Ay Işığı

By GKgirls

140K 9.8K 4.8K

Ali Mertoğlu ve Selin Yılmaz'ın bambaşka bir hikayesi. More

Petrova Kızı
Korka korka geldim kapına.
Adresim oldun benim.
Bir Adamı Büyütmek
Yeryüzündeki Cennet
Yanlış Adam
Utangaç Bir Kalp
Beni sevdiğini anlat.
Dünyaya Haykırmak
Gece Kraliçesi
İki Adam
Melek Kanatları
Sabah Çiçeği
Korkak Dudaklar
Bir Gizli Düş Gibi
Deniz Kızı
Gökten Düşen Yıldız
Düşler ve Düşüşler
"Ruhum,ateş yüreğim,kokum..."
Şehirler düşsün,sen gitme.
Peri Değneği
Paramparça
Mazi Çığlığı
Cennet ve Cehennem
"Sabret sevgilim,seni iyi edeceğim."
Sen vururken de,öldürürken de güzelsin.
Düşündüm,düşümden ayrı kaldım.
Yakarım dünyayı uğruna ama sana eğilmem.
Gel ki nefes alayım,gel.
Seni değil,dünyayı affettim.
Ne Zamandır Sendeyim
Mavi Bir Tilki

Kalbimin Sancıları

6.1K 358 92
By GKgirls

"Uyanma vakti! Din-dan-don!"

Savaş'ın gür sesi kulaklarıma dolarken gözlerimi kırpıştırarak açtım. Aynı zamanda o da odaya daldı ve bir insana ait olamayacak kadar büyük bir neşeyle yüzüme baktı.

"Güzellik uykunuzu alabildiniz mi hanımefendi?"

Hafifçe gerinip yerimde doğrulduğumda ukalaca bir bakış attım ona. "Oradan bakınca güzellik için uykuya ihtiyacım varmış gibi mi gözüküyor?"

Savaş neşesine neşe ekleyerek sırıttı ve odama girip yanıma oturdu. "Güzel güzel. Formundasın."

Burnuma gelen kokular bana yalan söylemiyorsa Savaş kahvaltı için menemen yapmış olmalıydı. Lakin arkadaşlar öyle bir dünyada yaşıyoruz ki burnunuz bile size yalan söyleyebilir. O sebeple Savaş'a döndüm ve şirince gülümsedim.

"Menemen yapmış olma  ihtimalin yüzde kaç?"

Bana dönüp bir süre yüzüme baktı. Ardından o da gülümseyip uzandı ve burnumu sıktı.

"Yüzde yüz."

Yatağımdan kalktı ve göz kırpıp odadan çıktı. İyi hissediyordum. Uzun süre sonra gerçekten kendimi iyi hissediyordum. Bunun sebebini sorgulamaksızın yatağımdan kalkıp banyoya girdim ve elimi yüzümü yıkadım. Saçlarımı tepemde bir topuz yaptığımda aynaya baktım. Evet göz altlarım mor ve şiş şişti. Ayrıca bakışlarımda eski canlılık yoktu evet ama yine de kötü hissetmiyordum. Bu bile benim için büyük bir adımdı.

Banyoda işimi halledip salona doğru yürüdüm. Hava güzel olduğu için Savaş kahvaltıyı balkona kurmuştu. Karşısındaki yerimi alırken o da çaylarımızı dolduruyordu.

Menemen yapmıştı,benim sevdiğim gibi az yumurtalı. Ekmek kızartmıştı.Nutella,salam,salatalık domates,bir sürü reçel ve klasik kahvaltılıklar. Beni iyi görmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Onu seviyordum. Hayatımda sahip olduğum sayılı insanların başında geliyordu Savaş. Aynı kanı taşımamızın yanı sıra gerçekten abim gibiydi.

Karşıma oturduğunda ben kendi kahvaltı tabağımı hazırlamakla ilgilenirken o da beni izliyordu. Birazdan sorularına başlayacaktı,o yüzden sakin dakikaların tadını çıkardım.

İki zeytin,bir salatalık ve bir dilim salamı bitirip çayımı yudumlamaya başladığımda o da sorularına başladı.

"Dün akşam neredeydin?"

Dün akşam neredeydim. Güzel soru. Sarışın bir beyin anlattığı bir hikayeyi ağzımdan sular akıtarak dinliyordum işte. Haa bu adamla dün akşam tanıştığımı da unutmayalım. Ayrıca anlattığı hikayenin gerçek olup olmadığı konusunu açmıyorum bile. Unutmadan, adımı söylemediğim halde giderken bana adımla seslenişinden de bahsetmezsek olmaz.

O noktaya dönersek ise şöyle oldu.

O gözden kaybolana kadar ben salak salak onun gittiği noktayı izledim. Sonrasında ise aklımdan paranoyakça cümleler geçti.

'Adımı nereden biliyor,pislik sapık!'

Gibi.

'Zaten beni takip ediyordu,kesin peşime adam da taktırmıştır!'

Diye devam etti bu düşünceler. Ama yanılıyordum. Ali sapık bir pislik değildi,beni takip etmemişti,peşime adam da takmamıştı. Bileğimdeki minnacık Selin yazılı bilekliği nasıl görmüştü bilmiyordum ama adımı bilmesinin tek sebebi de buydu.

Benden bir cevap bekleyen Savaş'a bakıp omuzlarımı silktim ve çayımdan bir yudum aldım.

"Tek başıma dolandım."

Kaşlarını çattı. "Emin misin?"

"Eminim. Menemeni fazla pişirmişsin."

"Fazla pişirmedim. Tüm gün boyunca tek miydin yani?"

"Evet tüm gün boyunca tektim. Çilek reçeli yok mu?"

"Bitmiş. Nerelerde dolandın peki tüm gün?"

"Ay! İçim şişti ha! Az bir sus da rahat rahat kahvaltımı edeyim ya."

Eline çatalını alırken diğer eliyle ağzına fermuar çekiyormuş gibi işaret yaptı ve tabağını kahvaltılıklarla doldurmaya başladı. Böylece ben de rahat bir nefes aldım.

Şu an kendimi mutlu hissetsem de dün geceyi hatırladığımda kendime kızıyordum. Ne diye dinlemiştim ki onu dakikalarca? Anlattığı hikayenin gerçek olup olmadığı bile meçhuldu. Kadınları etkilemek için böyle hikayeler anlatan adamlar da vardı,Ali de öyle olabilirdi. Neden öyle olmasındı ki? Farkı neydi? Hala ciğerlerimden çıkmak bilmeyen kokusu mu,gökyüzü renginde bana özgürlüğü anımsatan gözleri mi? Hayır,hiçbiri değildi.

Hem bir adam bir kadını böyle sevse boş sokakta karşılaştığı öylesine bir kadına anlatır mıydı?

Kafamı iki yana sallayıp düşüncelerimden kurtuldum. Onu düşünmek tam bir zaman kaybıydı. Uzun süre sonra kendimden ödün vermiştim ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Ben en yakınlarımla bile arama belli bir mesafe koyan biriydim,benim belirlediğim çizgimi hiç kimse geçemezdi. Tamam ben Ali'ye hiçbir şey anlatmamıştım ama bunun sebebi de anlatacak destansı bir aşk hikayemin olmayışıydı.

Aşk zehirli bir duyguydu. İnsanın vücuduna öyle hızlı bir şekilde yayılırdı ki sen engellemeye çalışırken bile müptelası olurdun. Ve ben her şeyden çok etkilenen bir kadındım. Yani eskiden. Bir aşk hikayesine aşık olabilecek türde bir kadındım. Ne kadar acizce. Aşk insanı aciz yapar. Savunmasız. İnsanı tüketir bunlar. Zamanla yok eder.

Savaş biten çay bardağına çay doldururken gözlerini bana çevirdi. "Bugün ne yapmayı düşünüyorsun? Kendini bilinmeyen sokaklara atmak dışında."

"Bilmiyorum. Bizim kafeye giderim belki."

Savaş kafasını sallayarak onaylarken bakışlarına belli bir rahatlama çöktü. Koray Abi'nin kafesi yıllardır gidip geldiğimiz bir yerdi. Uzun süredir oraya gitmiyordum,özlemiştim.

"Sen okula mı gideceksin?"

Kafasını salladı. Sonra da otoriter bir şekilde konuştu. "Bir ara lütfedip okula uğra ve  kaydını yenile. Zaten bir sene kaybın var."

Ağzıma çeri domateslerden birini atarken kafamı salladım. Uğraşmam gereken çok şey vardı. Yokluğumda eski hayatım birbirine girmişti ve ben nereden toparlamaya başlayacağımı bilmiyordum.

Bir odayı dağıtmak ne kadar kolaysa bir hayatı dağıtmak da öyleydi. Ayrıca yarım saatte dağılan o oda günlerce toplanmazdı. Tıpkı bir hayat gibi.

...

Moda sokaklarında bir süre yürüdükten sonra kendimi Koray Abi'nin kafesine attım.

Burası her zamanki gibi kalabalık ve cıvıl cıvıldı. Lisedeyken her okul çıkışında buraya gelir saatlerce otururduk. O zamanlar kalabalık bir arkadaş grubumuz vardı. Gerçi hala vardılar ama ben kendimi aralarından çekmiştim. Bazen özlüyordum onları. Yine de yalnız olmak güzeldi.

İçeri girip boş bir masa bakındığım sırada Koray Abi gülümseyerek yanıma geldi ve kollarını iki yana açtı.

"Seni buralarda görebilecek miydik asi şey? Hoş geldin."

Açtığı kollarının arasına girerken ben de gülümsedim. "Hoş bulduk yakışıklı."

Gülümseyerek geri çekildiğinde ellerini omuzlarıma koyup yüzüme baktı. Dikkatle beni izlerken burnumu sıkıp kolunu omzuma attı ve pencere kenarındaki bir masaya doğru yürümeye başladık.

"Anlat bakalım. Nasıl gidiyor?"

"Gitmiyor valla."

Hafifçe gülerek geri çekildi ve oturmam için sandalyemi çekti. Minik bir reverans yaparak kıkırdadım.

"Mersi."

Ellerini masaya yaslayarak bana döndü. Omuzlarına kadar inen saçlarını bunalarak geriye itti. Kırklı yaşlarının sonlarında olmasına rağmen hala karizmatikti. Buradaki orta yaş kadınlarının gözü hep ondaydı. Sürekli  odak noktası olmaktan hiç bunalmıyor muydu? Ben tahammül edemezdim. Etmezdim de.

"Ne getireyim sana fıstık?"

Kaşlarımı kaldırarak ona baktığımda ellerini iki yana kaldırıp geri geri yürümeye başladı.

"Adaçayın hemen geliyoooor."

O gittikten sonra çantamdan notlar aldığım defterimi çıkardım. Bazen buraya gelir ve eski zamanları anımsardım. Hoşuma gider ve huzurlu hissettirirdi beni.

İlk sayfayı açtığımda beni şöyle bir cümle karşıladı.

'Bazen canım öyle çok acıyor ki,mutfaktaki dolabın ikinci çekmecesinde duran bıçağı alıp kalbimi ikiye ayırsam daha az acıyacakmış gibi geliyor.'

Gülümsedim. Hayat gerçekten çok garipti. Bir zamanlar üzerinden kalkamayacakmışız gibi görünen acıların sebebini birkaç yıl sonra hatırlamıyorduk bile. Mesela ben bu azap dolu cümleyi neden yazdığımı hatırlamıyordum. O kadar gözümüzde büyüttüğümüz,uğruna her şeyimizi feda ettiğimiz hayat bu işte. Acılar çekilir,acılardan ölünür,acılar unutulur. Yaşam bunun için var,bunun üzerine kurulu. Acı çekmemiz ve acımızı unutmamız için. Bencilce ve anlamsızca. Sorgulamamızı istemiyor ki hayat. Önümüze koyuyor, al sana düşen de bu,diyor. Sen de önüne koyulan acını alıp paşa paşa çekiyorsun. Derin düşünmeye gerek yok hayatta. Kurcalamaya lüzum yok. İnsansın ve acı çekeceksin,insansın ve acını unutacaksın. Denklem bu kadar basit.

Sayfayı çevirdiğim zaman başka bir not karşıladı beni. Dudaklarım istemsizce iki yana kıvrıldı.

'Kitaplarımın sarı sayfalarında kahve damlaları var
Şiir defterlerime sinen sigara dumanları.
Odamın kapısında gidişlerin anısı asılı
Duvarlarımda ise kalbimin sancıları.'

Ne acı çekmiştim,neden üzülmüştüm,neden kırılmıştım acaba bu kadar? Bazen neye üzüleceğime şaşırıyorum,size de oluyor mu? Böyle acı çektiğime mi üzülmeliyim,çektiğim acıları unutmama mı?

Diğer bir sayfaya geçeceğim zaman Koray Abi en sevdiğim fincanda adaçayımı getirdi,notlarımı okuduğumu fark edip hafifçe saçlarımı okşadı ve beni yalnız bıraktı. Onu sevmemin bir sebebi de buydu,insanın bazen yalnız olması gerektiğini o da bilirdi.

Çayımdan sıcak ve rahatlatıcı bir yudum aldığımda diğer sayfaya geçtim. Diğerlerinin aksine bordo bir kalemle yazılmıştı bu yazı.

'Ölüm sebebim,bu adamın kokusu olmalı.'

Kaşlarımı çatıp yazdığım cümleye baktım. Hiç tanıdık gelmiyordu ve bu beni tedirgin etmişti. Ben bir adamın kokusu yüzünden ölmek istemezdim,ben bir adam için ölmek istemezdim.

Karşımdaki sandalye bir anda geri çekildiğinde bakışlarımı oraya çevirdim. Kot ceketi yerine siyah bir sweet giymişti,önceki geceye göre daha bakımlıydı saçları. Sandalyesine yerleşip bir kolunu yanına yasladı,sol elinin işaret parmağı dudaklarında dolanırken gözlerini bile kırpmadan bana bakıyordu. Bir gecede bile hafifçe uzamıştı sakalları,dün geceye inat değişmeyen iki şey vardı. Kokusu ve gözleri.

Gül kurusu dudakları hafifçe kıvrılırken iki köpek dişini fark ettim,bana vampir göndermesi yapması ironikti. Mavi gözleri güneş ışığıyla birlikte parlarken konuştu.

"Giderken ayakkabını düşürmemişsin ama bak buldum seni."

Önümdeki defterin kapağını kapatırken kalemimi de yanına yerleştirdim. Adaçayımdan bir yudum daha alıp ona döndüğümde hala beni izliyordu.

"At arabası bal kabağına dönüşecek gibi paldır küldür giden sendin."

"Sen değil miydin hiç yaratıcı değilsin diyen? Bak bu sefer Külkedisi ben oldum masalda."

Kaşlarımı çatıp ona baktım. "Neden buradasın Ali?"

"Önce,beni nasıl buldun diye sorman gerekmiyor mu Katherine?"

Gözlerimi devirip arkama yaslandım. Rahat davranıyordu ama rahatlığının altında yatan gerginliği görebiliyordum. Umursamaz tavırlarını bana uyguluyordu,bana. Baştan kaybetmişti.

"Dünya küçük yer. Jüpiter'de yaşıyor olsak falan neyse. Ayrıca İstanbul daha küçük,Moda sokakları daha da küçük. O yüzden,nasıl değil,neden. Neden buradasın?"

Ben konuşurken gözlerini bile kırpmadan beni dinledi,cümlem bitince hafifçe kıvrılmış dudakları kendi yerlerine döndü ve yerinde doğruldu. Uzanıp fincanımı aldığında kaşlarımı çatarak onu izledim,o rahatça çayımdan bir yudum alıp fincanı geri bıraktığında hala ona bakıyordum. Ali bakışlarımı fark etmeden,fark etse bile umursamadan,umursasa bile belli etmeden konuşmaya başladı.

"Hikayenin devamını anlatmaya geldim."

Hikayenin devamını anlatmaya gelmedin sarışın,aşık olduğun kadını anlatmaya geldin.

"Dinlemek istediğimi sen nerenden çıkardın?"

Bunu bekliyormuş gibi hemen güldü.

"Dün gece sorular sorup duruyordun."

Gözlerimi kısarak ona baktım. "Neden inanayım anlattıklarının doğru olduğuna?"

Gülümsemesi donarken bakışlarım düz bir çizgi olan dudaklarına kaydı. Kaşları çatıldı ve gözlerini kaçırdı. Sinirlendiğini mi yoksa başka bir şey mi olduğunu anlayamadan sakin bir tonla konuşmaya başladı.

"Onu asla bir yalana alet etmem."

Öyle bir ses tonuyla konuştu ki sıcak mekana rağmen ürperdim. Güneşe rağmen üşüdüm ve uzun bir aradan sonra suçluluk duygusunu hissettim. Sanki böyle bir şeyi iddia etmem bile onu yaralamış gibiydi,kendime kızdım çünkü gerçekten aşık olmayan hiçbir adam böyle konuşamazdı. Kız arkadaşını çok seviyor olmalıydı,onu başka bir kadının cümlelerle bile kirletmesine izin vermeyecek kadar çok.

Bakışları kırmızı sandalyelerin altında olan kedide donup kalmışken bir şeyler yapmam gerektiğini fark ettim,zaten çok fazla insanı üzmüştüm ve bu illet yayıldıkça yayılan bir şeydi. Daha dün adını öğrendiğim adamı bile üzecek bir kapasitedeydim,bu kadar kötü biri mi olmuştum ben? Bana Katherine demesinin sebebi de bu olmalıydı. Hafifçe öksürerek ses tonumu ayarladım.

"Onu bulduğunda ağlıyor olduğunu söylemiştin,sonra ne oldu?"

Bakışlarını kırmızı sandalyelerin altındaki kediden alıp bana çevirdi,mavi gözleri tekrar parlamıştı. Daha çok bir tonunu görmemiştim ama kesinlikle en güzel tonu bu olmalıydı onun gözlerinin.

"Yanına oturdum," diye konuştu. Aklına gelen anılarla kaşlarını çatmıştı ama hala bana bakıyordu. Şu an gözleri o kızı görüyor olmalıydı,her ne kadar bana baksa da. Bakmakla görmek arasındaki farkı birine öğretecek olsak şu an en doğru andı.

"Gözleri o kadar kızarmıştı ki önünü görüp göremediğinden bile emin değildim. Yanına oturduğumda irkilmedi bile. Sadece ağlamayı bırakıp yüzüme baktı,o sırada elim cebimdeki peçeteye gitti. Ona uzattım,kafasını iki yana sallayıp tekrar önüne döndü,gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Biraz tereddütle çenesinden tutup kendime çevirdim,öyle bir ağlıyordu ki hiç tanımadığım bir kadın o gece benim içimi yaktı. Deli gibi merak ettim onu neyin bu kadar kırdığını,kim kırmışsa yok etmek istedim o kişiyi. Elimdeki peçeteyle göz yaşlarını sildim,sesini bile çıkarmadı,ağlamaya devam etti."

Anlattıkça daha mı iyi oluyordu,o anları hatırladıkça daha mı kötü oluyordu anlamadım. İfadesiz bir şekilde anlatmaya devam ediyordu ve ben kendime inkar edemediğim bir şekilde merak ediyordum.

"Londra'da olduğumuz için muhtemelen Türk olduğumu hesaba katmamıştı,gözyaşlarını sildiğimde önüne dönüp kafasını gökyüzüne kaldırdı. 'Ağlama bir adamın yanında,bari bunu yapma.' gibi bir şeyler söyledi. Muhtemelen anlamadığımı düşünmüştü. Bir süre sonra hıçkırıkları sakin iç çekişlere döndüğünde kafasını kendine doğru çektiği dizlerine yasladı. Gözleri yüzümde dolanırken hafifçe gülümsedim. 'Bazen sadece ağlar insan.' dediğimde gözlerini kocaman açarak bana baktı. Zaten kocaman gözleri vardı,yuvalarından çıkacak sanmıştım."

O güldüğünde ben de güldüm. Hikayenin sonunun iyi bitmediği şimdiden belliydi ama o kızı hatırlamak bile onu gülümsetmeye yetiyordu. Her zaman düşünürdüm. O şairlerler nasıl yazıyorlardı o şiirleri diye. İnanamazdım öyle yoğun hissettiklerine. Meğerse böyleymiş. Ali'nin aşık olduğu kadın bir Lavinya değil,bir Piraye değil belki ama çok özel olduğu belli. Belki onlardan da özel.

"Ona o gece,o sokakta aşık oldum. O ağlarken gözleri bana değdiği ilk an,ona tutuldum."

Bir kadının gülüşüne aşık olanları duymuştum veya bakışlarına. Ellerine,dudaklarına...Ama ağlayışına?

"Ben böyle bir adam değildim," dedi gülerek. Gülüşü bir şeyleri gizlemek ister gibiydi,ya da daha çok bir şeyler anlatmak ister gibi.

"Nasıl bir adam değildin?"

Omzunu silkti. Kırmızı sandalyelerin altından çıkan kedi Ali'nin yanına geldiğinde Ali gülümseyerek onu kucağına aldı,kedi kafasını Ali'nin göğsüne yaslarken ne kadar şanslı olduğunu bilmiyordu. Ali tekrar konuştu.

"Bir kadının gözyaşlarını silmek,saatlerce onu izlemek,saçlarını örmek... Ben yapmazdım bunları ya. Aşık olmak bana göre değildi."

"Ne değişti peki?" diye sordum. "Bunları yapmana ne sebep oldu?"

Kedinin kahve tonlarındaki tüylerini okşarken eli bir süreliğine durdu,kaşları çatılmıştı. Gözlerini bana çevirdiğinde düşüncelerinden arınmış gibi kafasını iki yana sallayıp gülümsedi.

"Bu soruya hiçbir zaman yanıt veremiyorum."

"Sonra ne oldu peki?"

"Ben öyle söyleyince kalktı birden yerinden,bana bir ton saydırmaya başladı. Ama öyle böyle değil. Ne kadar adi bir insan olduğumdan başladı,neredeyse beni vatan haini olarak bitirecekti. İki dakika önce kedi gibi ağlayan kız bir anda kaplana dönüşmüştü. Haliyle mal gibi kaldım."

Hafifçe kıkırdadığımda o da güldü.

"O an ne kadar garip bir kadın olduğunu anlayıp arkama bakmadan kaçmalıydım."

"Ne yaptın peki?"

Kucağındaki kedi uykuya daldığında Ali de fark etmiş olacak ki hafifçe gülümsedi,kedinin daha rahat bir pozisyona gelmesini sağladı.

"Sinirleri çok bozuktu,o bana saydırırken ayağa kalktım sakinleştirmek için. Ben bir şeyler söylerken o daha da sinirlendi,sonra sinirden ağlamaya başladı. Sonra onun deyimiyle bir adamın yanına ağladığı için ne kadar 'aciz' olduğundan yakınarak kendine sinirlendi. Sinirlenince yine ağladı. Birkaç saat boyunca sinirlenerek ağladı,ağladığı için sinirlendi."

Anlıyordum,hiç tanımadığım bir kadını anlıyordum. İnsanları anlamak güzel değildi,bir süre sonra bu alışkanlık haline geliyordu ve sen üzülmekten kendini alıkoyamıyordun.

"O an ne kadar korktuğumu çok net hatırlıyorum. Karşımda bir kadın hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. O da korkuyordu,zaten beni daha da kötü hissettiren şey buydu."

"Kendinden korktuğunu söylemiştin."

Bakışlarına huzursuzluk çökerken usulca başını sallayıp devam etti.

"Bazı sorunlar yaşıyordu. Başa çıkamıyordu ve yalnızdı."

"Nasıl sorunlar?"

Bir şeyler dilinin ucuna kadar geldi,söyleyip söylememek arasında kaldı. Bunları bana neden anlatıyordu hiçbir fikrim yoktu ve sorgulamayı da bırakmıştım. Ben anlatacağına dair ümitlerimi kesmişken konuşmaya başladı.

"Uyuşturucu kullanıyordu," dedi. Ağzından çıkan cümleyle kanım dondu. "Bir süre aşırı doz alıp birden bıraktığı için kriz geçirmeye başladı."

Kendimi onun yerine koyduğumda bile yeterince kötü hissediyordum,o ne yapmıştı?

"O an," diye fısıldadı. Gözlerinde yaşlar birikmişti. "O an Selin, hayatımda hiç korkmadığım kadar korktum. Öyle çaresiz hissettim ki kendimi. Hiç bilmediğim bir durumla karşı karşıyaydım ve yalnızdım. Ayaktaydı,bana bağırmaya devam ediyordu. Ben de sakince karşısında dikilmiş onu izliyordum. Sonra birden karnına kıramplar girdi,terlemeye başladı. Ben ne olduğunu anlayamadan kollarıma yığıldı. Öleceğimi sandım."

Kedinin başını okşayan ellerine baktım,titriyordu. Anlatırken bile böyleydi,bunları yaşarken nasıldı kim bilir?

"İdrak etmem o kadar uzun zamanımı aldı ki. O an anlamadım zaten uyuşturucuyla ilgili olduğunu. Hatırlamıyorum pek ne yaptığımı. Apar topar bir taksi bulup hastaneye götürdüm onu. O hastane koridorunda beklerken ömrümden ömür gitti. Doktorlar çıkıp kanında ağır dozda uyuşturucu olduğunu söylediler. Ailesini sordular bana. Adını bile bilmiyordum ki. Araştırdılar bir süre,kimseyi bulamadılar. Tedavi olması gerekiyormuş. Bırakıp gidemedim onu Selin,anlıyor musun? Nasıl gidebilirdim? Tedavi süreci zaten çok zorluydu,tek başına nasıl yapacaktı?"

Her bir cümlesiyle boğazımda düğümler birikti. O an Ali orada olmasa ne yapacaktı o kız? Kader miydi bu?

"Sonra ne yaptın?"

"Bir süre uyudu. Sonra taburcu olabileceğini söylediler,yanına girdim. O sırada uyanıktı,beni görünce hiçbir şey yapmadı. Yanına gittim,onu giydirdim. Çantasını taktım omzuma,onu da kolumun altına aldım. Birlikte taksiye bindik."

Kaşlarımı çattım. Başta anlattığı kızla şu an anlattığı kız uyuşmuyordu.

"Hiçbir şey söylemeden seninle mi geldi yani?"

Buraya takılacağımı tahmin etmiş olacak ki gülümsedi,kucağındaki kedinin başına bir öpücük bıraktı.

"Kimsesi yoktu yanında," dedi acı dolu bir gülümsemeyle. "Bir tek ben vardım. Taksiye bindiğimizde hiçbir şey sormadan başını omzuma yaslayıp uyuyakaldı. Bunu ben de merak ettim senin gibi. Aylar sonra bir gün film izliyorduk gri kanepemizde. Sordum ona. Beni hiç tanımadan nasıl güvendin de geldin benimle diye. Aynı takside yaptığı gibi kafasını omzuma yerleştirip uyuma pozisyonunu aldı. Dudakları iki yana kıvrılırken bir öpücük bıraktı boynuma. 'Sen hiç tanımadığım bir kadının yanına oturup onun gözyaşlarını sildin,sana anneme güvendiğim kadar güvendim ben o an.' dedi. Biliyor musun,hayatımda iyi ki yaşıyorum dediğim ilk an oydu."

Bir adama annesine güvenebildiği kadar güvenebilir miydi bir insan? O güvenmişti. Kıskandım o kızı böyle güvenebildiği için. Ben de isterdim.

Ali hala bana bakarken gözlerimi kediye çevirip omzumu silktim.

"Ben olsam,binmezdim seninle o taksiye."

Gülümsedi. "Sen olsan," dedi kediyi yere bırakırken. Ardından ayağa kalkıp ellerini masaya yasladı,mavi gözleriyle yüzümü taradı. "Benimle asla o taksiye binmezdin."

Continue Reading

You'll Also Like

24.4K 1.3K 8
güneşi ararken peşini bırakmaz ay * Eğer kaçırılan Alaz olsaydı ve Asi sokakta büyümeseydi. *Aslaz role reversal*
90.8K 10.9K 49
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
32.8K 3.7K 21
"MİNHO EZ BENİ"
93.4K 7.9K 28
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...