Bir Susam Deniz (Düzenleniyor)

By siyahvedigerleri

496K 23.3K 8.5K

Ben, Deniz Gürsoy. Yirmi sekiz yıllık kısacık ömrümde sadece bir kez aşık oldum. Kalbim sadece bir kişi için... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30 (+18)
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43(+18)
44
FİNAL
#1

12

10.7K 590 228
By siyahvedigerleri

Bölüm Şarkısı: Resul Dindar- Karşıya Çifte Çamlar



"Benim beklediğim aşk başka! O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka... Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilemez bir istek."

Kürk Mantolu Madonna- Sabahattin Ali

İlker'i annemin mezarı başında gördüğümde tuttuğum nefesimi, aklıma üşüşen Sabahattin Ali cümleleriyle üfledim. Karanlık mezarlıkta rengarenk kelebekler uçmaya başladı. Dudaklarıma istemsiz bir tebessüm yayıldığında kendimi azarlamak dahi istemedim.

İlker'in beni gördüğünü anladığımdan geri dönemedim ve ağır adımlarla yanına gittim. Annemin mezarının yanında ikimizin de elleri ceplerinde, yan yana duruyorduk. Bir süre yağmurun altında sessizliği kendimize ortak ettik.

İlker gözlerini mezardan ayırmadan alçak bir sesle 'Neden burada olduğumu sormayacak mısın?' diye sorduğunda dudaklarım kıvrıldı. Beni annesinin mezarı başında gördüğünde ona kurduğum ilk cümleyi bana kurmuş olması nedensizce mutlu olmama sebep oldu.

'Sormayacağım,' deyip göz ucuyla ona baktım ve dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme gördüm. Onun da hatırladığını anladığımda içim ısındı.

İlker derin bir nefes alıp bana döndüğünde ben de ona doğru döndüm. Belli belirsiz kıvrılan dudaklarını ıslatıp 'Neden?' diye sordu.

Tek kaşımı kaldırıp 'Sormamı mı istiyorsun?' diye sorup gülümsedim.

Gözleri bir an dudaklarıma kaysa da nefesini üfleyip 'İstemiyorum,' dedi. 'Çünkü verecek bir cevabım, yalan söyleyecek gücüm, doğruları söyleyecek cesaretim yok.'

Gülümseyişim İlker'in sözleriyle soldu ve şaşkınlıktan dudaklarım aralandı. İlker şaşkınlığımın farkında olduğu için başını iki yana sallayarak annemin mezarına döndü. Ben bakışlarımı onun yan profilinde gezdirirken İlker 'Beni karıştırıyorsun,' diye mırıldandı. 'Seni öfkeleniyorum, kızıyorum, çok sinirleniyorum Deniz.'

Sepet konusunu düşündüğünü anladığımda içim ezildi. Dünden beri kafasında bunu kurduğunu zaten tahmin ediyordum. Cesaretimi toplamak için oksijeni ciğerlerime doldurduktan sonra hafifçe dönüp annemin altında yattığı ıslak toprağa bakmaya başladım.

'Annenin vefat ettiği gün hastanedeydim,' diye anlatıp onu rahatlatmak istedim. 'O sepeti tekmelediğini görmüştüm. Lale bana o sepetin annene ait olduğunu söylediğinde orada bırakamadım işte.'

İlker söylediklerimi es geçip 'Annemin tablolarını neden toplamaya çalıştığımı biliyor musun?' diye sordu. Göz ucuyla bana baktığını bildiğimden sadece başımı hayır anlamında sallamakla yetindim. İlker 'Çünkü o gün o sepeti fırlatıp attığım için pişmandım.' dedi. 'Annemi defnettikten sonra hastanenin bahçesini karış karış aradım. Bir fırçayı bile bulamadım. Annemden kalan en özel şeyi kendi ellerimle mahvettiğimi düşünüyordum. Anneme ihanet etmiş gibi hissetmiştim ve onu bulamadığım için tablolarını toplamaya başladım.'

Ona yaşattığım pişmanlık için gözlerim dolarken 'Özür dilerim,' diye mırıldandım.

Bana dönüp 'Özür dileme,' dedi. 'Çünkü ben o sepeti sende gördüğüm için öfkeli değilim.'

Başımı hafifçe kaldırıp gözlerimi gözlerine çıkardım. Çatık kaşlarının altındaki gözleri siyaha çalıyordu. Söyledikleri ve bakışları çeliştiği için kaşlarımı çatıp 'Bu öfkeli olmayan halin yani, öyle mi?' diye çıkıştım. 'Hem öfkeli değilim diyorsun hem beni öldürecek gibi bakıyorsun!'

'Öfkeli değilim demedim Deniz!' dedikten sonra itiraz edeceğimi anladı ve konuşmama fırsat vermeden 'Sepet için öfkeli değilim, dedim!' diye devam etti.

'Niye bağırıyorsun o zaman?!' diye tersledim çünkü sepet konusu dışında bana sinirlenmesinin bir mantığı yoktu.

'Çünkü aklımı karıştırıyorsun!' diye bağırdı. 'Yapmak istediklerimle yapmak zorunda olduklarım arasında sıkışıp kalıyorum senin yüzünden!'

'Ben bir şey yapmıyorum!' diye karşı çıktım.

'Evet, hiçbir şey yapmıyorsun.' diye beni onayladığında dengesizliği yüzünden daha çok sinirlendim. Ellerimi ceplerimde yumruk yapıp sinirimi bastırmaya çalışırken İlker gözlerini kısa bir an kapatıp açtıktan sonra biraz önce bağıran o değilmiş gibi sakin bir sesle 'Karadeniz müzikleri sever misin?' diye sordu.

Sorusu ve ses tonu karşısında şaşkınlığımı gizleyemeden 'E-evet.' diye yanıtladım.

Hafif bir tebessümle 'Gel o zaman...' deyip yanımdan geçti. Ben dumura uğramış bir şekilde arkasından bakarken 'Hadi Deniz.' diye seslendi. Ayaklarım sanki onun sesini duymayı bekliyormuş gibi onu takip etmeye başladı.

İlker mezarların arasından geçip giderken bende onun hemen arkasındaydım. Islak topraklara batmamaya çalışarak asfalta çıktığımızda arabasının ileride durduğunu gördüm. İlker arabaya doğru giderken ben adım atmayı bıraktım.

Aklım o kadar karışıyordu ki, bu başımı döndürüyordu. Düşünmem gereken sorunların, çözümün kıyısından bile geçemediğim problemlerim vardı. Bu sorunların içine bir de aşık olduğum adamın kız arkadaşı eklenmişti ve ben tüm her şeyi arka plana atıp, vicdanımı susturup sevdiğim adamın peşinden gidiyordum.

Kararsızlıkla etrafa bakındım. Şuan burada kalıp annemin yanında avazım çıktığı kadar bağırarak ağlamak istiyordum. Ayaklarım geriye doğru bir adım attığında İlker'in 'Deniz,' diye seslendiğini duydum.

Elleri hala cebinde, başı hafifçe sola yatmış bir şekilde bana bakıyordu ve ben ne zamandır baktığını bilemiyordum. Gözlerindeki soru işaretleri kalbime saplanırken ona bunu yapmaya hakkım olmadığının farkındaydım. Dertsiz başına dert ya da var olan sorunlarına ek sorun olmak istemedikçe onu karıştırıyordum. Başımı arkaya doğru çevirip arabama baktıktan sonra 'Ben kendi arabamla geleyim,' diyerek ona döndüm. Kararsızlığımın araba konusunda olmadığını anladığını dudaklarına yerleşen hafif tebessümden fark ettim. 'Neden?' diye sorduğunda aklıma ilk gelen bahaneyi sunarak 'Yarın işe gideceğim. Araba burada kalırsa sabah çok zorlanırım.' dedim.

İlker başını anlıyorum anlamında sallayıp bana doğru gelmeye başladığında gerginlikten nefes almayı unuttum. Yanımdan geçip benim arabama doğru ilerlediğini fark ettiğimde ona döndüm. Şoför kısmının kapısını açıp 'Orada daha ne kadar bekleyeceksin?' diye sordu.

'Sen mi kullanacaksın?' deyip arabaya doğru yürümeye başladım.

Omuz silkip 'Yolu bilen arabayı kullanır.' dedikten sonra arabaya bindi. El mahkum yolcu tarafına ilerledim. Yalnız kalıp kafayı rahatça yemek istedikçe bu isteğim evren tarafından kabul edilmiyordu. Kapıyı açıp kendimi içeri bıraktığımda İlker kaşe montunu çıkarıp arka koltuğa attı. Koltuğu ve aynaları kendine göre ayarladıktan sonra avcunu açıp bana uzattı.

Cebimden anahtarı çıkarıp avcuna bıraktıktan sonra bende montumu çıkarıp arkaya salladım. İlker arabayı çalıştırıp emniyet kemerini takarken ben arkama yaslanıp dirseğimi cam kenarına, başımı da avcuma yasladım.

İlker arabayı sürmeye başladığında ben zihnimin bütün kapılarını açtım. Kıyıda köşede kalmış bütün problemlerim bir çığ gibi üzerime gelmeye başladığında derin bir nefes aldım. Bir an önce sorunları listeleyip öncelik sırasına göre çözmeye başlamam gerekiyordu çünkü gerçekten beynimin eridiğini hissediyordum.

Lale'nin sadece ismini düşünmek bile kalbimi ezmeye yetti. Bana söylediği dikenli laflardansa onun şuan nasıl hissettiğini bilmek gözlerimi yakmaya başladı. Ona inanmayacağımı bildiği halde yalanlarla kıvranmak zorunda bırakan Gökhan'a nefretim artıyordu. Lale'yi aramak istesem de elim bir türlü telefona gitmiyordu. Birkaç gün daha zaman tanıyıp kendimi onardıktan sonra onunla konuşabilecek duruma gelebilirdim ve biraz da gururum onun araması gerektiğini haykırdığından onu dinlemek zorunda hissediyordum.

İlker'in yüksek sesle 'Deniz!' demesiyle irkilip ona döndüm. Benim ürkmeme şaşırıp kaşlarını çatarken 'Şu emniyet kemerini takıp sinir bozucu sesi keser misin?' diye sordu. Başımla onaylayıp emniyet kemerini taktıktan sonra başımı tekrar elime yaslayıp yolu izlemeye devam ettim.

İlker'in kalbimi hızlandıran kokusu beni etkisi altına aldıkça mayışıyordum. Ama onun varlığını solumda hissetmek Ceyda'yı düşündürüyordu. Birkaç saat önce onu gördüğüm adamla ilişkisini bilmiyordum. Arkadaşı, kardeşi, kuzeni olabilirdi ama birbirlerine sarılarak oturmaları, Ceyda'nın elleriyle adamı beslemesi ve kahkahasının ardından yanağına kondurduğu öpücük pek masum gibi gelmiyordu. Sevdiğim adamın aldatılma ihtimaliyle göğsüme bir kor düştü. Bunu fırsata çevirecek kadar taş kalpli bir insan olmadığım gibi İlker'in aldatılmasına da sessiz kalacak bir insan değildim. Ancak emin olmak zorundaydım ve bu konuda da şuan elim kolum bağlıydı.

Yanından geçtiğimiz benzin istasyonu tabelasında tarihi gördüğümde aklıma ödemem gereken kira ve faturalar geldiğinde dudaklarımdan bir kıkırtı kaçıp özgürlüğünü ilan etti. Fatura ve kira gibi dertlerimin şuan basit gelmesi sinirlerimi bozuyor ve kahkaha atmama neden oluyordu.

İlker garip bakışlar atıp 'Delirdin mi kızım?' diye sorduğunda elimi sallayıp gülmeye devam ettim. Bir süre sonra sakinleştiğimde 'Kira zamanının geldiğini hatırladım da,' diye kendimce açıklama yapıp meraklı bakışlarına cevap vermek istedim.

İlker kafası karışmış bir halde tuhaf aynı zamanda tereddütlü bir sesle 'Kira zamanı geldiği için mi kahkaha atıyordun?' diye sordu.

Başımla onaylayıp 'Bir de faturalar geldi tabi,' dedim.

İlker 'Anlıyorum.' dediğinde söyleyecek bir şey bulamadığını anlayıp sırıttım. Ona tuhaf gelmeyi önemsemeyip yolu izlemeye başladım. İlker Şile ayrımından döndüğünde 'Nereye gidiyoruz biz?' diye sordum.

İlker sorumu es geçip 'Montumun cebinde sigara paketi olacaktı. Verebilir misin?' diye sorduğunda gözlerimi devirip torpido gözünü açtım. Paketten iki dal geçip birini yaktıktan sonra İlker'e uzattım. Sigaraya kısa bir bakış atıp gözlerini bana çevirdikten sonra 'Bugün rolleri mi değiştirdik?' diye sorup sigarayı aldı. Ne demek istediğini düşünürken Lale'yi düğünden kaçırdığımız gün bana sigara yakıp uzattığını hatırladım ve dudaklarım hafif bir gülümsemeyle gerildi.

Kendi sigaramı yakıp dumanı üflerken keyifli bir sesle 'Ben seni kucağımda taşıyamam yalnız.' dedim.

İlker camı aralayıp gülümserken oldukça kısık bir sesle 'O rolü kaptırmam zaten.' diye mırıldanıp radyoyu açtı. Söylediklerinin beni şoka uğrattığının farkında olmasının yanı sıra o cümleyi kurduğuna o da şaşkın gibi duruyordu. Gülümseyişim yüzümde donarken başımı yana çevirip camı yarıya kadar indirdim.

Soğuk havanın yüzüme çarpmasıyla kendimi toparlamaya çalışıyordum. İlker radyo kanallarını gezse de kulağına uygun bir müzik bulamayınca radyoyu kapattı. Biten sigaranın izmaritini camdan sallayıp başımı geriye yasladım.

İs kokan havayı içime çekerek düşüncelerimin bulanıklaşmasını ve beni uzaklaştırmasını istiyordum. İlker kendi tarafındaki düğmeye basıp benim camımı kapattığında itiraz bile etmedim. Çünkü ona itiraz etmek onun kurduğu en basit cümleyle bile benim aklımı karıştırması demekti.

Yan yoldan sapıp taşlı bir yola girdiğinde etrafı incelemeye başladım. Köy gibi bir yerin içinden geçiyorduk. Bakkalın önünde atılan küçük masanın etrafında iki adam tavla oynuyor, etrafında onlardan daha genç olan insanlarda izliyordu. Bakkalın sırasındaki dükkanlar kapanmaya başladığı için sokakta telaşlı bir kalabalık vardı.

İlker hızını düşürüp oldukça yavaş bir şekilde ilerlemeye başladı. Sokakta koşturan çocuklara gülümsediğini gördüğümde içime tuhaf bir sıcaklık yayıldı. Tekerlekler daha da ağır dönmeye başladığında İlker camı sonuna kadar açtı. Beş altı yaşlarında iki çocuk kaldırımda durmuş ellerindeki poşeti gülerek karıştırırken İlker arabayı tam onların önünde durdurdu.

Çocukların dikkati poşette olduğundan bizi fark etmemişlerdi. İlker 'Harun!' diye seslendiğinde sarı saçlı çocuk irkilerek başını kaldırdığında İlker'in sırıttığını gördüm.

Harun İlker'i görüp gülerek ellerini arabaya yaslayıp 'İlker abi!' diye şakıdı. 'Arabanı değiştirmişsin!'

İlker gülerek 'Beğendin mi?' diye sorduğunda oturuşumu onlara çevirip kollarımı göğsümde birleştirerek onları izlemeye başladım.

Harun arabayı inceledikten sonra 'Bununla da gezdirirsen beğenip beğenmediğimi söyleyebilirim.' dediğinde gülümseyişim sırıtışa döndü.

İlker kısık sesli bir kahkaha atıp 'Atla, hadi.' deyip başıyla arkayı işaret etti. Harun ağzı kulaklarına varacak şekilde gülerken diğer çocuğa kısa bir bakış atıp 'Mehmet de gelsin mi?' diye sordu.

İlker diğer çocuğa bakıp 'Mehmet miydi lan o?' diye mırıldandı.

Harun başını evet anlamında hızlıca salladığında İlker 'Atlayın, hadi.' deyip kolunu içeriden uzatıp arka kapıyı açtı.

Harun hevesle arka koltuğa tırmanırken 'Mehmet, İlker abi gezdirecek bizi, koş!' diye bağırmayı ihmal etmedi. Mehmet hala poşette bir şeyler ararken başını kaldırıp İlker'i gördüğünde hiç düşünmeden arabaya koştu.

Çocuklar koltuklardan destek alıp başlarını aramızdan uzattıklarında İlker bana göz kırpıp arabayı sürmeye başladı. Dikiz aynasından çocuklara bakıp 'Baban nerede?' diye sorduğunda Harun gözlerini hız göstergelerinde ayırıp 'Dükkanda hala,' dedi. 'İlker abi senin diğer araba daha hızlıydı. Niye bunu aldın?'

Mehmet de başını uzatıp 'İlker abi kaç motor bu?' diye sorduğunda İlker gülerek çocuklarla araba hakkında konuşmaya başladı. Ben pelte kıvamına gelmiş kalbimle İlker'e gülümseyerek bakarken Harun 'Sen kimsin?' diye sorduğundan ona dönmek zorunda kaldım.

İlker bana yandan bir bakış atıp yola bakmaya devam ettiğinde 'İsmim Deniz,' deyip elimi uzattım.

Harun küçük elini avcuma bırakıp 'Bende Harun.' dedi. 'Bu da kardeşim Mehmet.'

Mehmet Harun'u ittirip elini uzattığında gülümseyerek onunla da tokalaştım. İkisi de meraklı gözlerle bana bakarken Mehmet 'İlker abinin sevgilisi misin?' diye sordu.

'Değilim,' deyip gülümsediğimde Harun kaşlarını çatıp 'Neden?' diye sordu. Mehmet de kardeşini taklit edip kaşlarını çatarak 'İlker abi neden Deniz abla senin sevgilin değil?' diye sordu.

İlker aynadan onlara bakıp 'Sevgilim olması için ikna edemiyorum Mehmet.' dedi. İlker'in alaylı cümlesiyle bile hızlanan kalbime sinirlenip gözlerimi devirdim.

Mehmet 'Neden?' diye sorarken Harun dikkatli bir şekilde beni inceliyordu. İlker gülüşünü bastırıp omuzlarını kaldırarak 'Sevmiyormuş beni.' dediğinde ben düz bir şekilde İlker'e baktım.

Harun 'Bizim sokakta Ece diye bir kız var.' dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. Bana bakarak 'Birlikte oyun oynuyoruz ve bazen aşağıdaki parka gidiyoruz.' diye anlatmaya devam etti. 'Mahallede sadece benimle uzaktaki parka geliyor. Çünkü beni seviyor.'

Mehmet bilmiş bir edayla 'Doğru söylüyor.' dedi. 'Sende İlker abiyle buraya geldiğine göre onu seviyorsun bence.'

Çocukların bilmiş hallerine sırıtıp Harun'un heyecanını bölüşerek 'Ece nasıl bir kız?' diye sordum.

Harun ışıldayan gözleriyle 'Çok güzel.' dediğinde İlker'in kısık sesli kahkahasını duydum. 'Senin gibi kıvırcık saçları var ama onun saçları siyah gibi. Böyle bir gözleri var kocaman! Annem eşek gibi gözleri var diyor Ece için. Ama bu güzel bir şey demekmiş. Yani eşek dediysek kötü zannetmeyin.'

Kıkırdayarak 'Eminim çok güzeldir.' diye onayladım.

Harun başını sallayıp hülyalı bir edayla 'Valla çok güzel,' dedi. 'Bazen saçlarına dokunuyorum. O zaman bana kızıyor ama ne yapayım? Çok güzel kokuyor.'

Kıvırcık saçlı bir kızın saçları kabarmasın diye dokundurmadığını anlasam da 'Neden kızıyormuş?' diye sordum.

Harun'dan önce Mehmet 'Bonus kafalı oluyor o zaman.' deyip gülmeye başladı.

Harun sinirle Mehmet'e dönüp 'Ben öyle olduğu zaman da seviyorum!' dediğinde gülmekle yetindim. İlker'de gülerek dikiz aynasından çocuklara baktığında Mehmet Harun'u ittirip başını aradan uzattı.

'İlker abi sen Deniz ablanın nesini seviyorsun?' diye sorduğunda Harun da koltuğa tutunup bize bakmaya başladı.

İlker rahat bir tavırla 'Sen olsan neyini severdin?' diye sorduğunda beklentiye giren kalbimi yatıştırmaya çalıştım. İlker'in çocuklarla olan muhabbetine kendimi kaptırmamam gerektiğini bilsem de kalbim pür dikkat kesilmişti.

Harun 'Saçlarını.' derken Mehmet aynı anda 'Burnunu.' dedi. İlker sırıtarak onlara baktığında bende gülerek çocuklara döndüm. Harun 'Burnunu mu?' diye sorduğunda Mehmet 'Saçları Ece'nin saçlarına benziyor diye öyle söylüyorsun.' dedi.

İlker tartışmaya hazırlanan çocukları engellemek için 'İkiniz de bilemediniz.' dediğinde çocukların dikkatini çekti.

Çocuklar dikkatle bana bakmaya başladıklarında yanaklarım nedensiz bir utançla yanmaya başladı. Yerimde huzursuzca kıpırdanırken Harun bakışlarını kucağımda duran ellerime indirip elimi tuttu ve kendine çekti. İlker ne yaptığına bakmak için bize dönse de gülerek tekrar yola döndü.

Harun 'Bence ellerini sevebilirsin.' diye mırıldanıp elimin üstünü okşamaya başladı. 'Çok yumuşak.'

Mehmet 'Bence gözlerini de sevebilirsin.' dedi. 'Çok değişik bir renk.'

İlker 'Yine bilemediniz.' dediğinde ben gülümseyerek Harun'un küçük eline minik bir öpücük bıraktım. Harun gülümserken Mehmet sinirle 'Sen söyle o zaman İlker abi!' dediğinde İlker'in Mehmet'in sinirine sırıttığını gördüm.

İlker bana kısa bir bakış atıp 'Simit yiyişini sevmiş olabilirim.' dediğinde nefesim kesildi ve elim Harun'un elinden kayıp kucağıma düştü. Çocukların itiraz edişlerini duysam da algıladığım söylenemezdi. İlker'in söylediğini ciddiye almamam gerektiğini bilsem de kalbim bunu es geçiyordu.

Kendimi toparlamak için başımı iki yana sallayıp bakışlarımı İlker'den çeksem de odaklanamıyordum. Hızlanan kan akışım başımı döndürdüğünden midem bulanmaya başladı. Derin bir nefes alıp gülüşen çocuklara bakmak için başımı arkaya çevirdim. Bu sırada İlker arabayı bir evin önüne yanaştırdı. Harun kollarını boynuma dolayıp yanağımı öptüğünde sıcaklığı buz gibi olan ruhumu çözdü ve gülümseyerek bende onu öptüm.

Mehmet'le de sarıldıktan sonra çocuklar kapıyı açıp indiler. Kapıyı kapatmadan önce Mehmet 'Anneme Deniz ablayı anlatacağım İlker abi.' deyip güldü.

Harun hevesli bir şekilde 'Bir gün Ece ile tanışmaya gelsenize.' dedi. 'Babası geldiği için şimdi dışarı çıkamaz. O yüzden gündüz gelin.'

Mehmet kardeşinin ensesinden çekip kapıyı kapattıktan sonra İlker'in açtığı camdan uzanıp 'Babamın yanına mı gideceksiniz?' diye sordu.

İlker 'Evet.' dediğinde ben bana gülümseyerek bakan Harun'a göz kırptım. Harun utangaç bir gülüş gönderdiğinde gülümsedim. İlker kapıyı açtıktan sonra bana dönüp 'Hemen geleceğim.' dediğinde başımı salladım.

Çocuklar bana el sallayarak önünde durduğumuz evin bahçe kapısından girdiklerinde İlker'de peşlerindeydi. Camı sonuna kadar açıp serin havayı ciğerlerime gönderdim. İlker'in alaylı cümlelerine kanmaya hevesli kalbime inat beynimin yavaşça eriyerek aktığını hissediyordum.

Başımı arkaya yaslayıp gözlerimi kapadım. İlker'in yanında olduğum her an büyük bir hataydı. Onun umursamaz tavrı ve alaylı cümleleri benim kalbimi sızlatıyordu. O normal davrandığını düşünse bile onun varlığıyla atan kalbim hassastı ve hemen kırılıyordu.

Kapının açılma sesini duysam da gözlerimi açmadım. İlker'in bakışlarını üzerimde hissetsem de şuan ona bakmaya cesaretim yoktu. İlker gaza yüklenip arabayı sürmeye başladı. Araba sola doğru kıvrılıp yavaşladığında gözlerimi araladım.

Arabayı tek katlı ahşap bir yerin önünde park etti. İki üç merdivenle çıkılan verandadaki girişte renkli ışıklarla aydınlatılmış bir tabelada "Farfatara Meyhanesi" yazıyordu. Verandada duran masaların üzerine kapanan sandalyeleri fark ettiğimde 'Burasının açık olduğuna emin misin?' diye sordum.

İlker anahtarı çıkarıp arkaya uzanırken 'Eminim.' deyip montumu kucağıma bıraktı. Kapıyı açıp aşağı indiğimde montu üzerime geçirdim. Torpido gözünden sigara paketini çıkarıp montumun cebine attıktan sonra kapıyı kapattım.

Arabanın ön tarafına dolaşırken İlker'de arabadan indi. Kapıyı kapatıp bana doğru gelirken montunu üzerine giydi. Tahta merdivenlerden bir adım attığımda İlker'in elini sırtımda hissettim. Benden önce davranıp kapıyı bize doğru çekerek açtı. Kapının açılmasıyla kulağıma gelen kemençe sesiyle dudaklarım kıvrıldı.

Kapının hemen yanında oturan ak saçlı bir adam başını kaldırdı. Mavi gözleri İlker'i gördüğünde sıcacık oldu ve gülerek 'Koçum!' diyerek ayağa kalktı. 'Hoş geldin!'

İlker gülümseyerek 'Hoş bulduk abi,' dedikten sonra adamın onu kendine çekmesiyle sarıldılar. Adam İlker'in omzunun üzerinden baktığında beni gördü ve şaşkın bir ifadeyle İlker'i ittirdi. Elini uzatıp 'Hoş geldin kızım,' dediğinde elimi uzattım. 'Ben Hasan.'

'Hoş bulduk.' deyip gülümsediğimde adamın gülümseyişinde samimiyeti hissettim. 'Ben de Deniz.'

Adam İlker'e dönüp bir şey diyecek gibi olsa da İlker'in bakışlarına gülerek 'Hadi, siz geçin.' dedi. 'Hesap kitap işlerini halledeyim uğrarım yanınıza.'

İlker 'Eyvallah Hasan abi,' dediğinde elini tekrar sırtıma atıp beni yönlendirdi. Birkaç masanın arasından geçip meyhanenin en köşesindeki cam kenarı bir masaya karşılıklı oturduk. Montumu çıkarıp yanımdaki sandalyeye bıraktım. İki yana tutturulan krem rengi perdelerin arasından dışarıya baktığımda deniz kenarında olduğumuzu gördüm. Gecenin ihtişamını haykıran simsiyah denizin dalgaları bembeyaz köpükler halinde sahile vuruyordu.

Arkama yaslanıp başımı çevirdim. Meyhanenin ortasına kurulu büyük soba gürül gürül yanıyordu. Kare masalar etrafa serpiştirilmişti. Beyaz örtülü her masanın üzerinde küçük beyaz bir vazonun içinde birer tane kuru papatya vardı. Meyhanenin tavanına balıkçı filesi tutturulmuş ve iplerden düğüm şeklinde halat, dümen ve çapalar sarkıyordu. Duvarlarda eski siyah beyaz fotoğrafların olduğu çerçeveler vardı.

Birkaç grup bizden biraz uzakta kahkahalar eşliğinde yemek yiyip sohbet ediyorlardı. Küçük bir sahne meyhanenin diğer köşesine kurulmuş ancak boştu. Müzik canlı değildi ama bu etkisini değiştirmiyordu.

Küçük ama samimi bir ortamdı Farfatara Meyhanesi. İki tane garson kapı girişinin orada durmuş hararetli bir şekilde konuşurken başka bir garsonun elinde rakı ve su şişesiyle bize doğru geldiğini gördüm.

Güler yüzlü bir şekilde şişeleri masaya koyup önümüzde kapalı duran bardakları açarken 'Hoş geldiniz,' dedi.

İlker başını kaldırıp 'Hoş bulduk birader,' dediğinde garson mahcup bir şekilde 'İlker abi sen miydin?' diye sordu. 'Kusura bakma görmedim geldiğini.'

İlker hafif bir tebessümle 'Ne kusuru lan, estağfurullah.' dedi.

Garsonun arkasında elinde büyükçe bir tepsiyle duran komide 'Hoş geldin İlker abi,' dediğinde İlker ona döndü. Bu arada garson kominin elindeki mezeleri masaya yerleştirdikten sonra bardaklarımızı doldurdu.

İlker'in komiyle muhabbeti bitince garson 'İlker abi her zamankinden mi?' diye sordu.

İlker 'Aynen kardeşim.' dedikten sonra bir anda bana dönüp 'Hamsi seversin, değil mi?' diye sordu. Başımla onayladığımda garsona dönüp başını salladı. Garson ve komi yanımızdan ayrıldığında İlker kollarını masanın üzerinde birleştirip 'Beğendin mi?' diye sordu.

Gülümsediğimi İlker'in gözlerinin dudaklarıma takıldığını gördüğümde fark ettim. Bende kollarımı onun gibi masanın üzerinde birleştirip 'Çok güzel bir yer,' dedim. İlker'in beğendiğimi söylediğimde rahatladığını fark ettim.

İlker'in bir şey demeden bana bakması beni geriyordu. Onunlayken konuşacak çok şeyi olan ama hiçbir dilde hiçbir kelimeyi bilmeyen biri gibi hissediyordum. Sessizlik beni rahatsız etmeye başladığında 'Farfatara ne demek?' diye sordum.

İlker 'Kelebek.' dediğinde boynumdaki kelebek dövmesinin üzerinde ince bir sızı hissettim. Bakışlarımı İlker'den çekip 'Hangi dilde?' diye sorduğumda 'Lazca.' diye yanıtladı. İlker'in Rizeli olduğunu bilsem de doğma büyüme İstanbullu olduğu için lazca bilmesini garip karşılamıştım.

İlker önünde duran rakı kadehine uzanıp bana doğru kaldırdığında bende onu tekrarladım. Kadehlerimizi tokuşturmadan önce 'Neye içiyoruz?' diye sordum.

'Kelebeklere.' deyip kadehini kadehimin alt kısmına hafifçe dokundurduktan sonra bir dikişte hepsini midesine gönderdi.

Kelebeklere kaldırılan rakı kadehini dudaklarıma götürüp büyük bir yudum aldım. Severek içtiğim rakının tadı karşımda İlker varken daha güzel geldiği için dudaklarım kıvrıldı.

İlker 'Ne oldu?' diye sorduğunda omuz silktim. Üstelemeyip kendi kadehini tekrar doldurdu. Dolu kadehten bir yudum daha aldığında 'Alkollüyken araba kullanmıyordun hani?' diye laf attım.

İlker karşımda kalakaldığında gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Derin bir nefes alıp gözlerini gözlerime çıkardıktan sonra 'Ayıkken de konuşulmuyor.' dedi. Kurduğu cümlenin karışıklığıyla kadehime uzandım. Kadehteki rakıyı mideme gönderdikten sonra derin bir nefes aldım. Kendi karışıklığımdansa İlker'in omuzlarındaki yükü hafifletebilmek adına tüm cesaretimi toplayıp ne konuşmak istediğini sormak istesem de yapamadım.

Yerimde huzursuzca kıpırdanıp 'Buraya çok sık geliyorsun, değil mi?' diye sordum.

İlker başıyla onaylayıp 'Küçüklüğümden beri...' dedi. 'Buranın asıl sahibi Mehmet amca babamın çok yakın bir arkadaşıydı. Babam bizi sürekli buraya getirirdi o yüzden. Mehmet amcadan sonra babam bir daha buraya gelemedi ama ben gelmeye devam ettim.'

'Anladım.' deyip sudan bir yudum aldım.

İlker 'Hasan abi, Mehmet amcanın kardeşi.' diye anlatmaya devam etti. 'Abisinin ölümünden sonra bir masanın yerini bile değiştirmedi. Sanırım eski dokusunu koruduğu için bende buradan kopamıyorum.'

Etrafıma bakınıp mekanın samimi güzelliğine gülümsedim. İlker'in küçük bir çocukken etrafta dolandığını hayalimde canlandırdım. Ailesiyle burada geçirdiği vakitleri özlediğini anlıyordum. Babası ve kardeşini merak ederek 'Baban ve kardeşin ne yapıyorlar?' diye sordum.

İçkisinden bir yudum alıp arkasına yaslandıktan sonra 'Kemal Antalya'ya okumaya gidince babam da peşinden gitti.' dedi. 'Annem öldükten sonra İstanbul'dan kaçmak için hep bir bahane arıyordu zaten, çareyi Kemal'le gitmekte buldu.'

'Hiç gelmiyor mu buraya?'

'Çok nadir...' deyip gülümsedi. 'Ama her ay onların yanına gitme zorunluluğum var. Emekli olduktan sonra vaktinin çoğunu bize huysuzluk yaparak geçiriyor.'

Babasından bahsederken tatlı bir şikayet halinde olması gülümsememe neden oldu. İlker kadehlerimizi doldurduğunda soğuk rakıdan bir yudum aldım. Kadehi masaya bırakırken İlker'in verdiği siparişler geldi ve önümüzdeki yerlerini aldı.

Balığın kokusuyla midem guruldamaya başladığında acıkmış olduğumu anladım. İlker dikkatle beni izlerken balıktan bir parçayı ağzıma atıp zevkle mideme gönderdim. İlker kendimden geçmiş halime gülümseyip kendi tabağıyla ilgilenmeye başladı.

İlker'in babasıyla bu meyhaneye geldiklerindeki anılarını bazen kahkaha atarak bazen o günleri özleyen küçük bir çocuğu karşımda gördüğüm için hüzünlenerek dinlerken yemeklerimizi bitirdik. Kadehlerimiz dolup boşaldıkça alkolün etkisiyle kendimi daha rahat hissetmeye başladım.

Masadaki boş tabaklar kaldırıldıktan sonra garsonun bir şişe rakıyla bize doğru geldiğini gördüğümde gözüm masadaki boş rakı şişesine takıldı. İlker'le sohbet ederken ne kadar içmiş olduğumu hesaplayamamıştım ancak kendimi sarhoş gibi hissettiğimde söylenemezdi.

Garson boş şişeyi alıp yerine dolu şişeyi bıraktığında İlker'in de şaşırdığını fark ettim. Şaşkınlığını kısa sürede atıp kadehlerimizi tekrar doldurduğunda Hasan abi elinde iki küçük tabakla yanımıza geldi. İlker'in yanındaki sandalyeyi çekip tatlı tabaklarını önümüze koyduktan sonra 'Afiyet olsun gençler.' dedi.

İlker 'Eyvallah abi.' deyip boş bardaklardan birine rakı doldurup Hasan abinin önüne uzattı. Hasan abi İlker'in sırtına hafifçe vurup sözsüz teşekkür ettikten sonra bana baktı. 'Nasıl buldun burayı Deniz'cim?' diye sorduğunda hayranlığımı 'Harika bir yer.' diyerek dile döktüm.

Hasan abi gururlu bir gülüş gönderip 'O zaman düğünü kesin burada yapıyorsunuz?' dediğinde anlamayarak bir süre baktım. Benim anlamadığımı fark ettiğinde 'Akif abi oğullarının düğününü burada yapmak istediğinden bahsederdi. Her ne kadar buraya artık gelmese de bir düğünü burada yapma hayali hala duruyor.' diye açıkladığında ben hala anlamayarak ona bakıyordum. Hasan abi kaşlarını çatıp 'Yahu siz çok mu içtiniz? Alık alık bakıyorsunuz!' diye çıkıştı.

İlker sıkıntılı bir sesle 'Abi Deniz benim arkadaşım,' derken omuzları da gerginleşti.

Hasan abi çatık kaşlarıyla bir bana bir İlker'e baktıktan sonra 'Oğlum sen buraya bu zamana kadar hep tek geliyordun.' dedi. İlker Hasan abinin söyledikleriyle paniğe kapılıp 'Eee abi işler nasıl gidiyor?' diye sordu.

Hasan abi gözlerini kısıp bir süre İlker'e baksa da konuyu değiştirme çabasını anlayışla karşılayıp işlerden bahsetmeye başladı. Beyler konuşurken ben arkama yaslanıp kollarımı göğsümde birleştirdim.

Resul Dindar'ın sesine kendime bıraktığımda içimden ona eşlik etmeye başladım. Bütün şarkılarını ayrı ayrı çok severdim ama Karşıya Çifte Çamlar şarkısı benim için her zaman bir adım daha öndeydi.

Karadeniz şarkılarında aşkın en nadide tonu yaşanıyor gibi hissediyordum. Aşkın büyüklüğüyle imkansızlığı, kavuşmasıyla ayrılığı o kadar derinden anlatılıyordu ki dinlerken kalbimin ezilmesinden garip bir haz duyuyordum.

Şarkının son kısmında giren tulum sesiyle içim titredi. Bu şarkının bana hissettirdiklerini içime çekip rakıdan büyük bir yudum aldım. İlker ve Hasan abi sohbet etmeye devam etse de İlker'in arada bana attığı bakışları fark ediyordum.

Montumun cebindeki telefonumun çalmaya başlamasıyla irkilip telefonu çıkardığımda İlker bana bakmaya başladı. Ona bakmayıp Ayşen'in aramasını 'Efendim?' diyerek yanıtladım.

Ayşen sıkıntılı bir sesle 'Uyandırdım mı?' diye sorduğunda boğazımı temizlemek için öksürdüm ve alkolün mayışıklığını üzerimden atmaya çalıştım.

'Uyumuyordum,' dedikten sonra 'Hayırdır bu saatte?' diye sordum.

Ayşen oflayarak 'Deniz dizi çekimleri durduruldu.' dediğinde üzüntüyle omuzlarımı düşürdüm. 'Kanalla bir anlaşmazlık çıkmış. O halledilene kadar ya da başka bir kanalla anlaşma sağlanana kadar çekim yapmayacağız.'

Oldukça üzgün bir sesle 'Yapma be,' deyip dirseğimi masaya yasladıktan sonra elimle başımı destekledim. 'Niye anlaşmazlık çıkmış peki?'

Ayşen 'Parasal mevzular işte...' diye açıkladı. 'Elimizde hazırda üç bölüm olduğu için birkaç hafta tatil gibi düşünün dediler. Sanırım başka bir kanalla anlaşamazlarsa proje rafa kalkacağı için boşuna çalışmamızı istemiyorlar.'

'Anladım,' deyip önüme düşen saçlarımı geriye attım. 'Anlaşma sağlanır umarım yoksa hikayeye yazık olacak.'

Ayşen'in de benim kadar üzüldüğünü 'Umarım ya...' deyişindeki ses tonundan anladım. Ayşen'le bir süre daha konuştuktan sonra telefonu kapatıp masaya bıraktım.

İlker çatık kaşlarıyla sert bir sesle 'Ne oldu?' diye sorduğunda Hasan abinin de merakla bana baktığını gördüm.

Omuz silkip 'Artık işsizim.' deyip zoraki bir tebessüm gönderdim. Hasan abi 'İşten mi çıkarıldın?' diye şaşkınca sorduğunda kısaca işimi ve durumu anlattım. Garsonlardan biri Hasan abiyi çağırdığında bende sandalyemi geriye doğru ittirip lavaboya gitmek için ayağa kalktım. İlker ayağa kalktığımı görünce sert bir ifadeyle 'Sen nereye?' diye sordu.

Gözlerimi devirip 'Çişim geldi.' dedim. İlker başını salladığında tekrar gözlerimi devirip tuvaletlerin olduğu yere ilerledim.

Paravanın arka tarafına dolanıp kadınlar tuvaletine girdim. Tuvalette işimi halledip ellerimi yıkarken aynadaki yansımama nedensizce sırıtarak baktım. Kanlanmış gözlerim kısık bir haldeydi. Öğlen evden çıkarken tepemde topladığım saçlarım dağılmış olduğundan başımdaki tokayı çıkarıp hırkanın cebine attım. Elimi saçlarımdan geçirdikten sonra öylece bıraktım. Kızarmış yanaklarımın yandığını hissettiğimden yüzümü soğuk suyla yıkayıp kuruladıktan sonra çıktım.

Masaya doğru yürürken alkol iyice kendini hissettirmeye başladığından başım dönüyordu. Kendimi sıkarak yalpalamadan masaya ulaşmayı başardım. İlker'in karşısına oturduğumda onun dışarı bakar bir halde daldığını fark ettim.

Beyaz gömleğinin üstüne giydiği koyu gri kazağının kollarını dirseklerine kadar çekmiş, kollarını masanın üzerinde birleştirmişti. Sert duruşu kendiyle kavga ettiğinin habercisi gibi duruyordu. Kasılan çenesi ve çatık kaşlarıyla bile o kadar sevilesi duruyordu ki kalbim ona kavuşmak için hızlanmaya başladı.

Kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslandım. Dağınık saçları, kirli sakalları ve toprak rengi gözleriyle herkes için sıradan ama benim için ruh kadar özel bu adama uzun bir süre baktım. Şu duruşuyla onu neden sevdiğimi bir kere daha anladım ve dudaklarım kıvrıldı.

Hüzün, bir adama bu kadar yakışabilirdi.

Öfke, bir adamda bu kadar güzel durabilirdi.

Tebessüm, bir adamda bu kadar yakıcı olabilirdi.

İlker gözlerini gözlerime çevirdiğinde gülüşümü silmek istesem de silemedim. Ona baktıkça kelebekten bir kadın oluyordum ve bu halimi çok seviyordum. Bir kez olsun onun karşısında kendim olmak istedim ve toprak rengi gözlerine baktıkça gülümseyişimi büyüttüm.

İlker'in gülümseyişimi garipsediğini fark ettim. Dudaklarıma takılan gözlerini tekrar gözlerime çıkarıp suçlayıcı bir sesle 'Neden bana hiç gelmedin?' diye sordu.

Kendimi kaybedecek kadar alkolün etkisinde değildim ancak İlker'den kaçamayacak kadar mayışmış bir haldeydim. Omuzlarımı kaldırıp 'Ben sana geldim,' diye itiraf ettim. 'En azından yola çıkmıştım...' diyerek kendimle dalga geçtim.

İlker 'Nasıl yani?' diye sordu. 'Ne zaman?'

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp 'Annen vefat etmeden bir hafta önce,' deyip rakı kadehine uzandığım sırada İlker benden önce davranıp kadehi benden uzaklaştırdı. Sorgular gibi ona baktığımda 'Konuşacak kadar sarhoş, bunları hatırlayacak kadar ayık olmanı istiyorum.' dediğinde omuz silkip 'Sarhoş değilim.' dedim. 'Ayrıca seninle yapacağımız hiçbir konuşma bizi bir sonuca bağlamayacak İlker. Geçmişi konuşmak yarını belirlemeyecek.'

İlker sert bir sesle 'Benim yarınımı sen belirledin Deniz.' dediğinde ne demek istediğini çözmek için bir süre ona baktım. 'Eğer sen geçmişte bana bir adım atsaydın bugün her şey farklı olacaktı.' diye açıkladığında küçük bir sinir dalgası göğsümde dalgalandı.

Dirseğimi masaya yaslayıp 'Ne farklı olacaktı İlker?' diye çıkıştım.

İlker anlayamadığım öfkeli bir ses tonuyla 'Sen annemle tanışmış olacaktın Deniz!' dedi. 'Ve annem seni sevecekti. Ve biz şuan seninle burada oturmuş, başka şeyler konuşuyor olacaktık.'

İlker'in cümlesindeki ihtimali sezen kalbim buruk bir sevinçle atmaya başladığında sinirlenerek 'Madem biliyordun, sen neden gelmedin İlker?!' diye çıkıştım. 'Benim sana gelmemi beklemek yerine sen neden gelmedin?!'

'Çünkü hiçbir zaman tam olarak emin olamadım Deniz!' diye bağırdığında birkaç kişinin bize dönüp baktığını hissetsem de umursamadım.

'Sen ilk aşkım olduğunu bilecek kadar beni tanıyordun ama emin olamayıp gelmedin. Ve benim sana gelmemi bekledin, öyle mi? Ben seni defalarca başka kızlarla el ele gördüm. Defalarca başka kızlara gülümsediğini gördüm. Bana baktığını ama beni görmediğini bile bile sana gelmediğim için beni mi suçluyorsun şimdi?!'

İlker bağırışım karşısında sakin bir sesle 'Ben ilk aşkın olduğumu çok sonradan öğrendim Deniz,' dedi. 'Eğer o zamanlar bilseydim zaten senin gelmeni beklemezdim.'

Alaylı bir gülümsemeyle 'Sen hep sana bir şeyler hissettiğine emin olduğun kızlara mı gittin İlker?' diye sordum. Karşılıklı oturmuş birbirimizi suçluyorduk ve ikimizde aslından neden suçladığımızı bilmiyor gibiydik.

İlker omuz silkip 'Genelde,' diye yanıtladı. 'Küçüktüm, kendimi bir halt sanıyordum ve aptaldım.'

'Evet, aptaldın.' diye onayladığımda dudaklarının kıvrılması benim de dudaklarımı kıvırmama neden oldu.

'Hala aptalım Deniz,' dediğinde gözlerine yerleşen hüzünden öpmek istedim. 'Annemin ölümünden sonra herkes büyüdüğümü söylese de büyümedim. Hala o aptal çocuğum.'

'Öylesin.' diye mırıldandığımda yine gülümsemesine neden oldum.

'Neden hala o aptal çocuk olduğumu sormayacak mısın?' diye sorduğunda gülümseyişimi bastırıp 'Neden hala o aptal çocuksun?' diye sordum.

'Çünkü o zamanlarda sana gelmek istiyordum, gelemiyordum. Şimdi de...' dedikten sonra derin bir nefes aldı. 'Ama bu sefer tek bir fark var.'

Bir cümle, tıpkı bir ok gibi yaydan fırlayıp kalbime saplanmayı başardığında ifadem donuklaştı ve İlker'in buruk gülümsemesiyle kalbim ağlamaya başladı. Sızlayan gözlerimi kırpıştırıp dudaklarımı oynatmayı başardığımda 'Ne farkı?' diye sordum.

İlker sandalyesini ittirip ayağa kalkarken gözlerime bakarak 'Bu sefer senden eminim Deniz.' diye mırıldandı. Ses tonu o kadar çaresiz çıkmıştı ki bu kalbimin bir an durmasına neden oldu. Hem benden emin olduğuna sevinen hem de bu yüzden acı çeken bir adam vardı karşımda ve ben hiçbir tepki veremiyordum.

İlker bana hüzünlü bir gülümseme gönderip arkasını döndüğünde ben yaşlı gözlerimi onun sırtına sabitledim. Kasaya doğru gidip Hasan abiyle konuştuktan sonra hesabı ödedi. İlker Hasan abiyle konuşurken ben kadehe uzanıp tüm rakıyı mideme gönderdim.

Gözümden süzülen bir damla yaşı elimle savuşturup derin bir nefes aldım. Ben buraya İlker'in geçmişle ilgili soracağı sorulara tüm dürüstlüğümle cevap vermek için gelmiştim. Biraz olsun onu rahatlatmak istiyordum ancak ne o rahatlamış görünüyordu ne de ben kendimi iyi hissediyordum.

Bir kedinin oynadığı yumak gibi karışık olan zihnim daha da karışırken İlker'in kadehinin dibinde kalan rakıyı da içtim. Uyuşup tüm gerçeklerden kaçmak istiyordum.

İlker ve Hasan abinin bana doğru geldiğini gördüğümde kendimi toparlamaya çalışarak ayağa kalktım. İlker masada duran boş kadehlere kısa bir bakış atıp sonra bana baktığında omuz silktim. Sandalyede duran montuma uzanıp üzerime geçirirken Hasan abiye 'Her şey için teşekkürler,' deyip gülümsedim. 'Her şey harikaydı.'

Hasan abi babacan bir tavırla 'Benim için en güzel teşekkür buraya bir daha gelmen olur.' dediğinde gülümsemekle yetindim. Mutfak kısmından Hasan abiye seslendiklerinde Hasan abi 'Sabah görüşürüz Deniz'cim.' dedikten sonra İlker'in omzuna vurup sesin geldiği yöne doğru hızlı adımlarla gitti.

Kaşlarımı çatıp 'Sabah mı?' diye sorduğumda yanlış anladığımı düşünüp kendime güldüm.

İlker montunu üzerine geçirip yakasını düzeltirken 'Bu gece burada kalıyoruz.' dedi.

Paniklemiş bir halde kolundan tutup 'Neden?!' diye bağırdığımda İlker önce kolunda duran elime sonra gözlerime bakıp 'Alkollüyken araba kullanmam.' deyip zafer kazanmış bir edayla gülümsedi.

Continue Reading

You'll Also Like

4M 248K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
969K 53.4K 41
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
103K 5.7K 16
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...
163K 15.3K 43
Kerem Aktürkoğlu & Kumsal Yıldız