladı. Attığı her kulaçla sakinleşmeye çalışıyordu ama Eylül'ün hayal kırıklığıyla dolu gözleri aklından bir türlü gitmiyordu...

Güneşli, pırıl pırıl bir pazar sabahıydı. Gökyüzü masmaviydi ve dışarıdan cıvıl cıvıl kuş sesleri geliyordu. Eylül böylesine güzel bir güne gözlerini açmıştı ama ne yazık ki yüreği kapkaranlıktı.

Önceki akşam yaşadığı sahneler gözünün önüne gelince başını yastığına gömdü. Sadece uyumak istiyordu fakat kendini ne kadar zorlasa da tekrar uykuya dalamadı. Sıkıntıyla yüzünü buruşturarak yatağında doğruldu ve komodinin üzerinde duran telefonuna uzandı. Ne bir arama ne de bir mesaj, hiçbir şey yoktu...

Ayaklarını sürüye sürüye salona gittiğinde Damla'nın televizyonun karşısında uzandığını gördü. Onu görünce başını çevirmiş ve "Günaydın," demişti. "Nasılsın?"

"Berbat..." Eylül bezgin bir ifadeyle kendini koltuğa bıraktı. "Başım ağrıyor, gözlerim şiş, kendimi kamyon çarpmış gibi hissediyorum."

Damla yattığı yerde doğrulup oturur pozisyona geçti. "Anlıyorum ama merak etme geçecek. Birbirinize olan sevginiz her türlü sorunu aşacaktır bundan emin olabilirsin."

Eylül üzgün bir şekilde iç çekti. "Umarım dediğin gibi olur.

"Ayrıca benim tanıdığım Eylül bu şekilde kendini bırakmaz. Hadi kalk yüzünü yıka, üzerine güzel bir şeyler giy, saçını topla. Emin ol kendini çok daha iyi hissedeceksin."

Eylül arkadaşına hak veriyordu. Güçlü olmalı, kendini toplamalıydı. Yavaş yavaş ayağa kalktıktan sonra banyoya gidip elini yüzünü yıkadı, dişlerini fırçaladı. Aynaya baktığında gözlerinin şişliği pek hoşuna gitmese de yanaklarına biraz allık sürerek kireç gibi beyaz yüzünü hafif de olsa renklendirdi. Banyodan çıkıp odasına gittikten sonra rahat bir ev elbisesi giydi. Saçlarını tepesinde toplayıp aynaya baktığında kendini çok daha iyi hissetti. Yeniden salona gittiğinde Damla'nın memnun gülümsemesiyle karşılaştı.

"Hah şöyle işte. Şimdi kendini çok daha iyi hissediyorsun değil mi?"

Eylül hafifçe tebessüm ederek "Evet" dedi ama kalbinin tam ortasında hissettiği sıkıntı hala yerli yerinde durmaktaydı.

"Kahvaltıdan sonra bize gidelim," dedi Damla. Ayağa kalkmış terliklerini giyiyordu. "Biliyorsun kuzenlerim hala bizde. Hep birlikte vakit geçiririz ne dersin?

Eylül biraz yalnız kalmak istiyordu. O yüzden Damla'nın önerisini reddetti. Kahvaltıya geçtiklerinde ise Damla, "En azından akşama doğru bir şeyler yapalım," dedi. "Bütün gün oturup bunalım takılmanı istemiyorum. Biraz gezer kafa dağıtırız, olmaz mı?"

"Tamam," dedi Eylül. Fakat kahvaltının ardından arkadaşı gidince kendini boşluğa düşmüş gibi hissetti. O an "Acaba Damla'yla mı gitseydim?" diye düşünmeden edemedi. Yeniden mutfağa döndüğünde solgun bakışları kısa bir an çevresinde gezindi. Hemen ardından kahvaltı sofrasını toplamaya başladı. Bulaşıkları makineye yerleştirdi. Ardından evyenin içini güzelce ovdu. İşi bittiğinde kendini az da olsa rahatlamış hissediyordu.

Salona geçtikten sonra bir gece önceden kalan bardakları mutfağa taşıdı. Sonrasında da tüm evi süpürüp sildi. Çamaşırları makineye attı. Birikmiş ütülerini yaptı. Onu üzen düşüncelerle baş başa kalmamak için kendini ev işlerine vermişti.

Saat 4'e doğru kapı çaldığında Eylül daha önce açmadığı kitap kolilerinden birini açmakla meşguldu. Yüreği heyecanla hoplarken kendini toparlayabilmesi birkaç dakikasını aldı. Hızla koşup kapıyı açtığında ise gözleri kocaman olmuş, kalp atışlarıyla kulakları uğuldamaya başlamıştı. Emre olanca çekiciliği ile karşısında dikilirken ağzını açıp tek kelime edemedi.

Nitekim Emre de benzer bir haldeydi. Kapının önünde dikiliyor, ne diyeceğini bilemez bir halde Eylül'e bakıyordu. Normalde fuarda olması gerekiyordu ama daha fazla dayanamamış ve tüm yetkiyi Can'a devrederek soluğu Eylül'ün kapısında almıştı. Üzgün bir ifadeyle kıza bakarken en sonunda konuşabildi.

"Beni içeri almayacak mısın?"

Eylül kısa süreli bir duraksamanın ardından kapıyı ardına kadar açtı. Emre ise içeri adımını atar atmaz ani bir hamleyle Eylül'ü kendine doğru çekti ve ona sıkıca sarıldı.

"Çok özür dilerim güzelim. Sana karşı çok kaba davrandım. Lütfen beni affet..."

Eylül bir an için afallasa da Emre'nin kokusuyla yavaş yavaş uyuşmaya başlamıştı. Adama sarılmadı ama onu itmedi de. Emre'nin onu sevgiyle sarmalamasına izin verdi. Aslında yüreğini tamir edecek cümlelere ve şefkat dolu dokunuşlara o kadar çok ihtiyacı vardı ki... Fakat bir yandan da çabucak yumuşamak istemiyordu. Emre'nin kollarından yavaşça çıktıktan sonra adama kısa bir bakış attı ve arkasını döndüğü gibi yürüyüp salona geçti.

Emre kızın peşinden yürüyüp salona girdi. Eylül'ün yanına oturduktan sonra "Lütfen bir şey söyle bana," dedi ısrarla. "Kız, bağır, çağır ama lütfen böyle sessiz kalma."

Eylül yüzüne kızgın bir ifade kondurarak, "Ne söylememi bekliyorsun?" diye sordu. "Bana hiç hak etmediğim şekilde davrandın. Şimdi karşıma geçmiş konuşmamı bekliyorsun."

Emre, Eylül'ün ne kadar kızgın olduğunu görebiliyordu. Kızın soluklanmasını fırsat bilip ona doğru yaklaştı ve "Haklısın sevgilim, ne desen haklısın," dedi anlayışlı bir sesle. Bir yandan da Eylül'ün yanağını okşuyordu. "Ben..." Kısa bir an duraksadı. Bakışlarını kaçırdı. "Daha önce böylesi bir kıskançlık yaşamadım. Hakan sürekli çevrende geziniyordu. Söylediğin gibi eski bir arkadaş olarak düşünsem de..." Huzursuz bir şekilde kıpırdandı. "O adamın sana nasıl baktığını gördüm Eylül. Belli ki sana karşı hala bir şeyler hissediyor. Bu yüzden tepemin tası attı ve..." Daha fazla devam edemedi.

Eylül'ün kaşları çatıldı. "Ve sen de tüm sinirimi Eylül'den çıkarayım dedin, değil mi?" Emre'nin cümlesini kendince tamamlamıştı. Adamın sessiz kaldığını görünce kızgın bir soluk verdi. "Bitmiş gitmiş bir ilişki için hiç çekinmeden beni kırabildin. Bilmem farkında mısın ama sergilediğin davranışlar hiç normal değildi Emre."

Emre yavaş yavaş gerildiğini hissediyordu. Sıkıntıyla iç geçirdi. "Senin için bitmiş olabilir ama Hakan için bitmemiş Eylül! Sakın bana bunu göremeyecek kadar kör olduğunu söyleme!" O an yeniden kıskançlıkla dolduğunu hissetti. Eylül'ü o adamla düşündüğünde midesine sert bir yumruk yemiş gibi oluyordu.

"Kör değilim! Elbette farkındayım. Zaten kendisi de bunu söylüyor. Benden yeniden şans istiyor!" Eylül hiç soluk almadan konuştu ama son iki cümlesinin Emre'yi daha da sinirlendireceğini düşünmemişti.

Emre, "Demek şans istiyor ha!" diye hırladı. Gözlerinden ateşler çıkmaya başlamıştı. "Peki sen ne dedin? Aramızdaki ilişkiden bahsettin mi?"

Eylül bakışlarını kaçırdı. Emre'yle ilişkisinden bahsetmemişti ama... Yeniden Emre'yle göz göze geldiğinde "Aramızdaki her şeyin bittiğini, bir daha bir araya gelemeyeceğimizi söyledim," dedi ama karşısındaki adamın sözleriyle tatmin olmadığını görebiliyordu.

"Bir ilişkin olduğunu söyledin mi Eylül!" Emre'nin sesi gerilimli çıkmıştı. Delici bakışları ise Eylül'ün üzerindeydi. Kızın cevap vermediğini görünce sinirli bir şekilde ayağa kalktı. "Cevap vermene gerek yok, ben anlayacağımı anladım."

Eylül de ayağa fırlamıştı. "Ne anladığını söyler misin lütfen?" Adamın peşi sıra yürürken gerilimi iyice artmıştı.

Emre kapıdan çıkmadan önce kıvılcımlı bakışlarını Eylül'ün üzerine dikti ve "Son kez söylüyorum!" dedi uyarı dolu bir sesle. "O adamı bir kez daha yanında görürsem onu doğduğuna pişman ederim. Aynı şekilde Aslan'a karşı da dikkatli olmanı istiyorum. Aslan, senin o masum dünyanda yer alan hiç kimseye benzemez. O çok sinsi bir adam. Ne olursa olsun o pisliği yanına yaklaştırmanı istemiyorum. Yoksa ne yazık ki ben müdahale etmek zorunda kalacağım..."

Lafını bitirdikten sonra Emre arkasını dönüp kapıyı açtı. Sinirleri yine tepesine çıkmıştı ve daha fazla kalıp Eylül'ün kalbini kırmak istemiyordu.

"Nereye gidiyorsun?" diye seslendi Eylül telaş içerisinde.

"Sakinleşebileceğim bir yere..."

Eylül, Emre'nin lafını duyunca öfkeden deliye döndü. Adamın kolunu sertçe tuttu ve onu kendine doğru çevirdi. Emre'nin gözlerine dik dik bakarken, "Sözde benim gönlümü almaya gelmiştin değil mi?" dedi kızgın bir sesle. "Ama belli ki senin tek amacın bana gözdağı verip gitmekmiş. Sen... Sen beni gerçekten çileden çıkarıyorsun!"

Emre, karşısındaki kızın sitem dolu sözleri üzerine hiçbir şey söylemedi. Aslında Eylül'ün yanına önceki akşamı telafi etmek için gelmişti ama her şey daha da beter olmuştu. Biraz daha devam ederlerse ilişkileri iyice çıkmaza girecekti. "Görüşürüz," diye mırıldandıktan sonra çıkıp gitti.

Eylül, kapıyı kapattığında sinirden kuduruyordu. Her şeyin düzeleceğini sanmıştı ama ne yazık ki yanılmıştı. Belli ki buna benzer sahneleri sıklıkla yaşayacaklardı. Kızgın bir yüz ifadesiyle oturup somurtmaya başladı. Bir yandan da Emre'nin sorusunu düşünüyordu. Hakan'a Emre'yle olan ilişkisinden bahsedebilir, adamdan temelli kurtulabilirdi ama...

Düşünceli bir yüzle önceki günü hatırlarken, "Aklıma bile gelmedi..." diye mırıldandı hüzünlü bir sesle. Emre'yle aleni bir ilişki yaşamıyorlardı. CKA'dekiler aralarındaki münasebeti belki de çoktan anlamışlardı ama onlar ilişkilerini açıkça ilan etmiş değillerdi. Dolayısıyla Emre'yle olan ilişkisini dillendirmeye alışkın değildi.

Eylül kafasındaki düşüncelerle akşama kadar kendi kendini yiyip bitirdi. Her şeyi en baştan itibaren düşünüyor, empati kurmaya çalışıyor, bir an yumuşuyor bir an sonra ise tekrar öfkeyle doluyordu. Telefonu çalmaya başlayınca heyecanla ekrana baktı ama arayanın Damla olduğunu gördü. Sıkkın bir yüzle konuşmaya başladı.

Damla akşam yemeği için dışarıda plan yapmıştı ve onu da davet ediyordu. Bu sefer hiç düşünmeden "Yarım saat içinde oradayım," dedi. O an için kafasını dağıtacak bir şeylere her şeyden çok ihtiyacı vardı. Eğer biraz daha evde kalırsa düşünmekten kafayı yiyecekti...

Bezgin bir şekilde odasına girdiğinde dolabını açıp ne giyeceğini düşünmeye başladı. Bir süre sonra dizden bir karış yükseklikteki siyah, üzeri beyaz desenlerle kaplı elbisesini alıp yatağın üzerine bıraktı. Üzerindekileri çıkarıp siyah, ince bir külotlu çorap giydi. Elbisesini giymesi, makyajını ve saçını yapması ise sadece on beş dakikasını almıştı. Kalça hizasındaki siyah pardesüsünü giyip boynuna krem rengi kaşkolunu doladıktan sonra kendini serin İstanbul akşamına bıraktı.

Gidecekleri yer Etiler'de steak etleriyle ünlü popüler bir restoranttı. Mekana Damla'nın arabasıyla geldiler. Yol boyunca Merve ve Müge hiç susmadan konuşmuşlar, Eylül'ün kafasındaki düşüncelerin az da olsa dağılmasına sebep olmuşlardı.

Ara sokaklardan birine park edip restorana girdiklerinde Eylül mekanın oldukça kalabalık olduğunu fark etti. İçeride ahşap öğelerin yoğun olarak kullanıldığı sade ve modern bir görünüm vardı. Kendilerine ayrılan masaya doğru ilerlemeye başladıklarında Eylül adının seslendiğini duydu.

"Eylül Hanım!"

Başını sol tarafına çevirdiğinde Eylül'ün gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Aslan Eroğlu memnun bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Adamın yanında takım elbiselerinin içinde 3 erkek vardı ve onların da tüm ilgisi üzerine yönelmişti.

Aslan hemen ayağa kalkıp Eylül'ün yanına geldi. Siyahlar içerisindeki kızın onu bir hayli etkileyen gözlerinde kısa bir an duraksasa da yüzüne geniş bir tebessüm kondurdu. "Ne hoş bir tesadüf. Nasılsınız?" Elini kıza doğru uzattı ama aynen kokteylde yaptığı gibi kızın uzattığı elini sıkmayıp dudaklarına götürdü. Bu hareketiyle Eylül'ün iyiden iyiye gerildiğini fark etse de bozuntuya vermedi.

"İyiyim," dedi Eylül. "Siz nasılsınız?" Midesine çöreklenen rahatsız edici hissi yok saymaya çalışırken elini çekip omzundaki çantasına tutundu. 'Bir insan ancak bu kadar talihsiz olabilir,' diye içinden geçirirken İstanbul gibi kocaman bir şehirde bu adamla karşılaşmasının ne kadar büyük bir şansızlık olduğunu düşünüyordu. Bunun yanı sıra adamın gözlerindeki hayranlık dolu bakışları görebiliyor, bu durum hiç hoşuna gitmiyordu.

Aslan kızın elle tutulur rahatsızlığının farkındaydı ama bu durumu hiç dikkate almadı. Başını nezaketle öne eğerken, "İyiyim ama şu an sizi görünce çok daha iyi oldum," dedi. Bakışları az ötedeki masaya yerleşen kızlara kaydı.

Eylül bu adama daha fazla katlanamayacaktı. Yüzüne zoraki bir tebessüm kondururken, "Size afiyet olsun Aslan Bey," dedi. "İyi akşamlar."

Aslan, Eylül'ün huzursuzluğunun farkındaydı. Emre'nin kızı onunla ilgili uyardığını tahmin edebiliyordu. "İyi akşamlar Eylül Hanım. Daha müsait bir zamanda sizinle karşılıklı oturup sohbet etmek isterim."

Adamın son sözü karşısında Eylül'ün yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. Aslan'ın tebessümüne karşılık vermezken ona gülümseyen adamları selamlayıp masasına doğru yürümeye başladı.

Bu kısa sürelik konuşma esnasında Damla'nın gözü Eylül ve Aslan'ın üzerindeydi. Karşısındaki sahneyi izlerken içten içe Emre'nin haklı olduğunu düşünmeye başlamıştı. Aslan'ın yüzündeki tebessümün aksine gözlerinde tuhaf bir ifade vardı. Öyle ki bunu kelimelere dökmek oldukça zordu. Tehlikeli mi, küstah mı, yoksa pervasız mı... Bilemiyordu. Üstelik adamın Eylül'e bakışları da hiç hoşuna gitmemişti. Aslan'ın aklında çok da hoş şeyler olmadığı her halinden belli oluyordu.

Eylül masasına yerleşirken Damla'yla göz göze geldi. Arkadaşının huzursuz bakışlarını gördü ama tek kelime etmedi. Şu anda Aslan'la ilgili konuşmanın ne sırası ne de zamanıydı.

Aslan masadaki arkadaşlarıyla konuşuyordu ama bakışları sık sık Eylül'e kayıyordu. Başta kızın yüzü asıktı ama sonrasında sohbetin de etkisiyle keyiflenmeye başlamıştı. Konuşurken el kol jestleri yapıyor, arada bir gözünün önüne gelen saçlarını kulağının arkasına alıyordu. Konuşmalara gülüyor ama hemen sonrasında yüzünden saniyelik bir hüzün ifadesi geçiyordu. O an içten içe Emre'yi kıskandığını fark etti. Bir yandan da zihni harıl harıl çalışıyor kendice planlar yapıyordu. Bu kızla daha çok karşılaşmalı ve yakınlaşmalıydı ama nasıl?

Bir süre ne yapabileceğini düşündükten sonra telefonunu eline aldı ve dışarıda bekleyen şoförüne uzun bir mesaj yazdı. Şu an eline çok güzel bir fırsat geçmişti ve bunu değerlendirmeliydi. Bunun yanı sıra bir yandan da Melisa'yı düşünüyordu. Acaba Emre'nin yeni macerasından haberi var mıydı? Aklına gelen düşüncelerle iyiden iyiye keyiflenmişti. Emre'nin huzurunu öyle bir kaçıracaktı ki...

Kızlar kilo verme ve spor konularından bahsederlerken Eylül yanında oturan Damla'ya döndü ve "Geçen gün tenis oynadığımız spor merkezine kayıt olmayı düşünüyorum," dedi. "İstanbul'a geldiğimden beri sporu iyice boşladım. Vücudum resmen formdan düştü." Kısa bir esin ardından "İstersen sen de gel," diye önerdi.

Damla, "Olabilir" dedi. "Elimden geldiğince sana eşlik etmeye çalışırım."

İlerleyen dakikalarda kızlar yemeklerini bitirdiler ve bir süre daha oturdular. Hesabı ödeyip kalktıklarında Eylül Aslan'ın hala oturuyor olduğunu gördü ve bu duruma şaşırmadan edemedi. Adamla göz göze geldiğinde başını yavaşça öne eğdi ama tebessüm etmedi. Hızlı adımlarla yürüyüp restorandan çıktığında 'Sadece kötü bir tesadüftü,' diye içinden geçirdi.

Saat 10 gibi Damla apartmanın önünde durduğunda Eylül kızlarla vedalaşıp arabadan indi. Ağır adımlarla eve doğru yürürken bir yandan da anahtarını çıkarmaya çalışıyordu. Bu esnada siyah bir otomobilin şoför koltuğunda onu izleyen bir çift dikkatli gözün farkında bile değildi...

Yukarı çıkıp eve girdiğinde yüreğine kocaman bir ağırlık çöktü. Birkaç saatliğine düşüncelerinden sıyrılmıştı ama şimdi yeniden kendisiyle baş başa kalmıştı. Kırgınlığı hala capcanlı olsa da Emre'yi o kadar çok özlüyordu ki. Kokusunu, tenini, gülen gözlerini, sevgi dolu sözlerini, kendisine kocaman sarılışını, varlığını... Burnunun direği sızlar bir vaziyette odasına geçtiğinde geldikleri noktayı sorguluyor, her şeyin eskisi gibi olup olamayacağını düşünüyordu. Üzerini değiştirip yatağına girdiğinde aklında ertesi gün vardı. Eskisi gibi proje üzerinde çalışmayacaklardı belki ama eninde sonunda yarın şirkette Emre'yle yüz yüze geleceklerdi. Ne yapmalı, nasıl davranmalı hiç bilmiyordu...

Ertesi sabah uyandığında yağmurlu ve soğuk bir güne merhaba dedi. Sallana sallana mutfağa gittiğinde kahve makinesini kontrol edip düğmesine bastı. Kendini sanki hiç uyumamış gibi yorgun hissediyordu. Bir şeyler atıştırdıktan sonra ara sıra kullandığı vitaminlerden almalıydı.

Hazırlığını tamamlayıp evden çıktığında yüzüne çarpan soğuk havayla bir an kendine gelir gibi oldu. Şirkete vardığında ise Emre'yi görecek olmaktan dolayı heyecanlıydı. Fakat beklediği gibi olmadı. Öğlene kadar Emre'den ses çıkmadı. Öğle yemeğinde Aslı'yla birlikte yemekhaneye indiler ama sevdiği adama orada da rastlayamadı. Telefonuna gelen herhangi bir mesaj ya da arama yoktu. Eli sık sık telefonuna gitti ama en sonunda dayanamadı ve yüz yüze görüşmelerinin çok daha iyi olacağını düşündü. Kendince uydurduğu bir bahaneyle üst kata çıkıp Şermin Hanım'ın karşısına geçtiğinde yüzüne en tatlı gülümsemesini kondurdu ve fuarla ilgili bir konu hakkında Emre'yle konuşması gerektiğini belirtti. Fakat kadının "Emre Bey şehir dışında," diye karşılık verdiğini duyunca şaşkınlık içerisinde kalakaldı.

"Kendisi iki günlük bir iş gezisine çıktı," diye devam etti Şermin Hanım.

"Öyle mi?" Eylül hafifçe tebessüm etti. "Tamam o zaman." Kadını selamladıktan sonra gerisin geri yürüyüp kendini koridora attı. Ofise doğru giderken ise kendi kendine söyleniyordu. Emre ona hiçbir şekilde haber verme gereği duymadan çekip gitmişti demek. İnsan en azından bir mesaj atmaz mıydı? Onun için bu kadar mı önemsizdi? Madem öyle o zaman kendisi de Emre'yi düşünmeyecek ve umursamayacaktı. "Ne hali varsa görsün..." diye düşünürken kaşları olabildiğince çatıktı.

Eylül Pazartesi akşamı Damla'nın tüm önerilerini reddedip eve gitti. Kendi kendini dolduruşa getiriyor, zihninde Emre'yi kesip biçiyordu. O akşamı televizyonun karşısında somurtarak ve çok kilolu insanların zayıflama maceralarını anlatan bir programı izleyerek geçirdi.

Salı günü ise işten çıktıktan sonra bir kutu tiramisu alıp Damla'lara gitmişti. Damla'nın annesi onu yemeğe davet etmiş, en sevdiği yemeklerden biri olan etli dolma yapmıştı. O akşamı onu üzen düşüncelerden uzak geçirdi ama gözü sık sık telefonuna kayıyordu. Emre'den hala ses seda yoktu. Belki de... Aralarındaki ilişki başladığı gibi bitmişti. Bu en kötü olasılıktı ama aklının bir köşesinden ona el sallıyordu.

Çarşamba günü geldiğinde Eylül'ün yüreği artık kopkoyu kesilmişti. Şermin Hanım Emre'nin iki günlük bir iş gezisine çıktığını söylemişti. Dolayısıyla büyük ihtimalle Emre gün içerisinde İstanbul'a dönüyordu. Fakat iki gündür adamdan hiç ses çıkmadığı için umuda dair ne varsa yitirmişti.

Öğle yemeğinden sonra ofise geçtiğinde Damla aradı ve "Bu akşam cadı kuzenlerimi Can'la tanıştıracağım," dedi. "Birlikte yemeğe çıkacağız. Ne olur sen de gel Eylül."

"Olur, gelirim," dedi Eylül. Eve gidip kös kös oturmak ve düşünceler içerisinde boğulmak istemiyordu. "Umarım seninkiler yine bir patavatsızlık yapmazlar."

Hattın diğer ucundan sıkıntılı bir oflama sesi duyuldu. "Valla onlardan her şey beklenir."

Akşam eve geldiğinde Eylül bir süre salonda uzanıp müzik dinledi. Ardından odasına gidip kalçalarını sıkı sıkı saran koyu renk bir jean ve 'V' yaka, krem rengi bir kazak giydi. Diğer hazırlıklarını da tamamladıktan sonra boynuna şık bir kaşkol dolayıp bel hizasındaki ceketini giydi.

Bağdat Caddesi'ndeki restorana vardığında Damlaların cam kenarındaki bir masada oturduklarını gördü. Yanlarına gittiğinde "Selam," dedi gülümseyerek. Yerine otururken bir yandan da Damla'nın yüz ifadesini analiz etmeye çalışıyordu. Her şey yolunda gibi görünüyordu ama...

"Sipariş vermek için seni bekledik," dedi Müge.

"O zaman bir an önce söyleyelim." Eylül menüyü incelerken çok açıkmış olduğunu hissetti. Hafif bir şeyler yemek istiyordu ama ne yiyeceğine de karar veremiyordu. En sonunda uzun zamandır sezar salata yemediğini düşündü.

Garson siparişlerini aldıktan sonra Eylül'ün bakışları istemsizce mekanın içinde gezindi. Sanki her an Aslan bir yerlerden çıkacakmış gibi geliyordu. Adamın bakışlarını zihninden atmaya çalışırken masadaki konuşmalara odaklandı. Neyse ki herkesin keyfi yerinde gibiydi. Damla'nın kuzenlerinin Can'ı sevdikleri her hallerinden belli oluyordu.

Bir süre sonra yemekler geldiğinde koyu sohbet kısa süreliğine durulur gibi oldu. Fakat hemen sonrasında bu sefer de yemeklerin kritiği yapılmaya başlandı. Tam da o esnada Emre restorana girmiş ve kalabalık masaya doğru yürümeye başlamıştı. Eylül'ün sırtı kapıya dönük olduğu için adamın geldiğini fark etmemişti bile. Nitekim bir an sonra duyduğu sesle adeta yerinden sıçradı.

"İyi akşamlar..." Emre Eylül'ün yanındaki boş sandalyeye oturduktan sonra kıza doğru eğildi ve yanağına minik bir öpücük kondurdu.

Eylül'ün kalbi deliler gibi çarpıyordu. O an en son beklediği şey Emre'nin restorana gelmesiydi. Ağzı beş karış açık bir halde adama bakarken ne diyeceğini bilemedi. Yanağına değen dudaklar ise pembeleşmesine sebep oldu. Damla'nın kuzenleri manidar gülümsemeleriyle onlara bakıyorlardı.

Emre masadaki kızlarla göz göze gelince "Sizinle tanışmadık," dedi. "Ben Emre Sancaktar." Elini uzatıp sırasıyla kızların ellerini sıktı.

"Nasılsın Emre? Duyduğum kadarıyla şehir dışındaymışsın." Damla sevecen bir gülümsemeyle Emre'ye bakıyor, Eylül'e zaman kazandırmaya çalışıyordu. Arkadaşı o kadar şaşkın görünüyordu ki..."

Emre başını öne doğru eğerken, "Evet, İzmir'deydim," dedi.

"İzmir mi?" Merve'nin gözleri parıldadı. "En çok yaşamak istediğim şehir..."

O andan sonra masada İzmir'le ilgili konuşmalar geçti. Emre bir yandan konuşuyor bir yandan da sık sık Eylül'e bakıyordu ama gördükleri onu pek memnun etmiyordu. Eylül onu yok sayıyor, yüzüne bile bakmıyordu. Bir süre sonra masadakilerin ilgisi Damla'nın konuşmalarına yönelince yanında oturan kıza doğru eğildi ve "Nasılsın güzelim?" diye sordu.

Eylül ifadesiz bakışlarını Emre'nin üzerine dikti. "İyiyim," dedi ruhsuz bir sesle.

Emre kızın soğuk tavırlarına bozulsa da belli etmedi. Pazar günü Eylül'ün yanından ayrıldıktan sonra kızın üzerine gitmemeye ve onu kendi haline bırakmaya karar vermişti ama anlaşılan o ki pek iyi etmemişti. Şu anda karşısında buz gibi bir insan vardı ve her şey çok daha karmaşık bir hal almış gibi görünüyordu.

Yaklaşık bir saat sonra restorandan çıktıktan sonra Eylül herkesle tek tek vedalaştı. Tam arkasını dönüp arabasına doğru yürümeye başlamıştı ki Emre'nin elini kolunda hissetti.

"Tek kelime etmeden nereye gidiyorsun?"

Eylül Emre'ye dik dik baktı. "İzin verirsen evime gideceğim."

"Öyle mi?" Emre kızın meydan okuyan bakışlarıyla sinirlerinin gerildiğini hissediyordu.

Eylül, "Öyle," dedi başını sallayarak. Umursamaz görünmeye çalışıyordu.

Emre burnundan kızgın bir soluk verdi. "Hadi git o zaman!" Lafını bitirdikten sonra arkasını döndü ve kendi kendine homurdanarak arabasına doğru yürümeye başladı.

Emre'nin arkasından bakarken Eylül'ün yüzünde hüzünlü bir ifade vardı. Bir yanı Emre'nin kollarına atılmak istese de diğer yanı adama hala kızgındı. Kendini yüzde yüz hatasız görmese de işlerin böylesi bir noktaya gelmesinden dolayı Emre'yi suçluyordu.

Yol boyunca kendini yiyip bitirerek eve geldiğinde çantasını yere fırlatıp salona girdi ve kendini koltuğun üzerine attı. Kokteyl akşamı her şey yerle bir olmuştu ve hala toparlanamamışlardı. Bu durum onu çok üzüyor bir yandan da Emre'ye bu kadar bağlanmış olmasını şaşkınlıkla karşılıyordu. Emre'yi çok seviyordu ve onsuz bir yanı eksik kalmış gibiydi. Tek istediği ise sevdiği adamla mutlu olmaktı.

Düşünceler içerisinde koltuğun üzerinde dönüp dururken çalan kapının sesiyle aniden irkildi. Akşam geç saatlerde çalan kapılar onu her zaman tedirgin ederdi. Yattığı yerde doğruldu ama yerinden kalkmadı. Kulaklarını dikmiş salonun kapısına bakıyordu. Bir an sonra kapı tekrar çaldığında ise yavaşça kalktı ve parmak uçlarında ilerlemeye başladı. Oldukça sessiz bir şekilde kapının önüne geldiğinde soluğunu tutmuş bir haldeydi. Başını öne doğru eğip kapının dürbününden baktığında kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı ve kalbi deliler gibi çarpmaya başladı...

beasloove...

------oo------

Bölüm boyunca Eylül  :)

Diğer bölümde görüşmek üzere :**

Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 51.8K 60
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
213K 12.9K 25
Berdel konulu bir GAY hikayesidir. Eşcinsel evliliğin yasal ve normal olduğu bir evrende geçmektedir. •Şiddet, cinsellik ve olumsuz öğeler içermekted...
975K 40.8K 40
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
540K 22.3K 43
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...