Ay Işığı

By GKgirls

140K 9.8K 4.8K

Ali Mertoğlu ve Selin Yılmaz'ın bambaşka bir hikayesi. More

Petrova Kızı
Kalbimin Sancıları
Korka korka geldim kapına.
Adresim oldun benim.
Bir Adamı Büyütmek
Yeryüzündeki Cennet
Yanlış Adam
Utangaç Bir Kalp
Beni sevdiğini anlat.
Dünyaya Haykırmak
İki Adam
Melek Kanatları
Sabah Çiçeği
Korkak Dudaklar
Bir Gizli Düş Gibi
Deniz Kızı
Gökten Düşen Yıldız
Düşler ve Düşüşler
"Ruhum,ateş yüreğim,kokum..."
Şehirler düşsün,sen gitme.
Peri Değneği
Paramparça
Mazi Çığlığı
Cennet ve Cehennem
"Sabret sevgilim,seni iyi edeceğim."
Sen vururken de,öldürürken de güzelsin.
Düşündüm,düşümden ayrı kaldım.
Yakarım dünyayı uğruna ama sana eğilmem.
Gel ki nefes alayım,gel.
Seni değil,dünyayı affettim.
Ne Zamandır Sendeyim
Mavi Bir Tilki

Gece Kraliçesi

4.5K 325 79
By GKgirls

Bu bölümü,varsa bir adaçayı eşliğinde okuyun,olmadı normal çay eşliğinde okuyun,çay iyidir.🎈 Keyifle okumanızı dilerim,umarım beklentilerini boşa çıkarmamışımdır. İyi kötü beklerim yorumlarınızı.✨

•••

Lena Wood.

Yanımda oturan bu güzel gözlü adamın gözlerine hüzün çöktüren kadının adı buydu.Aklına bile gelmesiyle gülümseten,aşık olmaya değer o kadının adıydı Lena. Ulaşamadığım o adama hiçbir şey yapmaksızın ulaşan kadındı Lena Wood.

Onun hakkında konuştuğumuz gecelerden biri geldi aklıma,kaşlarımı çattım. Merakla -biraz da tereddütle- bana bakıyordu.

"Türk demiştin," diye mırıldandım ona dönerek. "Yanlış mı hatırlıyorum?"

"Doğru hatırlıyorsun," dedi kafasını sallayarak. "Türk zaten.Lena hem Arapça hem de Yunanca bir isim."

Onaylarcasına kafamı salladım. Sonra yine kaşlarımı çattım. "Peki ya soyadı?"

Bakışlarını kaçırırken tekrar dikkatimi çekmesini sağlayarak konuştum. "Her şeyi bilmeden onu bulmana yardım edemem Ali."

"Ailesiyle ilgili," diye konuştu. "Başta anlattığım gibi,oldukça büyük sorunlar yaşıyordu ve kimsenin de onu bulmasını istemiyordu. Soyadını değiştirmiş o yüzden."

"Gerçek soyadı neymiş peki?"

Dudaklarını büzerek bakışlarını boşluğa dikti. "Bilmiyorum."

Alayla gülerek yerimden kalktım. "Çok güzel," dedim kollarımı göğsümde birleştirerek. "Kızın soyadını bile bilmiyoruz. Nasıl bilmiyorsun Ali? Hiç mi merak etmedin aşık olduğun kadının geçmişini?"

"Geleceği beni daha çok ilgilendiriyordu." Sertçe söylediği sözlerle ona döndüm. Bakışlarına bir gölge çökmüştü. "Tanıştığın an aşık olduğun insan uyuşturucu krizi geçirince ilgilenmen gereken daha önemli şeyler oluyor. Özellikle ruh sağlığı bozulmak üzere olan bir kadınsa karşındaki,soyadını öğrenmeyi daha sonralara atıyorsun."

Göğsümde kavuşturduğum kollarımı indirdim,söylediği sözlerle savunma mekanizmam da yıkılmıştı. Ayağa kalkıp yanıma geldi,tam karşımda durduğunda gözlerine baktım,en derin mavilere.

"Sorduğum sorulardan köşe bucak kaçıyordu," dedi çatallaşan sesiyle.

"Ali ta-"

"Onu yanımda tutmak,daha da önemlisi onu iyi tutmak dışında başka düşündüğüm bir şey yoktu. Ben de onu sadece Lena olarak kabul ettim." Durdu ve gülümsedi. "Benim Lena'm."

Kalbim sızladı. Gözlerindeki ışıltıyı gördüğümde resmen kalbim sızladı,dudaklarımı birbirine bastırdım. Boğazımdan bir şey dudaklarıma kadar yükseliyordu,çığlıktı bu.Kıskançlığın,savunmasızlığın,korkunun çığlığı. Aşkın çığlığı.

"Peki," dedim düşünceli bir ses tonuyla. "Türkiye'deyken nerede yaşıyormuş? İstanbul mu?"

Kapı zilinin bugün ikinci kez çalmasıyla ikimiz de oraya döndük,buraya kim gelirdi ki? Öne doğru adım attığımda eliyle kolumu kavradı,önümden geçip kapıya ilerledi.

"Ben bakarım,bekle burada."

Kapı deliği gibi üstün teknoloji bir şey olmadığı için kapının yanındaki camdan baktı,kafasını iki yana sallayıp mırıldandı.

"Neden şaşırmadım acaba?"

Uzanıp kapıyı açtığında kafamı uzatıp gelen kişiye baktım,pardon,gelen kişilere.

"Heyo!" diye sevinçle mırıldandı Nazlı. Kapının önünden el sallarken gülümsedi. "Biz geldik!"

"Heyo!" dedi Ali sinirle Nazlı'ya bakarken. "Neden geldiniz?"

"Gördün mü?" diye mırıldandı Nazlı Savaş'a bakıp. "Ne kadar sevineceğini sana söylemiştim."

Ali'yi kapının önünden ittirerek içeri girdi ve sırtındaki çantayı kanepeye bırakıp kollarını bana doladı.

"Ay Selin'im hasta mı oldun? Ne bu hal alnın pul pul olmuş?"

Geri çekildiğinde hafifçe gülümsemeye çalıştım. "Evet hasta oldum.Abin beni sinir hastası etti de ondan biraz."

Gözlerini devirdi. "Var öyle bir gıcıklığı."

Savaş da içeriye girince üzerindekileri çıkardı ve yanıma geldi. Elini hafifçe alnıma koyup kaşlarını çattı. Abi Savaş modeli.

"Yok ateşin kuzen."

"Terlemiş zaten," dedi Nazlı gıcık gıcık Savaş'a bakarak. "Terlemesi ateşinin düştüğünü gösterir."

"Öyle mi?" diye alayla Nazlı'ya baktı Savaş. "Odtü'de tıptasın galiba?"

"Odtü'de tıp yok."

"Olsa okuyacak mısın sanki?"

"Sen ne çok konuşuyorsun ya?"

"Bana diyene bak," diye homurdanarak kanepeye yayıldı Savaş. "Yol boyunca tek bir saniye sustuğun oldu mu acaba?"

"İnsanları çenemle bezdirmede Ege bölge birinciliğim var benim."

Kafamı iki yana sallayarak güldüm ve Savaş'ın karşısındaki kanepeye oturdum. Ali de Savaş'ın yanına oturdu ve Nazlı benim yanıma yerleşti.

Bir süre ortamda saçma sapan bir sessizlik oldu. Savaş elini sakallarında gezdirerek sanki evi ilk kez görüyormuş gibi inceliyor,Ali parmaklarını kıtlatıyor ve Nazlı da saçlarını örmeye çalışıyordu. Ben de aval aval onları izliyordum.

"Sohbetinize de doyum olmuyor," diyerek gevrek gevrek güldüm.

Hepsi aynı anda benim gibi salak salak güldü. Ve ortam yine sessizliğe gömüldü.

"Havalar da ısınıyor," dedim bu sefer.

"Isınıyor mu? Selin'im ne ısınması buraya gelene kadar burnum iki kere buz tuttu ya nefes alamadım neredeyse."

Nazlı'nın cevabına karşılık Savaş sinir bozucu bir şekilde güldü. "Keşke çenen buz tutsaydı birkaç saat kafa dinlerdim."

"Selin?" Ali'nin sesiyle ona döndüm. Hafifçe gülümsedi. "Kahve yapacağım da bana yerini gösterir misin?"

Hızla kafamı sallayarak ayağa kalktım ve mutfağa yöneldim. O da arkamdan geliyordu ve içeriden hala tartışma sesleri geliyordu.

"Hiç susmayacaklar mı?" diye sordum gözlerimi devirerek. Üst raftaki dolaptan kahveyi aldım. Ali de kaynaması için su koyuyordu. Usanmış bir şekilde bana döndü.

"Yetişkin bir Nazlı yirmi dört saat aralıksız konuşabilir."

Aynı anda güldüğümüzde bana doğru bir adım attı,ben önüme dönüp raftan dört tane kupa çıkardığımda tam yanımda durdu. Bir eliyle belimi kavradı,dokunduğu yer karıncalandığında gözlerimi kapattım. Beni kendine döndürdüğünde kapattığım gözlerimi açmak zorunda kaldım.

"Nasıl hissediyorsun kendini?" diye sordu. Elimde olan beli boynumu tuttu,ıslak bez yüzünden ıslanan saçlarımı geriye doğru itti. Diğer elinin parmaklarını gamzemin olduğu yerde dolandığında kollarına yığılacağımı sandım.

"İyi..gibiyim."

"Üşüyor musun?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım.

"Neden üşüyeyim?"

"Bekle burada."

Yanağımdaki ve boynumdaki elini çekip mutfaktan çıktığında gerçekten üşüdüğümü hissettim. O gelene kadar kupalara kahveleri koydum,biraz süt tozu ekledim ve kaynar suyu üzerlerine boşalttım. Bu sırada Ali mutfağa girdi. Eline bakınca ateşlendiğimde üzerimden çıkardığı mor pijama üstünü getirdiğini gördüm,gülümsedim.

"Üşüme," diye fısıldadı. Ardından mor pijamayı kafamdan geçirdi,kendimi küçük bir kız çocuğu gibi hissettim. "Üşüdüğün zaman göz kapaklarının üzerindeki damarlar belirginleşiyor."

Pijamayı giydirdiğinde altında kalan saçlarımı da çıkardı,parmakları saçlarımın uçlarında fazlaca oyalandıktan sonra buruk bir gülümsemeyle bıraktı. Arkasını dönüp tezgahtaki kahveleri karıştırdı,işi bitince çay kaşığını direkt lavaboya yolladı. Gülümsedim.

Beyaz tepsiye kahveleri yerleştirdim,alacağım sırada o benden önce yeltendi. "Ben taşırım."

Mutfaktan çıktığında arkasından onu takip ettim,gözlerim yeşil çerçeveli aynaya takıldı.Göz kapaklarımın üzerinde geçmekte olan yeşil damarlara. İstemsizce tekrar gülümsedim.

•••

"Ee," dedi Ali sıcak kahvesinden bir yudum alarak. "Sizi hangi rüzgar attı buraya?"

"Dışarıya bakarsan bizi buraya neyin attığını görebilirsin abi," diye konuşarak Ali'ye ukala bir bakış attı Nazlı. "Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası sayesinde geldik."

Hafifçe kıkırdadığımda Nazlı da bana katıldı ama Ali ve Savaş boş bakışlar atmakla yetindi.

"Şimdi şöyle ki abicim," diye açıklamaya başladı. "Beliz'in de burada bir dağ evi var. Her yıl verdiği partilerden birini veriyor. Biz de Savaş'la arkadaşlarımızla geliyorduk,geçerken size uğradık."

"Siz ikiniz?" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Ne zamandır ortak arkadaşlarınız var?"

"Yarış gecesinden beri." Savaş'ın sesiyle ona döndüm,devam etti. "Siz yarıştan ayrıldıktan sonra Nazlı'nın arkadaşları aynı zamanda Ali'nin de arkadaşı olduğu için Kaan'ı tebrik etmeye geldi."

"Kazanan Ali'ydi ama neyse," diye mırıldandım. Beni sadece Ali duydu,kafasını eğip güldü.

"İşte bizim grupla da onların tayfa kaynaştı baya. Davet etti Beliz adlı arkadaşları. Biz de toplanıp gidiyorduk,buradan geçerken durmalarını isteyip size uğradık. Onlar da devam ettiler. Zaten yarım saat mesafede buraya."

"Partiye gitmek istiyorsanız size bırakabilirim?" diye sordu Ali. "Sonra ben yine Selin'in yanına dönerim."

"Ya siz de gelsenize," diye mırıldandı Nazlı. Sonra da şirince kafasını omzuma yatırdı. "Hadi Selin'im ya,bak çok iyi insanlar,hepsini çok seveceksin."

"Bizimkiler de orada," dedi Savaş. Bu sefer temkinliydi. "Seni ne kadar özlediklerini biliyorsun."

Bakışlarım Ali'ye yöneldi ondan bir cevap beklercesine. Tüm geceyi burada onunla geçirebilirdim.Bu demekti ki tüm gece o,ben ve Lena konuşulacaktı. Bu fikir içimi acıtmadı,kabullenmeye başlamıştım artık. Hoş,kabullenmesem ne olacaktı?

Diğer seçenek ise bir yılı aşkın süredir görmediğim arkadaşlarımı görmekti,aynı zamanda Ali'nin de arkadaşlarıyla tanışacaktım. Merak ediyordum,çevrensinde tuttuğu insanlar nasıldı? Benim yanımda bu kadar güzel olan adam,Lena'ya o kadar özel olan adam diğerlerine karşı nasıldı? İçimde kavrulmaya yenik bir merak duygusu oluştu. Onu,hayatını,Ali'nin dünyasını merak ettim.

"Gitmek ister misin?" diye mırıldandı. "Yoksa kalmak mı?"

Her iki seçenekte de yanımda duracağını biliyordum,yanımda durması bir nevi benim onun yanında durmam demekti,ona destek olmam demekti. Küçükken yokuşa karşı yürürken yorulurdum ve yavaşlardım,annem elini sırtıma yaslayarak hızlanmama yardımcı olur,işimi kolaylaştırırdı. Ali'nin sırtına elini yaslayıp bu yokuşu bitirmesine yardımcı olan elin sahibi bendim,o yokuşun sonunda ise Lena onu bekliyordu. Belki de beklemiyordu. Her iki seçenek de içimi ayrı ayrı yaktı.

"Selin?" Nazlı'nın koluma dokunmasıyla ona döndüm,gözlerini kırpıştırarak bana bakıyordu. "Bir şey söylemedin?"

Tekrar Ali'ye baktım,ellerini önünde birleştirmiş bir şekilde bana bakıyordu. "Sen gitmek istiyor musun?" diye sordum. Gülümsedi.

"Sen ne istersen,nasıl rahat edersen öyle yapalım Selin. Ben onu isterim."

"Tamam o zaman," diye mırıldandım. "Gidelim."

Dördümüz de soğumaya yüz tutmuş kahvelerimizi kafamıza diktik ve 'balkanlardan gelen soğuk hava dalgasına' karşın sıkı sıkı giyindik. Ben üzerimdeki pijamaları çıkartıp siyah bir kot pantolon ve siyah ince bir kazak giydim. Onların yanına indiğimde hepsi hazırlanmış beni bekliyorlardı. Vişne çürüğü rengindeki montumu da giydikten sonra telefonumu da aldım ve yanlarına yöneldim.

"Hadi çıkalım."

"Hooop dur bakalım." Ali'nin kolumu kavrayan eline baktım,sonra bakışlarımı yüzüne çevirdim. Gülümseyerek koltuğa eğildi ve mavi şapkamı aldı,düzgünce kafama geçirdi. Daha sonra da saçlarımı düzeltti.

"Hasta olmanı istemeyiz."

O önümden geçtikten sonra salonda yalnız kaldım,ellerini hala saçlarımda hissediyordum sanki. Her bir dokunuşu özel geliyordu,her biri naif hissettiriyordu. Ne zaman bunun mutluluğunu hissetsem aklıma o kadın geliyor ve soluyordu mutluluğum. O geldikten sonra ne olacaktı,yani biz onu bulduktan sonra? Onun saçlarını okşayacak,hastalandığında tüm gece onun başında bekleyecek,onunla dans edecekti. Gülüşleri hep ona ait olacaktı,gözyaşlarının sebebi de o kadın olacaktı. Koklayacaktı onu,benim ona yaptığım gibi korkar şekilde değil,doya doya. Evet korkuyordum koklamaktan onu,derler ki,bir insanı her şeyiyle unutsan bile kokusunu asla unutamazsın. O gittikten sonra bana sinen kokusuyla nasıl baş edebilirdim ben?

Bir defa koklasam,bin hücreme yayılıyordu kokusu,nasıl bir illet bu!

"Hadi Selin'im,gidiyoruz!"

Nazlı'nın sesiyle beni günden güne yıkan düşüncelerimin arasından çıkıp kapıyı kapattım ve yanlarına yürüdüm. Yıkıntıların arasında daha fazla duramazdım.

"Tek arabayla gitsek daha iyi olur," dedi Ali. Yanakları kızarmıştı soğuktan,gülümsedim. "Benim arabayla gitsek sana uyar mı?"

Kafamı salladığımda onun arabasına yöneldik,Savaş Ali'nin yanına geçtiğinde kafamı iki yana salladım,arkaya Nazlı'nın yanına oturdum.

Yollar karanlık ve ıslaktı,kimi yerde sokak lambası bile yoktu ki daha da ürkütücü yapıyordu bu durumu.

"Abicim dikiz aynasından Selin'e bakmaya devam edersen gördüğümüz ilk mamuta çarpacağız."

Nazlı'nın sesiyle gözlerim dikiz aynasına değdi,aynı anda Ali'yle göz göze geldik. Ben gözlerimi kaçırıp kafamı sağa çevirdiğimde Savaş konuştu.

"Mamut mu? Kızım sen bizi Antartika'da falan sanıyorsun herhalde. Uludağ'dayız Uludağ. Hakiki Uludağ."

"Arabanın içinde tek hücreli bir insanla olunca da zeka seviyesi iyice düşüyor,çıldırmalardayım."

Kafamı iki yana sallayıp güldüm,bu konuşma sonsuza dek sürecek gibiydi. Ali de biraz olsun nefes almak adına radyoyu açtı,burada çekmediğini fark ettiğinde cdlerden birini alıp taktı. Gecenin karanlığında,ay ışığı vururken arabanın içine,güzel bir melodi doldu kulaklarımıza.

'Hani yangın yerinde sevmiştim
ben seni
Darmadağın akşamlarda.'

Yağmur yağmaya başlıyordu,cama minik minik damlalar üşüşmeye başladı. Sevmezdim yağmuru.

'Bir avuç kül uzattın,bense kırıp bir cam
Yıkıntılar arasında.'

Gözlerim tekrar ona değdi dikiz aynasından,bu sefer bana bakmak yere yola bakıyordu. Bir şey düşünüyor gibiydi,kaşları çatıktı. Alnında hafif bir karışıklık vardı,ne geçiyordu acaba aklından? Hangi Lena anısı,hangi mükemmel anları,hangi ağlayışları?

'Ah neden korktun,ah neden korktun?
Bir uyandım ki artık yoktun,
Uzanıp eşsiz hatırandan öptüm.'

Ben bakışlarımı kesmeyince o da bana baktı,değişik bir şeyler vardı. Boş bakıyordu ama içi dolu doluydu aslında,biliyordum.

Arabayı küçük bir dağ evine park etti,karanlıkta evden gelen ışık aydınlatıyordu geceyi. Dördümüz arabadan inmeden şarkının bir diğer mısrası kulaklarımıza doldu.

'Bırakıp gittin
Yok olup gittin
Gözlerindeki hüzün
Hüzün
Bak siliniyor yüzün
Yüzün.'

Arabanın kapısını kapatıp dağ evinin girişine yürümeye başladığımızda içeriden sesler geliyordu. Dördümüz yan yana durduk,Savaş zile bastı. Elinde bir şişe kolayla,kıvırcık kızıl saçlara sahip olan bir kız bizi karşıladı. Ali ve Nazlı'nın arkadaşlarından olmalıydı bu,son bıraktığımda bizimkilerin arasında böyle bir tip olduğunu hatırlamıyordum.

"Hiç gelmeyeceksiniz sandım!" diye feryat etti kız.

"Geldik işte Beliz."

Beliz? Evet,şu bahsettikleri kız.

"Hoş geldiniz. Geçin hanımlar beyler."

Nazlı'yla sıcak bir şekilde sarıldı,Savaşla'la da sarıldığında kaşlarımı çattım. İki grup kaynaştı dediklerinde bu kadar  olduklarını da düşünmemiştim.

"Ali Bey,yüzünüzü gören cennetlik."

Bu ara Ali Bey'in yüzünü en çok gören ben olduğuma göre cennetlik olan kişi ben oluyorum.

Kızıl kız Ali'yle de sarıldığında gözlerimi başka tarafa diktim,buraya en yabancı kişi bendim. Ayrıldıklarında Ali bana döndü ve sıcacık gülümsedi.

"Beliz," diye mırıldandı. "Selin,güzel bir arkadaşım."

Hala mı?

"Merhaba," dedim elimi uzatarak. Hafifçe gülümsedim. Beliz bana döndüğünde başta gülümsedi,sonradan Ali'ye baktı. Uzanıp elimi sıktığında yine bana bakıyordu.

"Merhaba," dedi o da. Sonra devam etti. "Sen Selin misin?"

Gülümsemekle gülümsememek arasında kalırken Ali'ye baktım,o da kaşlarını çatmış bir şekilde Beliz'e bakıyordu. Ali sinirle bir nefes verdiğinde Beliz tekrar konuştu.

"Seni hep görmek istemiştim," dedi çatallaşan sesiyle. Ali'ye baktım,gözlerini benden kaçırdı.

"Yani," dedi Beliz gülümseyerek. "Nazlı seni anlata anlata bitiremiyor. Yarış gecesi hepimiz oradaydık ama tanışma fırsatımız olmadı. İyi ki geldin,Selin."

Samimi bir şekilde gülümsediğinde Ali'ye baktım,burukça gülümsedi. Ben de Beliz'e gülümsedim,böyle birkaç saniye boyunca herkes gülümsedi. Sonra içeri yürüdük.

"Rahat olun,yalnızca sizinkiler ve bizimkiler var," diye konuştu Beliz. Hafifçe kafamı salladım. Zaten burada pek parti olayı yoktu,salona girince anladım. Yaklaşık on kişi vardı,yarısı tanıdık yarısı tanımadık yüz. Bizim dağ evindeki gibi burada da elektrikli bir şömine yanıyordu,ortadaki sehpada bir sürü çerez,cips,bir ton içecek vardı. Biz salona girdiğimizde yoğun gürültü kesildi,bir sessizlik çöktü ortaya. Ali benim yanımda,Beliz de arkamda duruyordu. Nazlı ve Savaş ise kanepeye oturmuşlardı bile.

"Selin!"

Tanıdık ama bir yılı aşkındır duymadığım bir sesle kendimi birden sıkıca sarılmış kollar arasında buldum,parfümünden tanıdım onu.

"Hala parfümün değişmemiş,minik ördek yavrusu."

Dolu dolu gözleriyle geri çekildi,sonra tekrar gülümseyerek sarıldı.

"Seni o kadar özlemişim ki!" diye konuştu. Biliyordum,inan ki biliyordum.

"Ben de Tuğçe,ben de."

Zar zor geri çekildiğinde eski arkadaşlarımın hepsinin ayakta olduğunu gördüm,bu sefer de Emre sarıldı sıkı sıkı. Çapkın Emre.

"Yokluğumda bir beyefendiye dönüştün mü?" diye mırıldandım. Geri çekilirken güldü ve saçlarımı karıştırdı.

"Felsefem aynı bebeğim. Hızlı yaşa genç öl."

Kafamı iki yana sallayarak güldüm ve diğer iki kişiyi de kucakladım. Ceren'in ağlayışı biraz uzun sürse de bir süre sonra sakinleşebildi. Ve ardından gelen kişiye baktım. Kaan.

Bir şey söylememe fırsat vermeden kollarını bana doladı,ben de ona sarıldım. Onu yarış gecesi gördüğümden daha masum görünüyordu bugün,o gün siyah ceketiyle ve tehlikeli bakışlarıyla pek masum sıfatına uymuyordu. Bugün ise pek bir sakindi,üzerindeki krem rengi kazaktandı belki bu.

"Resmi olarak aramıza katılmana sevindim," diye mırıldandı. Zor da olsa geri çekildiğinde bir elimi yanağına koydum,saniyelik de olsa gözlerini kapattı ve geri çekildi. Daha tanışmam gereken bir bu kadar insan daha vardı.

Bizimkiler yerlerine oturduğunda bu sefer onlar ayağa kalktı,gülmemek için kendimi zor tuttum. Ali'ye baktığımda sert bakışlarını gördüm,kime baktığını görmek üzere döndüğümde Kaan'ı gördüm. Bir şey anlamasam da beni izleyen dört kişiye döndüm. Beliz sevinçle konuştu.

"Hanımlar beyler,oluşan sevgi patlamasından anlayacağınız üzere,bu 'güzel arkadaş' Selin."

Hepimiz beni tanıtma şekline güldükten sonra sarı saçlarını dağınık bir şekilde örmüş bir kız geldi önce yanıma,gülümseyerek aniden sarıldığında bir anlığına olduğum yerde kalsam da kendime gelip gülümseyerek karşılık verdim.

"Burçak ben," diye mırıldandı,ardından biraz daha yüzüme bakıp kanepeye oturdu.

Ondan sonra üç kişiye daha sarıldım. Evet,neydi? Burçak,Enes,Nilsu,Akın ve Beliz.

Sonrasında ise unutmamak üzere isimlerini iyice beynime kazıdım. Sabıkam vardı bu konuda,değil mi?

•••

Sesler....Sesler kesilmiyordu.

Aslında herkes kendi alemindeydi. Emre,Kaan ve Akın maç muhabbeti yapıyordu. Ali ve Savaş da bir şeyler konuşuyorlardı ama duyamıyordum,uzaktaydılar. Biz de cam tarafında olan kanepede oturuyorduk.

Uzun zamandır bu kadar kalabalık bir ortama girmemiştim,azıcık da olsa hastaydım ve haliyle kendimi yorgun hissediyordum. Ama yine de gülümsemeye çalıştım. Burçak sorduğu tonlarca soru üzerine bir soru daha sordu.

"Senin burcun ne Selin'im?"

Sanırım Ali'nin çevresindekilere özel bir şeydi bu,Nazlı da böyle sesleniyordu bana.

"İkizler."

"Hmm," dedi düşünceli bir tavırla. "İkizler kadını meraklıdır. Ayrıca sürekli modayı takip ederler. Sevecendirler ama sabırsızdırlar. Bir de erkekler tarafından çözülmesi zor kişilerdir. Sürekli değişken fikir-"

"Selin'i de kapsama alanına mı aldın Burçak?"

Tanıdık sesiyle ona döndüm,tepemde durmuş bana bakıyordu gülümseyerek.

"Ben halimden gayet memnunum," dedim omuzlarımı silkerek.

Göz kırptı. "Öyle mi?"

Ben de göz kırptım. "Öyle."

"Heyo! Kendimi duyurmaya çalışıyorum heyo!"

Hepimiz aynı anda Nazlı'ya döndük,mutfak kapısından bize bakıyordu.

"Ne var Nazlı?"

Kütük Ali.

"Yine çok kibarsın abi. İçecek bir şey isteyen var mı diye soracaktım. Senin aksine ben kibarım. Sen kesin hastanede karıştın. Her neyse,hanımlar beyler. Çay kahve?"

Herkes yarı yarıya bir şeyler istediğinde Nazlı gözlerini devirdi ve mutfağa girdi. Büyük bir kız ordusuyla olmaktan açıkçası biraz bunalmıştım. Bunalmak demeyelim de...bugün için fazla gelmişti.

"Ben yardım edeyim ona," diye mırıldanarak ayağa kalktım ve hızlı adımlarla mutfağa girdim. İçeri girdiğimde çayın suyunu koymuş,kahve yapmaya başlamıştı. Hafifçe esnediğinde bana baktı ve gülümsemeye çalıştı.

"Geç oldu," dedim ben de gülümseyerek. Kafasını salladı.

"Normalde bu kadar geç yatmıyorum. Saat ikiye geliyor,sızıp kalmayayım diye bir şeylerle uğraşayım dedim. İyi ki geldin ya,kafam kahve cezvesine düşebilir yani."

Kıkırdayarak onu kenara çektim ve kahveyi karıştırmaya başladım,o da kaynayan suyla çayı demledi ve ocağa koydu. Ben de Nazlı'nın göstermesiyle kahve fincanlarını çıkardım.

"Aranız sanırım iyi," diye mırıldandı sessizce. Yaptığım işe devam ederken konuştum.

"Kimle aramız iyi?"

"Selin...Kim olduğunu çok iyi biliyorsun. Benim kütük abim işte."

Betimlemesiyle hafif bir kahkaha attım,o da bana katıldı. Mutfağın kapısı açıldığında aynı anda oraya döndük.

"Ne bu kahkahalar?" diye sordu Ali mutfağa girip kapıyı kapatırken.

"Ya sen niye bizi hiç rahat bırakmıyorsun?" diye çemkirdi Nazlı.

"Abilerin görevi budur. Hadi sen içeriye geç,geri kalanını biz hallederiz."

Nazlı ona iyice kötü bakışlar attı,bana dönüp dudaklarını oynatarak 'sonraya kaldı' dedi. Ben de kafamı salladım,bizi mutfakta yalnız bırakarak çıktı. Kahvenin altını kapatıp fincanlara doldurmaya başladım,o da beni izliyordu. İşim bitince ona döndüm,yakalanmışlığın verdiği utançla güldü,ensesini kaşıdı. Tezgaha yaslanarak kollarımı göğsümde birleştirdim.

"İyi misin?" diye sordu. "Kendini iyi hissediyor musun?"

"Fiziksel mi ruhsal mı?"

Kafasını yana yatırdı. "İkisi de."

"Fiziksel olarak yorgunluk dışında bir şey yok,diğer açıdan da...sanırım iyi hissediyorum. Uzun zaman sonra birileriyle bir arada olmak iyi geldi."

"Güzel," dedi gülümseyerek. "Gitmek istediğin zaman söyle,gidelim."

"Bu çay kahveleri dağıttıktan sonra gitsek olur mu? Yorgunum da biraz."

"Tabii ki," diyerek kafasını salladı ve çay fincanlarını çıkardı. Bu sırada mutfağın kapısı bir kez daha açıldı,oraya döndük.

"Pardon," diye mırıldandı Kaan bana bakıp. "Yalnız olduğunu sanıyordum."

Gitmek için yeltendiğinde onu durdurdum. "Saçmalama Kaan,gelsene."

Tereddütle kapıda bekledi,sonra da içeri girip karşımda dikildi. Ali yanımda fincanlara çay doldurmaya başladı.

"İyi misin?" diye sordu Kaan. Bugün bu soruyu kaçıncı kez duymuştum acaba? Gülümseyerek kafamı salladım.

"Değişmişsin," diye mırıldandım. Ellerim uzayan saçlarına gitti,normalde bu kadar uzatmazdı.

"Kadınlar aşk acısı çektiklerinde saçlarını kesiyor ya,erkekler de uzatıyor galiba."

Gülümsemem hafifçe soldu,elimi saçlarından indirdim. Birini acı çektirmek hiç hoş bir düşünce değildi,özellikle de değer verdiğim birine.

"Kaan bak ben-"

"Sorun yok," diye fısıldadı. Gözlerindeki parıltıların yaş olduğunu fark ettiğimde akmaması için dua ettim. "Yanında ağlamayacağım Selin,sakin ol. Eve gidip bir kutu dondurma kaşıklayarak the Notebook izleyeceğim,öyle ağlamam daha kolay oluyor."

İkimiz de aynı anda kıkırdadığımızda Ali elindeki çaydanlığı sertçe ocağa bıraktı,yerimde sıçrayarak ona döndüm. Bize bakıp alayla gülümsedi.

"Pardon."

Kaan derin bir nefes aldı ve tekrar bana döndü. Ali'nin sinirini anlamayarak ben de Kaan'a döndüm.

"Yarın babama gideceğim," diye konuştu. "Pek gitmiyorum diye sinirleniyor. Sen de gelirsen eğer azarlama seansı daha erken biter. Gelmek ister misin?"

"Gelemez."

Ali'ye dönerek kaşlarımı kaldırdım. Ne demek 'gelemez' ?

"O niye?" diye sordu Kaan alayla gülerek. Ali de aynı şekilde güldü.

"Çünkü bana söz verdi."

"Sana söz mü verdim?"

Kaan yine güldü. "Selin'in haberi yok sanırım."

Ali'ye baktım,bir eli yumruk halindeydi ve gerçekten öfkeli görünüyordu. Fısıldadı.

"Lena."

Yutkundum. Doğru ya,yardım edecektim değil mi aşık olduğu kadını bulmasına?

"Kaan," dedim ona dönerek. Umutla bana döndü. "Akşama doğru uğramaya çalışacağım,olur mu?"

Yavaşça kafasını salladığında uzanıp yanağımı öptü ve mutfaktan çıktı.

"Ne bu haller?" diyerek ona döndüm sinirle,omuzlarını silkti ve çay tepsisini alıp salona yürümeye başladı.

"Hiçbir şey."

Boğacağım bu çocuğu!

Arkasından kahve tepsisini alıp çıktım,sehpanın üzerine bıraktığımda Ali ortalarda görünmüyordu. Ben ayakta dikilirken elinde benim montumla geldi,kendi montunu giymişti.

"Gençler,biz çıkıyoruz."

Elinden aldığım montu giydim,o giydirmek istese de izin vermedim. Bir süre itiraz mırıltıları yükselse de zar zor evden çıkabildik,kendimi iyice gergin hissediyordum. İkimizin aynı anda öfkeli olduğu anlarda hiç hoş şeyler olmuyordu,umarım yine aynı şeyler yaşanmazdı.

Arabaya binince sertçe kapattım kapımı,o da kendi tarafına binip sertçe kapısı kapattı. Güzel,başlıyorduk.

"Ya sen ne hakla benim hakkımda konuşursun ya? Ne hakla vermediğim sözleri vermişim gibi gösterirsin?"

"Söz vermedin mi?" diye konuştu. Gerçekten öfkeliydi. "Onu bulmama yardım edeceğine söz vermedin mi Selin?"

"İkisi aynı şey değil!"

"İkisi tam da aynı şey!"

Sinirle bağırış dolu bir çığlık attım,bir şeyler kırmak istiyordum,mesela Ali'nin kafası!

"Seni nasıl öper ya?" Sakince konuştuğunda ona döndüm. Sakinliğinden eser kalmazken bir eliyle sertçe direksiyona vurdu. "Nasıl öper seni!"

Şaşkınlıkla ona döndüm,sinir soluyarak önüne bakıyordu. Tepkisini ölçmek ister gibi fısıldadım.

"Öper,Ali."

"Ö-pe-mez!"

Araba ani bir frenle durduğunda öne doğru savruldum,dağ evine geldiğimizi anlayınca hızla arabadan inip dağ evine girdim. Arkamdan hızlı adım sesleri geliyordu. Kapıyı açıp içeri girdim ve çantamı aramaya başladım,bulamadım. Yine bir kavga sonrası çanta bulamıyorum! Arkamdan içeri girip kapıyı öfkeyle kapattı,evde sesi yankılandı.

"Beni bir dinle!"

"Ya ben ne yapıyorum ki!" diye bağırdım geriye dönüp. "Ben seni tanıdığımdan beri ne yapıyorum Ali!"

Arabamın anahtarını aramaya başladım ve yine bulamadım. Etraf karanlıktı ve ışığı bile bulamayacak kadar sinirliydim.Evin içinde dönüp dururken kollarımdan tutup beni yakaladı,sertçe kendine çektiğinde hissettiğim adrenalinle her şeyi yapabilecek gibi hissediyordum kendimi.

"Bir dinle!"

"Ne var ne!" Kollarından kurtulmaya çalışsam da izin vermedi,beni daha da kendine çekti.

"Seni," dediğinde burnunu saçlarıma yapıştırmıştı,gözlerimi kırpıştırdım. "Kimse," diye eklediğinde tüm kollarıyla sardı vücudumu,artık aramızda nefes mesafesi daha yokken gözlerimden akan bir damla dudaklarıma karıştı. "Öpemez."

Gözlerimden istemsizce yaşlar akmaya devam ediyordu,tutamıyordum kendimi,durduramıyordum. Ellerim göğsündeyken itmek yerine tutundum yakasına,düşecek gibi hissediyordum kendimi.

"Bana bunu neden yapıyorsun?" diye fısıldadım,sesim çıkmıyordu sanki. "Ne halde olduğumu görmüyor musun?"

"İstemiyorum," diye fısıldandı. "İnan ki sana bunu yapmak istemiyorum."

Zor da olsa kolları arasından çıktım,dağılmış görünüyordu. Hemen yanımda duran aynaya değdi gözlerim,o yabancı kız yine üzgündü,hep üzgündü.

Elimi saçlarıma dolandırarak arkamı döndüm ona,buruk gözlerine daha fazla bakamazdım. Gözlerimden damlalar akmaya devam ederken kapının arkasında bir şey fark ettim,beyaz bir şey,bir zarf.

Yavaş adımlarla kapıya yürüyüp yerden aldım,üzerinde hafifçe tozlar vardı. Elimle sildim üzerini,bu mektup da açılmıştı. Ama üzerinde kime olduğuna ya da kimden olduğuna dair bir iz yoktu. Onu arkamda hissettim ve mektubu açtım.

Ve okuduğum her kelime kalbimi binlerce kez parçalara ayırdı.

"Sevgilim,

Şu an yanımda,dünyaya gelmiş en büyük armağan olduğunu bilmeden uyuyorsun.

Melek gibi.

Huzurlu görüyorum seni. Dinlenmiş ve ruhundaki kötülüklerden arınmış gibi gülümsüyorsun ara sıra uykunda. Demek ki artık kabus görmüyorsun,bu güzel. Kabuslarını rüyalara dönüştürmek güzel.

Geceleri uyumak için değerlendirmek yerine seni izliyorum,bu beni daha çok dinlendiriyor,ferahlatıyor kalbimi. Saçlarına gidiyor elim,bir yanım delice okşamak istiyor her tutamını,diğer yanım çok korkuyor uyanmandan. Uykudan çabuk kopabiliyorsun ama çok zor dalıyorsun uykuya. Bu da düzelecek,bunu da iyileştireceğiz seninle birlikte.

Bugün bana ilk kez beni sevdiğini söyledin. Belki de durmadan gülümsememin,elimin saçlarıma gidişinin ve uyuyamamamın sebebi bu. Küçüklüğümde doğum günümdeki mumları üflemeden önceki heyecan gibi bir heyecan oluştu içimde,öylesine masum bir heyecan. Biri tarafından sevilmek insanı güçlendiriyormuş,sende öğrendim bunu. Sen beni günden güne sevdin,günden güne daha güçlü bir adam oldum ben.

Saat 01:54.

Muhtemelen birazdan uyanacaksın,yarı kapalı gözlerle su içmeye ineceksin mutfağa. Neden gözlerini tamamen açmadığını sorgulamıştım başta,sonradan uykunun kaçmaması için yaptığını fark ettim. Ama korktum,kapalı gözlerle düşüp acıtabilirsin canını. O yüzden siyah komodinimizin hemen yanı başına bir bardak su koydum senin için. Düşüp acıtma bir yerlerini ki acımasın benim de canım.

Sen uyurken seni izlemek daha çok hoşuma gidiyor,uyanık olduğun zamanlar istemsizce attığın dik bakışlar pek yardımcı olmuyor bu konuda bana. Ben de her yeri karanlığa çeviren geceyi büyük bir sevgiyle kucaklıyorum o yüzden. Dünyanın yarısı için karanlık saatler ama beni daha da aydınlatıyor nedense. Karanlıkta bir ışıksın,bunu görememen üzüyor beni.

Koskoca dünyada ilk kez karşılaşmamızın üzerinden dört ay geçmiş. Gerçekten garip...Sen de düşünüyor musun? Milyarlarca insan var şu lanet dünyada ama sen benim kollarımdasın. Bana gülüyorsun,benim kollarımda hıçkırarak ağlıyorsun,bana beni sevdiğini söylüyorsun. Dünyanın geri kalan erkeklerine yapılmış bir haksızlık olarak görüyorum bunu,benim içinse armağan. Sana böyle demek hoşuma gidiyor,sen bir armağansın bana. Bir tek bana.

Bugün ilk kez senden önce nasıl bir hayata sahip olduğumu düşündüm,çok değil,sadece dört ay geriye gitmem gerekiyordu. Bulamadım bir şey,bu nasıl oluyor? Sana soruyorum,cevap sende,biliyorsun bunu. Ama sen de veremiyorsun cevap,gülümseyip yatıyorsun göğsüme.

Ve ben seni kalbimin üzerinde hissettiğim anda,beynimdeki tüm soruları siliyorum,nerede olduğumu unutuyorum. Bir sen kalıyorsun geriye,bir tek senin kalp atışların yankılanıyor kulaklarımda,bir senin kokun doluyor burnuma. Öyle ki nefes almayı unutuyorum ama kokun burnumun direğinde sızlıyor,bunu nasıl anlatabilirim sana?

İşte o anlarda cehennem ve cennetin,soğuk ve sıcağın,kışın ve yazın birbirine karıştığını hissediyorum iliklerimde. Verdiğim örneklerden yanlış anlamanı istemiyorum bitanem ,imkansızlık değil kast ettiğim,muazzamlık. Böyle zıt şeylerin birbirine karışması imkansızlıktan öte muazzamlıktır,beni anlıyor musun?

Bazen fark etmeden yaptığım işi yarıda bırakıp seni izlemeye başlıyorum,bunu anca sen de bana bakınca anlıyorum. Gazete okurken mesela,dikkatim dağılıyor,sana bakıyorum. Her bir tırnağına oje sürüyorsun özenle. Su yeşili sürüyorsun en çok,bunu fark ettim iki gün önce. Bana bakınca gülümsüyorsun,sana baktığımı fark ediyorsun,bu hoşuna gidiyor,omuzlarını silkip yaptığın işe geri dönüyorsun. Ama ben,bir türlü dönemiyorum. Sana bakıyorum,bir daha,bir daha ve bir daha. Elimde değil,kendimi alamıyorum.

Geçen gece birden uyandığımda uyanıktın,kendi tarafındaki gece lambasını açmıştın ve kitap okuyordun. O kadar güzel görünüyordun ki. Saçlarını toplamıştın topuz yaparak,dağılmışlardı. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

Bir şey söylemedim,demek ki kabus görmüştün ve uyuyamıyordun. Sonra birkaç cümlenin altını çizdin,istemsizce merak ettim aklına kazımak istediğin cümleleri. O yüzden sabah senden önce uyandığımda kitabını alıp özenle altını çizdiğin cümleleri okudum,kızma bana sevgilim,seni sevdiğimi biliyorsun.

İlk altını çizdiğin not şöyleydi:

'Beni teselli edecekler ve birtakım sözcükler söyleyecekler,sözcükler,sözcükler; fakat ne yardımı dokunabilir ki sözcüklerin bana? Biliyorum,ondan sonra yine yalnız olacağım. Ve insanların arasında yalnız olmaktan daha korkunç bir şey yoktur.'

Gerçekten böyle mi düşünüyorsun benim gece kraliçem,söyle bana? Eğer böyle düşünüyorsan üzüleceğimi bil,sana seni asla yalnız bırakmayacağım söyledim,yeminler ettim. Ve ben verdiğim sözleri tutan bir adamım,aşık adamlar,verdikleri sözleri tutarlar. Sana ettiğim bu ilk yemin,son nefesime kadar geçerlidir,bunu sakın unutma.

İkinci notuna baktığımda ise,beni üzmek yerine gülümsetti,fazlaca. O da şöyleydi:

'Karanlıkta gözlerimi açtığımda ve seni yanımda hissettiğimde,yıldızların üzerimde olmadığına hayret ettim,gökyüzü öylesine yakınımdaydı.'

O an uyandırıp sormak istedim sana,öylesine merak ediyordum ki gerçekten böyle hissedip hissetmediğini. Ama kıyamadım,melekler gibi uyuyordun. Tıpkı şu an olduğu gibi.

Öyle seviyorum ki seni,az kalıyor tüm dünyaya ait kelimeler. Gök desem az,yıldızlar desem az gelir. Ama şair güzel açıklamış,değil mi?

'Tavanı kadar sokağın,dibi kadar cehennemin.'

Kelimeler armağan olsun sana benim güzel kraliçem,tüm şiirler armağan olsun sana. Çünkü armağan oldun sen bana."

Continue Reading

You'll Also Like

12.1M 587K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
193K 20.3K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
24.6K 2.4K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
464K 54K 33
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.