Aşkın Dayanılmaz Çekiciliği

By beasloove

25M 563K 64.7K

Bilgisayar mühendisliğinden yeni mezun, 22 yaşında, idealist, keçi gibi inatçı bir genç kız: Eylül Şentürk. T... More

BAŞLAMADAN ÖNCE
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6.BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM - FİNAL
GÖRÜŞMEK ÜZERE
EROS'UN OKLARI 1 GOOGLE KİTAPLAR'DA
EROS'UN OKLARI 2 GOOGLE KİTAPLAR'DA
YENİ BİR HİKAYE - KUSURSUZ
MIA KOBO'DA YAYINDA
ÖNEMLİ DUYURU

3. BÖLÜM

577K 16.6K 1.2K
By beasloove

Şarkı: Bebe Rexha - I Got You

Ailesinden ayrılmak Eylül için tahmin edemeyeceği kadar zor olmuştu. Hava alanında dakikalarca birbirlerine sarılıp gözyaşı dökmüşlerdi. Eylül ilk defa ailesinden ayrılıyordu ve hiç bu kadar zorlanacağını düşünmemişti. Artık yepyeni bir hayata başlıyordu. Bir yanı üzgün olsa da yüreğinin derinliklerinde yeni bir hayata başlayacak olmanın verdiği heyecan vardı.

İstanbul'a döndüğü o hafta inanılmaz yoğun ve hızlı geçmişti. Yeni evinin temizlenmesi, gerekli eşyaların alınması epey zamanını almıştı. Neyse ki bu süreçte Damla yanındaydı ve ona her anlamda destek olmuştu. İki kız aynı şehirde yaşayacak olmaktan ötürü inanılmaz mutlulardı ve her ne kadar yorucu bir hafta geçirmiş olsalar da hiç şikâyet etmemişlerdi.

İşe başlamadan önceki gün Eylül evine alıcı gözlerle baktığında, her şeyin içine sindiğini düşündü. Yeniliklere uyum sağlaması biraz zaman alsa da yeni evine içi ısınmıştı. Geriye tek bir şey kalıyordu. Tüm benliğiyle yarına konsantre olmalı, ilk iş günü için kendini ruhen hazırlamalıydı. Bunun yanı sıra bir yandan da ne giyeceğini, saçını nasıl yapacağını düşünüyor ama ondan da öte CKA'in sahibiyle karşılaştığında nasıl davranması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu. Bir hafta önce aralarında geçen tatsızlıkları yok sayıp hiçbir şey olmamış gibi mi davranmalıydı yoksa...

Düşünceler içerisinde dolabını açtığında kıyafetlerini incelemeye başladı. Siyah, kumaş bir pantolon ve beyaz ya da krem rengi bir gömlek veya şifon bir bluz giyebilirdi ama onun gözü kırmızı, askılı elbisesine takılı kalmıştı. Canı sıkkın olduğunda ya da kendini berbat hissettiğinde genellikle kırmızı rengi tercih ederdi. Bu şekilde daha canlı ve dinamik hissetmeye çalışır ve genellikle de başarırdı.

"Fakat moralim bozuk değil ki," diye mırıldandı elbiseyi askısından çıkarıp üzerine tutarken. "Sadece gerginim..." Beyaz mobilyalarla döşenmiş odasının içinde yürüyüp Damla'yla birlikte aldıkları otantik boy aynasının önüne geldi. Elbise diz seviyesindeydi. Askıları kalın, yakası genişti. Belinde siyah, ince bir kemeri vardı. Daha önce birçok kez bu elbiseyi giymişti ve ilk iş günü için uygun olabileceğini düşünüyordu.

Üzerindekileri hızlıca çıkardıktan sonra kalem elbiseyi giydi ve kemeri belini çok sıkmayacak şekilde bağladı. Aynadaki aksini beğenmişti fakat üzerine siyah ceketini giymesinin çok daha iyi olacağını düşünüyordu. Görünümünün her zamankinin aksine biraz daha resmi olmasını istiyordu.

Kıyafetiyle ilgili diğer detaylara da karar verdikten sonra derin bir soluk verdi ve kendini yastıklarla dolu yatağının üzerine bıraktı. Bakışları tavanda gezinirken, "Bu sefer saçıma fön çektirmeyeceğim," diye mırıldandı. En sevmediği şeylerden biri de kuaföre gitmekti. O hiçbir zaman saatlerini kuaförlerde harcayabilen bir kız olmamıştı. Neden bu şekilde olduğunu hiç bilmiyordu ama kuaför ortamlarında aşırı geriliyor, bekleme süresi uzadıkça cinnet geçirecek gibi oluyordu.

Bir süre sonra kapının sesini duyunca yattığı yerde doğruldu ve hızla odadan fırladı. Kapıyı açtığında üzerinde spor taytı ve göbeğini açıkta bırakan beyaz spor bluzuyla ona gülümseyen Damla'yla göz göze geldi.

"Hellooo!" diye cıvıldadı Damla.

"İyi ki geldin," dedi Eylül. Kapıyı sonuna kadar açıp kızın geçmesi için yol verdi.

Birlikte salona geçtiklerinde Damla, "Gördüğüm kadarıyla heyecan dorukta," dedi muzip bir gülümsemeyle. Bir yandan da tepesinde topladığı sarı saçlarını düzeltmeye çalışıyordu.

Eylül kendini 'L' şeklinde gri koltuğun üzerine bıraktı. Derin bir soluk verdikten sonra "Öyle ne yazık ki," dedi. Yanına oturan arkadaşına döndü. "Düşünmemeye çalışıyorum ama resmen diken üzerindeyim."

Damla, "Yoksa bu dikenin adı Emre Sancaktar mı?" diye sordu ama aynı anda koluna inen şaplakla gülmeye başladı. "Yaa ne vuruyorsun," dedi acımış gibi kolunu ovuşturarak. "Seni güldürmek istemiştim ama gördüğüm kadarıyla huysuzluğun üzerinde."

Eylül sıkıntıyla iç geçirip ayağa kalktı. "Kahve yapayım mı?" diye sordu ama sorusunun cevabını biliyordu aslında. Damla'nın asla 'hayır' demeyeceği şeylerden biri de Türk kahvesiydi.

"Bunu sorduğuna göre sen gerçekten iyi değilsin Eylül," diye yanıtladı Damla. O da ayağa kalktı ve Eylül'ün peşine takıldı.

Mutfağa girdiklerinde Eylül kahve fincanlarını ve diğer malzemeleri tezgâhın üzerine dizmeye başladı. "Gerçekten de iyi değilim." Yanı başında duran arkadaşına sıkıntılı bir bakış attı. "Başıma neler geleceğini düşünmekten kafayı yemek üzereyim."

Damla bıkkın bir şekilde gözlerini devirdi. "Cidden mantıklı düşünemiyorsun Eylül. Yahu adam ne yapabilir ki? En fazla iğneleyici birkaç cümle söyler. Ters davranır ya da izin kullanmana izin vermez."

Eylül kahve makinesinin düğmesine bastıktan sonra arkasını dönüp tezgâha yaslandı. "Onlar önemli değil de... Galiba utanıyorum," diye itiraf etti en sonunda. "Onca lafı ettikten sonra adamın yüzüne nasıl bakacağım."

Damla hafifçe kıkırdadı. "O gün restoranda nasıl baktıysan öyle bakacaksın."

"İyi de o gün adamı bir daha görmeyeceğimi düşünüyor, burnumdan kıl aldırmıyordum."

"Bundan sonra millete atarlanmadan önce bir kez daha düşünürsün artık." Eylül'ün dudaklarını sarkıttığını görünce elini kızın omzuna dayadı ve "Şu an için olumlu düşünmekten başka çaren yok," dedi. "Merak etme... Her şeyin altından kalktığın gibi bunun da altından kalkacaksın. İnan bana her şey çok güzel olacak."

Eylül, "Umarım dediğin gibi olur" dedi büyük bir umutla.

"Kahvelerimizi içtikten sonra sinemaya gidelim mi?" diye sordu Damla. Konuyu değiştirmek, bir yandan da Eylül'ün düşüncelerini dağıtmak istemişti.

"Olur," dedi Eylül. Pazar gününü evde oturup kara kara düşünerek geçirmek istemiyordu.

Kızlar kahvelerini içtikten sonra kendilerini İstanbul sokaklarına attılar. Sıcacık bir Eylül günüydü ve hava şeker gibiydi. Sokaklar kalabalık, trafik ise her zamanki gibi gürültülüydü ama şehrin dinamizmi insana tuhaf bir enerji veriyordu. Ankara'dan sonra İstanbul Eylül'e epey hareketli gelmiş ama bir yandan da bu canlılığı sevmişti.

İki buçuk saat süren aksiyon filmi, yemek ve birkaç mağaza gezintisi derken Eylül akşam eve dönmüş ve hızlı bir duşun ardından kendini yatağa atmıştı. Gözlerini kapatırken, "İyi ki dışarı çıkmışız," diye mırıldandı kendi kendine. Nitekim yorgunluktan uyuyakalması çok uzun sürmemişti.

Sabah telefonunun alarmıyla uyandığında Eylül her zamanki gibi tembellik yapmadan hızlıca yataktan çıktı ve hafif bir kahvaltının ardından giyinmeye başladı. Bir gün önce planladığı elbisesini giydikten sonra topuklu, nude renk ayakkabılarını giydi ve dalgalı saçlarına şekil verip serbest bıraktı. Hafif bir makyaj, favori parfümü, bileğine ve kulağına taktığı aksesuarlar, zincir askılı çantası derken en sonunda hazırdı.

Evden çıkıp taksiye binmesi ve CKA'e varması yirmi dakikasını almıştı. Kasılan midesiyle plazanın merdivenlerini çıkarken suratında ağlamaklı bir ifade oluştu ve kısa bir an duraksadı. 'Saçmalama Eylül...' Hafifçe silkelenip çenesini dikleştirdi ve "Çekinecek bir şey yok," dedi. Yüzüne kendinden emin bir ifade kondurdu. "Kim ki o?"

CKA'e girerken gözü girişteki saate ilişti. Henüz 8 buçuktu. Gayet makul bir saatte gelmişti. Çevresine bakınırken tüm gerginliğine rağmen mutlu olduğunu fark etti. En büyük hayallerinden biri gerçekleşmişti. Ne olursa olsun başarmıştı. Kendi kendine gülümserken, 'Burada çok başarılı olacağım' diye içinden geçirdi...

Nurgül Hanım CKA'e geldiğinde ilk olarak onun yanına uğramasını istemişti. Danışmaya gittiğinde Nurgül Hanım'ın odasının 3. katta olduğunu ama henüz gelmediğini öğrendi. Ama yine de 3. kata çıktı ve odanın önünde beklemeye koyuldu. Saat 9'a beş kala Nurgül Hanım geldi. Yüzünde yine o kocaman, sıcacık gülümsemesi vardı. Bu sefer kadının üzerinde siyah şık bir pantolon takımı vardı. Koyu renk saçlarını serbest bırakmış, gri tonlarda hoş bir makyaj yapmıştı.

"Günaydın Eylül Hanım. Sizi yeniden görmek ne kadar güzel." Nurgül Hanım odasının kapısını açıp Eylül'ü buyur etti.

"Günaydın Nurgül Hanım," dedi Eylül samimi bir tavırla. Nurgül Hanım'ı ilk gördüğü andan itibaren oldukça sempatik buluyor, kadının varlığı çölde su bulmuş gibi hissetmesine sebep oluyordu. Hafifçe gülümserken, "Sizi de görmek çok güzel," diye devam etti.

Karşı karşıya oturduklarında Nurgül Hanım masasının üzerindeki kâğıtları yavaşça kenara itti. Bakışlarını yeniden Eylül'e odakladığında kızın bariz heyecanını ve gerginliğini fark etmemesi imkânsızdı. Telefonun avizesini kaldırıp kulağına dayadıktan sonra "Ne içersiniz?" diye sordu.

Eylül, "Soğuk bir su olabilir," dedi gülümseyerek. Aslında hiçbir şey içecek halde değildi.

Nurgül Hanım, havadan sudan konuşmalarla Eylül'ün heyecanını gidermeye çalıştıktan sonra istediği bazı evraklardan bahsetti. Daha konuşmaya devam ediyordu ama masanın üzerinde duran telefon çalmaya başlayınca duraksamak zorunda kaldı. "Pardon," dedi ahizeyi kaldırırken.

"Günaydın Emre Bey..."

'Emre Bey' lafını duyduğu anda Eylül'ün yüreği ağzına geldi. Çaktırmadan ama aynı zamanda büyük bir merakla Nurgül Hanım'ın konuşmasını dinlemeye başladı.

"Evet Emre Bey, Eylül Hanım yanımda... Tabi ki gönderirim. Peki efendim. Size de iyi çalışmalar."

Nurgül Hanım telefonu kapatıp Eylül'ün allak bullak olmuş yüzünü görünce şaşırmadan edemedi. Yüzüne pozitif bir ifade kondururken, "Emre Bey sizi odasında bekliyor," dedi. "Odası en üst katta. Yukarı çıkınca görürsünüz zaten."

Eylül başını sallayıp ayağa kalktı. "Teşekkür ederim," dedi ama sesi adeta içine kaçmıştı. Titreyen bacaklarıyla odadan çıkıp asansörlere yöneldiğinde derin bir soluk alıp kendini yatıştırmaya çalıştı ama nafileydi. Günlerdir aklından çıkmayan o anlar gelmişti.

Asansöre bindikten sonra aynaya döndü ve "Ne yaptım ben," diye söylendi. "Bu işi nasıl kabul ettim." Soğukkanlılığını yitirmeye başlamıştı. Dudaklarını kemirirken, "Yapamayacağım," dedi ve hızla arkasını döndü ama aynı anda asansör durmuş ve kapı hızla açılmıştı.

Ona ilgiyle bakan ve çıkmasını bekleyen iki adamı görünce hafifçe gülümsedi ve kendini çaresizce dışarı attı. Ağır ağır yürürken bir an sonra camekânlı bir odanın içinde oturmakta olan orta yaşlı sekreteri gördü. Nitekim kadın da onu görmüş ve dikkatle ona bakmaya başlamıştı.

Eylül başka çaresi olmadığının farkında ağır ağır yürüdü ve kapıyı hafifçe tıklatıp araladı. "Günaydın," dedi titrek bir sesle. "Ben Eylül Şentürk. İşe bugün başladım..." Tedirgin bakışları Emre'nin kapısına kaydı. "Şey... Emre Bey benimle görüşmek istemiş galiba."

Kadın nazik bir karşılamanın ardından "Emre Bey sizi bekliyor," dedi. Hemen ardından adamın kapısını tıklatıp içeri girdi.

Eylül, 'İmdat!' diye içinden geçirirken başını arkaya çevirip kapıya baktı. Fakat artık çok geçti. O andan sonra geri dönüş yoktu.

Sekreter odadan çıktıktan sonra "Buyurun Eylül Hanım," dedi gülümseyerek.

Eylül, titreyen bacaklarıyla içeri girdiğinde odaklanabildiği tek şey masasının gerisinde oturmakta olan adam oldu. Emre Sancaktar'ın gözleri bilgisayar ekranının üzerindeydi ve parmakları yıldırım hızıyla klavyenin üzerinde geziniyordu.

Odanın ortasında öylece dikilirken Eylül adamla göz göze gelmeyi bekledi ama Emre sanki o odaya hiç girmemiş gibi davranmaya devam ediyordu. Gergin bir şekilde dişlerini sıkarken bir an sonra adamın ona hiç bakma gereği duymadan "Oturun lütfen," dediğini duydu.

Eylül masanın önündeki krem rengi koltuğa ilişirken 'Bilerek yapıyor,' diye düşündü. Kontrollü bir ifadeyle beklemeye başladı ama gerginliği anbean artıyordu. O an göz ucuyla baktığında adamın üzerinde ütüsü oldukça muntazam, mavi çizgili beyaz bir gömlek olduğunu gördü. Beyaz renk bronz tenine oldukça yakışmıştı ve bu sefer kravat da takmıştı. Kısa, gür saçları tıpkı onunki gibi siyahtı. Burnunun ortasında çok hafif bir çukur vardı, sakalları ise kısaydı. O an tüm olumsuzlukları bir kenara bıraktığında adamın gerçekten de çok çekici olduğunu düşündü ama hemen sonrasında kendine kızmaya başladı. Bakışlarını kucağındaki ellerine sabitlerken, 'Şu anda bunları düşünmenin sırası mı?' diye düşündü.

Hemen ardından odayı incelemeye başladı. Kahverengi ve beyazın hâkim olduğu oda oldukça büyüktü ve gayet işlevseldi. Kapının sol tarafında açık renk bir oturma grubu, onun hemen karşısında da büyük bir LCD televizyon vardı. Duvara monte edilmiş televizyon ünitesinin sağındaki ve solundaki raflarda çeşit çeşit kitaplar ve DVD'ler vardı. Bunun yanı sıra duvara gömülü halde duran hoparlörler de dikkatinden kaçmamıştı.

Kapıdan girip doğruca ilerlendiğinde ise büyükçe bir toplantı masası ve duvara monte edilmiş beyaz bir sunum perdesi göze çarpıyordu. Odayla iç içe olan bu ek alanın önemli toplantılar için, diğer kısmın ise daha samimi görüşmeler için kullanıldığı belli oluyordu.

Eylül duvarlardaki tablolara göz gezdirirken yavaş yavaş başını çevirdi ve o an Emre'nin onu ilgiyle incelemekte olduğunu fark edince midesi heyecanla kasıldı.

Emre, odaya girdiğinde Eylül'e dönüp bakmamış ama kızın elle tutulur gerginliğini hissetmişti. Odadaki sessizlik git gide koyulaşırken bir süre sonra bakışlarını kıza doğru çevirmiş ve hiç istemese de gördüğü manzaradan etkilenmişti. Kırmızı elbisesi ve özgürce salınan siyah saçlarıyla sessizce oturan kızı ilgiyle izlerken, bir an sonra üzerine yönelen yeşil bakışlarla irkilmeden edemedi. Hızla toparlanırken, "Hoş geldiniz Eylül Hanım," dedi nazik bir sesle. "Nasılsınız?" Dudakları manidar bir gülüşle aralandı. "Umarım biraz sakinleşmişsinizdir."

Eylül, adamın gülümsemesiyle kısılan gözlerine bakarken, "Teşekkür ederim, iyiyim" dedi kendinden emin bir gülüşle. "Sakinleşme mevzusuna gelince... Ben genel olarak sakin bir insanımdır zaten. Tabii beni gerçekten zorlayan bir unsur olmadığı sürece". Yine başlamışlardı ve galiba hep böyle olacaktı.

Emre arkasına yaslanıp kollarını göğsünde kavuştururken kızın kendisine meydan okumaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğini düşündü. Eylül'ün nazik bir gülümsemeyle aydınlanmış yüzünden gözlerini alamazken, kızın aklından geçenleri anlamaya çalışıyordu. 'Fazlasıyla gergin ama belli etmemeye çalışıyor,' diye içinden geçirdi. 'Üstelik her şeye rağmen hala dik dik konuşuyor. Ve... Çok güzel.' Eylül'ün saçlarını düzeltmesini izlerken, gözleri kızın bileğindeki yılan şeklindeki bilekliğe ilişti. Oturduğu yerde hafifçe toparlanırken, "Sizi zorlayan unsurlarda da sakin olmanız yararınıza olacaktır Eylül Hanım," dedi dikkatli bakışlarını bir an olsun kızın üzerinden çekmezken. "Tepkilerini ve tabii ki ağzından çıkan sözleri kontrol etmesini bilmeyen bir insanın iş ortamında başarılı olabilmesi çok zordur."

Eylül, cevap vermedi. Duyduğu sözlerdeki haklılık payının farkındaydı ama bu sözleri karşısındaki adamdan duymak hoşuna gitmemişti.

Emre kesik bir soluk verdikten sonra öne doğru eğildi ve "Her neyse..." dedi elini gelişigüzel bir şekilde havada sallayıp. "Gereksiz konuşmaları bir yana bırakalım ve işimize konsantre olalım artık," dedi.

Eylül ciddi bir ifadeyle adamı dinliyordu. Aslına bakılacak olursa çok da korktuğu gibi olmamıştı.

Emre konuya girmeden önce Eylül'e ne içmek istediğini sordu ama kızın herhangi bir şey istemediğini duyunca ciddi bir tavırla konuşmaya başladı...

"Siz Java ekibiyle çalışacaksınız Eylül Hanım. Ekibin başında Can Keskiner var. Birazdan O da burada olacak." Emre telefonuna uzanırken konuşmaya devam etti. "Sizin ayrı bir projeniz olacak. Projenin tüm detaylarını Can Bey size ayrıntılı anlatacak ama..." Parmağını havaya kaldırdı. "Bitirmek için sadece iki ayınız var. Kasım ayında gerçekleşecek olan uluslararası fuarda siz de olacaksınız ve projenizle ilgili sunum yapacaksınız."

Eylül tüm dikkatini adama vermişti. Nasıl bir proje gerçekleştireceğini merak ediyor, ayrıntıları bir an önce öğrenmek için can atıyordu.

Emre, Eylül'ün hevesli ifadesini görebiliyordu. Tek kaşını havaya kaldırırken "Umarım yetiştirebilirsiniz" dedi gülümseyerek.

'Bitiremeyeceğimi düşünüyor. Budala...' Eylül gayet rahat bir ifadeyle başını sallarken, "Elbette yetiştireceğim," dedi kendinden emin."

"Göreceğiz..." Emre, Eylül'e dik dik baktıktan sonra telefonu kulağına dayadı ve saniyeler sonra "Can Bey, sizi bekliyoruz," dedi.

Eylül adamın bakışlarını görünce sinir katsayısının yükseldiğini hissetti ama sakin olacaktı. Birkaç dakika sonra içeri giren adamı görünce ise gülümseyen bir yüzle ayağa kalktı ve "Merhaba Can Bey," dedi içten bir sesle. "Nasılsınız?" Lacivert canvas bir pantolon ve açık mavi bir gömlek giymiş adamla mülakatta tanışmıştı.

Can ilgili bakışları ve sıcacık gülümsemesiyle Eylül'ün elini sıkarken, "Hoş geldiniz Eylül Hanım," dedi. "Siz nasılsınız?" Kızın nazik teşekkürlerini dinledikten sonra "CKA'e hoş geldiniz," diye devam etti. "Ben kendi adıma sizinle çalışmaktan büyük mutluluk duyacağım."

Eylül, "Ben de aynı mutluluğu paylaşacağım" dedi içtenlikle. Bir an sonra duyduğu öksürük sesiyle başını çevirdiğinde Emre'nin çatık kaşlarıyla onları izlemekte olduğunu gördü. Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş solarken bakışları iki adam arasında gidip geldi.

Emre, Eylül'ün Can'a olan sıcak ve samimi tutumunu görünce gerginleşmiş, kızın hakkında sarf ettiği cümleler aklına gelmişti. 'Ukala, kendini beğenmiş, çirkin...' Can'la göz göze geldiğinde, "Lütfen Eylül Hanım'a çalışacağı yeri gösterin ve proje hakkında detaylı bilgi verin," dedi ciddi bir sesle.

Can, Eylül'e dönerek gülümsedi. "Büyük bir keyifle..."

Eylül delici bakışlarıyla onu süzen adama döndü ve başını yavaşça aşağı indirerek selamladı. Uyuşmuş bacaklarıyla yürüyüp tam odadan çıkıyordu ki duyduğu sert sesle duraksamak zorunda kaldı.

"O projeyi iki ay içinde bitirmiş olacaksınız Eylül Hanım!"

Eylül alev saçan gözleriyle arkasını dönüp adama baktı ama tek kelime etmedi. Dışarı çıktığında ise yüzünde en ufak bir tebessüm yoktu.

Can, Eylül'ün gerildiğini anlamıştı. "Eminim bu işin altından başarıyla kalkacaksınız," dedi kızı rahatlatmak isteyerek.

Eylül, minnettar bir ifadeyle gülümsedi. Umut dolu sözlere öyle çok ihtiyacı vardı ki. Neyse ki sürekli muhatap olacağı kişi gayet sıcak ve anlayışlıydı.

Can, "İstersen merdivenleri kullanalım," dedi iyiden iyiye durgunlaşmış kıza dönerek. "Zaten bir alt kattayız.

Eylül olumlu anlamında başını salladı ve birlikte aşağı indiler.

Can, koridordaki odalardan birinin kapısını açarak "İşte burası" dedi. Birlikte içeri girdiklerinde Eylül kendini oldukça büyük bir ofisin içinde bulundu. Gri tonlarının hâkim olduğu ofiste etrafı camlarla kaplı bir oda daha vardı ve tahmin ettiği kadarıyla bu oda Can'a aitti. Camdan bir kafesi andıran bu odanın önünde ise çalışanların masaları vardı. Eylül içeride 6 kişinin olduğunu gördü. 5'i erkek diğeri ise kadındı. Hepsinin ortak yanı ise bilgisayarlarına gömülmüş bir şekilde harıl harıl çalışıyor olmalarıydı. İçeriye girdiklerinde birkaç kişi başını kaldırıp onlara bakmış ama hemen sonrasında çalışmalarına devam etmişlerdi.

Can hafifçe öksürerek dikkatleri üzerine çektikten sonra "İyi çalışmalar arkadaşlar," dedi samimi bir sesle. "Sizlere aramıza yeni katılan arkadaşımızı tanıtmak isterim." Yanındaki kıza döndü ve hafifçe gülümsedi. "Eylül Şentürk..."

Ofistekiler işi gücü bırakıp ayağa kalkmış ve yanlarına gelmişlerdi. Hepsi sırayla Eylül'e elini uzatıp kendini tanıtıyordu. Grubun içerisindeki kıvırcık saçlı, uzun boylu kız Eylül'ün yanağını öperken, "Hoş geldin," dedi içtenlikle. "Hemcinsimi görmekten dolayı mutluyum." Muzip bir ifadeyle göz kırptı.

Eylül adının Aslı olduğunu öğrendiği kızın sıcak tavrından hoşlanmıştı. Tanışma faslı bittikten sonra Can Eylül'e masasını gösterdi. Ardından da "İstersen odama geçelim," dedi. "Sana projenin detaylarını anlatayım..."

Birlikte Can'ın odasına girdiklerinde Eylül bu odanın da en az Emre'nin odası kadar şık döşenmiş olduğunu gördü. Geometrik duvar kâğıdı, beyaz, ahşap çalışma masası, koyu renk koltuklar... Çalışma masasının üzerinde dev bir bilgisayar ekranı ve açık duran bir laptop vardı. Kâğıtlar, dosyalar, yarısı içilmiş kahve kupası, karmaşık halde duran kalemler, birkaç programlama kitabı ve fotoğraf çerçevesi... Odanın kendine has, samimi bir havası vardı.

Can yerine oturduktan sonra Eylül bakışlarını adama odakladı ve merakla beklemeye başladı. Can ise dirseklerini masaya dayadıktan sonra Eylül'e döndü ve "CV'nde Java programlama diline hâkim olduğunu görmüştüm," dedi. Eylül'ün gülümseyerek onay verdiğini görünce, "Süper," dedi baş parmağını havaya kaldırıp. "O zaman hiç sıkıntı yaşamayacaksın demektir."

O andan sonra Can, Eylül'ün üzerinde çalışacağı projeyi tüm detaylarıyla anlatmaya başladı. Eylül duyduklarının bir kelimesini bile kaçırmadan dikkatle adamı dinliyor, öğrendiği ayrıntılarla kalbi anbean hızlanıyordu. Çalışacağı proje oldukça kapsamlı ve aslına bakılacak olursa tam anlamıyla ekip işiydi. Ve... Normal şartlarda en deneyimli yazılımcının bile bu projeyi 2 ay gibi bir sürede tek başına bitirmesi imkânsızdı.

İşte şimdi anlamıştı her şeyi... Belli ki sevgili patronu ondan bu şekilde intikam almaya karar vermişti. O yüzden öylesine rahat ve kaygısızdı. Bu projeyi bitirebilmesi için gece gündüz çalışmalı, adeta yaşamamalıydı. Tüm vücudu stres içerisinde kasılırken, 'Bu haksızlık,' diye düşündü ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Her ne kadar şok olmuş olsa da Can'a hiçbir şey belli etmemeye çalıştı. Daha ilk günden her şeye itiraz eden, uyumsuz bir profil çizmek istemiyordu.

Can sözlerini bitirdiğinde karşısındaki kızın ifadesiz yüzüne baktı ve "Umarım sizden çok şey istemiyoruzdur," dedi.

'Bir canımı istemediğiniz kaldı...' Eylül zihnindeki düşüncelerin aksine gayet rahat bir ifade takındı ve "Benim açımdan her şey yolunda" dedi omuzlarını silkerek.

"Buna sevindim," dedi Can. Eylül'ün aklından geçenleri az çok tahmin edebiliyordu ve aslında yeni mezun bir mühendise böylesine önemli bir sorumluluk verilmesinden pek hoşnut değildi. Fakat her ne kadar haklı itirazlarını sıralamış olsa da Emre'yi ikna edememişti. Arkasına yaslanırken, "O zaman size kolay gelsin," diye ekledi. "Yardıma ihtiyacınız olduğunda ya da danışmak istediğiniz her konuda hiç çekinmeden yanıma gelebilirsiniz."

Eylül, "Çok teşekkür ederim," dedi içtenlikle. Sesi içine kaçmıştı ama yüzündeki o sabit gülümseme hala yerli yerinde duruyordu. "O zaman ben hemen başlayayım," dedi oturduğu yerde kıpırdanırken.

"Elbette," dedi Can ayağa kalkarken. "Bu arada unutmadan söyleyeyim. Öğle arası saat 12'de başlıyor. Bazı çalışanlarımız yemeklerini yemekhanede yiyor. İsteyenler de dışarıda vakit geçiriyorlar. Bunun yanı sıra çay, kahve gibi içeceklerin hepsi ücretsiz."

Eylül'ün o an için en son düşündüğü şeyler yemek, çay gibi ayrıntılardı ama yine de başını sallayarak, "Tamam," dedi.

Can'ın odasından çıktıktan sonra Eylül masasına geçecekti ama öncesinde lavaboya gidecek sonrasında da kendine sert bir kahve alacaktı. Çantasını omzuna astıktan sonra düşünceler içerisinde dışarı çıktı ve derin bir soluk verdi. Sıkıntılıydı, stresi adeta tavan yapmıştı. Zihninde ise hiç durmadan yankılanan tek bir cümle vardı. 'Ne halt edeceğim ben?'

Düşünceler içerisinde boğulurken bir an sonra asansörün kapısı açıldı ve Emre tüm heybetiyle kendisine doğru yürümeye başladı.

Emre, Eylül'ün yüzündeki allak bullak ifadeyi görebiliyordu. Seri adımlarla yürüyüp kızın karşısında durduğunda, "Bir sorun mu var Eylül Hanım?" diye sordu sahte bir merakla. Yüzünde ise hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi masum bir ifade vardı.

Eylül, bir adım ötesinde duran adamın üzerine atılıp onu boğazlamamak için kendini zor tutuyordu. Adam neler hissettiğini çok iyi biliyor ve bundan bir hayli keyif alıyordu. Burnuna dolan yoğun parfüm kokusuyla zihni uyuşur gibi olsa da başını yukarı doğru kaldırdı ve "Hiçbir sorun yok Emre Bey," dedi meydan okuyan bir tavırla. "Kendime içecek bir şeyler alacaktım." İçinden ise 'Sen göreceksin,' diyordu. 'Sırf yüzünün alacağı şekli görmek için gerekirse hiç uyumayacağım ve ne pahasına olursa olsun o projeyi bitireceğim...'

Emre, "Yaa öyle mi," dedi kaşlarını havaya dikerek. "O zaman melisa çayı almanızı öneririm. Malum... Sinire, strese çok iyi gelir." Kızın üzerine fırlattığı zehirli bakışlarının ardından uzaklaşmasını izlerken keyifle gülümsedi. "İşte böyle yola gelirsin Eylül Hanım," diye mırıldanırken, beğeni dolu bakışları asansörün önünde bekleyen ve kırmızı elbisesiyle alev gibi parlayan kızın üzerinde geziniyordu...

beasloove...

------------oo-------------

Eylül, projenin detaylarını öğrenirken

3. bölümümüzle herkese merhaba :) Bölümlerimiz art arda geliyor. Gördüğünüz gibi ufak tefek değişiklikler var ama hikayenin temelini sarsmayacak şekilde.

Bu bölüm Eylül açısından epey stresliydi ama herkes benzer şekilde hissederdi galiba.

Yaşananlardan sonra Emre ve Eylül'ün karşılaşması çok da gerilimli olmadı ama ufak tefek laf sokmalar oldu tabii :) O kadarı da olsun artık.

Eylül zorlu bir projenin başına getirildi. Gerçekten de Emre bu şekilde ondan intikam almaya çalışıyor olabilir mi?

Peki sizce Eylül tam vaktinde projeyi bitirebilecek mi? :)

Şu ana kadar okuduğunuz kadarıyla en sevdiğiniz ve en sinir olduğunuz karakterler hangileri oldu?

Bir bölümün daha sonuna geldik. Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Hepinizi kocaman öpüyorum. Tekrar görüşmek dileğiyle. :**

Continue Reading

You'll Also Like

124K 9.9K 17
"Abin falan dinlemem. Eğer o odaya gelirsem, sabaha kadar çığlık attırırım sana."
396K 2.3K 5
YENİDEN YAZILIYOR 🍷⛓️🌓 Enemies to lovers... ⛓️ ~mafya İyi kalpli ama yaşadığı ilişkiler yüzünden kırık olan Ahu ablası evlenince onunla aynı evde...
3.4M 121K 68
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
280K 10.1K 34
Esra'nın tüm hayatı, 15 yaşında annesini kaybettikten sonra başlamıştı. Yıllar boyunca okulunu dahi bırakıp tamamen, annesinden sonra hayata küsen ku...