Ya neredeyse 13k oldu. Ne kadar teşekkür etsem az Bu sayıyı sadece 2 ay gibi bir zamanda geldik. Iki hafta yazmayınca bugün de bir bölüm paylaşayım dedim. Multimedia Cansu ve Yağız.
Genç kadın camdan vuran güneş ışığıyla araladı gözlerini. Kış mevsiminin en çetin ayında bile güneş açabiliyordu. Kafasını sağ tarafına çevirdiğinde bos bir yastıkta karşılaştı. Saatin kaç olduğunu kestiremediği için hala tam acamadığı gözlerini ovuşturup komidinin üzerinde duran saate baktı. Ne ara on olmuştu. Barlas çoktan işe gitmiş olmalıydı. Bir kaç gündür eskisi gibi erken kalkmamaya başlamıştı.
Ayaklarını yataktan zoraki bir şekilde sarkıtıp beyaz terliklerini geçirdi ayağına. Yavaş adımlarla ebeveyn banyosuna ilerleyip aynadaki görüntüsüne odaklandı. Dağılmış saçlar uykulu hafif şiş gözler. Musluğu açıp ayılmak için soğuk suyu yüzüne çarptırdı. Her ne kadar üşüyen biri de olsa sıcak suyun bu kadar ayıltcı bir etkisi olmadığını biliyordu. Vücuduna yayılan titremeyi gözardı edip bir kaç kere daha tekrarladıktan sonra elinde geçen havluyla kuruladı ıslak yüzünü.
Kafasını aşağı indirip elleriyle saçlarını topladıktan sonra tekrar başını kaldırıp kolunda olan lastik tokayla sert bir topuz yaptı saçlarını.
Yüzünü tekrar aynaya çevirdiğinde yüzü ilkinin aksine çok daha iyi gözüküyordu. Iyi ve dinç.
Adımları odanın kapısına yönlendirip aklına ilk gelen şarkıyı mırıldanmaya başladı. Hemen yan odada ki Yağız'ın kapısı aralayıp içeri baktığında hala uyuyor olduğunu gördü.
Bir ayağını kendine çekmiş yüz üstü bir şekilde iki elinide yastığın altına yerleştirmişti. Yüzü duvara dönük yorgan ise çoktan yeri boylamış olduğunu gördü. Artık geceleri uyandığı zaman mutlaka Yağız'ın odasına gelip üstünü örtüyordu. İnce giydirmesine ve üstü açık olmasına rağmen terliyordu. Ev aşırı sıcak değildi. Bebekken büyük ihtimalle tuzlanmamış olmalıydı. Ahh! Ne diyordu. Annesinin batıl inançlarına - doğruda olabilir - kendide inanmaya başlamıştı. Yaşlanıyorsun diyen iç sesini aldırmamaya çalışıp merdivenlere doğru ilerledi.
Mutfağa girmeden önce Stef'in yemeğini ve suyunu verip biraz oynadı onunla. fakat kızı artık yaşlanmaya başlamış eskisi gibi aktif hareket etmiyordu. Hatta hiç hareket etmiyor denebilirdi. Bir kaç tur atıp geri herzamanki yeri olan merdivenlerin altına geliyordu.
Buzdolabına doğru ilerleyip olan kahvaltılıkları masaya dizmeye başladı. Mutfak alışverişine çıkmayı aklına not edip kendisi ve Yağız için birer tabak alıp masaya yan yana gelecek şekilde dizdi.
Bugün Yağız için doktorun yazdığı malzemeleri alacaktı. Bir çoğunu duymuşluğu vardı. Fakat ne işe yaşadığı veya nasıl bir şey olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.
On dakikalık bekleyişin ardından oğlunun gelmeyeceğini anladı. Cebinde duran telefonunu alıp rehberinden Ece'nin numarasına tıkladı. Uzun süre çaldıktan sonra tam kapanacagını sandığı sırada karşıdan gelen uykulu bir o kadar da sinirli olan arkadaşının sesini işitti.
" Vicdansız! Bugün izin günüm olduğunu bile bile beni sabahın köründe neden arıyorsun?" Yüzüne sinsi bir gülümseme yayılırken bir kaç saniye uyduracağı bahaneyi düşündü. Ne vardı canım bunda?! Saat neredeyse onbir olmak üzereydi. Hala sabahın körü diyordu.
" Ahh tamamen aklımdan çıkmış.(!) Kusura bakma. Ama sonuçta uyandığında göre sana hazır bir kahvaltı davetinde bulunsam hiçde fena sayılmaz. Sende bu sayede ayılmış olursun."
" Ayılmak istediğimi kim söyledi. Bütün gün uyumayı planlıyorum."
" Ama uyandın sonuçta."
" Tekrar uyuyabilecek kadar uykum var." Intemsizce gözlerini devirdi. Onu buraya getirmenin bir yolunu bulmalıydı.
" Sen bilirsin. Eminim ki Akif ve Burcu hakkındaki söylentileri anlayabilecegim bir çok kişi vardı. "
" seni yalancı dedikoduları ilk ben duyarım ve sana anlatırım. "
" Is yerindeki sekreterden aldım haberleri. Neler olmuş bir bilsen küçük dilini yutarsın" Arkadaşının yataktan hızla kalktığına dair bir ses duyarken gülümsemesi yayıldı yüzüne. Büyük ihtimalle inanmış olmalıydı.
" Ne olmuş çabuk anlat. Senin bilip benim bilmediğim ne olabilir Allah aşkına?! Lanet olsun zaten ne zaman işe gitmesem bir şey oluyor. Neden ben neden?" Gülümsemesi kahkahaya dönerken karşıdan gelen ses kesilmişti. Büyük ihtimalle anlamış olmalıydı. Eliyle ağzını kapatıp zoraki bir şekilde durdurdu kahkahasını.
" Seni sürtük. Oraya geldiğimde kaçacak delik arasan iyi olur. Çünkü uyandırılmış bir Ece'nin neler yapabileceğini tahmin ediyor olmalısın." Telefon yüzüne kapanırken daha fazla tutamadıgı kahkahasını serbest bıraktı. Ona yapabileceği canice şeyleri düşünmemeye çalışıp merdivenlerden inen oğluna odaklandı gözlerini.
Tek elinde her zaman ki gibi kırmızı arabası vardı. Diğer eliyle ise tek gözünü ovuşturuyordu. Ayağa kalkıp düşmesinden korktuğu için yanına ilerledi.
" Günaydın oğlum. Ne kadar da çok uyudun. " kucağına alıp saçlarının arasına bir öpücük bıraktı. Yağız ise kafasını kadının omzuna yaslayıp uykusuna biraz da orada devam etmeye karar verdi. Cansu gülümseyerek sırtını sıvazlarken salona geçip kendini tekli koltuğa bıraktı.
" Ece abla gelecek kahvaltı yapmaya. Bizde o zamana kadar kurabiye yapabiliriz. Ne dersin?" Yağız hiç istifini bozmadan kafasını evet anlamında aşağı yukarı salladı.
" Arabalı olur mu? "
" Hmm kalıbı varsa elbette ama yoksa pek yapabileceğimi sanmıyorum. " Yağız yine tamam anlamında başını sallayıp kadının omzunda duran başını göğsüne indirdi elini de kendi yanağının yanına koyduktan sonra yavaşça araladı gözlerini.
Kadın da çocuğunun saçlarına burnunu yaslayıp o bebeksi kokusunu içine çekti. Ne de güzel kokuyordu. Gözlerini istemsizce kapanırken hep böyle kalmayı diledi. Hep birlikte hep bu şekilde huzurlu...
" Ayy! Nede uykucusun bugün oğlum. Hadi koş mutfağa arabalı kurabiye yapalım."
" Arabalar kırmızı olsun ama." Cansu çocuğun dediğiyle sırttı. Geçen gün mavi aşkıyla yanıp tutuşan çocuk şimdi ise kırmızı diye geziniyordu etrafta. 'Bu kırmızı değil mi?' 'Kırmızı aslan olur mu?' 'Saçlarım neden kırmızı değil?' Ve daha nicesi. Kadın bir ara evi tümden kırmızıya boyamayı bile düşünmüştü. Ama sonradan vazgeçip daha mantıklı şeyler düşünmüştü.
" Sanırım kırmızı kurabiye olması için çilek lazım. Fakat çilek yazın yenir. " kadının aklına gıda boyası gelsede yüzünü tiksinirce buruşturmadan edemedi. Insanlar nasıl o renkli kekleri ve kurabiyleri yiyebiliyorlardı Allah aşkına?! Kendi midesinin kaldıracagını sanmıyordu. Boya yemekten farksızdı.
"Ama bence bizim arabamız gibi beyaz arabalar yapabiliriz. " bu fikri çocuğun aklına yatmış olacak ki gülümseyerek ellerini çırptı.
Mutfağa gidip gerekli malzemeleri karıştırdıktan sonra eliyle yoğurup merdane ile açtı. dolaptan çıkardığı araba kalıbını çocuğa verdi.
" güçlü bastır ki arabalarımız güzel olsun." Çocuk tamam anlamında başını salladıktan sonra tam ortadan tüm gücünü vererek bastırdı.
Tamamına bitirdikten sonra Yağız gururla yaptığı kurabiyelere bakıyordu.
" Yiyebilir miyim?" Genç kadın gülerek daha pişmemiş olan kurabiyeleri tepsiye dizmeye başladı.
"Ama daha pişmedi. Pişince söz hemen vereceğim sana? "
" Kaç zaman var pişmesine? "
" Ortalama yarım saat.'' Yağız ağzını abartılı bir şekilde büküp suratını astı.
" Hii! Ama çok zaman var."
" Biz de o pişene kadar krep yapalım. Ece ablan gelir birazdan ilgisini krebe çekip aradan sıvışabilirim belki." Yağız anlamaz bakışlarını kadına çevirip gözlerini irilestirdi.
" O eve gelince koparacağı yaygaraya şahit olunca emin anlayacaksın halimi. " derin bir nefes alıp içinden onun elinden nasıl kurtulacagını düşünmeye başladı.
Bunu part 1 olarak sayın çünkü çok kısa fakat bekletmek istemedim. yarında bir bölüm atacağım. Sonra belki ikisini birleştiririm. Bölüm hakkındaki goruslerinizi lütfen yorum olarak belirtin.