Gizli Numara 1 + 2 (RAFLARDA)

By ianinprensesi

10.9M 73.3K 29.8K

|Gizli Numara, şimdi Epsilon yayınları ile raflarda!| |Gizli Numara 2, şimdi Epsilon yayınları ile raflarda!|... More

Gizli Numara 1 -1-
Gizli Numara 1 -2-
Gizli Numara 1 -3-
Gizli Numara 2 -1-
-ÖZEL BÖLÜM-
-ÖZEL BÖLÜM/2-
Gizli Numara 2 -12-
Gizli Numara 2 -25- (Ufak Bir Parça)
İkinci Kitap İçin Düzenlenmiş -1.- ve -2.- Bölüm
Gizli Numara 2 -Duyuru!
Gizli Numara 2 - Duyuru/Kesit/Cevaplar
Gizli Numara 2 - Duyuru, Fuarlar ve İmza Günleri
Gizli Numara 2 - Kapak ve İmza Günleri
DUYURU!

Birinci Kitap İçin Düzenlenmiş -1.- ve -2.- Bölüm

31.1K 941 242
By ianinprensesi

YAZAR'DAN: Başlamadan önce burayı dikkatli bir şekilde okuyun lütfen. Daha sonra yanlış anlaşılmalar oluyor ve aynı soru defalarca kez yöneltiliyor.

Daha öncede duyurusunu yaptığım gibi Gizli Numara'nın yayın hakları Epsilon Yayınevi'ne ait ve ben de yayınevine teslim etmeden önce bölümler üzerinde değişiklikler yapmaya başlamıştım, eski haliyle kitaplaşması içime sinmiyordu. İki yıldır bu kitabı yazıyorum ve geçen bu iki yıl içinde birçok tecrübe edindim, bu tecrübelerimi ilk bölümlere de değdirmeye karar verdim. O yüzden bir yandan bölümleri düzenliyor, diğer yandan yenilerini ekliyorum.

Geçen yıl YGS-LYS için ara vermiştim kitaba, şimdi devam ederken aynı anda birçok şeyle uğraşmak zorunda kalıyorum ve inanın bana sizi bu kadar bekletmek benim de hoşuma gitmiyor ama elimden gelen her şeyi yapıyorum. Uzun zaman ara verdikten sonra bir anda hepsini toparlamaya çalışmış ve iyice çökmüştüm şimdi sadece Gizli Numara'ya odaklandım, o yüzden en yakın zamanda kitabı temize çekip yayınevine teslim edeceğim.

Bu arada Gizli Numara iki kitap şeklinde olacak, o yüzden birinci kitap basıma gittiğinde hâlâ burada yazıyor olacağım. Neden iki kitap olacak derseniz, o kadar uzun bölümler yazmışım ki bir yerlerden kırpmak bile yazdıklarımı tek kitap boyutuna sokmuyor o yüzden ben de iki kitap olmasını kabul ettim. Ve ilk bölümler üzerinde büyük değişiklikler yapıyorum, kitabı aldığınız zaman birebir Wattpad bölümleriyle karşılaşmayacaksınız yani, şimdilik kitabın basım yayın aşamasıyla ilgili bunları söyleyebilirim.

Dün akşam ise 'Özel Bölüm: Mor Başlıklı Kız' diye bir bölüm yayınladım ve bunu mantıksız bulanlar olmuş, bir okurumun isteği üzerine eğlence amaçlı yazmıştım. Diğer bölümlerle alakası var mı diye sorarsanız, "Evet, var," diyeceğim çünkü gelecek bölümde olacaklarla ilgili gizli ipuçları bırakmıştım.

Bu akşam ise, kitap için düzenlenmiş ilk iki bölümü buraya bırakıyorum. Yine yeni bölüm olmadığı için üzgünüm.

Ve tüm bu duyuruların yanı sıra, 30 Ekim, Pazar günü saat 2'de İstanbul, Marmara Forum'da Facebook grubundaki okuyucularla buluşuyorum eğer aranızda İstanbul'da olup, Marmara Forum'a gelebilecek olanlar varsa, buluşmaya sizi de bekliyorum Mor Şeytanlar! 

Sevgiyle kalın.

İyi okumalar!

-1-


Herkesin bu hayattan yana birçok derdi vardı. Her öğrenci gibi benim de derdim okula gitmekti ve hiç sevmediğim bu eylem için sabahın köründe ayağa dikilmekti. Fakat bu da yetmezmiş gibi aileme verdiğim bir sözden dolayı kendime ek iş bulmuş ve okuldan sonra da orada çalışmaya başlamıştım.

Yani bu hayattaki derdim kendimce epey bir büyüktü.

Yatağımdan yuvarlanarak yere yapıştığımda hayattaki şansıma bir kere daha sövmüştüm. Bir zombiden farksız halde yatağımdan destek alarak ayağa kalktığımda başım otomatikman önüme düşmüş ve her sabah karanlıkta yürümekten alıştığım lavabo yoluna uygun adım yürümeye başlamıştım.

Odamdan çıktığımda ayağımın değdiği soğuk parkelerle birlikte ayak parmaklarım garip bir şekilde bükülerek tüm vücudumun gerilmesine neden olmuştu. Vücudumu garip hareketlerle büktüğümde zihnimi ele geçirmiş olan uykumdan neredeyse sıyrılmıştım. Birkaç büyük adımın sonunda tuvalete girdiğimde ilk gördüğüm şey kuş yuvasına dönmüş saçlarımdı. Saçlarımın bu garip halini görmezden gelerek yüzümü incelemeye başladığımda karşılaştığım baygın bakışlara burnumu kırıştırarak lavaboya eğildim ve yüzümü ılık suyla yıkadım.

Ilık su ile kendime gelemediğimi fark edince, suyun başlığını mavi kısma çevirerek soğuğa ayarladım ve yüzüme çarptığım ilk avuçta kendime geldim. Gözlerim iri iri açıldığında, artık saçımın bu garip halini görmezden gelmek imkânsız bir hâl almıştı. Ellerimi sarı ve kumral arasında garip bir tonda sıkışıp kalmış saçlarıma daldırıp biraz düzelttikten sonra çekmeceden çıkardığım tarağımla köklerinden sökercesine taramaya başlamıştım.

Sabahın köründe uyanmanın verdiği siniri saçlarımdan çıkardığımda, elektriklenmesini önlemek için saç spreyi sıkarak aynadaki son halime baktım. Çökük gözaltlarım ve biraz önce onları yolarcasına taramama rağmen güzel görünen saçlarım ile oldukça ironik bir tipleme yaratıyordum.

Aynada kendimi incelemeye bir son vererek hızlı adımlarla lavabodan çıktığımda ikinci durağım mutfaktı.

Mutfağa girene kadar üç defa esnedikten sonra dün akşamdan suyunu koyduğum çaydanlığı ocağa koyarak adeta bir kedi sessizliği ile annemle babamın odasına süzüldüm. Büyük bir sessizliğe büründüğümde nefes alışverişim yavaşlamış ve odadaki tüm sesleri duymaya başlamıştım. Uykusunda güzel rüyalar gören annemle babamı uyandırmak için birkaç saniye içinde zihnimde oluşturduğum hain planlarla pijamamın cebindeki telefonu çıkartarak cam kırılma seslerini oynatma listemde hızla bulmuştum.

Parmağım oynat tuşu üstünde sabitlenip kalırken hızla ışığı yakarak, "Evde hırsız var!" diye ciyaklamış hemen ardından oynat tuşuna basıp telefonumu komodinin üstüne bırakarak odadan kaçmıştım.

Eğer o odadan hemen çıkmasaydım, annemin havaya dikilmiş kâkülleri ve babamın tek gözü açık, tek gözü kapalı haline katıla katıla gülmeye başlardım ve onlarda uykularından dehşetle uyandırılmanın verdiği tepkiyle hemen yanı başlarında bulunan komodinlerinin üstündeki her şeyi kafama geçirirlerdi.

Gülerek mutfağa girdiğimde, kahvaltı masasına bardak ve çatalları koymaya başlamıştım. Buzdolabına uzandığım sırada babam telefonumdan yükselen cam kırılma sesini durdurarak, "Kaç yaşında gelişimini bıraktın sen?" diye seslenmişti odasından.

Babama cevap vermek yerine dolabın kapağını açarak kahvaltılık namına gördüğüm her şeyi kollarıma doldurarak masanın üstüne koymaya başlamıştım. Masanın üstüne dizdiğim kahvaltılıkların kapağını açmaya başladığımda annem hemen yanımda dikilmiş ve "Beş yaşındayken daha akıllı bir kızdın," demişti. Gülerek yanağından öptüğümde babamda mutfağa girmiş ve "İki yaşındayken çok tatlı ve uslu bir kızdın," diye söylenmişti.

"Günaydın benim sadece küçüklüğümü seven küçük ailem!" diyerek en ince sesimle konuştuğumda ikisi birden yüzlerini buruşturarak masaya yerleşmişlerdi.

"Bu sabah seni bu kadar kötü kılan ne?" diye soran anneme, "Okuldan sonra benim için ayarladığınız işe gitmek," diyerek surat astım ve ocaktaki demlenmiş çayı alarak masaya koydum. Babam ise, "Tutamayacağın sözler vermeyecektin öyleyse," demiş ve surat asmama, aynı şekilde karşılık vermişti.

Aslında çalışmayı, okula gitmekten daha çok seviyordum çünkü dersler bana göre değildi, gerçek hayat ya da iş hayatı diyelim, benim için en ideal yaşam tarzıymış gibiydi ama şuan çalıştığım işe sahip olmak ve kendimi sağlama almak için okumak zorundaydım bu da böyle bir gerçekti.

Şarkılarda ki "Gerçekler acıtır..." sözleri boş yere yazılmamış yani. Gerçekler, gerçekten acıtıyor.

Bir diğer acıtan gerçek ise iş yerimdeki Nemrut Patronumun bana ve benimle birlikte çalışan sınıf arkadaşım Selda'ya verdiği kurallardı. Gereksiz olduğu kadar göz korkutmayı amaçlayan ama amacını elde edemeyen bir listeydi.

İlk kural, 'Dizin bir karış üstüne etek çıkmayacak' kuralıydı. Bu kuralla herhangi bir derdim yoktu. Sonuçta oraya çalışmaya gidiyorduk, bacak sergilemeye değil. Gayet makul ve uyulabilir bir kuraldı. Bir diğer kural ise, 'Çalışma saatleri arasında telefonlar kullanılmayacak' kuralıydı ve bu kural muhtemelen sadece Selda ve benim için geçerliydi. Çünkü diğer çalışanları telefonda dedikodu yaparken az yakalamamıştım ve kimsede onlara bir şey demiyordu.

'İşe geç kalmak yok' diye devam eden kural ise moralimi bozan bir diğer kuraldı. Okuldan çıktığım saatle, iş yerine gittiğim otobüsün saatleri uyuşmuyordu yani elimde olmayan sebeplerden dolayı işe geç kalıyordum ve bu da hemencecik maaşıma işliyordu.

Ve beni aşırı gülme sonucu ölümün kıyısına sürükleyen kurallardan bir diğeri ise, 'Çalışanlar arası ilişki yasak, olacaksa da iş saatleri arasında fingirdemek yasak' kuralıydı. Anlam veremediğim ve anlam vermekten kesinlikle kaçındığım bu kural her aklıma geldiğimde kendi kendime bir şaşkınlığa düşüyor ve patronumun nelerle karşı karşıya kaldığını merak etmekten kendimi alamıyordum.

"Dünyadan kızıma," diyerek elini gözümün önünde sallayan anneme bakarak, "Sevilay'dan dünyaya!" dediğimde, babam o korkunç kelimeleri sıraladı, "Geç kalıyorsun," kelimeler zihnimde kırmızı ışıklar yakarken aniden bileğimdeki saate bakarak, hızlanan kalbimi sakinleştirmek adına derin nefesler aldım.

Devamsızlığım sınıra dayandığı için okula geç kalmaktan delicesine korkuyordum ama sabah eğlenceme karşı babamın yaptığı bu korkutma tamamen bir yalandan ibaretti. Düşünceler içinde kaybolmam birkaç dakika sürmüştü ve dersimin başlamasına daha çok vardı.

"Beni kandırmaya çalışmanız ne kadar da hoş canım ebeveynlerim," diye homurdandığımda çayımdan koca bir yudum alarak kahvaltımı yapmaya koyulmuştum. Bu sırada annemle babam kaşlarını çatarak bana bakmaya başlamışlardı, ben ise ağzıma tıktığım ekmeği parmağımla yanağıma doğru iterek, "Yesenize," demeye çalışmış ama onun yerine garip bir ses çıkartarak ağzımdan birkaç parça zeytin kaçırmıştım. Omuz silkerek kahvaltımı yapmaya devam ettim. Kısacası öküzlükte sınır tanımadığım, hoş bir sabahtı.

Hızlı bir kahvaltının ardından neredeyse nefes almadan lavaboya girmiş, dişlerimi fırçalamış ve odamdan elime geçen ilk kıyafetleri üstüme geçirerek çıkmıştım. Annem, "İyi günler, bugün senden şikâyet almak istemiyorum," diye ardımdan seslenirken, babam da "Dükkânın açık kalmış!" diye seslenmişti.

Pantolonumun fermuarını çekerken dış kapıyı açmış ve spor ayakkabılarımı yere indirmiştim. Sırt çantamı kenara koyarak ayakkabılarımı ayağıma geçirdikten sonra kapının kenarından başımı uzatarak, "Görüşürüz," diye çığırarak kapıyı kapatmış ve merdivenleri yuvarlanırcasına indikten sonra hafif hafif aydınlanmış havaya adım atmıştım.

Apartmandan çıkar çıkmaz gözüme çarpan güneş ile gözlerim kısılırken, kol saatimden saati kontrol ederek hızla yokuşu tırmanmaya koyuldum. Benimle aynı saatte okula giden, eski okulumun minik öğrencilerinin enselerine vurmak en önemli sabah sporlarımdan birisiydi. Yokuşu hızlı adımlarla tırmanıp köşeyi döndüğüm sırada artık nefesim tükenmişti ama sabah sporum olan miniklere de yetişebilmiştim. Üç oğlan çocuğu mavi önlükleriyle bana doğru gelirlerken onlara şeytani bir gülümseyiş atarak derin bir nefes aldım.

Çocuklar yollarını değiştirmek için etraflarına bakındıklarında, çoktan tepelerinde bitmiş ve "Günaydın kuzularım," diyerek enselerine bir bir indirmiştim.

İkisi suratlarını buruşturup, ellerini ensesine atarken Osman, yolun bana göre sol tarafını göstererek, "Abla otobüsün geliyor," demişti. İşaret ettiği yöne döndüğümde, "Derslerinizi iyi dinleyin," diyerek yanaklarını sıkmış ve durağa koşmaya başlamıştım.

Durakta biriken onca nineler ve dedelerin arasında otobüse bindiğimde, otobüsün içi çoktan Hacı Şakir kokmaya başlamıştı. Bazı dedeler ise sarımsak kokuyordu, kısacası bunlar bizim mahalleden okula giden otobüsün vazgeçilmez kokularıydı. Her sabah istisnasız on bir yaşlı otobüse kurulur ve on bir yerden bu kokuları yayarlardı.

Kokuların burnumdan ciğerlerime süzülmesine karşı bir engel yaratamadığım için, kulağıma doluşan hapşırık ve öksürük seslerini yok etmek adına kulaklığımı takarak hâlâ binmekte olan insanların arasında arka kapıya kadar sürüklendim. En sonunda otobüs harekete geçtiğinde, sırtımı demire yaslayıp son zamanlarda favori şarkım olan 'Hey Brother'ı açarak gözlerimi kapattım.

Zaman su gibi akıp geçerken okuluma geldiğimi belirten anonsla gözlerimi hızla açarak önümdeki insan duvarından "Pardon," diyerek sıyrılmaya çalıştım.

"Pardon, şu öğrenciye bir yol verir misiniz ama..." diyerek kapanmak üzere olan kapıdan son anda dışarıya fırladığımda derin bir nefes alarak bana bakan okuldan çocuklara çatık kaşlarla bakıp, "Hiç mi otobüsten atlayan kız görmediniz?" diye söylenerek giriş kapısına doğru yürümeye başladım.

Hızlı adımlarla okul binasına girdiğimde, basamakları ikişer ikişer çıkmaya başladım. Dördüncü kattaki sınıfımın kapısına geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Hayır, acelem neydi de böyle tabanı yanık it gibi merdivenleri koşarak çıktıysam?

Derin bir nefes alarak saçlarımı geriye attığımda sınıfı dinlemek için kapıya yaklaştım. Sınıfın içinden gelen seslerden anladığım üzere ilk dersin öğretmeni hâlâ gelmemişti. Kapıyı hızla çekerek sınıfa girdiğimde, sınıfta ilk önce derin bir sessizlik oluştu hemen ardından ise alışık olduğum "Oooo!" nidaları yükselmeye başlamıştı.

Ellerimi üçlü çektirmeye hazırlanan Quaresma gibi sallayarak aşağı indirmiş ve "Şhhh!" diyerek işaret parmağımı dudaklarıma götürdükten sonra sağ elimi uzatarak, "Bir!" ardından sol elimi uzatarak, "İki!" ve bu seferde iki elimi birden aşağı yukarı sallayarak, "Üç!" diye haykırdığımda, sınıf yıkılırcasına tuttuğu takımlar için tezahürat yapmaya başlamıştı.

Fenerbahçe'sinden, Galatasaray'ına tüm takımlar için beste dönerken bende aklıma gelen ilk Beşiktaş bestesini dilime dolayıp önden dördüncü sıradaki cam kenarına geçtim.

İki yıldır benim sıram aynıydı, sınıfın sol tarafında cam ve kaloriferin hemen yanındaydı.

Sınıf tam sessizleşmek üzereyken, sıra arkadaşım Selda sınıfa girince sınıf arkadaşlarımdan yine aynı, "Oooo!" nidaları yükselmiş ve bende onlara katılmıştım. Sabah sabah ses tellerimizi iyice açtıktan sonra gülerek yanıma yerleşen Selda'ya bakıp, "Günaydın," dedim.

"Sabah sabah enerjin yerinde, kaptın mı Hacı Şakir kokusunu," diyerek omuz çarptığında ona suratımı asarak baktım.

"Herkes senin gibi okulun dibinde oturmuyor," derken, kollarımı sıranın üstünde birleştirerek başımı da kollarımın üstüne koymuştum.

Kapı tekrar açıldığında başımı kaldırmadan giren kişilere baktığımda, Akif ve Yusuf'u gördüm. Akif göz kırparak önümdeki sıraya yerleştiğinde, Yusuf'ta yanındaki sıraya yerleşmiş ve arkasına dönerek sol kolunu bizim masamızın üstüne koymuş ve başını yumruk yaptığı eline yaslayarak bana bakmaya başlamıştı.

"N'aber Sevilay," derken yüzündeki masum gülümseyişe sırıtarak, "İyi geldin bir daha ver," dediğimde, Akif arkasına dönmeden sağ eliyle isabetli bir şekilde alnıma geçirmişti.

Yusuf'ta, Akif'in ensesine indirdiğinde gülerek ikisinin de yanaklarını sıktım ve "Ya siz çocukları ne kadar da çok seviyorum!" diyerek yanaklarını koparırcasına sıkmaya devam ettim.

"Bende seni seviyorum da bir türlü kavuşamıyoruz be güzelim," diyen Yusuf'un yanağını bırakarak, faulünden çektiğimde suratını buruşturarak önüne dönmek zorunda kaldı. Aramızda böylesine absürt bir ilişki vardı, o beni seviyordu bense onu arkadaşım olarak görüyordum ve bu bir süre sonra aramızdaki bir şakaymış gibi olmaya başlamıştı. Yusuf'un hislerindeki ciddiyetten emin olamasam da benimde kendimce kurallarım vardı. Mesela bunlardan birisi de, sınıf arkadaşlarımla sevgili olmamak gibi bir arkadaşlık kuralıydı.

Öğretmen masasındaki öğrenciler ayağa kalkıp yerlerine geçmeye başladığında, başımı kollarımın arasına gömerken, "Uyuyacağım," diyerek homurdandım. Selda kapüşonlumun şapkasını başıma geçirirken, "Ben seni uyandırırım," demiş ardından koluma başını koymuştu.

İlk dersin öğretmeni konuşmaya başladığında, "Teneffüste kavga falan olursa uyandır beni he," diye mırıldanmıştım. Ve yoklama alınmaya başladığında, "Akif bizi unutma," diye daha sesli bir şekilde mırıldanıp evde yarım bıraktığım uykuma sıranın üstünde devam etmeye başlamıştım.

Belimde hissettiğim dürtüklenmeyle gözlerimi araladığımda, Selda komik bir ifade ile gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Açık kahve gözleri uyumaktan şişmiş ve yüzüne tombul havası vermişti. Koyu kahve saçları ise doğal dalgalarıyla yüzünün iki yanından süzülüyordu. Gözlerimi kırpıştırıp, gerinerek "Kaçıncı dersteyiz ya," diye mırıldanırken gözlerim yavaş yavaş sınıfın içini tarıyordu.

Sınıf bomboştu!

Selda, "Kanka okul bitti sen halen uyuyorsun, kalk yahu! Yine işe geç kalacağız," dediğinde, gözlerim korkuyla irileşirken zihnim tehlike sinyallerini yaymaya başlamıştı. İş, otobüs işkencesi ve geç kalma kelimeleri zihnimde dönüp dururken, hızla çantamı toparlayarak Selda ile birlikte sınıftan koşarak çıktım.

Merdivenleri ikişer ikişer inerken, "Yahu hiç mi kavga olmadı, hiç mi olay çıkmadı da beni uyandırmadın? İnsan yaşıyor muyum diye bir dürter be!" diyerek Selda'ya söyleniyordum.

Okul binasından koşarak çıkıp, okulun karşısındaki durağa geldiğimizde nefeslenmeye başlamıştık. Çalıştığımız şirkete giden otobüsü gördüğümde, iki büklüm öne çıkarak el kol işaretleriyle otobüsü durdurmuş ve Selda ile birlikte otobüse binmiştik. Bu sırada Selda, "Her teneffüs seni dürtükledim, hissetmedin bile cammış!" diyerek, aşırı sesli bir şekilde konuşmuştu ve sessiz otobüsün içinde yankılanan sesi tekrar kendine çarptığında, utangaç bir şekilde otobüsün içine baktı.

Fısıltılar halinde konuşan yaşlılar ve teyzeler Selda ile bana kötü kötü bakarken, bende Selda'ya kötü kötü bakmaya başlamıştım. Selda ise bu bakışlarıma aldırmayarak beni kolumdan tutarak otobüsün arka tarafındaki boş koltuklara ilerletmişti.

Cam kenarına kendimi atar atmaz, Selda'da yanıma kurulmuş ve cep telefonunu çıkartmıştı. Hemen internete bağlanırken, "Bugün telefonun çok çaldı, onu bile hissetmedin," diyen Selda'ya şaşkınca bakıp, "O kadar da değil her sabah o sesle uyanıyorum ben," dediğimde kendime hayret ediyordum.

"Titreşimdeydi zaten," diyerek göz devirdiğinde telefonunun ekranına bakmış ve kendini internet âleminde kaybetmişti. Bende cebimdeki telefonumu çıkartarak cevapsız çağrılara baktığımda üç cevapsız arama olduğunu gördüm. Birisi annemden, diğer ikisi ise abimdendi.

Boş boş ekrana baktıktan sonra başımı otobüsün camına yaslayarak internetimi açtım. Bu sırada Selda, içinde kaybolduğu internet âleminden kurtularak, "Bak bakalım Tumblr'da kaç takipçin olmuş?" diye sorduğunda Tumblr'a girerek takipçilerime baktım. Pis pis sırıtırken, "115," dedim, Selda'nın gözlerinden hüzün akarken, "Benim niye 28? Ya kanka biz seninle beraber geçen hafta açmadık mı? Benim niye 28'de senin 115? Anlamıyorum," dediğinde son zamanlarda aramızda meşhur olan sözü söyledim.

"Çalış senin de olur yavrum!"

Selda surat asarak telefonuna döndüğünde bende ana sayfaya geçerek birkaç post okumaya başladım.

*

Yarım saat içinde şirkete geldiğimizde merdivenleri koşarak çıkmıştık ve normalde stajyerler için ayrılmış ama stajyer olmadığımız halde stajyer gibi gösterilerek çalıştığımız için bize verilen stajyer odasına girmiştim. Selda'nın stajyer odası hemen katın başında olduğu için o şanslı bir pislikti.

Odaya girdiğimde yaptığım ilk şey masamın üstündeki evraklara hüzün dolu bakışlar yollamaktı. Ardından saate bakarak hızlı olmam gerektiğini anımsadım. Saat çoktan 12.30'u geçmişti yani yarım saat sonra şirket öğle molasına girecekti ve benim öğle molasına girmeden önce masanın üstündeki evrakları elden çıkarmalıydım.

Sırt çantamla montumu masanın yanındaki çekmecenin içine katlayıp koyarken tek elimle de hızla bilgisayarı açmıştım. Eşyalarımı yerleştirdikten sonra sandalyeye oturarak evrakları önüme çekerek, Word'e yazılacak evraklarla Excel'e kaydedilecek evrakları ayırmaya başladım. Bilgisayara şifremi girdikten sonra açılan ekrandan hemen Word belgesini açarak ilk dosyanın içinde bulunan kâğıtları geçirmeye başladım.

"Sevilay Akkaya!" ismimin söylenmesiyle yerimden sıçrayarak gözlerimi hızla kapıya dikmiştim. "Efendim, efendim?" diyerek saçma bir tepki verdiğimde tatlı bir şekilde gülümsemeye çalışmıştım. O ise nemrut ifadesinden ödün vermeyerek, "Sen ve arkadaşın Selda Kırılmaz on dakika on beş saniye işe geç kaldınız," dediğinde kaşlarımı kaldırdım.

"Ama babam size okuldan 12.10'da çıktığımızı ve Üsküdar'dan buraya yarım saatte geldiğimizi söylemişti. Yani 12.30'da burada olmamızın neredeyse imkânsız olduğunu..." daha fazla konuşamadım. Nemrut Patronumun yüzünde öyle bir ifade oluşmuştu ki kendimi derin bir sessizliğe sokmuştum.

"Biriken işler bahane kabul etmez!" diyerek önüme bir tomar evrak bırakarak, "Bunlar dosyalarına yerleştirilecek," diyerek odadan çıktığında bir kapıya bir de dosyalanacak evraklara bakmaya başlamıştım. Saniyesine kadar hesapladığı yetmezmiş gibi bir tomar evrakla gelmişti.

Omuzlarım çökerken en hızlı olduğum işe koyuldum. Evrakları bilgisayara geçirmek...

Yaklaşık yirmi dakika içinde tüm işleri elden çıkarmış, belgeleri kaydetmiş, dosyaları kaldırmış ve evrakları dosyalarına yerleştirmiştim. Gerinerek çalışma koltuğuma yaslandığımda saate baktım. Öğle arasına daha yedi dakika vardı işleri erken bitirmenin verdiği zevkle iyice koltuğa yaslandığım sırada odada yükselen osuruk sesiyle neye uğradığımı şaşırmıştım.

Osuruk sesi uzun uzadıya gelmeye devam ederken köşeli jetonum daha yeni düşmüştü. Ekrana yasladığım telefon titrerken garip bir şekilde osuruk sesi çıkartıyordu. Zihnimde oluşan tüm kötü düşüncelerden sıyrılarak telefonu elime aldığımda ekrana baktım.

Numara yoktu, sadece büyük harflerle gizli numara yazıyordu.

Arıyor...

GİZLİ NUMARA

Odanın duvarları yerine cam olduğu için etrafa kısa bakışlar attıktan sonra patronumun yokluğunu fırsat bilerek telefona sırıtmaya başladım. Meraklı bir lise üç öğrencisi olduğum için bu telefonu açmazsam tüm gün bunu düşünür dururdum. O yüzden açmama gibi bir şansım yoktu ve bende açtım.

"Efendim?"

"Oha!" diye bir ses karşı taraftan yükseldiğinde kendime engel olamayarak, "Ne oluyor be?" diye cırladım ve telefondaki bu yabancı sesi tanımaya çalıştım.

"Şey... Pardon, senden önce beş altı kişiyi aradım ve sen düzgün konuşan, daha doğrusu aradıklarım arasındaki ilk kızsın!" dediğinde ağzım açık kalmıştı.

Sesi hiç tanıdık değildi, numaramı salladığı ve tutturduğu belli oluyordu çünkü böylesine güzel bir sesi daha önce duysaydım kesinlikle unutmazdım.

Sırıtarak çalışma koltuğuma yaslandım ve "Sen kimsin?" diye sordum. Bir insanı, tanımadığım ve sesi güzel olan bir insanı kendimden bezdirmek eğlenceli olabilirdi.

Hem de çok eğlenceli olabilirdi.

*********************************************************

-2- 

Telefondan gelen birkaç hışırtı sesinin ardından, "Kim olduğumu söylemek isteseydim, seni gizli numaradan arar mıydım?" sorusu yükseldi.

Bu soru ile kendimi aptal gibi hissettiğimde, suratım asılmıştı. Alt dudağımı dişleyerek, "Ah haklısın, doğru! Neden aradın diyelim o zaman?" diyerek bu soruyu yöneltmiştim. Çocuk haklıydı, kim olduğunu söylemek isteseydi neden gizli numaradan arasın ki? Kendi soruma gözlerimi devirerek cevabını bekledim.

"Biraz eğlence, biraz zevk... hmm sen hangisini seçersin? Eğlence mi zevk mi?" diyerek konuşmaya başladığında, bir ses tonunun ne kadar etkileyici olabileceğini düşünüyordum. Çocuğun sesi, bir Ian Somerhalder sesi kadar olmasa da, epey sıcak bastıran türdendi.

Ya da bizim patron cimriliği bir kenara bırakıp ısıyı falan arttırmıştı.

Çocuğun sesi, "Cevap bekliyorum?" diyerek telefondan tekrar yükseldiğinde derin bir nefes alarak, "Hah, pardon ya dalmışım. Tabi ki eğlence!" diyerek coşkulu bir ses çıkardım. Ne diyebilirdim ki? Zevk mi? Kim bilir o zevkin altında neler neler yatıyordu? Şimdi çocuğun bu güzel sesine tutulmuşken, zevk kelimesinin altında yatan şeylerle bu güzelim sesten iğrenmeye gerek yoktu.

"Hmm... nasıl şeyler seni eğlendirir?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim.

"İşsizlik adına dakika bitirme yöntemleri olan insanlar beni çok eğlendirir," dediğimde kahkahası telefondan yükselerek, ruhuma kadar ulaşmıştı.

Ah, o ne güzel gülüştü öyle!

"Seni her türlü eğlendirebilirim," diye mırıldandı ardından ve bu cümlelerle aklıma gerçekler dank etti. "Ya Yusuf! Allah seni ne etmesin be! Bıkmadın mı bu numaralardan," diye cırladım. Karşı taraftan bir cevap gelmeyince, "Fark ettim diye susuyor musun şimdi? Yarın görüşeceğiz seninle, arkadaşlığımızı bitireceğim!" diye cırlamaya devam ederken aslında sadece Yussufuli'min gözünü korkutmaya çalışıyordum ona kıyıp da küsemezdim ki ben. Tam telefonu kapatmaya hazırlanırken, "Ah, sana düzgün konuştuğunu mu söylemiştim? Yanılmışım," dedi, bıkkın bir sesle.

"Bırak Yusuf ya, devam ettirme oyununu," dediğimde, "Yusuf da kim?" diye sordu.

Gözlerimi devirerek, "Yusuf sensin biliyorum işte," diyerek ısrarla devam ettiğimde, "Yusuf değilim ben," dedi. Cevabı karşısında tekrar gözlerimi devirerek, kendi kendime içimden söylendim. Yusuf nereden gelmişti ki aklıma? Yusuf'un sesi telefonda tiz çıkardı ve telefondaki bu sesle alakası yoktu.

Ne diyeceğimi bilemeyerek, "Kanıtlasana," dediğimde karşı taraftan tekrar kahkaha sesi yükseldi. "Sanırım senin eğlence anlayışın böyle ama bilmeni isterim ki güzelim, beni tanımıyorsun ve ben de seni tanımıyorum," dedi, kahkahasının ardından.

"Tanımadığın insanları neden rahatsız ediyorsun?" dediğim son derece ciddi bir sesle, bu ciddi sesime rağmen sırıtmamı saymazsak oldukça ciddiydim.

"Hmm, yani sana rahatsızlık mı veriyorum?" diye sorduğunda, odanın kapısı açıldı ve patronum elinde birkaç dosya ile birlikte odaya girdi. Ağzımın içinde, "Aha... şimdi altıma ettim," diye mırıldandığımda kulağımdaki telefonu hatırlayarak hızla elimi mikrofon kısmına götürdüm. Telefondan gelen kahkaha seslerini kulak ardı ederek bana bakan Nemrut Patronuma gülümsemeye çalıştım.

"Evet, efendim?" diye mırıldanırken, sesimin şeker çıkması için uğraşıyordum. Patronum ise kaşlarını çatarak, "O elindeki ne bakayım?" diye sorduğunda, içimden bir ses telefonu gözüne sok ve 'Telefon!' diye haykır diyordu, o sesi de kulak ardı ederek, "Imm, şey... Annem aramıştı da ilaçlarını unutma dedi, malum havalar kötü hemen kaptım nezleyi... Bir dakika kapatayım," diye mırıldanıp elimi mikrofondan çekerek, "Anneciğim kapatıyorum, sonra görüşürüz," diyerek hızlı hızlı konuştum.

Telefonu kapatmadan önce duyduğum son kelimeler ise, "Bundan daha iyi bir bahane bulamadın mı? Kızım..." olmuştu.

Utanarak gözlerimi patronuma çevirdiğimde, "İki dakika daha sabredip rahat rahat konuşamıyor muydun?" diye sordu. Aramızdaki bu rahat diyalog Nemrut Patronumun, babamla arkadaş olmasından geliyordu o yüzden hem rahattım hem de değildim. Buradaki her durumum doğrudan aileme bildiriliyordu.

"Annem arayınca yüzüne kapatamadım hem kalmış şurada iki dakika..." dediğimde gözüm saate kaymıştı. Birden, "Aa! Öğle arasına girmişiz," diyerek ciyakladığımda Nemrut Patronumun yüzünü buruşturarak bana baktı ve elindeki dosyaları masanın üstüne koyarak, "Bunları yazmadan çıkamazsın," dedi.

Dudaklarım aşağı doğru bükülürken, gözlerimi Shrek'teki eşek gibi irileştirmiştim. Fakat Nemrut Patronumun bakışlarıma aldanmayarak, "Çıkamazsın, on beş dakika geç gelmene say," diyerek odadan ayrıldı. Omuzlarım çökerken, anın stresiyle havaya fırladığım sandalyeme yavaşça çöktüm ve masanın üstündeki dosyaya baktım.

Beş sayfa Word'e aktarılacaktı. Omuzlarım iyice çökerken dosyayı önüme çektim ve gözüme sonsuz gibi harfleri teker teker yazmaya başladım.

Yaklaşık beş dakika içinde tüm sayfaları bitirdikten sonra telefonumu arka cebime atarak yemekhaneye indim. Selda'yı gördüğümde yemeğimi tepsime alarak hızla yanına koştum ve "Ben işi bırakmak istiyorum ya, ben işsiz güçsüz harika birisiydim ama burada deliriyorum sanırım," diyerek oturur oturmaz söylenmeye başladığımda, Selda elindeki çatalı hızla elime batırmıştı.

Kaşlarımı çatarak, "Ne yapıyorsun be manyak?" diye tısladığımda masanın ilerisinden bir öksürük sesi geldi. Aslında öksürükten çok kedi tıksırması gibi bir şeydi. Gözlerim Selda'dan ayrılıp masanın sonuna ilerlediğinde Nemrut Patronumun bana asık bir suratla baktığını gördüm. Usul usul gülümsemeye çalışırken, "Afiyet olsun İbrahim Bey," diyerek hızla önüme döndüğümde çorbamdan bir kaşık alıp ağzıma tıkıvermiştim.

"Hiç yakıştıramadım sana Akkaya," diyen İbrahim Bey'e bakıp yutkunarak, "Ergenlik ya, aslında hiç böyle birisi değilimdir," dedim ardından kıkırdamaya benzer bir ses çıkardım. Yerin dibini bulmak adına ayakucumla zemini dürtükleyip duruyordum.

Ne şansız bir insanım ben böyle?

Dırırırttt...

Dırırırttt...

Gözlerim telefonuma kaydığında yine gizli numaranın aradığını gördüm. Derin bir nefes verip kimse ekranı görmeden kulağıma dayadım ve "Efendim?" dedim.

"Ne yapıyormuş bakalım annesinin gülü?"

Sesine mi hayran kalsam, kurduğu cümlenin beni delirtmesine mi yansam bilemiyordum. Homurdanırcasına, "Elinin körünü," dediğinde, masanın başından İbrahim Bey, "Ah, ayıp ama! Yine kiminle konuşuyorsun Akkaya?" diye gür bir sesle sormuştu.

"Biricik annesiyle!" diyerek telefonun diğer ucunda kahkahalara boğulan çocuğu kulak ardı ederek, "Kuzenim beni çok özlemişte İbrahim Bey, hem zaten öğle arasındayız," diyerek gülümsedim ve tam önüme dönmek üzereyken, "Ah siz gençler... hepiniz telefon bağımlısısınız," diyerek homurdandı ve tepsisini de alarak masadan kalktı.

Önümdeki yemeğe gömülürken, "Çok teşekkür ederim ya, bir günümün içine ancak bu kadar edilirdi!" diye söylendim. Aynı zamanda ağzıma kaşık kaşık çorba tıkmayı da eksik etmiyordum.

"Hey! Ben ne yaptım ki?" diye sorduğunda, "Ne mi yaptın? İlk önce mesai saatimde aradın ve şimdide yemek saatimde pat-" cümlemi bitirmeme izin vermeden araya girerek, "Bu neden sesinin boğuluyormuş gibi geldiğini açıklıyor, görgüsüz kız," dedi.

Ağzıma attığım ekmek parçasını yutarak, "Görgüsüz falan değilim ben! Aç kalmamak için yemek zorundayım sadece," dediğimde, güzel sesli çocuk "Seni öyle hayal ettim de... Ağzında yemekler var, konuşurken... Ah! Cidden-" konuşmasına izin vermeden, "O cümlenin sonunu getirme adamım!" diyerek cırladım.

"Ne diye arıyorsun sen ya?" diye sorduğumda kendimi iki çocuktan 'çok güzelsin' mesajını aldıktan sonra kendini dünya güzeli sanan kızlar gibi hissetmiştim.

"Açmayabilirdin," dediğinde gülümseyerek telefonu suratına kapattım.

Tekrar aramaya başladığında, yüzümdeki gülümseyiş kocaman bir sırıtışa dönüşmüştü. Gözlerim bu mutlulukla kısılırken telefonu açarak, kinayeli bir sesle, "Neden tekrardan aradın? Hani açmayabilirdim?" diye sorduğumda, gülmemek için kıvrandığım sesimdeki tondan belli oluyordu.

"Çünkü yüzüme kapattın," dediğinde, "Farkındayım," diyerek sırıtmaya devam ettim.

"Konuşmak istemiyorsan söylemen yeter," dediğinde sırıtışımın altında biriken kahkahayı daha fazla tutamamıştım. Sesi o kadar ciddi ve reddedilmenin verdiği kırıklıkla gelmişti ki gülmemek elimde değildi.

"Güzel kahkaha," diye mırıldandığında, bir onda kahkaham kesilivermiş ve yüz ifadem donup kalmıştı. Yanaklarım ısınırken bardağımdaki sudan kocaman bir yudum aldım. Yusuf'tan başkası iltifatta bulununca kendimi garip hissediyordum.

"Utandın..." diyerek 'ı' harfini uzattığında boğazımı temizleyerek, "Ay ne utanacağım? Her gün duyuyorum," dedim ardından gülmeye benzer bir ses çıkardım ve konuyu değiştirmek adına, "Numara sallama kabiliyetinden istiyorum," dedim.

"Neden?" diye sorduğunda, "Neden olacak? Ben en son numara salladığımda bir nene açmıştı. Garibim beni torunu sandıydı," dediğimde, o neneyi anımsayarak gülümsedim.

"Ona kaba davranmadın umarım?" diye sorarcasına konuşan sese kaşlarımı çatmaktan kendimi alıkoyamamıştım. "Hayır be! Öz nenemden daha çok sevgi cümlesi kurmuştu, kendi nenemi arasaydım 'Yine ne var gavurun tohumu!' diye çığırıverirdi," dediğimde nenemin tepkilerini hatırlayarak gülmeye başladım. Çocuğun gülüşü de gülüşüme eşlik edince istemsizce içinde bulunduğumuz hâle de güldüm.

İçinde bulunduğumuz garip durum, gittikçe garipleşirken gülüşümü sonlandırmak için boğazımı temizleyerek, "Adın ne senin ya?" diye sordum. O da garip bir ses çıkardıktan sonra "Senin adın ne?" diye sordu.

"İlk ben sordum, söylemem ki," dediğimde, "Yaşın 13-17 arası olmalı bunu çocukluğuna bağlayabilirim," dedi. Görmese bile gözlerimi devirdim ve "Belki de 20'li yaşlarımın sonunda evli ve üç çocuklu bir bayanım, nereden biliyorsun?" dedim bıkkın bir sesle. Aslında eğleniyordum.

"Sesin fazla çocuksu ve cırtlaksın, 20 yaşın üstünde olan kadınların sesi daha oturmuş olur ve şimdiye çoktan telefonunu gizliye kapatmış olurdu," dediğinde, bilmişliği karşısında şaşkına uğramıştım.

"Aman Allah'ım hattın diğer ucunda bir ses ve insan sarrafı duruyor olmalı!" dediğimde, sesimde sahte bir şaşkınlık vardı.

"Nereden bildin?" diye keyifle sorduğunda gözlerimi devirerek, "Ciddi misin? Kaç kişiyi aradın da böyle her tınıyı anlar oldun?" diye sordum.

"Emin ol ilk değilsin," dediğinde gülerek, "İlk olmadığımı biliyorum," dedim.

Derin bir nefes üfledikten sonra, "Mesai saati demiştin, senin yaşadığın yerde çocuk işçilere evet mi diyorlar?" diye sorduğunda bana çocuk demesini görmezden gelerek, "Staj benzeri bir şey," diyerek cevapladım.

Daha sonra düşünmeden verdiğim cevap sonucu elimi alnıma çarptım ve biraz önce ağzıma tıktığım pilavı zorlukla yutkunarak bitmek üzere olan öğle yemeğime baktım. Şimdi bu çokbilmiş gizli numara yaşımı çözecekti bir de yetmezmiş mi gibi patronumun gür sesiyle söylediği soyadımı biliyordu ve bense onun güzel bir sese sahip olması dışında hiçbir şey bilmiyordum.

"Evet, Akkaya, adını ne zaman söyleyeceksin?" diye sorduğunda elimdeki kaşığı tabağa bırakarak, "Sen söyleyene kadar söylemeyeceğim!" dedim inatla.

Selda cırtlak bir sesle, "Sevilay, yemek başından beri kiminle konuşuyorsun ya?" diyerek elimdeki telefonu çektiğinde gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Telefonum ikimiz arasında git gel yaparken kapatma tuşuna bastığımda Selda'ya suratımı asarak, "Ne yaptın sen ya?" diyerek söylendim.

Selda, soyadına yakışmayan bir kırılganlıkla, "Ne yapmışım?" diye sorduğunda alt dudağını bükerek bana bakmıştı.

"Telefondaki çocuk senin yüzünden adımı öğrendi ya, ne bağırıyorsun öyle Sevilay, Sevilay diye? Ben daha onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum!" diyerek surat astığımda, "Ya bırak şimdi onu, maaşlarımız yatmış!" dedi telefonun ekranına aşkla bakmaya başladığı sırada.

Onun bu aşk dolu bakışlarına gülmeye başladığımda bacağımı uyuşturmak üzere olan telefonumu cebimden çıkarttım ve ekranına bakmadan açtım ardından "Yahu açmıyorum işte, neden ısrarla arayıp duruyorsun ki? Radyasyondan falan mı öldürmek istiyorsun beni? Hayır, bu yeni katil numaraları falan mı? En yavaş ölüm teknikleri falan?" diyerek nefes almadan söylendiğimde hattın diğer ucundan şaşkın bir ses, "Sevilay?" diye sorarcasına mırıldanmıştı.

Yüzümde oluşan sırıtma yerini düz bir ifadeye bıraktığında toparlamak adına, "Aa... Anne!" dedim ve gülmeye çalıştım. "Ay benim canım annem. Annelerin sultanı, nasılmış benim biriciğim? Ay miniğim beni de mi ararmış? Hanimmiş kızı, hanimmiş..." gibi milyonlarca şeyi sıralarken Selda'da da bu halime gülüyordu.

Ona gözlerimi devirerek masadan kalktığımda boynumla kulağım arasına telefonumu sıkıştırdım ve tepsiyi de elime alarak annemden gelecek cevabı bekledim.

"Hayırdır kızım, seni dilenci mi dürttü? Ne diyorsun yahu?" diyen anneme katıla katıla gülmeye başlamıştım. Selda'da benimle birlikte gülmeye başladığında üst kattaki odalarıma yönelmiştik.

Merdivenleri çıkar çıkmaz köşeyi dönünce odasına giren Selda'ya surat asarak yürümeye devam ettiğim sırada annem, "Nasıl gidiyor işin?" diye sormuştu.

"Bu Cuma biteceği için mutluyum," dediğimde annem kahkaha atarak, "İşini uzattık desem çıldırırsın her halde?" dedi. Gözlerim irileşirken yüzümdeki sırıtış bir son bulmuştu. Odamın kapısını açarak içeri girdiğimde, "Ne dedin sen? Şaka değil mi?" diye hızla söylendiğimde kendimi sandalyeye bırakmıştım. "Ay anne tansiyonum düştü, ay dünyam dönüyor! Lütfen şaka de!" diyerek hızlı konuşmaya devam ettiğimde annemde şiddetlenen kahkahası ile "Şaka, şaka! Kendine gel," demesiyle derin bir nefes üfleyerek sırtımı yasladım.

Aynı anda odanın kapısı açılır açılmaz doğrulmuştum. Nemrut Patronum elinde ağzına kadar dolu üç dosya ile odaya daldığında, "Sevilay kızım, bugün de telefonun hiç susmadı?" demişti gür sesiyle. Annem, Nemrut Patronumun sesini duymasıyla birlikte telefonu suratıma kapattığında ben de ekran kilidini kapatarak telefonu arka cebime tıkıştırıvermiştim.

"Bundan sonra çalmayacak," diyerek gülümsediğimde, Nemrut Patronum suratını olduğundan biraz daha asık şekle sokarak, elindeki dosyaları masanın üstüne bıraktı ve "Ne yapacağını biliyorsun," diyerek odadan çıkıp gitti.

Derin bir nefes üflerken kırmızı dosyayı önüme çekerek işe koyuldum.

*

Kendimi dosyaların arasında kaybettiğime inandığım anda telefonumun titremesi ile metnin son cümlesine gelmiştim. Derin bir nefes alarak telefonuma baktığımda, ekrandaki gizli numara yazısıyla istemsizce sırıtmaya başlamıştım. Hızlıca önümdeki son dosyadan son cümleyi de Word'e geçirdiğimde dosyayı kapatarak telefonu açtım ve nazik bir şekilde, "Efendim," dedim.

Hattın diğer ucundaki çocuk boğuk bir sesle, "Sevilay," dediğinde içimde garip şeylerin harekete geçtiğini hissetmeye başlamıştım. Bir insanın sesi ancak bu kadar etkileyici olabilirdi sanırım.

"E-evet, evet. Adımı öğrendin, soyadımı da biliyorsun. Tamamdır, sırada ne var?" diye söylendiğimde, içimdeki hislerle ruhumdaki çirkeflik arasındaki fark beni de şaşkına uğratmıştı. Yine de keyifle arkama yaslanarak ondan gelecek cevabı bekledim.

"Yaşın olabilir, hatta daha önemlisi!" dediğinde sesindeki heyecan, telefon titreşimlerinden geçip içime kadar işlemişti.

"Neymiş, o daha önemli olan şey?" diye sorduğumda sesimin meraklı çıkması için garip bir tını vermiştim.

"Deneme, sesindeki sahte tınıların farkındayım. Heyecanlısın ama meraklı değilsin," dediğinde omuzlarım çökmüştü ve kendimi iyice sandalyeye yaslamıştım.

"Aman be, sende her şeyin farkındasın," dediğimde gülerek, "Ses sarrafıyım, unuttun mu?" diye sordu.

"Unutmak ne mümkün, Bay Ses Sarrafı..." diyerek homurdandığımda tatlı bir şekilde gülmüştü ve bir gülüş bile ancak bu kadar çekici olabilirdi.

"Tamam, bu kadar geçiştirmek yeter. Kaç yaşındasın?" diye birden sorduğunda, istemsizce tek kaşımı kaldırmıştım.

"Hmm, neden önce sen söylemiyorsun ki? Hem sen benim adımı, soyadımı biliyorsun bense sadece ses sarrafı olduğunu biliyorum," dediğimde kahkahalarla gülmüştü. Tabi, ben de onun yerinde olsam, benim gibi, daha adımı bilmeyen ama adımı öğrenmek için kıvranan kıza kahkahalar ile gülebilirdim.

"Hadi ama... yaşın söylediğin zaman sana adımı söyleyebilirim," dediğinde bu sefer ben kahkahalarla gülmüştüm.

"Çok naziksin ama söyleyemem çünkü ben çok yaşlı olmasam da, orta yaşlarda evli ve üç çocuk annesiyim!" dedim takılırcasına.

Bu sırada bilgisayarın ekranındaki saatten çıkış saatimin geldiğini görmüştüm. Çekmeceye tıktığım çantamla montumu çıkartırken, hattın diğer ucundaki çocuğun çıkardığı seslere bir anlam vermeye çalışıyordum ki bir anda "İşte!" dedi. Arada oluşan sessizliğin üstüne sesi o kadar yüksek gelmişti ki neredeyse kulağımın içine soktuğum telefonumu yere düşürecektim.

"Ne işte be!" diyerek cırladığımda, "Ah..." diye mırıldanmış ardından bir sessizlik oluşmuştu.

"Sağır oldum sanırım," dediğinde, sırıtarak ve oldukça yüksek bir sesle, "İstersen bağırarak konuşabilirim," demiştim.

"Hayır, almayayım," derken sesi Küçük Emrah gibi geliyordu. Arada oluşan sessizliğin ardından, "Evli bir bayan olduğunu söylemiştin değil mi?" diye sormuştu.

"Evet," derken sesimi ciddi tutmaya çalışıyordum.

"Nedense WhatsApp profil fotoğrafın, ben evliyim demiyor," dediğinde kıkırdıyordu. Bir anda yüzümdeki ifade donup kalırken, WhatsApp profil fotoğrafım gözümde canlanmıştı.

Hızla telefonu kulağımdan uzaklaştırıp şirketin wifi ağına bağlanarak WhatsApp'a girmiştim. Saniyeler içinde ayarlara girip profildeki fotoğrafımı kaldırarak, yerine galeride en üstte duran fotoğrafı WhatsApp profil fotoğrafı olarak ayarladığımda derin bir nefes alarak telefonu yeniden kulağıma dayadım ve "O benim kızım yahu," dedim ardından gülerek devam ettim, "Ben profiline çocuklarının fotoğrafını koyan annelerdenim."

Hattın diğer ucundan öyle bir kahkaha kopmuştu ki, içimden birkaç yüz gram yağın eriyip gittiğini hissetmiştim.

"Gerçekten mi?" diye sorduğunda, "Evet!" dedim, sesimde istemsizce bir coşku oluşmuştu.

Stajyer odasından çıktığımda, Selda'yı koridorun sonunda beni beklerken bulmuştum. Ona doğru ilerlerken bir diğer yandan da gizli numara ile konuşmaya devam ediyordum.

"Söylesene, yeni fotoğrafındaki sen misin?" diye sorduğunda, hiç düşünmeden, "Tabi ki benim!" dedim. Aslında ben değildim, ya da annem veyahut da yakından tanıdığım bir büyüğüm değildi. Oyuncu Jill Wagner'dı.

"Çok güzelsiniz Jill Hanım," dediğinde kahkahalara boğulmuştum ve Selda'da kolumu cimcikleyerek, "Ne oluyor? Yine kiminle kaynatıyorsun?" diye sormuştu. Ona omuz çarpıp, "Bir dur ya," diyerek hattın diğer ucundaki çocuğa, "Teşekkürler," dedim arsızca.

"Yaşın hakkındaki sayı aralığını daralttım, on yedi ve ya on sekizsin," dediğinde oflayarak, "Bak şöyle yapalım, bir bilgiye karşılık bir bilgi, ne dersin?" diyerek çıkarcı bir şekilde sorduğumda, "Öyleyse hazır ol, adımı söylüyorum," dedi.

"Dinliyorum!" diyerek, heyecanla Selda'nın bileğini sıktığımda, Selda inleyerek beni kendinden uzaklaştırdı ve "İki adım ötemde yürü, bir taraflarımı morartacaksın yoksa!" dediğinde ona dudak büzerek, "Tamam be!" dedim ve ondan bir adım uzaklaştım.

"Egehan," dediğinde bir an duraksayarak, Egehan isimli tanıdığım insanlar listesini çıkarttım ve çıkarttığım bomboş listeye bakarken, "Efendim? Başka bir şey olması lazım, nasıl seni tanımıyorum yahu?" diye sorduğumda, Egehan, "Beni tanımadığından, adım kadar eminim," demişti.

Cümlesindeki ironi beni kahkaha krizine sokarken, kahkahalarımın arasından, "Bu düşünceden ilerlersek, adına bile güvenemem," dedim.

"Sana kalmış, ben adımı söyledim. Sıra sende," dediğinde, sırıtarak, "On yedi olmayı planlıyorum," dedim.

O da güldü ve "Ben de yakın zamanda on dokuz olmayı düşünüyorum," dediğinde, ağzından daha fazla laf almak adına, "Soyadın ne peki?" diye sordum, hızlıca.

"Yemezler ufaklık," dedi.

"Hey, hey! Yavaş gel dostum, ne ufaklığı?" diye sorduğumda, kahkaha atarak, "Bir kendi yaşına, bir benim yaşıma bak," dedi.

"Ne var yani aramızda iki yaş oynuyorsa? Bu beni ufacık, minicik bir şey mi yapar?" diyerek, öfkelenmeye başladığımda hattın diğer ucundaki çocuk kahkahayı basmıştı. "Yaşına göre çok sinirlenmiyor musun sen?" dediğinde, "Ay aman be! İyi ki küçüğüm, neyimle dalga geçerdin yoksa? Çirkin sesli!" diyerek cırlamıştım.

Aniden olduğum yerde donakaldığımda, Selda, arkamdan çarparak telefonunu yere düşürdü ve bana öyle bir bakış attı ki, kendi kendime girdiğim şoktan çıkmama yardımcı olmuştu.

Söylenerek yerden telefonunu aldığında, bana baktı ve "Ölmek mi istiyorsun dostum?" dedi, filmlerdeki siyahilerin havasıyla. Esmer ve kalın dudakları olması onu Malezyalılara benzetiyordu ama bu şekilde konuşması onu tam tamına bir nigga yapıyordu.

"Hayır, dostum, sadece önüne bakmıyorsun!" diyerek, kafamı aşağı yukarı ve sağa sola salladığımda, Selda başını iki yana salladı ve "Pes ediyorum," diyerek yolun karşısına geçti.

Onun peşinden gitmemiştim çünkü okuldan beraber geldiğimiz için aynı otobüse biniyorduk ama çıkış saatinde o evine, ben kendi evime gittiğim için ayrı otobüslere biniyorduk. Yaklaşmakta olan otobüsümü gördüğümde, sırıtarak Selda'ya baktım ve el salladım.

Alt dudağını büzerek bana el hareketi çektiğinde, "Terbiyesiz," diyerek homurdandım ve otobüse bindim. Tüm bu süre zarfı boyunca telefonu kulağımda tutmuş ama telefonun da açık olduğunu unutmuştum.

Arka tarafa doğru ilerlerken, "Demek benim sesim çirkin?" dedi sorarcasına.

"O kısmı unutursun sanmıştım ya," diyerek cevapladığımda yeniden gülmüştü. Kendime engel olamayarak bende sesli bir şekilde kahkaha attığımda, yarısı boş otobüsün içinde sesim yankılanmış ve bana geri dönerken, peşinden kötücül bakışlarda sürüklemişti.

Başımı cama yaslayarak olduğum yerde iyice büzüştüğümde, "Ya sen gelmişsin on dokuz yaşına, hâlâ böyle çocukça işler mi yapıyorsun? İnsanları gizliden aramalar falan?" derken aklımdan hâlâ bir tanıdık olabileceği ve beni işletmeye çalıştığı düşüncesi geçiyordu. Sonuçta ben yılların 'pizzacı' numarasını yapmış Sevilay'ım, elbette ki beni kandırmak isteyen arkadaşlarım hâlâ daha vardı.

"Evet, ne yapayım? İçimdeki çocuğu bastıramıyorum," dediğinde, dudaklarıma kadar yükselen kötü şakayı yuttum.

Eğer ki o şaka, ağzımdan kaçsaydı bir daha asla aranmayacak listesine girebilirdim.

"İçinde çocuk taşıyorsun demek," diye mırıldandığımda, "Aklından geçen berbat şakaları hissedebiliyorum," demişti.

"Tüylerimi ürpertiyorsun Gizli Numara buna bir son ver," dediğimde, Egehan bir kez daha kahkahalara boğulmuştu.

"Bunca zamandır seni niye aramadıysam? Ne kadar da komikmişsin," dediğinde, şaşkınlıkla kaşlarım çatıldı ve büyük bir zafer kazanmışçasına, "Biliyordum işte! Önceden de tanışıyoruz değil mi?" diye sordum.

Öyle düz bir sesle, "Hayır," dedi ki, bugüne kadar kimseyi tanımadığımı düşünecektim. "Ne demek hayır? 'Bunca zamandır' dedin ama!" diyerek homurdandığımda, içimde yükselen tüm coşku ve heyecan yerini boşluğa bırakmıştı.

"Lafın gelişiydi," dediğinde iyice suratım asılmıştı.

"Ne lafmış, gelişi heyecanlandırdı gidişi boşlukta bıraktı," dediğimde, Egehan yeniden kahkahalara boğulmuştu.

"Komik miydi?" diyerek homurdandığımda, "Ne kadar komik olduğunu ancak duyunca anlarsın," demişti.

"Duymayayım öyleyse," derken, otobüsün 'DUR' düğmesine basarak ayağa kalktım.

"Duymaya değer," derken sesindeki hınzırlık dikkatimden kaçmamıştı. Kapı açıldığında, kaldırıma atlamış ve "Sen yine benimle dalga mı geçiyorsun?" diye sormuştum.

"Hayır, daha neler!" dediğinde, sahanın yanından dönerek mahalleme doğru yürümeye başlamıştım.

"Hâlâ sesindeki dalganın tınısını hissedebiliyorum Egehan," dediğimde aramızda kısa bir sessizlik oluşmuştu. Ardından, "Bir daha söyle!" dedi dramatik bir şekilde.

"Ha?" derken oldukça ciddi ve şaşkındım.

Egehan ise yeniden kahkahalara boğulmuştu, "Vah garibim, benimle konuşalı daha bir gün olmadı balataları sıyırdın iyi mi?" diye sorarcasına konuştuğumda, "Bünyem müsaitmiş demek ki," demişti.

"İçimde vardı demiyorsun da bünyem müsaitmiş diyorsun," dediğimde, "Ne farkı var ki?" diye sormuştu.

"Sen ki ses sarrafısın (?) cümleler arasındaki farkı bilmiyor musun?" dediğimde cümlemi 'cık cık' sesi çıkartarak bitirmiştim. Egehan ise, "Biliyorum ama ikisi de içten geliyor, yani ne fark ediyor?" diyerek inat etmişti.

"Şu fark ediyor, birisinde içindekini ben çıkartıyorum, diğerinde ise kendiliğinden çıkıyor," dediğimde, "İşte sen çıkardığına göre bünyem müsaitmiş, ne alaka ki içimde olması?" demişti sorarcasına.

"Ya tamam sus lütfen, error vermek üzereyim," dediğimde evimin kapısına gelmiş, anahtarı montumun cebinden çıkartmıştım.

"Kendi kendini zorladın," dediğinde, "Senin yüzünden!" diyerek çıkıştım.

"Ben ne yaptım ki?"

"Bozulmaya yatkın olduğunu itiraf etmedin bir türlü!" diyerek cırladığımda, sesim apartmanın içinde yankılanmış ve hattın diğer ucundaki ses tonu aniden değişmişti.

"Birileri evine gelmiş sanki..." derken sesi geçenlerde izlediğim Dracula'nın sesini andırıyordu birazda Tweety'i andırıyordu.

Gözlerim apartmanın içini tararken, "Derken?" dedim sorarcasına.

"Merdivenleri hızlı çık güzelim," demiş ve telefonu kapatmıştı. Kaşım gözüm ayrı tepkiler verirken kendimi merdivenleri korka korka çıkarken buldum. Bu çocuk hakkında yanılmadığımı biliyordum işte, sesi program sesi falan olmalıydı ve muhtemelen Zeynep ya da Reyhan tarafından işletiliyordum.

Derin bir nefes alıp omuzlarımı dikleştirdiğimde, merdivenleri hızla çıktım ve evin çelik kapısına geldim. Anahtarı yuvasına yerleştirdiğim sırada evin içinden gelen gürültülerle gözlerim kocaman açılmıştı. Hızlanan kalbime aldırmadan kapıyı araladığımda, suratıma çarpan soğuk rüzgarla öylece kalakalmıştım.

Hangi manyak ebeveynim şubat ayının ortasında camı açık bırakıp gitmişti ki?

Söylene söylene eve girdiğim sırada telefonum yeniden çalmaya başlamıştı. Kulaklığımı takarak telefonu açtığımda, "Efendim?" dedim.

Egehan ise, "Güzel aksiyon yarattım değil mi?" diye sormuştu.

"Dracula sesin ve bizim evde açık bırakılan cam göz önünde bulundurulursa, evet. Güzel aksiyon yarattın," dediğimde, "Planlasam böyle performans sergileyemezdim," demişti.

Bir yandan camı kapatırken diğer yandan da evin wifi ağına bağlanmak meşguldüm.

"Oyuncu olma ihtimalin var mı? Sesinde güzel ya," dediğimde, "Demek sesim çirkin değilmiş?" dedi sorarcasına. Gözlerimi devirirken telefonumdan Tumblr'a girmiştim. Bildirimler kısmına girdiğimde ise "Oha mı..." bir an kendimi kaybedip küfür edecektim ki son anda elimi ağzıma sokarak kendimi durdurmuştum. Tumblr'da adı Ege olan bir çocuk beni takip etmişti!

"Ne o? Sesimi düşününce kendinden mi geçtin?" diyerek egoist bir şekilde soru yönelttiğinde, "Yahu şimdi sesini boş ver, sen Tumblr kullanıyor musun onu söyle bana?" diye sordum heyecanlı bir şekilde. Aynı zamanda profilini de inceliyordum. Biraz fazlaca +18 içerik doluydu.

"Hayır, neden sordun?" dediğinde, büyük bir rahatlama ve hayal kırıklığı ile omuzlarımı serbest bıraktım, "Kendini övmeye başladığında, sesin boğuklaşıyor ve çok ürkütücü oluyor. Buna bir son vermek istemiştim," dedim.

"Tahrik mi oldun?" diye sordu gülerek.

"Ah, evet. Bir daha tahrik desene, sesin çok tahrik edici oluyor," dedim Patch Cipriano'dan alıntı yaparak.

"Hmm... Bu replik bir yerlerden tanıdık geliyor. Patch Cipriano mu?" dediğinde, heyecanla atıldım ve "Seriyi okudun mu? Eğer okuduysan dostumsun! Hatta kardeş, ne bileyim her şeyimsin be! Şuan bir Husher olarak çok heyecanlandım," dediğimde kahkahası telefonun diğer ucundan yükselmişti.

Şimdi Husher değilim, okumadım, kandırdım diyecek diye korkmaya başlamıştım ki, "Okudum, her şeyin miyim?" diye sordu.

İmalı sesini yok sayarak, "Çok heyecanlanmıştım bir kere, lafın gelişiydi," dedim gülerek. O da güldü, ben de güldüm ve ikimizde bir süre, uzun bir süre kahkahalarla güldük.

"Egehan Akarsu!"

Telefonun ucundan, Egehan'ın kahkahaları arasında yükselen sert sesle, gülmeyi keserek, "Soyadını öğrendim!" dedim, yüzüme sinsi bir gülümseyiş yerleşmişti.

Egehan, "Kapatmam lazım," dedi ve ben daha bir şey diyemeden, telefonu suratıma kapatmıştı. Kaşlarımı kaldırarak telefonun ekranına baktıktan sonra, "Neyse," diyerek telefonu mutfaktaki koltuğa bıraktım ve kulaklığımı da çıkarttıktan sonra mutfak tezgahının üstündeki kahvaltıdan kalma bulaşıklara baktım.

Bugün hayırlı evlat olmak için güzel bir gündü.

  *********************************************************  

----> https://www.facebook.com/groups/gizlinumarawattpad

----> https://www.instagram.com/gizlinumarawattpad/

----> https://www.instagram.com/semihaakaya/

----> http://ask.fm/semihaakaya

Ulaşmak isterseniz bu hesaplarda olacağım!

Continue Reading

You'll Also Like

194K 10.9K 41
devin, annesinin en yakın arkadaşının kızı aylin'e aşıktı.
59.9K 3K 23
Hayatımdaki şanslarını hepsini kullanmış olabilirim.Çünkü bunun bir tek böylece açıklması olabilir!. Sıkıntıdan telefonumdan rastgele numara sallarke...
62.6K 2.2K 20
deli dolu bir asistan doktor, kendinden ve ciddiyetinden asla taviz vermeyen asker...
703K 21.6K 17
Çorbayı ısıtıp bir kaseye koydum ve yanına iki dilim ekmekle su doldurup tepsiye koydum. Salona giderken acaba suya tükürsem mi diye de düşünüyordum...