Aşkın Dayanılmaz Çekiciliği

Per beasloove

25M 563K 64.7K

Bilgisayar mühendisliğinden yeni mezun, 22 yaşında, idealist, keçi gibi inatçı bir genç kız: Eylül Şentürk. T... Més

BAŞLAMADAN ÖNCE
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6.BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM - FİNAL
GÖRÜŞMEK ÜZERE
EROS'UN OKLARI 1 GOOGLE KİTAPLAR'DA
EROS'UN OKLARI 2 GOOGLE KİTAPLAR'DA
YENİ BİR HİKAYE - KUSURSUZ
MIA KOBO'DA YAYINDA
ÖNEMLİ DUYURU

10. BÖLÜM

508K 14.7K 1.1K
Per beasloove

Şarkı: Marvin Gaye - Lets Get It On

O sabah neyse ki hiçbir kavga gürültü olmadan gayet sakin bir şekilde geçmişti. Emre ve Eylül ahenk içerisinde çalışmışlar ve projeyle ilgili bayağı bir ilerleme kaydetmişlerdi. Öğlen tatiline az bir süre kaldığında Emre hala kod yazmakta olan kıza döndü ve "Bugünlük bu kadar yeter bence," dedi gülümseyerek. Eylül'ün hala ekrana odaklanmış bir halde olduğunu görünce, "Eylül..." dedi ısrarcı bir tonlamayla.

Eylül kendine geldiğinde hızla Emre'ye döndü ve adamın muzip bakışlarını görünce, "Bitti mi?" diye sordu. Gerçek dünyaya dönmeye çalışıyordu. Emre'nin başını olumlu anlamda salladığını görünce laptop'ın kapağını indirdi. "Bugün çok verimli bir çalışma oldu, değil mi?" diye sordu gülümseyerek.

Emre kızın içi gülen gözlerine hayran hayran bakarak "Evet," diye cevapladı. "Bu şekilde devam edersek tahminimce fuardan bir hafta önce bu işi bitiririz." Lafını bitirdiğinde Eylül'ün coşkuyla gülümsediğini gördü.

Eylül yavaş yavaş ayağa kalkarken, "Bunu duymak çok güzel," dedi.

Bir süre sonra "Hafta sonun nasıl geçti?" diye sordu Emre.

Eylül telefonunu alıp Emre'ye döndüğünde, "Çok iyiydi," dedi. Adamdan böyle bir soru beklemediği için kısa süreli bir şaşkınlık yaşamıştı. "Ailem buradaydı. Hafta sonunu birlikte geçirdik."

Emre ailesinden bahsederken Eylül'ün yüzünün ışıldadığını fark etmişti. Kızın ailesine çok bağlı olduğu her halinden belli oluyordu. "Sevindim," diye karşılık verdi. "İnsanın sevdiklerinden uzakta olması zordur."

"Öyle," dedi Eylül. "Ailemden ilk kez ayrı kalıyorum. Onlar için de benim için de alışması kolay bir durum değil." Bir an sonra konuyu değiştirmek isteyerek, "Peki sizin haftasonunuz nasıldı?" diye sordu.

Emre duyduğu sorudan memnun olmuştu. Eylül'ün onu merak etmesi hoşuna gitmişti. "Kardeşim Sıla bendeydi. Dostlarla birlikte keyifli bir Pazar geçirdik."

"Kardeşiniz ayrı evde mi oturuyor?" Eylül sorusunu sordu ama sonrasında çok fazla detaya girip girmediği konusunda tereddüte düştü.

Emre, kızla birlikte toplantı salonundan çıkarken, "Evet," diye cevapladı. "Sıla kendi atölyesine yakın bir yerde oturuyor. Aslında..." Anlık bir es verdi. "Bu şekilde olması hiç içime sinmiyor ama Sıla'ya bir şeyleri kabul ettirebilmek zordur." Hafifçe gülümsedi.

Eylül 'Anladım' dercesine başını salladı. Kapıya yaklaştıklarında "Neyse..." dedi elini gelişigüzel sallayıp. "Ben artık gideyim."

"Görüşürüz Eylül," dedi Emre. Eylül'ün sıcak gülümsemesiyle yüreğinin ısındığını hissetti. Kız odadan ayrılıncaya kadar gözlerini ondan ayırmadı. Yalnız kaldığında ise derin bir soluk verdi. Her şey eski düzenine girdiği için keyifliydi...

Damla akşama doğru CKA'e geldiğinde doğruca yukarı çıktı. Eylül'ün çalışığı ofise girdiğinde ise dikkatini ilk çeken kişi Can oldu. Adam odasındaydı ama kapısı ardına kadar açıktı. Onu görünce yüzünden kısa süreli bir şaşkınlık geçmiş ama hemen ardından dudaklarında hoş bir gülümseme belirmişti.

"Hoşgeldiniz Damla Hanım." Can, krem rengi bir elbise giymiş kızın yanına gittikten sonra "Sizi yeniden görmek çok güzel," diye devam etti.

Damla böylesine sıcak bir karşılama beklemiyordu. Yüzünde hem şaşkın hem de memnun bir ifade vardı. "Hoşbulduk Can Bey. Ben de sizi gördüğüme memnun oldum. Nasılsınız?"

Can iyi olduğunu söyledikten sonra "Yine Eylül'ü almaya geldiniz galiba?" diye sordu.

Damla, "Öyle ama Eylül'ün işten çıkmaya pek niyeti yok gibi görünüyor," dedi. Karşılıklı gülüştükten sonra arkadaşını işaret etti. "Ben... Eylül'e bakayım."

Can, "Tabii ki," dedi başını nazikçe eğerek. Geçmesi için kıza yol verdi.

Damla, Can'ın sempatik karşılamasından gayet memnun bir halde Eylül'ün yanına yürüdü. Kızın masasının yanına geldiğinde, "Selam bebek," dedi. Eğilip Eylül'ün yanağına minik bir öpücük bıraktı. "İşin bitmedi mi daha?" Boş masalara şöyle bir göz gezdirdi. Bir tek sen kalmışsın."

Eylül, "Çok az kaldı," dedi sıkıntılı bir sesle. "Azıcık bekler misin?"

Damla, "Sen işine bak o zaman," dedi. Eliyle Can'ın odasını gösterdi. "Ben Can Bey'in odasında beklerim."

Eylül'ün kaşları yukarı doğru havalandı ama bir an sonra dudakları hınzır bir gülümsemeyle aralandı. "Birazdan yanınıza gelirim."

Damla, ağır adımlarla Can'ın odasının önüne geldiğinde, "Eylül'ün işi henüz bitmemiş," dedi sempatik bir tavırla.

Can, kızın beklentiyle gülümsediğini görünce, "O zaman buyurun," dedi eliyle koltukları işaret edip. "Size içecek bir şeyler ikram edeyim."

Damla, "İşiniz varsa rahatsız etmeyeyim," dedi ama Can'ın olur mu öyle şey dediğini duyunca usulca yürüyüp oturdu.

Karşılıklı oturduktan sonra ikili koyu bir sohbete başladı. Neredeyse yarım saat boyunca sohbet ettiler. Gittikleri üniversitelerden, iş hayatlarından bahsederek birbirlerini tanımaya çalıştılar. Damla karşısındaki adamı çok sempatik bulmuştu. Can'ın neşeli ve esprili bir kişiliği vardı. Uzun zamandır bu kadar çok güldüğünü hatırlamıyordu.

"Ben hazırım..."

Damla, arkasını döndüğünde kapının önünde dikilen Eylül'le göz göze geldi. Can'a o kadar çok dalmıştı ki saati de Eylül'ü de unutmuştu. Toparlanıp ayağa kalktıktan sonra "Arkadaşlığınız için teşekkür ederim Can Bey," dedi en tatlı gülümsemesiyle.

"Rica ederim. Görüşmek üzere," dedi Can. Kızları kapıya kadar geçirdi.

Ofisten çıktıklarında Eylül, Damla'ya döndü ve "Yüzündeki ifadeden anladığım kadarıyla Can seni çok iyi ağırlamış," dedi manalı bir sesle. Lafını bitirdikten sonra kıkırdamaya başladı.

Damla, "Kibar adam," dedi. Can'dan hoşlanmıştı ve bunu inkar etmeyi düşünmüyordu.

Sohbet eder bir halde CKA'den çıktıktan sonra Damlalara gittiler. Damla'nın annesi mantı yapmıştı ve lezzetli bir akşam yemeği onları bekliyordu...

Ertesi gün Eylül işe geldiğinde asansörün önünde Emre'yle karşılaştı. "Günaydın," dedi onu izleyen adama. Nazikçe gülümsedi ama Emre'nin pek neşesi olmadığını görebiliyordu. Ya da belki ona öyle gelmişti.

Emre, "Günaydın Eylül" dedi ciddi bir ifadeyle. Elini ağzına götürüp hafifçe öksürdü. Boğazı yanıyor, başı ağrıyordu. Üzerinde tuhaf bir kırgınlık vardı ama içinde bulunduğu durumu düşünmemeye çalışıyordu. Onu dikkatle izleyen kızla göz göze geldiğinde, "Bugün yine sabah çalışalım olur mu?" dedi. "Öğleden sonra önemli bir toplantım var.

"Tamam Emre Bey," dedi Eylül. Adamın hasta olup olmadığını merak etti ama o an için daha fazla konuşmadı. Normalde çekingen bir insan olmasa da Emre'nin yanında üzerine tuhaf bir tutukluk geliyordu.

Birlikte hiç konuşmadan yukarı çıkarlarken Eylül adamın sessizliğini hayra yormuyor, pozitif bir ruh haliyle başladığı günün kazasız belasız bir şekilde sonlanmasını diliyordu.

Ofise girip çantasını masasının üzerine bıraktı. Ceketini çıkardıktan sonra da notlarını alıp hızlı adımlarla odadan çıktı. Yukarı çıkarken aynadaki görüntüsünü kontrol etti. Üzerinde lacivert skinny bir pantolon, kalçalarına kadar inen, V yaka salaş ama aynı zamanda şık, gri bir bluz vardı. Taba rengi, süet, kısa bir botla kombinin tamamlamış, boynuna ve bileğine gösterişten uzak, sade takılar takmıştı. Görünümü güzel ama yüzündeki ifade gergindi. Her ne kadar Emre'yle barış anlaşması imzalasalar da adamla yan yanayken her an her şeyin olabileceğini biliyordu.

Dakikalar sonra Emre'nin odasına girdiğinde adamı toplantı bölümünde, masanın önünde çalışırken buldu. Emre başını kaldırmamış, elini havada sallayarak, "Gel Eylül," demişti. "Hemen otur ve sen de başla..."

Eylül hızlı adımlarla masaya doğru ilerleyerek adamın yanına oturdu. Hafifçe soluna dönerek yanındaki adama baktığında sanki bir anlığına Emre'nin yüzünden gülümseyen bir ifade geçtiğini görür gibi oldu. Fakat bir an sonra adamın gürültüyle hapşurduğunu duyunca, "Hasta mısınız?" diye sordu ilgiyle.

Emre, yanı başında duran peçeteyi aldı ve burnunu sildi. "Soğuk algınlığı galiba..." diye yanıtladı bakışlarını Eylül'e çevirirken. "Üzerimde berbat bir kırgınlık var."

Eylül'ün yüzünde üzgün bir ifade oluştu. "Geçmiş olsun. Keşke bugün evde kalıp dinlenseydiniz."

"Yapamazdım. Çünkü asansörde söylediğim gibi bugün önemli bir toplantım var Eylül."

Eylül başını sallarken adamın sıcak gülümsemesine karşılık verdi. Bilgisayarına dönüp çalışmasını tam açıyordu ki bu sefer de Emre'nin öksürdüğünü duydu. O an her şeyi bıraktı ve sandalyesini geriye çekip ayağa kalktı.

"Nereye gidiyorsun?" Emre başını kaldırmış Eylül'ü izliyordu.

"Hemen geliyorum," dedi Eylül. Adamın daha fazla konuşmasını beklemeden hızla yürüdü ve mutfak kısmına yöneldi. İçeri girdiğinde ilk işi tezgahın üzerinde duran bitki çaylarını incelemek oldu. Adaçayı, ıhlamur, karanfil-tarçın, kuşburnu ve daha birçok çay vardı. Kısa bir an düşündükten sonra adaçayı ve ıhlamur poşetlerinden birer tane aldı. Kettle'ın içindeki suyun kaynamasını beklerken de dolaptan cam bir fincan seçti. Dakikalar sonra elindeki limon dilimli, adaçayı-ıhlamur çayıyla dışarı çıktığında dikkatle yürüyüp Emre'nin yanına gitti. "Size sıcak bir şeyler hazırladım," dedikten sonra fincanı adamın yanına bıraktı.

Emre'nin anlık şaşkınlığı mutlu bir tebessüme dönüştü. "Çok düşüncelisin," dedi bakışlarını Eylül'ün üzerinden alamazken. Hiç beklemediği bu davranış o kadar çok hoşuna gitmişti ki... Eğilip kızın şakağına minik bir öpücük bırakmak istese de tek yapabildiği hayranlıkla ona bakmak oldu. "Teşekkür ederim Eylül."

"Rica ederim ama soğutmadan için olur mu?" Eylül, adamın bakışlarını gördükçe nefesinin kesildiğini hissediyordu. Daha fazla dayanamayacaktı. Başını çevirdi ve hiçbir şey yokmuş gibi bilgisayarına odaklandı. Fakat zihnindeki düşünceleri bir kenara koyması birkaç dakikasını almıştı.

Neredeyse bir buçuk saat hiç durmadan çalışmışlardı. Eylül herhangi bir sıkıntı emaresi göstermese de Emre oturduğu yerden ani bir hareketle kalkarak "Bu kadar yeter, biraz ara verelim," dedi. "Biraz müzik dinlemeye ne dersin?"

Eylül önündeki ekrandan başını kaldırdığında, "Olur," dedi. "Aslında... Müzikle çalışmayı çok severim ama belki sizin dikkatinizi dağıtır diye düşünerek hiç teklif etmedim."

'Benim dikkatimi dağıtan tek şey sensin...' Emre zihnindeki düşünceleri hızla yok ederken, "Benim için sıkıntı yok," dedi. "İstersen çalışırken müzik dinleyebiliriz." Kızla birlikte televizyonun yanındaki raflara doğru ilerlerken, "Peki söyle o zaman, ne tür müzikleri seviyorsun?" diye sordu.

Eylül, "Jazz, blues, R&B önceliklerim ama genel anlamda ruhumu okşayan her türlü müziği dinlerim," diye cevapladı. Bakışları raflarda duran CD'lere kaymıştı. Emre'nin geniş bir müzik arşivi vardı ve o an hangi CD'ye bakacağını şaşırmıştı.

Emre, elinde tuttuğu CD'yi Eylül'e gösterirken, "Buna ne dersin?" diye sordu.

Eylül, 'Marvin Gaye' ismini görünce, "Harika bir seçim," dedi hevesle.

Kısa bir süre sonra Marvin Gaye'in 'Let's Get It On' adlı parçası tüm odayı doldurduğunda Eylül keyifli bir gülümsemeyle yanında duran adama döndü ve "İşte bu muhteşem," dedi. Gözlerini kısa süreliğine kapattı ve o an müziğin tüm benliğini sarmaladığını hissetti.

Emre, onu fazlasıyla cezbeden kızın huzur dolu yüzünü izlerken, "Bence de muhteşem," diye mırıldandı...

Öğlene doğru Eylül gittiğinde Emre keyifli bir tebessümle masasına geçti. Eylül'le gayet iyi gidiyorlardı. Birbirlerine karşı olan nezaketleri ve çalışırkenki uyumları görülmeye değerdi. Bunun yanı sıra kızın ondan hoşlandığını sezinleyebiliyor, bu durum çok hoşuna gidiyordu.

Telefonuna gelen mesaj bildirimini duyunca düşüncelerinden aniden sıyrılıverdi. Ekrandaki mesajı gördüğünde ise az önceki keyifli halinden eser kalmadı. Mesaj Melisa'dan geliyordu. 'Emrivaki davranıp seni kızdırmak istemezdim sevgilim,' yazmıştı. 'Söz, bir daha yapmayacağım. Lütfen bana kızma ve aşkımıza bir şans daha tanı.'

Emre kızgın bir homurtuyla telefonu sertçe masaya bıraktı. Dün işten çıkıp eve gittiğinde Melisa'yı salonunda oturur bir halde bulmuştu. Melisa önemli bir şirkette üst düzey yönetici olarak çalışıyordu. CKA'le yaptıkları bir iş anlaşması esnasında tanışmışlar ve sonrasında görüşmeye başlamışlardı. Melisa'yla altı aylık bir beraberlikleri olmuştu ama kadının kıskançlıkları ve onu aşırı derece sık boğaz etmesi yüzünden iki ay önce ayrılmışlardı. Melisa bu ayrılık olayını inatla kabullenmek istemiyor, sık sık karşısına çıkıp sinirlerinin gerilmesine sebep oluyordu. Dün akşam sergilediği davranıştan anladığı kadarıyla da kadın kolay kolay pes etmeyecek gibi görünüyordu.

Bu durumdan ötürü çok rahatsızdı. Kadının kafayı onunla bozduğunu görebiliyor, filmlerde izlediği takıntılı kadın profillerinden biriyle karşı karşıya olduğunu anlayabiliyordu. Önceki akşam Melisa'yla aralarında geçen tartışma ve kadının ağlayarak evi terk etmesi aklına gelince Emre'nin yüzünde sıkkın bir ifade oluştu. Melisa'yı incitmek istemiyordu ama nasıl bir yöntem izlemesi gerektiğine de tam olarak karar veremiyordu...

Günler yoğun bir tempoda ilerlerken Eylül her şeyin yolunda olmasından dolayı memnundu. Emre'yle araları gayet iyiydi. Bunun yanı sıra işler yoluna girdikçe ve ilerleme kaydettikçe de üzerindeki stres azalıyor, kendini daha enerjik hissediyordu. Bunun yanısıra iştahı da yerine gelmeye başlamıştı. Öğle tatilinde yemeklere saldırmasını arkadaşı Aslı şaşkınlıkla izlemişti.

Perşembe akşamı herkes gittikten sonra Eylül hala çalışmaya devam ediyordu ki Damla'nın içeri girmesiyle yüzünde kocaman bir tebessüm oluştu.

Damla arkadaşının son zamanlarda çok daha iyi olduğunun farkındaydı. Pazartesi günü Eylül'ün Emre'yle yaptığı barış anlaşmasından haberi vardı ve belli ki ikisi de henüz sözlerinden dönmemişlerdi. 'Umarım bu şekilde devam ederler,' diye içinden geçirirken arkadaşının yanına doğru ilerlemeye başladı. Eylül'ü öpüp kızın yanına oturduğunda, "Yüzün gülüyor," dedi keyifli bir sesle. "İyi olduğunu görünce ben de rahatlıyorum."

Eylül yüzündeki kocaman gülümsemesiyle arkadaşını onaylayarken, "Yüzüm gülüyor çünkü proje harika ilerliyor," dedi. "Bunun yanı sıra..." Bakışları muzipleşti. Kızın kulağına doğru eğildiğinde, "Çirkin patronumla eskisi gibi birbirimize girmiyoruz artık," diye devam etti.

Karşılıklı kıkırdaştıktan sonra Damla, "Allah herkese böyle çirkin patron nasip etsin. Amin." dedi. Bir süre daha konuştuktan sonra, "İşin bittiyse gidelim artık," diye devam etti. "Çok acıktım. Bir şeyler yiyelim..."

Eylül tam arkadaşına cevap verecekti ki, Can'ın sesiyle iki kız aynı anda irkildiler. Adam kapının önünde durmuş gülümseyen bir ifadeyle onlara bakmaktaydı. O an 'Ne kadar zamandır orada duruyor acaba?' diye düşünmeden edemedi.

Can ilgili bakışlarını Damla'nın üzerinden ayırmadan "Merhaba," dedi. "Umarım sizi korkutmamışımdır."

İki kız aynı anda 'hayır' anlamında başlarını salladılar. Karşılıklı hal hatır sorma faslından sonra Can, "Yeni bir mekan keşfettim," diye belirtti. Damla'nın istekle baktığını görünce coşkuyla devam etti. "Çok güzel yemekleri var. Eğer arzu ederseniz hep birlikte gidelim."

Kızlar kısa bir an ne diyeceklerini bilemez bir halde birbirlerine baktılar. Eylül Damla'nın yüzündeki ifadeyi analiz etmeye çalışıyordu ve anladığı kadarıyla arkadaşı bu teklife olumlu bakıyordu. "Ne dersin Damla?" diye sordu.

Damla, "Bana uyar," dedi gülümseyerek.

Damla'nın cevabıyla Can'ın yüzünde oluşan ifade görülmeye değerdi. Eylül ise içten içe bu durumdan büyük keyif alıyordu. Tanıdığı kadarıyla Can çok hoş bir insandı ve Damla da tanıdığı en iyi insanlardan biriydi. İkisinin birlikte olmasını çok isterdi.

Ofisten çıktıktan sonra hep birlikte sohbet eder bir halde asansöre bindiler. Aşağı inip ansörün kapısı açıldığında ise Emre'yle burun buruna geldiler.

Emre epey keyifli görünen üçlüye bakarken kısa bir şaşkınlık yaşadı. Bir an sonra kendini toparladığında, "Selam," dedi. Yüzünde sabit bir ifade vardı. Eylül'ün yanında duran sarışın kızı fark edince ona doğru döndü ve "Sizinle tanışmamıştık," dedi elini uzatıp. "Emre Sancaktar."

Damla, karşısındaki adama gülümseyip elini uzattı. "Damla Gökmen," dedi. Daha fazla bir şey söylemedi, çünkü Emre onun kim olduğunu biliyormuş gibi ona bakıyordu.

Bu kısa tanışmanın ardından Emre, Can'a döndü ve "Çıkıyor musun?" diye sordu. Aslında merak ettiği arkadaşının iki kızla birlikte nereye gittiğiydi. Kaçamak bakışlarıyla Eylül'e baktıktan sonra yeniden Can'a odaklandı.

Can, "Çıkıyorum, hatta çıkıyoruz," dedi neşeyle. "Yeni keşfettiğim bir mekan var. Hep birlikte oraya gidiyoruz."

Emre'nin tek kaşı şaşkınlıkla havaya kalkmıştı. Can, Eylül ve Damla'yla yemeğe çıkacak kadar hangi ara samimi olmuştu.

"İşin yoksa sen de gelsene," diye devam etti Can.

"Biraz işim var," diye belirtti Emre. "Eğer gelecek olursam ararım." Herkesi tek tek selamladıktan sonra "Size iyi eğlenceler," diyerek asansöre yöneldi.

Cihangir'deki -World's Cuisine- adlı mekana geldiklerinde içerisinin oldukça kalabalık olduğunu fark ettiler. Mekan çeşitli ülkelerin mutfaklarına ait yemekleriyle kısa zamanda oldukça popüler hale gelmişti. Turuncu ve sarı döşemesiyle sıcak bir atmosfer oluşturulmuş, duvarlara ülkeleri temsil eden dikkat çekici tablolar asılmıştı.

Pencere kenarında boş bir masa bulup oturduktan sonra hemen yemeklerini sipariş verdiler. Can ve Damla Çin mutfağını tercih ederken, Eylül İtalyan mutfağında karar kılmıştı. Yemekleri gelinceye kadar hep birlikte koyu bir sohbete başladılar...

Eylül uzun zamandır kendini bu kadar rahat hissetmediğini fark etti. Yemekten önce içtiği bir kadeh beyaz şarabın bu duruma katkısı var mıydı bilmiyordu ama kendini kuş gibi hafif hissediyordu. Göz ucuyla Damla ve Can'a baktığında ikisinin halini çok sevimli buldu. Birbilerine hayranlıkla bakıyorlar ve aslına bakılacak olursa çok iyi anlaşıyorlardı.

Hep birlikte yemeklerini yerken Can'ın telefonu çalmaya başladı. Eylül adamın konuşmalarından arayan kişinin Emre olduğunu anlamış ve ister istemez heyecanlanmıştı. Bir süre sonra Can'ın bulundukları mekanın adını söylediğini duyunca kesik bir soluk alıp Damla'ya döndü. "Emre Bey gelecek galiba," dedi sanki arkadaşı durumu anlamamış gibi.

Damla, "Ne güzel," dedi işgüzar bir gülümsemeyle. Can'ın telefonu kapattığını görünce ise hemen toparlandı.

Yaklaşık yarım saat sonra Emre mekana girdiğinde inceler gözlerini masaların üzerinde gezdirdi. Aradığı masayı bulunca ise ağır adımlarla ilerlemeye başladı. Can'ın neşesinin yerinde olduğunu, kızların da adamın anlattıklarına güldüğünü görebiliyordu. Nihayet üçlünün yanına gittiğinde, "İyi akşamlar," dedi tok bir sesle. Masadakiler ona aynı şekilde karşılık verirken, Eylül'ün yanındaki boş sandalyeye oturdu. Başını çevirdiğinde çekingen bakışlarıyla onu izleyen kızla göz göze geldi. "Nasılsın?" diye sordu hafif bir gülümsemeyle. O an o restorantta Eylül'den başka hiçkimse yoktu sanki. Tüm benliğiyle kıza doğru akmaya başlamıştı.

"İyiyim," dedi Eylül. "Siz nasılsınız?"

Emre, onu tutsak eden yemyeşil gözlere uzun uzun baktı. "Şu an iyiyim," diye cevapladı kısık bir sesle.

Eylül bakışlarını hızla kaçırırken elinin ayağının uyuştuğunu hissetti. Ne diyeceğini bilemez bir halde sağına soluna bakındıktan sonra restoranı işaret etti. "Yemekler çok güzel," diye cıvıldadı alakasız bir şekilde. "Açsanız siz de bir şeyler yiyin,"

"Aç değilim aslında." Emre onları izleyen Damla ve Can'a döndüğünde, "Burası çok kalabalık," dedi. "Yemekleriniz bittiyse bir şeyler içmeye gidebiliriz."

Masadaki herkes bu teklifi olumlu karşılayınca garsondan hesabı istediler. Daha sonra hep birlikte kalkıp restorandan ayrıldılar. Gittikleri yeni mekan çok daha sakin ve huzurlu bir atmosfere sahipti. İçeride loş bir ışık vardı ve hafif bir müzik çalıyordu. Bahçeye bakan masalardan birine oturduktan sonra içeceklerini sipariş edip sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler.

Eylül, masadaki konuşmalara katılmaya çalışırken bir yandan da karşısında oturan Emre'yle göz göze gelmemeye çalışıyordu. Bunun yanı sıra midesinde onu huzursuz eden bir hareketlilik vardı. Fakat bu durumu dikkate almamaya çalışıyordu. Garsonun getirdiği kokteyli yudumlarken yüzü gülümsüyor, kaslarının git gide gevşediğini hissediyordu.

Bir ara konu yemek yapma mevuzusuna gelmiş, Can biraz da övünerek çok güzel yemek yaptığını anlatmaya başlamıştı. Ardından Damla da lafa girmiş, sebze yemeklerinde üzerine olmadığını söylemişti. Masada yemek mevzuları dönerken Eylül midesindeki sıkıntının anbean arttığının farkındaydı. Kendini kusacak gibi hissediyordu ve eli midesinin üzerinde geziniyordu.

Emre, Eylül'de bir tuhaflık olduğunun farkına varmıştı. Masadaki konuşmalar sürüp giderken yavaşça Eylül'e doğru eğildi ve "İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim," diye cevapladı Eylül. Daha devam edecekti ama acil bir şekilde lavaboya gitmesi gerektiğini fark edince sandalyesini geriye çekip hızla ayağa kalktı. Fakat aynı anda birden başının döndüğünü hissetti. Tekrar koltuğuna oturunca ona şaşkın şaşkın bakan gözleri fark etti. Bir açıklama yapma gereği duyarak, "Bir an başım döndü," diye belirtti.

Damla hemen atılarak, "Seninle geleyim," dedi.

Eylül ellerini 'hayır' anlamında salladı. "Hiç gerek yok. Aniden ayağa kalktım diye oldu galiba."

Her ne kadar öyle olmadığını bilse de iki kadeh içkiyle kendini kaybeden biri gibi görünmek istememişti. Bu sefer daha temkinli bir şekilde ayağa kalktığında, başı yine dönse de durumunu belli etmemeye çalışarak, "İzninizle..." dedi.

Emre, Eylül'ün arkasından bakarken kızın içinde bulunduğu durumu anlamış ve ister istemez endişelenmişti. Eylül şu anda bile kuyruğu dik tutma çabası içerisindeydi. Kendi kendine gülümsedikten sonra başını çevirip Damla ve Can'a kısa bir bakış attı. Belli ki arkadaşı Damla'dan oldukça etkileniyordu ve bunu saklama gereği de duymuyordu. Damla da Can'ın bu ilgisine karşılık veriyor, yanındaki adama hayran gözlerle bakıyordu. İkilinin bu halini çok hoş buldu, birbirlerine çok yakışıyorlardı...

On dakikanın ardından Emre, Eylül'ün hala gelmemiş olmasından dolayı endişelenerek ayağa kalktı ve lavaboların olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Can ve Damla konuşmaya öylesine dalmışlardı ki Emre'nin kalktığını fark etmediler bile.

Emre, üzerinde topuklu ayakkabı resmi olan kapının hafif aralık olduğunu görünce hemen kulak kesildi. İçeriden gelen öğürme seslerini duyunca ise ister istemez endişelenmişti. "Eylül, iyi misin?" İçeriye girmemek için kendini zor tutuyordu. Bir an sonra Eylül'ün zar zor çıkan sesini duydu.

"İyiyim ben. Lütfen gidin..."

Emre duyduğu acı dolu ses üzerine daha fazla dayanamadı ve kapıyı ittiği gibi lavaboya daldı. İçeri girdiğinde Eylül'ü klozetin başında buldu. Kızın hali perişandı...

Eylül, midesindekilerin bir kısmını boşaltmış, ter içerisinde kalmıştı. Gözlerinden yaşlar süzülürken, "Sakın yanıma gelmeyin!" diye bağırdı boğuk bir sesle. Emre'nin onu böylesine müşkül bir halde görmesi o an için isteyeceği en son şeydi.

"Merak etme Eylül. Kapının önündeyim." Emre böyle dedi ama kızın yanına gitmemek için kendini zor tutuyordu.

"İyiyim ben. Lütfen gidin bura...."

Eylül lafını bitiremeden tekrar kusmaya başladı. İçindeki her şeyi çıkardığında dudaklarından acı dolu bir inleme döküldü. Yediği pizzanın mı yoksa başka bir şeyin mi onu bu hale getirdiğini bilmiyordu ama kendini berbat hissediyordu. Tuvaletin sifonunu çekerek doğrulmaya çalışsa da vücudundaki tüm kaslar adeta pelte gibiydi. Kapıya dönüp bir adım attığında sendeledi ama daha ne olduğunu anlayamadan onu sarmalayan kolları hissetti.

"Yüzün sapsarı olmuş." Emre, bir kolunu Eylül'ün beline sarmış, boşta kalan eliyle kızı göğsüne yaslamıştı. "Ağırlığını bana verebilirsin." Oldukça kötü görünen Eylül'ü lavabonun başına götürdükten sonra musluğu açtı ve avucuna aldığı suyla kızın yüzünü yıkamaya çalıştı. "Birazdan kendine geleceksin güzelim... Geçecek. Merak etme, yanındayım."

Eylül'ün vücudunda hiç enerji kalmamıştı ama buna rağmen kalbi dört nala konuşuyordu. Emre'nin onu şefkatle sarmalaması, adamın sıcaklığı, yüreğini ısıtan ilgisi... Ona yine 'güzelim' mi demişti? Yaşadıkları hayal gibi olsa da aslında tam anlamıyla gerçekti. Bir süre sonra Emre elindeki peçeteyle yüzünü kurutmaya başladığında elini adamın elinin üzerine koydu. Aynı anda bakışları karşılaştığında ikisi de sessizleşmişler ve öylece birbirlerine bakmaya başlamışlardı. O an zaman sanki kısa süreliğine durmuş gibiydi...

"Ben..." Eylül ömrü boyunca hissetmediği bir kalp çarpıntısıyla mücadele etmekteydi. Bunun yanı sıra bulundukları yer itibariyle ne kadar tuhaf bir durumda olduklarının da farkındaydı. Elini Emre'nin elinin üzerinden yavaşça uzaklaştırırken, "Neden böyle oldu hiç bilmiyorum," diye mırıldandı. "Yediklerim bana iyi gelmedi galiba."

Emre, büyülenmiş gibi bakıyordu bir adım ötesindeki kıza. Eylül'ün gözlerinde yitip gitmiş gibiydi. Kızın yaptığı açıklamaları anlamlandırmakta zorlanırken, eli istemsizce kızın alnına doğru gitti. Dokunuşuyla Eylül'ün hafifçe titrediğini görse de elini yavaş yavaş kızın başına, oradan da saçlarına doğru kaydırdı. "Beni endişelendirdin..." diyebildi sadece. Fakat sesi çok uzaklardan geliyormuş gibi çıkmıştı.

Eylül bir şeyler yapmak zorunda olduğunun farkındaydı. Yoksa... Olduğu yerde yığılıp kalacaktı. Bakışları kapıya doğru kayarken, "Hadi bir an önce buradan çıkalım," dedi.

Emre, "Tamam," dedi. Ardından da kızın koluna girerek ona destek olmaya çalıştı. "Bana yaslanabilirsin."

Eylül, kolunu hafifçe çekmeye çalışsa da Emre tutuşunu daha da sıkılaştırmıştı. Başını yanındaki adama doğru çevirdiğinde, "Kendim yürüyebilirim aslında," dedi cılız bir sesle.

Emre, "Elbette yürüyebilirsin," dedi hoş bir gülüşle. "Fakat şimdi değil." Eylül'ün itiraz etmeye hazırlandığını görünce, "Bence bu konuyu tartışmayalım," dedi ısrarla.

Eylül kendini çok halsiz hissediyordu. Emre'yle mücadele edecek veya adamla tartışacak gücü ise kesinlikle yoktu. O yüzden uysal bir tavırla başına salladıktan sonra "Peki," diye mırıldandı ve kendini Emre'ye bıraktı...

beasloove...

------oo----

Her şey yolunda gidince Eylül...

Görüşmek üzere :)

Continua llegint

You'll Also Like

569K 21K 85
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
Savaş Ağa Per Berna

Literatura romàntica

3.3M 121K 67
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
1.5M 65.9K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
Abi Per ✨️

Literatura romàntica

144K 9.2K 23
Ömer abi: Melis nerde? BxB kurgusudur