Aşkın Dayanılmaz Çekiciliği

By beasloove

25M 563K 64.7K

Bilgisayar mühendisliğinden yeni mezun, 22 yaşında, idealist, keçi gibi inatçı bir genç kız: Eylül Şentürk. T... More

BAŞLAMADAN ÖNCE
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6.BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM - FİNAL
GÖRÜŞMEK ÜZERE
EROS'UN OKLARI 1 GOOGLE KİTAPLAR'DA
EROS'UN OKLARI 2 GOOGLE KİTAPLAR'DA
YENİ BİR HİKAYE - KUSURSUZ
MIA KOBO'DA YAYINDA
ÖNEMLİ DUYURU

16. BÖLÜM

594K 13.1K 1.7K
By beasloove

Şarkı: Michael Bolton - When a Man Loves a Woman

Sabah olduğunda Eylül henüz gözlerini açamamıştı ama zihni kendine gelmişti. Omzuna art arda değen dudakları hissettiğinde gözleri kapalı olduğu halde yüzünde kocaman bir tebessüm oluştu. Bir süre hiç kıpırdamadan Emre'nin öpücüklerinin tadını çıkardı. Emre omzunun her noktasını öpüyor, bir yandan da ona sarılıyordu. Daha fazla dayanamayarak yüzünü adama döndü ve gülümseyen gözlerine bakmaya başladı.

"Hayatım boyunca hiç bu kadar güzel uyandırıldığımı hatırlamıyorum. Günaydın..."

Emre, Eylül'ün dudaklarına uzanarak sevgi dolu bir öpücük kondurdu. "Günaydın güzelim. Demek öyle ha, işte bu durum çok hoşuma gitti."

Bir süre birbirlerine sarıldıktan sonra Eylül, "Sen benden bayağı bir önce kalktın herhalde," dedi.

"Evet, ben genellikle erken kalkarım."

Eylül dudaklarını büzerek "Ben de tam tersi geç kalkan biriyim," dedi sevimli bir sesle.

"O zaman sen uyursun, ben de sana sarılıp uyumanı izler, seni her sabah bu şekilde öpücüklerle uyandırırım. Ne dersin?"

Eylül, Emre'nin geleceğe dair söylemleri karşısında bir an şaşırsa da bir şey belli etmeyerek sadece gülümsemekle yetindi. Konuyu değiştirme ihtiyacı hissederek "Biliyor musun, sana söyleme fırsatım olmadı," dedi. "Dün akşama doğru projeyi ve sunumu bitirdim. Şu an her şey hazır vaziyette ve bundan ötürü çok mutluyum."

Emre, Eylül'ün yüzündeki kocaman gülümsemeyi görünce memnun bir ifadeyle başını salladı. "Ben sana demiştim. Gördün mü bak, boş yere o kadar panik oldun. Şahsen ben başaracağından o kadar emindim ki..."

Eylül hemen lafa atıldı. "Ama sen de bana yardım ettin, bunu da unutmamak lazım."

"Benim yardımlarım senin yaptıkların yanında çok önemsiz kalıyor. Bence kendinle gurur duymalısın..."

Eylül mutlu bir ifadeyle teşekkür ettikten sonra "Bir şeyler yiyelim mi?" diye sordu. Emre'nin olumlu cevabı üzerine mutfağa giderek kahvaltı hazırlamaya başladı. Bir an kendini çok garip hissetti. Sanki Emre'yle evliydiler ve şu anda ona kahvaltı hazırlıyordu. 'Evli olsaydık, nasıl bir hayatımız olurdu acaba?' diye düşünürken yüzünde hülyalı bir gülümseme vardı.

Birlikte kahvaltılarını yaptıktan sonra Emre "Şirkete gitmeden önce eve uğrayıp, üzerimi değiştirmek istiyorum" dedi. "Saat 10 buçuk gibi odamda görüşelim mi?"

Eylül, "Tamam" dedikten sonra birbirlerine sarılarak uzun uzun öpüştüler. Emre çıktıktan sonra Eylül önce duşa girdi, ardından da hızlıca üzerini giydi. Mutluydu, yüreği kıpır kıpırdı. Emre'yi düşündükçe midesinde yaramaz kelebekler uçuşuyor, nefesi kesiliyordu. "Aşk muhteşem bir duyguymuş" diye mırıldandı saçlarına şekil verirken. Emre'yle baştan beri yaşadıklarını göz önünde bulundurduğunda aralarındaki ilişkinin böylesine güzel, böylesine sevgi dolu olması geleceğe dair pozitif duygularla dolmasına sebep oluyordu.

Hazırlığını tamamladıktan sonra evden çıkarak arabasına bindi. Yolda giderken önceki akşam Emre'yle yaşadıklarını düşünüyordu. Salona geçtikten sonra birbirlerine sarılmışlar ve saatlerce sohbet etmişlerdi. Ankara'daki çekirdek ailesinden bahsetmişti Emre'ye. Mutlu bir çocukluk geçirdiğini, gittiği okulları, arkadaşlarını, dedesinin ölümüyle ne kadar sarsıldıklarını anlatmıştı. Benzer şekilde o da Emre'ye sorular yöneltmişti ama adamın ailesiyle ilgili soru sorup sormama konusunda tereddüt etmişti. Emre onun yaşadığı ikilemi hissedince, "Sorabilirsin, çekinmene gerek yok" demişti. Nedense her defasında aklından geçenleri okuyor gibiydi. Nitekim "Ben de senin çocukluğunu ve aileni merak ediyorum" dediğinde, Emre tüm açıklığıyla kendi hayatından bahsetmeye başlamıştı.

"Çocukluğum gerçekten de çok iyi geçti diyebilirim," diye konuşmaya başlamıştı özlem dolu bir gülümsemeyle. Daha sonra da anlatmaya devam etmişti. "Annem 1.80 boylarında, simsiyah saçları ve masmavi gözleriyle oldukça dikkat çekici bir kadındı. Kendisi varlıklı bir ailenin kızıydı ve sanatla oldukça iç içeydi. Profesyonel anlamda resimle uğraşıyordu ve çok başarılıydı. Babamsa 1.90 boylarında, siyah saçlı, siyah gözlü, yakışıklı bir adamdı ama annem gibi zengin bir aileden gelmiyordu. Çiftçilikle uğraşan bir ailenin 3 çocuğunun en büyüğüydü ve oldukça mütevazı bir yaşamı vardı."

Emre'nin sözleriyle filmlerde ya da kitaplarda gördüğü zengin kız fakir erkek aşkına benzer bir şeyler dinleyeceğini tahmin etmiş iyice meraklanmıştı. "Peki nasıl tanışmışlar?" diye sormuştu.

"Üniversitede tanışmışlar," diye cevaplamıştı Emre. "Babam hukuk fakültesinde, annemse güzel sanatlarda okuyormuş. İlk görüşte birbirlerine aşık olmuşlar ama mutlu sona ulaşmaları pek de kolay olmamış. Annemin babası yani dedem bu ilişkiye epeyce karşı çıkmış. Malum sınıf farklılıkları mevzuları..." Özellikle son cümleyi söylerken Emre'nin yüzünde onaylamaz bir ifade oluşmuştu. Dedesinin bu tavrını desteklemediği her halinden belli oluyordu. "Neyse ki bizimkiler çok diretmişler ve bir şekilde evlenmeyi başarmışlar. Annem kendi atölyesini kurararak sanatsal faaliyetlerini sürdürürken babam da bir müddet sonra kendi avukatlık bürosunu kurmuş ve zamanla İstanbul'da hatırı sayılır bir üne sahip olmuş. Evliliklerinin üçüncü senesinde ben doğmuşum. Benden dört sene sonra da Sıla."

Eylül yüzündeki hoş tebessümüyle "Gerçekten peri masalı gibi, çok etkileyici," demişti.

Emre, başını öne doğru sallayıp "Evet" demişti. "Annemle babamı yan yana bir görseydin inanamazdın. Birbirlerine o kadar yakışırlardı ki gören herkes onlara gıptayla bakardı. İkisi de oldukça göz alıcıydı. Ama bunun da ötesinde birbirlerine deli gibi aşıktılar ve bu durum dışarıdan bakıldığında çok belli oluyordu."

Eylül, "Peki çocukluğun?" diye sormuştu.

"Çocukluğum güzel geçti çünkü sevgi dolu ve huzurlu bir ailem vardı. Annem sayesinde Sıla da ben de sanatla iç içeydik ve kendisi bizim eğitimimizle yakınen ilgilenirdi. Babamsa kitaplara çok düşkündü ve bizimle oturup uzun uzun sohbetler ederdi. Belki de şu an en özlediğim şeylerden biri bu. Babamla uzun uzun sohbet etmek, dertleşmek...

Eylül yavaş yavaş hüzünlenmeye başladığını hissetmişti. "Sonra ne oldu?"

Eylül son sorusunu sorduğunda Emre'nin yüzü yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. "Ben o zaman 17 yaşındaydım. Ailece yolculuğa çıkmıştık. Her şey olağandı. Sıla ile ben arka tarafta birbirimizi yerken, annemle babam ön tarafta sohbet ediyorlardı. Bir an ne olduğunu anlayamadık. Dünyam kararmadan önce hatırladığım en son şey annemin çığlıklarıydı. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Annem ve babam ise artık yoktu. Daha sonra öğrendim ki freni patlayan bir kamyon bize çarpmış. Annem ve babam olay esnasında hayatlarını kaybederlerken ben uzun bir müddet yoğun bakımda kalmışım. Durumum oldukça kritikmiş ama hayatta kalmayı başarmışım. Neyse ki Sıla benim kadar kötü değilmiş ama o da uzun bir müddet hastanede kalmış."

Eylül, bu konuyu açtığından dolayı pişmanlık duyarak ne diyeceğini bilememişti. Tek söyleyebildiği "Çok üzgünüm..." olmuştu.

Emre bakışlarını uzakta bir noktaya sabitlemiş ve "Ben de" demişti. "Uyandığımda korkunç ağrılarım vardı ama bedensel acım manen çektiğim acının yanında solda sıfır kalıyordu. Hayatta en değer verdiğim, koşulsuzca sevdiğim iki insanı kaybetmek benim için ölümden beterdi. Annemin ailesinin bizi sahiplenmesine ve desteklerine rağmen çok uzun süre kendime gelemedim. Bunca zaman geçmesine rağmen kalbimdeki acıları ilk günkü tazeliğini koruyor."

Eylül daha fazla dayanamamış ve Emre'ye uzun uzun sarılmıştı. "Çok üzgünüm. Bu konuyu açtığım için beni affet lütfen. Seni üzmeyi istemezdim," demişti pişmanlık içerisinde.

Emre, onu sevgiyle kucaklamış ve "Sonsuza dek bu konuyu erteleyemezdim ki. Eninde sonunda konuşacaktık zaten," demişti...

Eylül bu sahneleri yeniden düşünüp üzülürken şirkete çoktan varmıştı bile. Arabasından indikten sonra hızlı adımlarla merdivenleri çıkarak içeri girdi. Asansörlerin önünde Can'la karşılaşınca adamın yanına gidip ona selam verdi ve konuşmaya başladılar.

Can hafta sonu gerçekleşecek olan fuara Damla'yı da davet ettiğini söylemişti. Eylül, bu duruma oldukça sevinmişti çünkü öylesine gergin ve heyecanlı olacağı bir ortamda Damla'nın olacak olması ona çok iyi gelecekti. Keyifli bir şekilde yukarı çıktıktan sonra odasına girmiş ve çalışmaya başlamıştı. Saat 10 buçuk gibi de Emre'nin yanına gitmiş ve projeyle ilgili son düzenlemeleri yapmışlardı.

Eylül kendini bulutların üzerinde yürüyormuş gibi hissediyordu. Her şey o kadar güzel gidiyordu ki... Mutluluğu benliğinin her köşesinde hissediyor, gülümsemesi yüzünden hiç eksik olmuyordu. Öyle ki öğle yemeğinde Aslı gözlerindeki parıltıları fark etmiş, "Sende farklı bir şeyler var," demişti. "Yoksa aşık mı oldun?"

Duyduğu soru Eylül'ün ağzının açık kalmasına sebep olmuş, kem küm ederek arkadaşını geçirmişti ama sonrasında Aslı'ya hak vermişti. Çünkü ancak aşk denen o sarsıcı duygu insanın ayaklarını böylesine yerden kesebilir, mutluluk iksiri içmişçesine sürekli sırıtmasına sebep olabilirdi.

Öğleden sonra Damla aradığında Eylül iş çıkışı bir şeyler yapmak üzere kıza söz verdiğini hatırlamış ve bir süre ne yapabilecekleri üzerine konuşmuşlardı. Damla fuarda ne giyeceğini sorunca, "Hiç bilmiyorum," diye cevaplamıştı Eylül. Kızlar bir süre bu konuyla ilgili konuştuktan sonra Damla, "O zaman alışveriş merkezinde buluşalım," diye önermişti. "Önce bir şeyler yer sonra da mağazaları gezeriz."

Eylül bu teklifi hiç düşünmeden kabul edip telefonu kapadığında nasıl bir kıyafet giymesi gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Gün içerisindeki sunumlar bittikten sonra bir kokteyl olacağını da öğrenmişti ve kıyafet konusundaki bilinmezliği daha da artmıştı. Aklındaki bu düşüncelerle akşama kadar çalıştı. Daha sonra saatine baktığında yavaş yavaş çıkması gerektiğini fark etti. Damla'yı ve kuzenlerini bekletmek istemiyordu.

Eşyalarını toplarken yukarı çıkıp Emre'ye haber vermeli miyim diye düşünmeden edemedi. Dün gerçekten düşüncesizlik yapmış, adamı bir hayli merakta bırakmıştı. Aslında Emre'ye mesaj da gönderebilirdi ama yukarı çıkıp yüz yüze konuşmasının daha şık olacağını düşündü. Hem gitmeden adamdan minik bir öpücük de alırdı. Yüzündeki yaramaz sırıtışla odadan çıkarken bir yandan da Şermin Hanım'a uyduracağı bahaneyi düşünüyordu. Fakat yukarı çıktığında kadının yerinde olmadığını gördü. Kapıyı çalıp odaya girdiğinde Emre masasının üzerindeki dosyaların arasına gömülmüş çalışıyordu. Onu görünce yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Oturduğu yerden kalkarak yanına geldi ve yanağına minik bir öpücük kondurdu.

"Hoş geldin. Çıkıyor musun yoksa?"

Eylül her zamanki gibi oldukça heyecanlanmıştı. Ona aşkla bakan simsiyah gözleri görünce heyecanlanmaması imkansızdı ya... Kendini toparlayarak "Çıkıyorum," dedi tatlı bir sesle. "Damla ve kuzenleriyle birlikte planımız var." Masanın üzerindeki dosyaları işaret etti. "Anladığım kadarıyla epey yoğunsun."

Emre'nin tek kaşı havaya kalkmış, Eylül'ün son sözünü duymamıştı bile. "Kimmiş o kuzenler?"

Eylül, Emre'nin büyük bir ciddiyetle sorduğu soruyu duyunca şaşırmadan edemedi. "Nasıl yani, anlamadım?"

"Damla'nın kuzenleri diyorum. Kim onlar?"

Eylül, şaşkınlık içerisinde "Merve ve Müge" diyebildi ama içten içe bu şekilde sorgulanıyor olmaktan rahatsız olmuştu. Özellikle Damla'nın kuzenlerinin adını söyledikten sonra Emre'nin yüzündeki çizgilerin yumuşadığını görünce rahatsızlığı daha da arttı. Kaşları hafifçe çatılırken, "Sanki beni sorguya çekiyormuşsun gibi hissediyorum," diye belirtti.

Emre, Eylül'ün gözlerinde oluşan isyankar kıvılcımları görebiliyordu. Belli ki sorularından rahatsız olmuştu. Kızın omuzlarını kavradığında, "Seni sorguya çekmiyorum," diye açıklama yaptı. "Sadece kimlerle olacağını merak ettim."

Eylül, adamın açıklamasıyla tatmin olmamıştı ama üstelemeyecekti. Şu anda kavga etmek ya da tartışmak istemiyordu. Özellikle her şey bu kadar güzel gidiyorken... "Peki o zaman," dedi başını öne doğru sallayarak. "Ben yavaş yavaş çıkayım o zaman."

Ayrılmadan önce Emre, Eylül'ü kendine doğru çekti ve kızın dudaklarına kadifemsi öpücükler bırakmaya başladı. Birbirlerinden ayrıldıklarında Eylül'ün yanakları kızarmıştı ve kalbi delicesine atıyordu. Emre'nin üzerinde yarattığı etki inanılmazdı. Adamla vedalaşıp yola koyulduğunda ise odadaki anlık gerilimi hiç düşünmüyordu bile.

Eylül, alışveriş merkezinin zemin katındaki restorana vardığında Damla ve kuzenlerinin pencere kenarındaki masalardan birinde olduklarını gördü. Kızlara sarılıp yerine oturduktan sonra önce siparişlerini verdiler. Sonrasında da keyifli bir sohbete başladılar.

Damla'nın Can'la olan ilişkisi oldukça iyi gidiyordu ve yüzündeki mutlu ifadeyle sürekli adamdan bahsediyordu. Eylül, arkadaşının mutlu olmasına çok seviniyordu. Gerçekten de Can'la iyi bir ikili olmuşlardı.

"Sizin nasıl gidiyor Eylül?" diye sordu Damla. Müge ve Merve de dikkatle Eylül'e bakıyorlardı.

Eylül oturduğu yerde hafifçe kıpırdanırken, "Şu an için iyi gidiyor ama her şey henüz çok yeni," dedi. "Birbirimizi daha çok tanımamız lazım."

Damla biraz da olsa rahatlamıştı. Eylül'ün en baştan beri yaşadıklarını düşününce ister istemez arkadaşı için endişelenmeden edemiyordu.

Bu esnada Damla'nın kuzeni Merve şüpheci bakışlarını Eylül'e çevirdi ve "Aranızdaki yaş farkı sorun olmuyor mu? diye sordu. "Bildiğim kadarıyla Emre Sancaktar 30 küsür yaşlarında..."

Eylül, hiç beklemediği bu soru karşısında bir an ne diyeceğini bilemedi. Damla ise Merve'ye kötü kötü bakarken, "Şu yaş olayını amma da kafaya taktın," diye homurdandı. Ardından Eylül'e döndü ve "Aynı şeyi bana da söylüyor," diye açıklama yaptı.

Eylül yüzüne doğal bir tebessüm kondurdu. Başını hafifçe öne sallarken, "Haklısın Merve," dedi. "Emre 32 yaşında. "Aramızdaki yaş farkı biraz fazla ama şu ana kadar bu konuyla ilgili bir sıkıntı yaşamadım."

Müge gözlerini abartılı bir şelkilde büyütürek arkasına yaslandı. "10 yaş ne demek abi. Ben olsam adama dede derdim."

"Mügeee!" Damla hemen yanında oturan kızın kolunu dürttü. "Saçma sapan düşüncelerini kendine sakla istersen."

"Yarın bir gün teyzeme de aynı şeyi söyleyebilecek misin acaba?" Müge bilmiş bir tavırla Damla'ya bakıyordu. "Can'ın yaşını duyduklarında bakalım ne yapacaklar?"

Damla'nın suratı kıpkırmızı olmuştu ama Eylül'ün de ondan farkı yoktu. 'Demek ki insanların ilk dikkatini çeken şey aradaki yaş farkı' diye düşünmekten kendini alamadı. Yarın bir gün Emre'yi ailesiyle tanıştırmak isterse... Acaba anne ve babası yaş konusunu sorun ederler miydi?

Eylül aklını kurcalayan düşüncelerle Müge'ye laf yetiştiren Damla'ya baktı ama yüzü ister istemez asılmıştı. Neyse ki birkaç dakika sonra garson elindeki yemek tepsisiyle yanlarına geldi de bu tatsız konuşma sonlandı.

Yemekten sonra alışverişe geçtiklerinde Damla yanında yürüyen Eylül'e doğru eğildi ve "Kusura bakma," dedi sıkkın bir yüzle. "Merve ve Müge'nin bu patavatsızlıklarından nefret ediyorum. Aslında içlerinde kötülük yok ama ne yazık ki dillerinde filtre diye bir şey yok."

Eylül, "Boşver önemli değil," dedi Damla'yı rahatlatmak isteyerek. "Senin bir suçun yok."

Bir süre sonra bakmak istedikleri mağazalardan birine girerek kıyafetleri incelemeye başladılar. Art arda girdikleri birkaç mağazanın ardından Eylül iyice yorulmuş ve yavaş yavaş bunalmaya başlamıştı ama nihayet girdikleri son mağazada üzerine yakışan bir elbise bulabildi. Elbise ciddi bir sunum için oldukça uygun, siyah-beyaz kalem elbiseydi. Yakası açık olan elbise beline ve kalçalarına tam olarak oturmuş, vücudunu olduğundan daha ince göstermişti. Bu elbisenin üzerine bel hizasında şık bir blazer ceket giyip boynuna da zarif bir kolye taksa gayet güzel olabilirdi.

Damla ise diz hizasında lacivert, kruvaze bir elbise beğenmiş, aksesuar satan mağazalardan birinden de elbisesinin üzerine takmak için altın rengi şık bir kemer almıştı. Kıyafet işini hallettikten sonra ise hep birlikte oturup kahvelerini içmişler ve sohbete devam etmişlerdi.

Eylül, akşam eve geldiğinde kendini oldukça yorgun hissediyordu. Ayağındaki yüksek topuklu ayakkabılarla uzun süre gezmiş ve ayaklarına adeta kara sular inmişti. Küveti doldurup iyice köpürttükten sonra kıyafetlerini çıkarıp kendini sıcacık suyun içine bıraktı. Vücudundaki tüm kaslar yavaş yavaş gevşemeye başlarken bir süre sonra telefonu çalmaya başladı. Arayanın Emre olduğunu görünce yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu.

"Merhaba güzelim. Ne yapıyorsun, nasılsın?"

Eylül'ün yüzünde hınzır bir ifade oluştu. "İyiyim. Şu anda küvetin içerisinde oturuyorum." Hattın diğer ucundaki sessizliği fark edince sessizce güldü.

"Hımmm, demek öyle. Şu an o küvetin içinde olmayı ne kadar isterdim biliyor musun?"

Eylül'ün yüreği ani bir heyecanla zıpladı. Bir an kendini Emre'yle suyun içinde çıplak hayal edince ise soluğu kesildi.

"Sesin gitti Eylül? Orada mısın?" Emre'nin ses tonu alaycıydı.

"Şey..." Eylül suyun içerisinde kıpırdanıp dik bir konum aldı. "Yok gitmedi. Buradayım."

"Ee akşamın nasıldı?"

Eylül derin bir soluk alıp alışveriş merkezi maceralarını anlatmaya başladı. Telefonu kapattığında ise suratında yine o saçma sapan gülümseme vardı. Herhalde aşk böyle sürekli anlamsızca gülümseme hali diye düşünmekten kendini alamadı...

Haftanın son iş günü Eylül oldukça heyecanlıydı. Ertesi gün sunumu vardı ve neler olacağını düşündükçe eli ayağı uyuşuyordu. Emre'nin odasına gittiğinde adamın bilgisayarının başında olduğunu gördü. Emre yanına gelip onu öptükten sonra "Yarın için heyecanlı mısın?" diye sordu.

Eylül ellerini öne doğru uzatıp abartılı bir şekilde sallarken, "Resmen titriyorum," dedi gülümseyerek. "Hem heyecanlıyım hem de inanılmaz gerginim..."

Emre, "Ben yanında olacağım merak etme" dedi kızın sırtını sıvazlarken. Daha sonra yüzüne hoş bir gülümseme yerleştirdi. "Bugün iş çıkışı seni kendi evime götürmek istiyorum," dedi. "Senin için de uygun mu?"

Eylül bir an şaşırsa da büyük bir istekle Emre'nin önerisini kabul etti. Sevdiği adamın yaşadığı yeri görmeyi elbette isterdi.

İş çıkışı Emre'yle otoparkta buluştuklarında içi içine sığmıyordu. Emre kapısını açtığında teşekkür ederek arabaya indi. Şehrin kalabalığından git gide uzaklaşırlarken Eylül yol kenarındaki villaları izliyor, gidecekleri yere yaklaşmış olduklarını hissediyordu. Bir süre sonra güvenlikli bir kapının önünde durduklarında ise yüzünde merak dolu bir ifade vardı. Kapı açıldıktan sonra kısa bir araba yolundan ilerlediler. Daha arabadan inmeden Eylül'ün yüzünde hayran bir ifade oluşmuştu. Emre'nin yemyeşil bahçesine bakarken, "Harika bir bahçen varmış," dedi.

Emre, Eylül'ün yüzündeki hayran tebessümü görünce içinin mutlulukla dolduğunu hissetti. Onun da evine dair en sevdiği ayrıntı bahçesiydi. Eylül'le aynı manzaraya bakıp aynı coşkuyu hissedebilmeleri ise inanılmaz bir şeydi. "Beğenmene sevindim. Benim de en çok huzur bulduğum yerlerden biri burası."

Eylül memnun bir ifadeyle gülümsedikten sonra arabadan indi bahçeyi keşfetmeye koyuldu. Yüzündeki çocuksu tebessümle bahçedeki ağaçları inceliyor, çiçekleri kokluyordu. Onun bu halini gören Emre ise Eylül'ün tanıdığı hiçbir kadına benzemediğini düşünüyordu.

Bir süre sonra villanın içine girdiklerinde Eylül ufak çaplı bir şaşkınlık daha yaşadı. Emre'nin bahçeye bakan salonunun duvarlarında birbirinden hoş tablolar vardı ama bundan da daha ilgi çekici olan şey yerden tavana kadar yükselen dev kitaplığıydı. Hayran bakışları kitaplığın raflarında gezinirken ağzından tek bir kelime döküldü. "Muhteşem..."

Emre, memnun bir ifadeyle Eylül'ü izliyordu. Aslına bakılacak olursa ortak birçok yanları vardı.

Eylül, kitaplığı incelerken, "Bu kitapların hepsini okudun mu?" diye sordu.

"Hepsini olmasa da birçoğunu diyebilirim. Kitapların büyük bir kısmı babamındı ve birlikte okuyup uzun uzun tartışmaktan çok hoşlanırdık."

"Ben de okumayı çok severim."

"Biliyorum," dedi Emre. Manalı bir şekilde gülümsedi.

Eylül "Nereden biliyorsun?" diye sordu şaşkınlık içerisinde.

"Salondaki kitaplarını görmüştüm." Emre, kolunu Eylül'ün omzuna atıp kıza hoş bir gülümseme gönderdi.

Bir süre sonra Eylül duvardaki tabloları incelemeye başladı. Sürrealist tarzdaki tabloların büyük çoğunluğu aynı kişiye aitti. 'Nil...' Başını Emre'ye çevirdiğinde, "Tüm bu tabloları annen mi yaptı?" diye sordu.

Emre yüzündeki özlem dolu ifadeyle başını salladı. "Annemin çalışmalarının bir kısmı bende bir kısmı ise Sıla'da. Bu tabloları yaparkenki hali dün gibi aklımda." Hafifçe iç geçirdi. "Bunlara baktıkça onu yanımda hissediyorum..."

Eylül, üzgün bir ifadeyle tablolara bakıyordu. "Annen gerçekten de çok yetenekliymiş," diye mırıldandı. "Onu tanımayı çok isterdim..."

Emre, "Eminim seni çok severdi," dedi gülümseyerek.

Eylül bakışlarını salonun içinde gezdirmeye başladı. İçeride gayet sade ve modern bir hava vardı. Mobilyalar genellikle koyu renk, koltuklar ise krem rengindeydi. Masaların ya da sehpaların üzerinde tek tük aksesuarlar vardı. Eylül'ün en çok dikkatini çeken şey ise kullanılmadığı her halinden belli olan şöminenin üzerinde duran çerçeveler oldu. Hızla o kısma yöneldiğinde yüzünde hüzünlü bir tebesüm oluştu. Yan yana duran çerçevelerin içinde Sancaktar ailesinin mutlu günlerinden kalma fotoğrafları vardı. Fotoğrafların bir tanesinde genç çiftin kucaklarında çocukları vardı. Diğer fotoğraf ise yemyeşil bir arka planda çekilmişti. Sıla ve Emre anne babalarına sarılmışlar mutlu bir yüzle gülümsüyorlardı. "Babana benziyorsun," diye mırıldandı. Boğazında kocaman bir yumru oluşmuştu. "Bakışların, ifaden, fiziksel özelliklerin... Neredeyse tıpa tıp aynı." Başını kaldırdığında Emre'yle göz göze geldi. Adama hafifçe gülümserken, "Sıla da annene benziyor," dedi. "O da annen gibi çok uzun. Gözleri mavi. Sadece saç renkleri farklı."

"Annemin saçları tıpkı seninki gibiydi," dedi Emre. Elini Eylül'ün saçlarına götürdü. "Simsiyah..." diye mırıldandı. Ona aşkla bakan kızın şakağına sevgi dolu bir öpücük bıraktı.

Bu duygu dolu anların sonrasında Emre, Eylül'ün elini tuttu ve "Acıkmışsındır," dedi. "Hadi gel gidip Fatma Hanım bizim için neler hazırlamış bakalım."

Eylül meraklı bir ifadeyle "Fatma Hanım da kim?" diye sordu.

"Fatma Hanım benim yardımcım. Eşi de bahçe ve diğer işlerle uğraşıyor. İkisi de çok hoş insanlardır."

Eylül, yemek odasına girdiğinde özenle hazırlanmış masanın üzerindeki yemekleri gördü. Zeytinyağlılar, börekler, mezeler ve daha bir sürü yemek şık servis tabaklarına yerleştirilmiş bir halde masanın üzerinde duruyordu. "Bunca zahmete ne gerek vardı," derken Emre'nin geriye doğru çektiği sandalyeye oturdu.

"Bunların hiçbiri zahmet değil," dedi Emre. Masanın üzerinde duran şarabı açtıktan sonra kadehleri doldurdu. Karşılıklı oturduklarında kadehini kaldırarak "Hayatıma hoşgeldin..." dedi mutlu bir gülümsemeyle. "Birlikte yaşayacağımız güzel günlere..."

Eylül mutluluktan ne diyeceğini bilemiyordu. Her şey mükemmeldi ve sanki bir rüyada gibiydi. Eğer tüm bu yaşadıkları gerçekten de rüyaysa hiç uyanmak istemiyordu....

Yemeklerini yemeye başladıklarında bir yandan da sohbet ediyorlardı. Eylül, yediği yemeklerin birbirinden leziz olduğunu fark etmişti. "Fatma Hanım'ın yemekleri gerçekten de çok lezzetliymiş," dedi. "Kendisinin eline sağlık..."

"Fatma Hanım yemek konusunda oldukça beceriklidir."

Eylül dudağını sarkıtarak "Benim tam tersim yani," dedi. Emre ise bu söz üzerine gülmeye başladı. Eylül'ün eline uzanırken, "Üzüldüğün şeye bak," dedi. "Ayrıca seninle aynı fikirde değilim. Kendine haksızlık etme lütfen..."

Eylül de gülmeye başlamıştı. "Sen çok kötü bir yalancısın..."

Yemekleri bittikten sonra salona geçtiler ve içkilerini içmeye devam ettiler. Bir an sonra Emre sehpanın üzerinde duran kumandalardan birini aldı. Nitekim saniyeler sonra içeride Michael Bolton'ın "When a man loves a woman," adlı şarkısı yankılanmaya baladı. Başını yavaşça Eylül'e çevirdiğinde, "Dans edelim mi?" diye sordu ama aslında bu bir soru değildi. Ona hayran hayran bakan yeşil gözlerde kaybolurken Eylül'ün elindeki kadehi alıp sehpanın üzerine bıraktı. Ardından da onu ayağa kaldırıp sevgiyle sarmaladı.

"Bu şarkıyı çok seviyorum," diye mırıldandı Eylül. Başını Emre'nin omzuna yaslamış, kendini onun kollarına bırakmıştı.

Emre, gözleri kapalı bir halde anın tadını çıkarıyordu. Sevdiği kadının narin bedeni kollarının arasındaydı ve burnuna dolan Eylül kokusuyla büyülenmiş durumdaydı. Kızı yüreğine sokmak ister gibi göğsüne bastırırken, "Ben de kollarımın arasındaki bu güzelliği çok seviyorum," dedi yoğun bir sesle.

Eylül başını kaldırdı ve mutlu bir ifadeyle Emre'nin gözlerinin içine bakmaya başladı. "Ben de seni seviyorum," derken kalbinin eridiğini hissedebiliyordu.

O an aşkla parlayan gözleri birbirlerine kenetlenmişti. Bir an sonra Emre parmaklarını Eylül'ün yanağında gezdirmeye başladı. Kızı öpme isteği ise karşı koyamayacağı yoğunluktaydı. Nitekim saniyeler sonra dudakları birleştiğinde hiç acele etmeden, her saniyenin keyfini çıkararak Eylül'ü öpmeye başladı...

*

Cumartesi günü Eylül'ün alarmı saat 6 buçukta çaldı. Gözlerini hiç açmadan elini baş ucu sehpasına uzatırken "Hayır!!" diye inledi. Cumartesi günleri işe gittiği için erken kalkardı ama bu kadarına alışkın değildi. Örtüsünün altına iyice girip yüzünü yastığına gömdü. Yumuşacık yatağından kalkmak istemiyordu. Fakat fuarla ilgili düşünceler aklına doluşmaya başlayınca kalp atışları yavaş yavaş hızlanmaya başladı. Başını aniden yastığından kaldırırken "Acele etmeliyim," diye mırıldandı. Duş alıp hızlı bir kahvaltı yapacak, ardından kuaföre gidecekti.

Nihayet yatağından çıkabildiğinde hemen mutfağa koşup kahve makinesinin düğmesine bastı. Ardından banyoya gidip duşun altına girdi. Bornozuyla odaya geldiğinde saate baktı. 7'ye beş vardı.

"Güzel," diye mırıldanırken aceleyle yatağını topladı. Vücudunu kurulayıp spor kıyafetlerini giydikten sonra saçlarını bir miktar kurutup tepesinde topuz yaptı. Mutfakta hızlıca bir şeyler atıştırıp kahvesini içerken gerginliği had safhadaydı. Saat 9 buçuk gibi Emre onu almaya gelecek ve birlikte fuarın gerçekleşeceği kongre merkezine gideceklerdi. Bir süre sonra telefonu çaldığında ekranda Damla'nın ismini gördü.

"Eylül neredesin sen?" diye konuşmaya başladı Damla. Buluşacakları kuaföre çoktan gelmişti.

"Mutfaktayım," diye yanıtladı Eylül gayri ihtiyari ama hemen ardından "Şey yani evdeyim," diye düzeltti. "Kahve içiyordum."

"Oh maşallah. Afiyet olsun sana. Zaten bugün sunum yapacak olan kişi de bendim."

Eylül kupasını evyeye bırakıp doğruca kapıya ilerledi. "Yok çıkıyordum zaten. Beş dakikaya oradayım."

Evden çıkıp bir sokak ötedeki kuaför salonuna girdiğinde Damla'nın saçlarına maşa yapıldığını gördü. İçeridekileri selamlayıp isteksiz bir ifadeyle arkadaşına doğru yürüdüğünde, "Selam," dedi.

Damla Eylül'ün yüz ifadesini görünce gülmeye başladı. "Yüzünde öyle bir ifade var ki seni gören az sonra işkence göreceksin sanacak."

Eylül omuzlarını silkerek Damla'nın yanındaki koltuğa oturdu. Topuzunu açarken, "Saçların benimki gibi olsaydı görürdüm ben seni," dedi. Arkadaşının her maşadan sonra dalga dalga olan saçlarına gıptayla baktı...

Yaklaşık bir saatin sonunda kuaförden çıktığında Eylül üzerinden büyük bir yük kalktığını hissediyordu. Damla yarım saat önce evine gitmişti ve şimdiye kadar çoktan hazırlanmış olmalıydı. Onun ise saçlarının düzleştirilmesi ve ardından balık sırtını andıran şık bir örgüyle şekillendirilmesi oldukça zamanını almıştı. Fakat eve gelip aynanın karşısına geçtiğinde yüzünde memnun bir gülümseme vardı. Yüzü ve gözleri iyice açığa çıkmış, derli toplu bir görünüme kavuşmuştu.

Spor kıyafetlerini çıkarıp önceki gün aldığı siyah-beyaz elbiseyi giydi. Ardından gözlerini vurgulayan abartıdan uzak bir makyaj yaptı. Siyah stilettolarını giyip boynuna annesinin hediyesi olan damla şeklindeki zarif kolyesini taktığında hazırdı.

Salona gidip dizüstü bilgisayarını, sabit diskini, yedek USB belleklerini, proje dosyasını ve ihtiyacı olabilecek diğer şeyleri hazırlarken çalan kapının sesiyle yüreği hopladı. Hızla koşup kapıyı açtığında siyah takım elbisesinin içinde çok şık ve çekici görünen adamla karşılaştı. Emre'nin yüzüne hayran hayran bakarken bir an sonra adamın dudaklarının muzip bir ifadeyle kıvrıldığını gördü.

"Sana da günaydın Eylül..."

Eylül hafifçe silkelenip kendine geldiğinde "Evet bana da günaydın," dedi şaşkın bir sesle. Elini alnına götürdüğünde "Of yani şey, sana günaydın," diye düzeltti. Geriye doğru çekilip adamın geçmesi için yol verirken "Aslında ben hala uyuyorum," dedi gülerek. "Bedenim ayakta olsa da beynim hala yatakta."

Emre kahkahalar içerisinde gülerken eğilip Eylül'ün yanağına minik bir öpücük bıraktı. Kızın ellerini tutup onu geriye çektiğinde ise gözleri hayranlıkla parlıyordu. "İşim gerçekten zor olacak," diye mırıldanırken abartıdan uzak bir şıklık içerisindeki kızı tepeden tırnağa inceliyordu. "Sana hayranlıkla bakan erkekleri gördükçe nasıl sakin kalabileceğimi bilemiyorum."

Eylül "Benzer şey benim için de geçerli," dedi gülümseyerek. Dudaklarına değen dudaklara istekle karşılık verdi.

Birbirlerinden zorlukla ayrılabildiklerinde Emre "Keşke toplantıya gitmek zorunda olmasak," dedi. Gözlerinde arzu dolu pırıltılar uçuşuyordu.

"Keşke," diye mırıldandı Eylül. Her ne kadar içinden geçen bu olsa da bir an önce çıkmaları gerektiğinin farkındaydı.

Nihayet yola koyulduklarında Emre bir yandan arabayı kullanıyor bir yandan da Eylül'ün heyecanını gidermeye çalışıyordu. Aslında yanında oturan kız heyecanını açık açık dillendirmiyordu ama gözleri her şeyi açık ediyordu.

Yirmi dakikalık bir yolculuğun sonrasında Şişli'deki büyük kongre merkezine gelmişlerdi. İki gün sürecek olan yazılım fuarında Türkiye'de faaliyet gösteren irili ufaklı birçok şirket kendi stantlarını açacak ve bunun yanı sıra tanıtımlar, sunumlar ve alanında yetkin kişilerin yer alacağı konuşmalar gerçekleştirilecekti.

Fuarla ilgili çeşitli afişlerin ve posterlerin olduğu giriş katındaki fuayeye geldiklerinde sabah saatleri olmasına karşın yoğun bir insan kalabalığı olduğunu gördüler. Selamlaşmaların ardı arkası kesilmezken Eylül ilk defa tanıştığı insanlara gülümseyip onların ellerini sıkıyor ama duyduğu isimleri saniyeler sonra unutuyordu.

Şirketlerin stantları 4. kattaki dev sergi alanındaydı. Fuayede geçirdikleri on beş dakikanın ardından üst kata çıktıklarında Eylül'ün yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. Alanda tahmin ettiğinden çok daha fazla stant vardı. Bunun yanı sıra sergi alanının arka kısmında robotik alanda faaliyet gösteren şirketlerin geliştirdikleri robotları tanıtıp kendi gösterilerini yapacakları geniş bir alan ayrılmıştı.

CKA'in stantına gittiklerinde Eylül arkadaşlarını selamlayıp fuar planını yeniden gözden geçirdi. Onun gerçekleştireceği sunum saat 17.00'deydi ve aslına bakılacak olursa daha çok zamanı vardı. Sunuma kadarki süre içerisinde stantları gezebilir ve sunumunun üzerinden bir kez daha geçebilirdi.

On dakika sonra Can ve Damla geldiğinde Eylül hala stanttaydı. Damla'yı görünce arkadaşına sarıldı ve "Çok güzel görünüyorsun," dedi.

Damla, "Sen de öyle," dedi. Eylül'ün yüzünü dikkatle inceledikten sonra "Sabahki heyecanın az da olsa yatışmış gibi," diye devam etti. "Sunumlar ne zaman başlayacak?"

Eylül fuar programını Damla'ya gösterirken az ötede Emre ve Can'ın çevrelerini saran bir grup mühendisle sohbet ettiklerini gördü. Arada bir adamla bakışları birleşiyor ve ikisinin de gözlerinde muzip pırıltılar uçuşuyordu.

Damla'yla birlikte yan taraftaki stanta doğru yönelmişken Eylül omzunda yabancı bir el hissetti. Arkasını dönüp Hakan'la göz göze geldiğinde ise kafasına balyoz inmiş gibi sersemledi. Adamın ela gözlerine boş boş bakarken gözleri kocaman açılmış, adeta lal olmuştu.

Hakan şaşkınlıktan ağzı beş karış açık kalmış kıza teklifsizce sarılırken, "Seninle burada karşılaşacağımı hiç tahmin etmezdim Eylül," dedi. Kızın yanaklarını öpüp geri çekildi. "Nasılsın?" Etrafını işaret etti. "Gezmeye mi geldin?"

Eylül olduğu yerde taş kesilmişti. Hakan'ı yıllardır görmüyordu ama adamın ruhunda açtığı yaralar hala tazeliğini koruyordu. Hafifçe öksürüp kendini toparlamaya çalışırken Damla'ya kısa bir bakış attı ve arkadaşının çatık kaşlarıyla Hakan'ı izlediğini gördü. "CKA'de çalışıyorum," dedi kendinden emin görünmeye çalışırken. "Fuar için geldim. Aynı zamanda sunumum var."

Hakan'ın kaşları şaşkınlıkla havalandı. "Vay be... Demek CKA'de çalışıyorsun." Başını aşağı yukarı salladı. "Çok iyi..." Gözlerinde kurnaz parıltılar uçuşurken, "İstanbul'a taşındığını bilmiyordum," diye devam etti.

Eylül umursamaz görünmeye çalışırken, "İki ay önce geldim," dedi. "Anlaşılan sen de buralardasın."

Hakan başıyla onay verirken beğeni dolu bakışlarını Eylül'ün üzerinden alabilmekte zorlanıyordu. "Uzun zamandır İstanbul'dayım. Cybertech yazılımda çalışıyorum."

Cybertech yazılımı duyunca Eylül'ün rahatsızlığı daha da arttı. Cybertech yazılım ve CKA arasında süregelen patent davasını biliyor, iki şirketin mahkemesi hala devam ediyordu. Başını belli belirsiz sallarken bir an sonra bakışları az ötelerinde hala sohbet etmekte olan Emre'ye kaydı. Adamın ciddi bakışlarının üzerlerinde dolaştığını görünce yeniden Hakan'a döndü ve "İzninle biz stantları gezeceğiz," dedi.

Hakan, "Elbette," dedi dostça bir gülümsemeyle. "Görüşürüz..."

İki kız arkalarını dönüp yürümeye başladıklarında Damla kızgınlıkla homurdanmaya başladı. "Gerizekalı... Beyinsiz yaratık... Adi...."

Eylül parmağını dudaklarına götürüp uyarı dolu gözlerle arkadaşına baktı. Az önceki karşılaşmanın rahatsızlığı hala üzerinde olsa da Hakan'ı zihninden atmaya çalıştı.

Emre, yanlarından geçen Hakan'a hoşnutsuz bakışlar atarken Eylül'ün Cybertech yazılımın mühendisini nereden tanıdığını düşünüyordu. Cybertech'in sahibi Aslan Eroğlu'yla henüz karşılaşmamışlardı ama adamı düşünmek dahi sinirlerinin gerilmesine sebep oluyordu.

Kafasındaki soruları uzun bir müddet içinde tuttu ama öğlen yemek molasında Eylül'ün boş bir anını yakaladı ve "Hakan Ünal'ı nereden tanıyorsun?" diye sordu sakin bir sesle.

Duyduğu soru Eylül'ün gerilmesine sebep olmuştu ama yüzüne bilerek olağan bir gülümseme kondurdu. Omuzlarını silkerken, "Hakan'la aynı üniversitede okuyorduk," diye açıklama yaptı. Konunun bir an önce kapanmasını istiyordu. O an için en son istediği şey eski sevgilisiyle ilgili Emre'yle sohbet etmekti.

Emre bu tek cümlelik açıklamayla tatmin olmamıştı ama o an için daha fazla üstelemedi. Sadece "Cybertech'den ve ona dair her şeyden uzak durmanı istiyorum," dedi. Eylül'ün soru dolu bakışlarını görebiliyordu. "O adamlar resmen emek hırsızı. Bu fuarda olmaları bile yeteri kadar can sıkıcı. Fakat ne yazık ki sırtlarını birtakım güçlü kodamanlara dayamışlar. Kendilerinden çok eminler..."

Eylül başını belli belirsiz sallarken Emre'nin anlattıklarını dinliyordu ama bir yandan da gün içerisinde Hakan'la bir daha karşılaşmamayı diliyordu...

Saat 17'ye doğru katılımcılar yavaş yavaş sunumların gerçekleşeceği salona geçmeye başlamışlardı. İlk sunum CKA'e aitti ve Eylül'ün heyecanı doruklardaydı. Kürsüde durmuş git gide kalabalıklaşan salona bakarken ara ara hazırladığı notlara göz atıyor, sesinin çok fazla titrememesi için dua ediyordu. Bilgisayarından çeşitli yönlendirmeleri kendisi yapacak, bu esnada katılımcılar karşılarındaki perdeden sunumu takip edeceklerdi. Derin bir soluk alırken, 'Bana değil daha çok perdeye bakacaklar zaten,' diye düşünerek kendini rahatlatmaya çalıştı.

Açılış konuşmasının ardından Eylül kürsünün başına geçti ve en önde oturan Emre'yle göz göze gelince hafifçe gülümsedi. Ardından bakışlarını salondaki izleyicilere çevirdi ve boğazını temizledikten sonra konuşmaya başladı.

Sunumun ilk birkaç dakikası sesi titriyordu ama üzerinde çalıştığı projeyi genel hatlarıyla anlatmaya başlarken iyiden iyiye rahatlamış, üzerindeki heyecanın büyük bölümünü atmıştı. Ara ara bakışları Emre'ye kaydığında adamın takdir dolu ifadesini görüyor içten içe sevindirik oluyordu. Belli ki her şey gayet iyi gidiyordu...

Eylül'ün sunumu devam ederken Cybertech yazılımın sahibi Aslan Eroğlu'nun gözleri perde ve kürsüdeki kız arasında gidip geliyordu. Bir süre sonra başını çevirdiğinde Emre'nin sunum yapmakta olan kıza hayranlık dolu bir ifadeyle baktığını gördü. Dudakları kurnaz bir tebessümle kıvrılırken yanında oturan Hakan'a doğru eğildi ve "Anladığım kadarıyla şu anda sunum yapmakta olan kızı tanıyorsun," dedi.

Hakan evet anlamında başını sallarken, "Üniversiteden tanıyorum," diye açıkladı. "Aynı dönemden olmasak da aynı bölümdeydik. Ayrıca kısa süreli bir beraberliğimiz oldu."

Aslan duyduğu sözlerle keyiflenmişti. "Demek öyle... Yalnız ben seni akıllı bilirdim Hakan. Böylesi hoş bir kızı elinden kaçırmayı nasıl başardın, merak ettim doğrusu."

Hakan sıkkın bakışlarını saklama gereği duymadan patronuna döndü. "Ne yazık ki büyük bir hata yaptım ve o da affetmedi."

Aslan inceler bakışlarını Eylül'ün üzerinde gezdirirken işe yeni başladığı belli olan kızın böylesine ağır bir projenin altından nasıl kalkabildiğini düşünüyordu. Kızın hırslı ve bir o kadar da çalışkan olduğu her halinden belli oluyordu. Projesini hevesle anlatırken nefes dahi almıyordu. Düşünceli bir şekilde başını sallarken, "Emre'nin bakışlarından anladığım kadarıyla bu kızı oldukça sahiplenmiş," diye belirtti. "Belli ki aralarındaki ilişki iş ilişkisinden daha öte bir şey..."

Başını sol tarafına çevirdiğinde Hakan'ın gözlerinde kıskanç bir ifade vardı. Patronu gerçekten de haklıydı. Emre öylesine sahiplenici bir edayla Eylül'e bakıyordu ki... Bir an sonra Aslan'ın sözlerini duyunca adama doğru dönerek onu dinlemeye devam etti...

"Bu kızı en kısa zamanda şirketimde görmek istiyorum. Ayrıca kokteylde beni Eylül'le tanıştırmanı istiyorum. Bu arada..." Yanında oturan adama göz kırptı. "Senin yerinde olsam kendimi bir an önce affettirirdim."

Hakan başını belli belirsiz sallarken dikkatle Eylül'e bakıyordu. Eylül'den çok daha güzel kızlarla birlikte olmuştu ama ilişkilerinin hiçbiri uzun soluklu olmamıştı. Eylül ise ona gerçekten değer vermişti. Ortak zevkleri fazlaydı ve beraberken çok keyifli vakit geçirmişlerdi. Fakat... Yaptığı tek bir hata her şeyin yerle bir olmasına sebep olmuş, her ne kadar beraber olduğu kızın onun için hiçbir anlamı olmasa da Eylül'ün kalbini haddinden fazla kırmıştı. Onu defalarca aramış, evinin önüne gelmiş, sürpriz hediyeler göndermiş, araya ortak arkadaşlarını sokmuştu ama Eylül nuh demiş peygamber dememiş, nihayetinde de telefon numarasını değiştirip onu tüm sosyal medya hesaplarından engellemişti.

'Kendimi affettireceğim,' diye içinden geçirirken geçmişe dair görüntüler gözlerinin önünde uçuşuyordu. Eylül'ün İstanbul'da olmasından dolayı işinin çok daha kolay olacağını, işe ilk olarak kızın numarasını bulmakla başlaması gerektiğini düşünüyordu.

Aslan ise Emre'nin dengesini alt üst etmenin bir yolunu bulmuş olmanın verdiği keyifle iyice koltuğuna yayıldı. Eylül'ün sunumunu sonlandırmasını izlerken aklında şeytani planlar uçuşuyordu...

Eylül sunumunu bitirdiğinde salonda güçlü bir alkış tufanı koptu. İzleyicilere gülümserken ağzı neredeyse kulaklarındaydı. Üzerinden çok büyük bir yük kalkmıştı. Henüz yolun başındayken böylesi bir başarı elde ettiği için ise çok mutluydu. Kendisine yöneltilen soruları da profesyonel bir biçimde cevapladıktan sonra teşekkür ederek bilgisayarını kapattı.

İkinci sunum için birkaç dakika ara verildiğinde Eylül sevinç içerisinde Emre'nin yanına oturdu ve "Nasıldım?" diye sordu.

Emre hayranlık dolu bir ifadeyle Eylül'e bakarken, "Tek kelimeyle muhteşemdin," dedi. "Seninle gurur duyuyorum."

Eylül yüreği kıpır kıpır bir halde teşekkür ederken üzerinde dolaşan bakışların farkında olamayacak kadar kendinden geçmişti.

Akşam 7 buçuk gibi tüm sunumlar bitmiş, katılımcılar çeşitli ikramların ve içeceklerin olduğu salona geçmişlerdi. İçeride gün içerisindeki ciddi havaya nazaran çok daha rahat ve samimi bir atmosfer vardı. Katılımcıların bazıları ikramların tadına bakıyor, bazıları ise küçük gruplar halinde sohbet ediyorlardı. Damla ve Eylül salonun içinde adımlarken bir yandan da kendi aralarında konuşuyorlardı.

"Herkesi kendine hayran bıraktın Eylül," dedi Damla. "Ayrıca..." Yüzünde manidar bir ifade oluştu. "Çalıştığın proje gerçekten de çok kapsamlıymış. Neden o kadar strese girdiğini şimdi çok daha iyi anlıyorum."

Eylül başını sallarken, "Aslında itiraf etmeliyim ki Emre'nin yardımı olmasaydı tek kelimeyle mahvolmuştum," dedi.

"Yardım etmese de benim tanıdığım Eylül ne yapıp edip o projeyi bitirirdi."

Eylül gülümsedi. "Evet bitirirdim ama nasıl bitirirdim. Sorun da bu zaten."

Kızlar ikramların bulunduğu masalara doğru ilerlerken Damla'nın telefonu çalmaya başladı. Annesi arıyordu. "İçeride çok ses var, hemen geliyorum," dedikten sonra Eylül'ü bırakıp salonun çıkışına doğru adımlamaya başladı.

Eylül kendine boş bir tabak alacaktı ama Hakan'ın sesini duyunca hızla başını çevirdi ve adamla göz göze geldi.

"Tebrik ederim Eylül. Sunumun ama her şeyden önce projen çok etkileyiciydi."

Eylül nazik bir şekilde teşekkür ederken Hakan'a olabildiğince mesafeli davranmaya çalışıyordu. O esnada yanlarına yaklaşan uzun boylu bir adam gördü. Adamın koyu renk saçları tepesinde yer yer seyrelmişti. Geniş omuzları, atletik bir yapısı vardı. Fakat 30'lu yaşlarının sonlarında olduğunu tahmin ettiği adamın gözlerinde onu içten içe rahatsız eden anlamlandıramadığı bir ifade vardı. Dudakları ise tuhaf bir gülümsemeyle kıvrılmıştı.

Hakan, yanı başlarında beliren patronunu görünce hemen Eylül'e döndü ve "Eylül seni patronum Aslan Eroğlu'yla tanıştırmak isterim," dedi. Patronuna döndü. "Aslan Bey, arkadaşım Eylül Şentürk..."

Aslan'ın dikkatli bakışları ona tedirgin bir ifadeyle bakan kızın yeşil gözlerine sabitlenmişti. Eylül'ün uzattığı eli sıkmak yerine dudaklarına doğru götürdü ve "Çok memnun oldum Eylül Hanım," dedi etkileyici bir sesle. "Az önceki sunumunuzu ilgiyle izledim. Gerçekten çok etkileyiciydi. Sizin gibi bir mühendisle çalıştığı için Emre gerçekten de çok şanslı."

Eylül yüzüne yapışmış gergin gülümsemesiyle başını sallarken "Teşekkür ederim," diye mırıldandı ve elini yavaşça çekti. Bakışları istemsizce salona kayarken kalabalık bir grupla beraber olan Emre'yi gördü. Fakat adamın gözlerindeki ürkütücü ifadeyi fark edince hızla Aslan'a döndü ve "Sizinle tanıştığım için memnun oldum Aslan Bey," dedi. "İzin verirseniz arkadaşlarımın yanına gitmem lazım..."

"Elbette," dedi Aslan. Centilmen bir tavırla eğilip Eylül'e yol verdi. Kızın uzaklaşmasını izlerken ise işinin çok da kolay olmayacağının farkındaydı...

Az önceki manzarayı izlerken Emre tam anlamıyla çileden çıkmış bir vaziyetteydi. Sinirlerine hakim olabilmek için kendini zorluyor, Aslan'a içten içe küfürler savuruyordu. Bunun yanı sıra Eylül'e de kızgındı. Onu özellikle uyarmış, Cybertech'e dair her şeyden ve herkesten uzak durmasını söylemişti ama buna rağmen Eylül yine bildiğini okumuştu.

Bir süre sonra Damla yanına geldiğinde Eylül "Az önce yine Hakan yanıma geldi," dedi somurtarak.

Damla'nın yüzünde kızgın bir ifade oluştu. "Allahın belası! İstanbul'da olduğunu da öğrendi şimdi. Umarım başına bela olmaz."

Kızlar kendilerine içecek alıp tenha bir köşeye çekildiler. Eylül sıkıntılı bakışlarını salonda gezdirirken, "Ondan her şeyi beklerim," dedi. "O da benim gibi çok inatçıdır. Bir şeyi kafaya taktı mı kolay kolay vazgeçmez."

Damla'nın bakışları kalabalık bir grup tarafından çevrelenmiş Emre'yi buldu. "Umarım bu yüzden Emre'yle aranız bozulmaz Eylül. Bu gerçekten çok can sıkıcı olur."

Eylül'ün kaşları çatıldı. "Böyle bir şeyin olmasına izin vermem." Daha konuşacaktı ama gülümseyen bir yüzle yanlarına gelmekte olan Can'ı görünce susmak durumunda kaldı.

"Nasıl gidiyor?" diye sordu Can. Kısa bir an Eylül'le göz göze gelmiş, sonrasında hayran bakışları Damla'ya kilitlenmişti.

"Günün kritiğini yapıyoruz," diye yanıtladı Damla.

"Bak sen... O zaman yorumlarınızı duymak isterim."

Bir süre hep birlikte konuştuktan sonra Eylül ikiliye döndü ve "Lavaboya gideceğim," dedi. Damla'nın başını salladığını görünce çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Aynı esnada Emre'yle göz göze geldi. Adamın başının kalabalık olduğunun ve bundan dolayı bunaldığının farkındaydı. Tam kapıya yaklaşmıştı ki ona doğru yürüyen Hakan'ı fark etti. 'Lanet olsun,' diye içinden geçirdi ama durup onunla konuşmaya hiç niyeti yoktu. Adamın yanından geçip gidecekti. Fakat planını devreye sokamadan Hakan kolunu tutmuş ve onu durdurmuştu. Bu durum çileden çıkmasına sebep olurken gözleri kızgınlıkla kısıldı ve "Sürekli karşıma çıkman sinirlerimi bozmaya başladı," diye homurdandı. Kolunu çekti ve adama ters ters baktı.

Hakan yüzüne olabildiğince masum bir ifade kondurarak, "Bana hala çok kızgınsın değil mi?" diye sordu.

"Sana kızgın falan değilim Hakan. Kendini bu kadar çok önemseme bence."

"Ne desen ne yapsan haklısın Eylül. Ama izin ver hatamı telafi edeyim."

Eylül karşısındaki adama inanamaz gözlerle bakıyor, duyduklarının şaka olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Başını sağa sola sallarken, "Yaptığın hatanın telafisi yok," dedi kararlı bir sesle. "Bizim yeniden bir araya gelmemiz imkansız Hakan. Lütfen bunu anla ve beni rahat bırak."

Eylül karşısındaki adama laf anlatmaya çalışırken Emre başını çevirdi ve kapının önünde konuşan ikiliyi gördü. Arkası dönük olduğu için Eylül'ün yüzünü göremiyordu ama Hakan'ın dudaklarına yapışmış gevrek gülümsemeyi izlerken artık daha fazla dayanamayacağını hissetti. Tam onların yanına doğru gitmek için hareketlenmişti ki yanına sinsice yaklaşan birini hissetti. Başını sol tarafına çevirdiğinde Aslan Eroğlu'yla göz göze geldi. Adamın yüzünde çirkin bir gülümseme vardı ve dudakları alaycı bir şekilde kıvrılmıştı.

Aslan onu nefretle süzen adama pis pis sırıtırken başıyla Eylül ve Hakan'ı işaret etti. "Galiba bu organizasyonun en güzel taraflarından biri iki eski sevgilinin bir araya gelmesi oldu." Emre'nin öldürücü bakışlarını görünce gülümsemesi daha da büyüdü.

"Gördüğüm kadarıyla bu kızı oldukça sahiplenmişsin." Omuzları keyifli bir gülüşle sarsıldı. "Anlaşılan o ki bu küçük hanım yatağını şenlendiriyor ha?" Sahte bir şaşkınlıkla kaşlarını havaya dikti. "Ama itiraf etmeliyim ki beni şaşırttın Emre. Çıtırlarla takılmayı sevdiğini bilmiyordum." Emre'nin sinirden köpürdüğünü gördükçe zevkten dört köşe oluyordu.

Emre bir süredir sıkmakta olduğu dişlerini gevşetti ve kıvılcımlar saçan gözlerini Aslan'a sabitledi. "Bu şekilde konuşmaya devam edersen seni doğduğuna pişman ederim. İnan ki bunu yaparım..."

Aslan çok korkmuş gibi bir ifade takınırken, "Fırsatın olursa elbette yaparsın Emre," dedi alaycı bir sesle. Tam arkasını dönmüş gidiyordu ki yeniden Emre'ye döndü ve adama göz kırptı. "Bu kızı senin elinden almak bana büyük bir zevk verecek." Emre'nin cevap vermesine fırsat vermeden hızla yürüyüp gitti.

Aslan yüzündeki pis gülümsemeyle yanından ayrıldığında Emre patlamaya hazır bir volkan gibiydi. Yüzü öfkeyle kararmış, bakışları tehlikeli bir hal almıştı. Yüreğindeki ateşi söndürebilmek için kendi kendine telkinler verse de nafileydi. Öfkeden kudurur bir halde çıkışa doğru yürürken zihninde Aslan'ın sözleri uçuşuyordu...

Eylül aynı kattaki lavaboya girdiğinde içten içe gergindi. Hakan'la göz göze dahi gelmek istemiyordu ama adam habire yanında bitiyor, sinirlerinin gerilmesine sebep oluyordu. "Yüzsüz," diye homurdandı. "Yaşanan onca şeyden sonra hala karşıma çıkabiliyor."

Aynanın karşısına geçtiğinde makyajını kontrol etti. Her ne kadar gün boyu çok yorulmuş olsa da makjayı hala yerli yerinde duruyordu. Çantasını açıp kırmızı rujunun üzerinden geçerken gözlerinin önünde Emre'nin kızgın bakışları vardı. Gecenin sonunda ise yepyeni sorularla karşılaşacağı gün gibi aşikardı. Her ne kadar hiç hoşuna gitmeyecek olsa da ne yapıp edip Emre'ye Hakan'dan bahsetmeliydi. Ve bahsedecekti de...

İşini bitirp dışarı çıktıktan sonra yeniden salona doğru yürümeye başladı ama bir an sonra karşıdan gelen adamın yüzündeki ürkütücü ifadeyi görünce neye uğradığını şaşırdı. Bedenindeki tüm kaslar yay gibi gerilirken merdivenlerin önünde durdu ve Emre'nin ona doğru yaklaşmasını bekledi.

Emre Eylül'ün karşısında durduğunda kızgın bir tavırla kızın kolunu tuttu ve "Neden bana yalan söyledin?" diye hırladı. Eylül'ün şaşkın bakışlarını görünce öfkesi daha da katlandı. "Hakan denen o herifin eski sevgilin olduğunu neden benden sakladın?"

Eylül hiç beklemediği bu tavır karşısında adeta şoka uğramıştı. İnanamaz gözlerle Emre'ye bakarken kolunu çekmeye çalıştı ama başaramadı. Kaşları çatılırken, "Söyleyecektim," dedi gerilimli bir sesle. "Baş başa kaldığımızda anlatacaktım."

Emre duyduğu sözlerle bir parça olsun tatmin olmamış, kıskançlık denen o zehirli duygu tüm benliğini çepeçevre sarmalamıştı. "Eski sevgilin yetmezmiş gibi bir de en büyük düşmanımla sohbet edip adamın elini öpmesine izin veriyorsun! Söylesene Eylül! Sen beni delirtmeye mi çalışıyorsun?"

Eylül, kaçamak bakışlarını çevresinde gezdirirken bulundukları ortamın ne kadar uygunsuz olduğunun farkındaydı. Damarlarında akan kanın yavaş yavaş ısındığını hissederken kolunu yavaşça çekti ve "Kendi gel lütfen!" dedi uyarı dolu bir sesle. Emre'ye dik dik bakıyor, dilinin ucuna gelen ağır sözlere zorlukla hakim oluyordu.

"Seni uyardım! Aslan'dan ve ona dair her şeyden uzak durmanı söyledim! Fakat her zamanki gibi sözlerim bir kulağından girip diğerinden çıktı değil mi?"

Eylül başını sağa sola sallarken "Sana cevap vermeyeceğim," dedi. "Çünkü şu an resmen kafayı sıyırmış bir haldesin!" Emre'ye dik dik baktıktan sonra öne doğru atıldı ama bileğinde hissettiği baskıyla durmak zorunda kaldı.

"Cevap vereceksin!" diye hırladı Emre. Eylül'ün ona diklenmesiyle iyice çileden çıkmıştı.

Eylül'ün kalp atışları göğsünü sıkıştırıyordu. Kıpkırmızı bir suratla Emre'ye bakarken bileğini bir hışımla çekti ama canı o kadar acımıştı ki ağlamamak için kendini zor tuttu. Dolu dolu gözlerle salona girmek istemediği için arkasını döndü ve merdivenlere yöneldi. Delicesine koşturarak aşağı iniyor bir yandan da ağlamamak için dudaklarını ısırıyordu. Aşırı öfkelendiğinde genellikle kendini tutamaz ağlardı ama şu anda ağlamanın ne yeri ne de zamanıydı.

İki kat aşağı indiğinde derin derin nefesler alıyor, sakinleşmeye çalışıyordu. Gördüğü muamele karşısında o kadar sinirlenmişti ki karşısındaki adama bir açıklama yapmak dahi istememişti. Oysa Emre mantıklı ve sakin bir şekilde karşısına geçip sorularını sorsa her şey çok farklı olabilirdi.

Daha fazla ayakta duramayacağını anlayınca merdivene oturup kollarıyla bacaklarını sardı. O esnada duyduğu ayak sesleriyle başını kaldırınca Emre'nin aşağı inmekte olduğunu gördü. 'Demek vazgeçmeyeceksin ha...'  Sinirle ayağa kalktıktan sonra ona öfkeyle bakan adamla kafa kafaya geldi. Parmağını Emre'ye doğru sallarken, "Sakın... Ama sakın bir daha bana o şekilde davranma!" diye bağırdı. Az önce yaşananlardan bahsediyordu.

Emre burnundan kızgın bir soluk verdi. "Sana Hakan'ı nereden tanıdığını sordum! Sen ise beni geçiştirdin! Neden o herifin eski sevgilin olduğunu söylemedin? Neden benden saklama gereği duydun? Cevap ver bana!"

Eylül hemen savunmaya geçti. "Hakan'ın benim için zerre kadar önemi yok!Ayrıca seninle eski sevgilim hakkında konuşmaya çok da meraklı değilim!"

Emre, tehditkar bir ifadeyle parmağını sallarken, "O herifi bir daha yanında görürsem onu mahvederim!" diye bağırdı. "Anlıyor musun beni!"

Eylül karşısındaki adamın Emre olduğuna inanmakta güçlük çekiyor, titreyen ellerini zorlukla zaptediyordu.

"Aynı şekilde Aslan'ın da bir daha sana dokunduğunu, hatta yanına dahi yaklaştığını görmek istemiyorum! O adam benim en büyük düşmanım ve sen bunu bile bile o adamın sana yaklaşmasına izin verdin!"

"Ya sen ne mantıksız bir adamsın! Aslan denen o adam hiç ummadığım bir anda yanıma geldi ve birden bire kendini tanıtıp konuşmaya başladı. O an ne yapabilirdim ki?"

Emre parmağını havaya kaldırırken, "Ben söyleyeceğimi söyledim Eylül!" dedi sert bir sesle. "Bir daha sakın benim sınırlarımı zorlama!"

Eylül, Emre'nin emredercesine konuşmalarıyla iyice çileden çıkmış, yaşadığı sinir harbiyle resmen gözü dönmüştü. "Tam tersi senin sınırlarını zorlamak için elimden geleni ardıma koymayacağım Emre! Göreceksin sen!" Titreyen çenesiyle yukarı çıkmak için hareketlendi ama Emre öfkeli bir tavırla onu durdurdu. Adamı hışımla iterken, "Bırak beni!" diye bağırdı. "Dokunma bana!"

Emre, Eylül'ün yanaklarına doğru akmaya başlayan yaşları görünce neye uğradığını şaşırdı. Kollarının arasındaki kızı serbest bırakırken, "Eylül," diye mırıldandı ama sesi belli belirsiz çıkmış, deli öfkesi balon gibi sönüvermişti."

Merdivenin korkuluğuna tutunurken Eylül'ün bedeni öne doğru eğildi ve o an dudaklarından kesik bir hıçkırık döküldü. Gözyaşları sicim gibi yanaklarına doğru akarken muhteşem geçen günün bu şekilde sonlandığına inanamıyordu.

Eylül'ün halini görünce Emre'nin kalbi pişmanlıkla dolmuştu. Merdivene damlayan gözyaşlarını görünce ise darmadağın oldu. Yere düşen her damla kalbine saplanan bir hançer gibiydi sanki. Elini Eylül'ün sırtına yerleştirirken kızın adını mırıldandı ama Eylül yaşlı gözlerini ona doğru çevirdi ve "Sakın bana dokunma!" diye bağırdı.

Emre kıskançlığının esiri olmuş, Eylül'ün üzerine gidip onu bir hayli kırmıştı. Kızı yatıştırmak, kırdığı kalbi onarmak istiyordu ama artık çok geçti. Son bir çabayla "Lütfen beni dinler misin?" dedi ama aynı anda Eylül'ün çakmak çakmak gözleriyle karşılaştı.

"Seni yeterince dinledim zaten!" Eylül nefret dolu bir sesle bağırdıktan sonra merdivenin üzerinde duran çantasını aldı ve hızla yukarı doğru koşmaya başladı...

beasloove...

------oo-----

Hakan'la karşılaşan Eylül ve Damla :) Sağdaki Eylül. 

Herkese merhaba :) Epey uzun bir bölümle yeniden beraberdik. Umarım keyifle okumuşsunuzdur. 

Sonu biraz gerilimli bitti ama sizce Emre verdiği tepkide haklı mıydı?

Yavaş yavaş yeni karakterler hikayeye ekleniyor. Birkaç bölüm sonra Sıla ve Murat da dahil olacaklar. 

Yeni bölümde görüşmek üzere. Hepinizi kocaman öpüyorum :*

Continue Reading

You'll Also Like

698K 17.8K 77
Herkesin korkulu rüyası olan Yer altının en büyük mafyası yer yüzünün hakimi sadist sinir hastası piskopat bir adamın bir kıza aşık olması Ve haya...
287K 24.1K 24
"Kalmam için bir sebep olması lazım." dediğinde, Leyla'nın sesi titriyordu. O Leyla'ydı, başka kimse değil. Daha on sekizinde tazeyken, Kınalıtepe'ye...
2M 33K 54
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
273K 618 19
+18 içerir